19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 NİSAN 2012 CUMARTESİ 2 bir arada tutmaya çabalamak yerine, yöntemi tartışacak yarı resmi bir danışma toplantısıyla başlamak daha doğru olurdu. Hayır, öyle yapılmadı ve AKP iktidarının ilk aylarından başlayarak “kendi iktidar döneminde yeni anayasa yapma” hırsı zihinleri öylesine bulandırmıştı ki, devlet aynı kimliğiyle dururken “yeni” sözü etmenin yanlışlığı düşünülmeksizin apar topar anayasa yapma konusuna geçildi. iç kuşkusuz, “yeni” sıfatı anlamsız bir şaşkınlık yaratmıştır. O kadar heyecana hiç gerek yoktu. Alt tarafı, 1982’deki yapılışından sonra özde 1995 değişiklikleriyle zorbalık niteliği büyük ölçüde giderilmiş bir metni, AKP’nin kendi getirdiği yanlış katkıları(!) da temizleyerek derleyip toparlamak yeterli olabilirdi. “Yeni” sözcüğüyle anayasa sorununun büyütülmesi, aslında Cumhuriyetin ana ilkelerini değiştirip başka türlü bir devlet kurma niyetinin dışa vurulmasından başka bir şey değil. Tehlike budur zaten ve mutlaka önlenmelidir. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Köy Enstitüleri İ. Gürşen KAFKAS Köy Enstitülü Eğitimci Yazar Anayasa Değiştirme SIRA anayasa yapmaya ya da değiştirmeye gelip “kim yapacak” diye sorulunca yürürlükteki Anayasa’ya bakılır, o da “Meclis” der. Yazılacak metnin “toplum sözleşmesi” olması isteniyorsa, normal olarak, bu kadarı yeter. Peki, bizim toplumda niçin yetmez ve neden hep başka takviyeci, bazen de takıyyeci çareler aranır? Belki anayasa sorunları kamuoyunda etraflıca tartışılmadığı, bunlar parlamentoya eksik yansıdığı ve oradaki partiler yelpazesi toplumun durumunu tam yansıtmadığı için. Bu aralık her ülkede vardır biraz, ama bizdeki ara daha açıktır. Herhalde, nispi temsilin yokluğu ve yüzde on seçilme barajının olağanüstü yüksekliği yüzünden de sürer gider. yrıntılara girmeden, anayasacılık tarihimizin 27 Mayıs döneminde denenmiş bir yöntemden söz etmek ilginç olabilir. Seçimle kurucu meclis getirmenin hayal olduğu o ortamda demokrasi andı içen 27 Mayısçı subaylar, otoriter bir rejimde demokratik anayasa yapma sürecinin belirgin çelişkisini hafifletmek için, çeşitli meslek kuruluşlarınca kendi içlerinden seçilmiş üyelerin oluşturduğu bir Temsilciler Meclisi’ni de devreye sokmuşlardı. Tabii, bugünkü koşullar o yola gitmeyi zorunlu kılmıyor. Ama, değiştirme sürecine katılım çağrısı için nefes tüketmek ve hevessiz partileri E H A Önemli Not: Bir süredir yurdun çeşitli kentlerinde, başka adlarla birlikte adım da zikredilip iznim olmadan “katılımıyla” klişesi eklenerek “anayasa panelleri” düzenlenmekte ve insanlar yanıltılmaktadır. “Yeni anayasa” denen sürecin ilk toplantısında ısrar üzerine konuşup açıkladığım, sonraki toplantıların düzenleyicilerine hep bildirdiğim, çağırmış olan Meclis komisyonunda açıkça belirttiğim ve bu sütunda defalarca vurguladığım gibi, o sürece katıldığımı ima edercesine düzenlenmiş toplantılara katılmak istemediğimi saygılarımla bildiririm. Mümtaz Soysal ğitim tarihimizin yüz akı Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta kurulmuştu. Köylümüzü ezgin bir toplum olmaktan kurtarmak için; dişle, tırnakla, emekle ve kitapla uygulanan bir eğitim ışığıydı. Köy Enstitüleri’nde, asırlardır, yanlışları doğruymuş gibi sunan bilgilerin yerine; bağımsız, üretken ve yaratıcı bilgi kullanıldı. Cumhuriyetimizin kuruluşu sonrası eğitimsizliği gidermek için kaçınılmaz bir değişimdi. Köy gerçeğini gün yüzüne çıkaran köy romanlarını Köy Enstitülü yazarlar yazdı. Köylü çocukları, köy sınırından dünyaya açılmayı bu eğitim ışığıyla sağladılar. Köy Enstitüleri köy kızlarının birer gelecek umuduydu. Birer Cumhuriyet ışığı olarak on yıllık süreçte on yedi bin eğitimci yetiştirildi. Köy Enstitüleri, köy çocuklarına yalnız “abc” öğreten kurumlar değildi. Sevgiyi, barışı, demokrasiyi, insan haklarını, yaşama sevincini iş eğitimiyle birlikte öğreten birer eğitim kurumuydu. Köy Enstitüleri, eğitim tarihimizin yarım kalan bir mucizesi olarak bugünün eğitimiyle yüzleşmelidir. Bu kurumların niteliği, niceliği sorgulanmalı, çok amaçlı ve yetenek geliştirici eğitimine uzun soluklu yolculuk yapılmalıdır. Eğitim tarihimizin bu onurlu aydınlığı söndürülmemeliydi. O yıllarda ülkemizin içinde bulunduğu karanlık döngüden kurtulmak için yakılan eğitim ışığını söndürmek için peşine düşüldü. Üstüne atılı suçların hepsi de sığ, dayanıksız, tutarsız ve amaçlıydı. Temeli; dü şünce, deney, akıl ve bilime dayalı kurulan Köy Enstitüleri geleceğimizin bir umuduydu. Enstitülü öğretmenler, aklı özgürce kullanan, gerçekçi (rasyonel) düşüncelerle donanımlı yetiştirilerek yol alıyorlardı. Bu okullar, gerçek hayatın işlevini öğretim aracı olarak kullanacak köy öğretmenlerini yetiştiriyorlardı. “Yaparak, yaşayarak, üreterek”... Eğitim Köy Enstitüleri’nin vazgeçilmez bir olgusuydu. Köy Enstitüleri yaşatılsaydı ulusumuzun makus (kötü) talihi yenilecek ve aydınlığa çıkılacaktı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı: Temel ilke akıl ve bilim olacaktı. Eğitim üretken yapıya dönüşecek, güncelleşecek ve öğrenci merkezli olacaktı. Öğrenciler araştırma, inceleme ve sorgulamaya dönük eğitileceklerdi. Nitelikli insan sayısı artacaktı. Kitap okuyan bir toplum olunacaktı. Büyük kentlerdeki gecekondulaşma olmayacaktı. Kütüphane, tiyatro ve sosyal değerler önde tutulacak, sanat, aydınlanmanın bir parçası olacaktı. Toplum bilinçlenecekti. Yazık oldu. Eğitim ışığı kapatılan Köy Enstitüleri’yle birlikte, yarım kalan mucize de tüketildi. İsmail Hakkı Tonguç’un ve Hasan Âli Yücel’in kemikleri sızlıyordur. Onlar bir mucize yarattılar. Işıklar içinde olsunlar. “Dik yolları denediler, / Her güçlüğü yendiler, / Ama kapanışı önleyemediler”. Bugün, yine karanlıklar aydınlığa egemen olmakta. Irmaklar ters akmakta, korku, suskunluk ve baskı karanlığın anahtarı olmaktadır... Kemal Bey; Çizmenin Öbür Teki... Pekii... Adalet bittiyse biz kime sığınacağız?.. İnandığımız hangi duvara dayayacağız sırtımızı?.. Canımız yandığında güvendiğimiz hangi kapıyı çalacağız?.. Adalet bittiyse ne kaldı?.. ? Tüm kötü dönemlerin, ara rejimlerin, kan ve gözyaşlarının olduğu zamanlar, adaletin bittiği zamanlar değil midir?.. İnsanlar, kendilerini savunmasız, yalnız ve terk edilmiş hissettikleri zamanlar düşmediler mi yollara?.. Adalet... Adalet yoksa kim var?.. ? Kemal Kılıçdaroğlu adaletin bittiğini söyledi önceki gün... Hepimiz gibi... Ama onun hepimizden bir farkı olmalı: Adalet bittiyse ne yapmamız gerektiğini söylemeli... Ne?.. ? Çözüm siyasetteyse... Bir oturup bir kalkıp kendi milletvekillerinizi bile kurtaramadınız ya adaletsizliğin elinden... Muhalefeti yok sayan, hatta durmadan aşağılayan bu adamların, 4+4+4’te olduğu gibi her şeyi yok etmelerini, kırıp döküp cumhuriyeti tüketmelerini mi beklemeli?.. Ya da merhamete gelmelerini?.. O zaman muhalefete ne lüzum var?.. ? “Çizmeleri giymek” esprisinden sonra hadi bir hamle Tandoğan’da grup toplantısı yapmak iyi fikirdi... Ama parti yöneticilerinin bir günde tüm televizyonları dolanıp “provokasyon var” diyerek zaten ürkmüş insanlara adeta “gelmeyin” demeleri... İyi bir şeyi bile yarım yamalak yapmak... Çizmenin sadece bir tekini giymek yani... Ve hâlâ o başkanlık divanında oturmak... Hâlâ komisyonlarda sayıyı tamamlamaya devam etmek... Bizler için umutsuzluğun, çaresizliğin en dibi değilse ne?.. ? Demokrasilerde hukuk, adalet, yargı bittiğinde, ancak demokrasinin vazgeçilmezi siyaset, onu bulup yerine koyabilir... Siyaset de bitmişse?.. ? Ne diyebiliriz ki?.. Çizmeler Kemal Bey... Çizmenin öbür teki... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle