19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 NİSAN 2012 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR En iyi film Ersanlı için Kültür Servisi 31. İstanbul Film Festivali dün akşam Lütfi Kırdar Sergi Sarayı’nda yapılan törenle son buldu. Törenin sunuculuğunu yapan Mehmet Ali Alabora, festival boyunca sinema dünyasında hayatını kaybeden Ekrem Bora, Meral Okay ve Claude Miller’ı anarak konuşmaya başladı. En İyi Film Emin Alper’in ‘Tepenin Ardı’na değer görülürken Zeki Demirkubuz’un filmi ‘Yeraltı’ En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Görüntü ve En İyi Erkek Oyuncu (Engin Günaydın) olmak üzere dört ödülle geceden döndü. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ise ‘Şimdiki Zaman’ filmindeki rolüyle Sanem Öge’ye gitti. Filminde hayali bir düşman yaratan bir ailenin başından geçenlere odaklandığını anlatan Alper şöyle konuştu: “Ben gözümü açtığımdan beri iç ve dış düşmanlarla çevrili olduğumuzdan söz edilir hep. Bu nedenle bana esin kaynağı olan butün bu düşmanlarıma teşekkür ederim.” Ödülünü başta parmaklıklar ardında olan hocası Prof. Büşra Ersanlı’ya adayan Alper, “Aynı zamanda ödülü cezaevindeki siyasetçi, belediye başkanları, gazetecilere ve geçen haftalarda kaybettiğim babama da adıyorum” dedi. Onat Kutlar adına verilen Jüri Özel Ödülünü alan “İz” filminin yönetmeni Tayfur Aydın ise “Bu ödülü kendi toprağına gömülemeyen bütün insanlara adıyorum” dedi ve ardından sözlerini bir de Kürtçe tekrar etti. 31. İstanbul Film Festivali’nde ‘Altın Lale’ Emin Alper’in ‘Tepenin Ardı’ filmine verildi İsveçli Parlamenterlerin ‘İleri Demokrasi’ Şaşkınlığı Masanın çevresinde üç konuk, üç ziyaretçi... Üç İsveç milletvekili: Desiree Pethrus Hıristiyan Demokrat Parti’den. Yıllarca partisinin kadın kolları başkanlığını yapmış, halen AB ilişkilerinde sözcü ve etkin rol oynamakta… Amineh Kakabaveh İsveç Sol Parti’den. Kökeni İranlı Kürt. Sol Parti’den milletvekili seçilmeden önce de kendini insan haklarına adamış bir eylemci… Jan Lindholm İsveç’in Yeşiller Partisi’nden… Geliş nedenleri, demokrasimizle ilgili bilgi edinmek, son zamanlarda dış basında yer alan tüm o eleştirel yazıların gerçek olup olmadığını anlamak. Biri onlara artık “demokraside” değil, Başbakan’ın deyişiyle “ileri demokraside” yaşadığımızı hatırlatınca, neredeyse küçük dillerini yutacaklardı! Çünkü daha o sabah, Bakırköy Kadın Cezaevi’nde bilim insanı Prof. Büşra Ersanlı ile gazeteci Zeynep Kuray’ı ziyaret etmişlerdi. (Ne zaman BirGün gazetesi muhabiri Zeynep Kuray’ı ansam, annesi Ayşe Emel Mesci’nin “Zeyno çıkacak yine yazacak” sözlerini anımsamadan edemiyorum.) Konukların yanı sıra masanın çevresinde gazeteciler, köşe yazarları ve bilim insanları var. Üç konuk sabahki hapishane ziyaretini anlatıyorlar bize, dehşet içinde… Hayır, bu kadarını beklemiyorlarmış… Diplomatik pasaportları, milletvekili kimliklerine karşın bunca aramadan geçmeyi şaşkınlıkla anlatıyorlar… Onları daha da şaşırtan, cezaevinin bunca tıka basa doluluğu, anneçocuk ya da iki tutuklunun aynı yatağı paylaşmak zorunda kalması… Büşra ve Zeynep’i nasıl güçlü bulduklarını anlatıyorlar. Bir ara, Büşra ve Zeynep’e, “Türkiye’de demokrasinin sizin gibi gazeteci ve bilim insanlarına ihtiyacı var” dediklerinde; çevrede onları dinleyen kadınlardan birinin (görevli memur?) “Türkiye zaten demokrasidir!” deyişini gülümseyerek anlatıyorlar. Sonra masanın çevresindeki bizleri (avukat, bilim insanı, gazeteci) soru yağmuruna tutuyorlar. Anlatıyoruz… Cezaya dönüşen tutuklulukları; seçilmişlerin, milletvekillerinin içerde oluşunu, 4 yılı aşkın tutukluluk hallerini, bir yılı aşkın hücrede tutulmalarını, pankart açan öğrencileri… KCK’yi, Ergenekon’u … (Dün Zeynep Göğüş’ün muhteşem yazısında özetlediği, “12 Eylül kesmedi, 28 Şubat verelim” durumlarına girmeye pek vakit olmadı! Sevgili Mustafa Balbay’ın muhteşem açıklamasını da, Silivri’de 4 yıldır örgüt aranırken Deniz Feneri’nde 4 yılda örgütün nasıl yok edildiğini de, birileri mutlak, İsveçli parlamenterlerle paylaşmalı…) Üç konuk şaşkınlıktan büyüyen gözlerle bizi dinliyorlar ve sonunda “Sizin demokrasiniz, bizim için anlaşılır gibi değil” diyorlar. E, anlamazlar elbet! Bizimki “demokrasi” değil bir kere, “ileri demokrasi”! Kaç kere düzelttik, hâlâ anlayamıyorlar! Sevgili okurlar, Büşra Ersanlı’nın adresini soran mektuplar alıyorum. Adres şöyle: Prof. Büşra Ersanlı. Bakırköy Kadın Tutukevi. B6. İstanbul. Yaşamak, insanı nasıl da yoruyor! ‘YERALTI’NA TOPLAM DÖRT ÖDÜL Emin Alper, ödülünü, Prof. Ersanlı, cezaevindeki siyasi tutuklular ve kaybettiği babasına adadığını söyledi. (Fotoğraflar: VEDAT ARIK) Festivalde ödül alanlar şöyle: ULUSAL YARIŞMA En İyi Senaryo “Tepenin Ardı” “Babamın Sesi” Orhan Eskiköy En İyi Görüntü Yönetmeni – Türksoy Gölebeyi “Yeraltı” orsan esprisi En İyi Müzik – Mustafa Biber “İz” Yönetmen Demirkubuz Radikal En İyi Kurgu – Zeki Demirkubuz Halk Ödülü’nü alırken, “Benim ULUSLARARASI YARIŞMA korsancı arkadaşlarım var. Kader Şakir Eczacıbaşı adına verilen Altın Lave Masumiyet filmlerimde en çok le – Julia Loktev “Yalnız Gezegen” Jüri Özel Ödülü – Joachim Trier “Oslo aranılan filmler olduğunu söy31 Ağustos” lerdi. Yıllar geçti. Korsan sayeRadikal Halk Ödülü sinde halk beni de keşfetti” diyeUluslararası Yarışma – Albert Nobbs rek salondakileri güldürdü. “Rodrigo Garcia” Ulusal Yarışma Zeki Demirkubuz Demirkubuz yleme çağrı “Yeraltı” Gecede ödül veren geçen yılın En “En İyi YöFipresci Ödülü İyi Kadın Oyuncu ödülü sahibi netmen” Uluslararası Yarışma – Andrea Arnold “Uğultulu Tepeler” Nazan Kesal ise bugün saat Ulusal Yarışma – Emin Alper “Tepenin Ardı” 16.30’da gerçekleşecek olan Emek SiAvrupa Konseyi Sinema Ödülü Sinemada İnsan Hakları neması eylemini hatılatarak eyleme Emanuelle Crialese “Memleket”, Anca Damian “Öteki çağrı yaptı. Gecede Barbaros Erköse Tarafa Yolculuk”, Bence Fliegauf “Sadece Rüzgâr”. K E de klarnet taksi sundu. İRAN’DA HAPSE MAHKÛM EDİLEN MUHALİF YÖNETMEN MUHAMMED RESULOF FESTİVALİN KONUĞUYDU ‘Yaşamın kendisi siyasi’ MELTEM YILMAZ Bu yıl 31.’si düzenlenen İstanbul Film Festivali, İranlı yönetmen Muhammed Resulof’un son filmi “Hoşça Kal”a ev sahipliği yaptı. Resulof’un “avukat” ve “kadın” olduğu için köşeye sıkıştırılan bir bireyin çıkışsızlığını anlattığı filmin hikâyesinden belki bir adım daha önde olan, yönetmenin kendisi ve söyledikleri. İlk filmini 2002’de çeken 2010’da Cafer Penahi ile birlikte hükümete karşı işlediği suçlardan dolayı hapse mahkum edilen Resulof, cezaevinden çıktıktan sonra yeniden sinemaya döndüğü “Hoşça Kal” ile Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen Ödülü’ne değer görülmüştü. Şu anki şartlarda ülkesi tarafından “düşman için film çeken bir vatan haini” olarak görülen Resulof, bu yüzden “Hoşça Kal”ı yurtdışına gizlice çıkarmak zorunda kalmış, İran’da gösterilmesi yasak olan bu filmin çekimleri içinse iki ayrı senaryo hazırlamıştı. Gerisini Resulof’tan dinleyelim... İran’da son dönemlerde sanatçıların giderek daha fazla parçası haline geldiği siyasi ve sosyal ? Resulof, ‘hayat hakkında filmler’ yaptığını söylese de siyasetçileri rahatsız ettiğinin farkında: “İran’da insanların yaşamı, devletin kontrolü altında. İran’daki herhangi bir kişinin hayatını gösterdiğinizde de, filminiz siyasi bir filme dönüşüveriyor. Ama zaten yaşamın kendisi siyasi.” gerilimler, sinemaya bakışınızı etkiledi mi? Doğrusunu isterseniz ben “hayat” hakkında film yapıyorum. Birileri bana, “Sen siyasi filmler yapıyorsun, siyasi bir sinemacısın” dediğinde de çok şaşırıyorum. Bu şekilde anlaşılıyor ya da yorumlanıyor olmak İran’da devletin sabırsızlığından kaynaklanıyor bana kalırsa. Devletin refleksi bir filmin siyasi olarak algılanmasına sebep oluyor. Israrla hayat hakkında film yaptığınızı söylemenize rağmen birileri neden sizin siyasi filmler yaptığınız konusunda bu kadar ısrar ediyor öyleyse? Cevabı çok basit çünkü siyasetçileri rahatsız ediyorum. Bence İran’da insanların yaşamı devletin kontrolü altında. İran’daki bir kişinin hayatını gösterdiğinizde de filminiz bir anda siyasi bir filme dönüşüveriyor ama zaten yaşamın kendisi siyasi. “Hoşça Kal”ı İran’da hapis cezasına çarptırılmanızdan sonra çektiniz. Hakkınızdaki suçlamalar ile cezaevi sürecinizin bu film üzerinde nasıl bir etkisi oldu? Bir film yapınca filmin bir bölümü hayatınızın bir kısmına benziyorsa şahsi tecrübeleriniz filmi etkiliyor. Filmdeki bazı sahneler cezaevi sürecimin yansımaları kuşkusuz ama şöyle bir gerçek de var ki ben cezaevini hayatın dışında görmüyorum, hayatın içinde olan bir şey bu. Bunu yaşadım ve bundan etkilendim. Diğer yandan çevremde gazeteci ve insan hakları alanında çalışan çok sayıda arkadaşım da var. Onların da hayatlarından bir şeyler alıp bu Hoşça Kal hikâyeyi oluşturdum. “Hoşça Kal” karanlık, mistik ve müziksiz bir film. Filmin bu dokusu, anlatılan hikâyeyi daha toplumsal gerçekçi bir alana taşımıyor mu? Ana karakterin hayatı İran’da yaşayan herkesin hayatı değil ama onun hayatında, İran’da yaşayan herkesin hayatında olan bir şeyler var. e demek olduğunu biliyorum’ Peki ana karakterle kendinizi özdeşleştirdiğiniz yönler var mı? ‘N Çok. Örneğin evini aramaya geldikleri sahne. Bunun ne demek olduğunu biliyorum. Kadın o olaydan sonra elindeki sigarayı bile içemiyor, bunun da ne demek olduğunu biliyorum. Cannes’da aldığınız ödül sizi nasıl etkiledi? Ben filmimi Cannes’da göstermek istiyorum diye düşünmedim, bunu düşünerek çekmedim. Bu sinema sanatında belki biraz ilgiyi arttırabilir ama ben bir sinemacı olarak film yaparım, filmin gösterilmesiyle dağıtımcı ilgilenir. Sibel Gürsoy “Yol” (Equinox Music) Müzik dünyasında bazı isimler, sahip oldukları sesle ve yorumla doğru orantılı bir şöhrete sahip olmuyorlar. Sibel Gürsoy bunlardan biri. 1999’da “Gece Gündüz” adlı pop albümüyle etrafında makul bir tanınma çeperi yaratan bu Bulgaristan göçmeni şarkıcı, 2000’li yılların başında Q Jazz Bar’da düzenli olarak sahne almış, aynı süreçte Panik Atak adlı toplulukta vokal yapmıştı. Birlikte çalıştığı isimler listesinde Erdal Kızılçay, Melih Kibar, Yüksek Sadakat, Ajda Pekkan var. Buna karşın, hak ettiği ilgiye ulaşamamış biri Sibel. “Yol” adıyla çıkan yeni albümü, aslında kayıtları beş yıl önce canlı ola rak yapılmış bir çalışma. Sibel’e eşlik eden müzisyenler ise günümüz caz camiasının en güvenilir isimleri; piyanoda Serkan Özyılmaz ve Selen Gülün, saksofonda Yahya Dai, trompette Şenova Ülker, davulda Cengiz Baysal ve basta İlker Özalp. Sibel’in sesi bazen Gayle Moran kadar pastoral ve semavi, bazen Flora Purim gibi tutkulu. Şarkıları dinleyicisine büyük bir inanç aşılayarak söylüyor; anlattığı şey her ne ise ona içtenlikle inandırıyor. Her vokal caz dinleyicisinin mutlaka ilgi göstermesi gereken “Yol” albümü, cazımızın artık aramızda olmayan önemli değerlerinden Nükhet Ruacan ve Ajlan Büyükburç’a ithaf edilmiş. [email protected] yaya aitmiş hissi verecek kadar garip ama aynı anda da yoğun bir duygusallık içeren, melodik ama alabildiğine deneysel bir müzik söz konusu. www.zulalkalkandelen.com Sleep Party People “We Were Drifting on a Sad Song” (Blood and Biscuits) Sleep Party People’ı (SPP) ilk dinleyince aklına hemen “Donnie Darko” gelenlerdenim. Richard Kelly’nin karanlık ve garip filmi, bana göre tüm zamanların en yaratıcı filmlerinden. SPP ise, Danimarkalı müzisyen, multienstrümantalist Brian Batz’ın bir projesi. Grup, 2010’da “Sleep Party People” adlı ilk albümden sonra, Efterklang, Trentemoller ve The Antlers ile turneye çıktı. Konserlerdeki daha sert ve güçlü performanslarıyla beğeni kazandı. SPP ile “Donnie Darko”yu özdeşleştirmemin tek nedeni, grup elemanlarının konserlerde utangaçlıktan taktıkları tavşan maskesi değil; postrock ile shoegaze karışımı, “dreamgaze” diye nitelenebilen ama tam bir tanımı yapılamayan müzikleri. Organik ile dijitali birleştiren, karanlık ama depresif olmayan, sanki başka bir dün C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle