25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 MART 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tarihe Bir Not: Dershane Sorunu! Birbirini Yemek TARIMCILAR zararlı böcekleri yok etmek için, insanları da zehirleyebilecek ilaçlar kullanmak yerine, zararlı böcekleri yiyen başka böcekleri salar üzerlerine. Bunu tarımsal mücadele yöntemi diye bilirdik, meğer toplumları çökertmek için de kullanılırmış. İnsanlar, elbet böcek değil. Bırakın böcekleri, gelişmiş hayvan türlerinde bile aynı türden olanların birbirini yemesi pek sık rastlanan bir durum değildir doğada. Ne var ki, çoğu zaman mecazi anlamda kullandığımız “birbirini yemek” fiili, yamyamlığı da aşan öyle bir yiyiştir ki, ardında ne deri bırakır ne kemik; insanı kahrından öldürür, intihara sürükler... Böyle olduğu için, düşünüp taşınıp bir toplumun insanlarını birbirini yer duruma getirmeye karar vermiş olanlar, o toplumu mecalsiz bırakmak, şaşkına çevirmek ve sonuçta kendi istedikleri yöne sevk etmek kararını da vermiş olmalıdırlar. nsan, durup dururken niçin öyle bir konuyu ele almak, o konuda düşünmek, toplumunu uyarmak gereğini duyar acaba? Duyar, çünkü son dönemde, aynı kamu kurumunun, aynı devlet organının üyesi olarak, bir araya gelip pekâlâ uygarca tartışmayla karar alabilecek insanların gereksiz yere kapışıp vuruştukları çok sık görülür oldu artık. Aynı ocakta yetişen, aynı disiplinden gelen, aynı aşamalardan, makamlardan, rütbelerden geçen insanların birbirinden kuşkulandığı, birbirini cesaretsizlikle suçladığı durumlar çoğaldı. Daha da endişe verici olan, yargı savunmalarında birbirinin kuyusunu kazanlardan, geride bırakılmış olayların hıncını alırcasına sinsice yapılmış ihbarlardan söz edilmekte olmasıdır. Yıllar önce imal edilip şimdi ileri sürülen, sahteliği ciddi olarak iddia edilen belgelerin gündeme geldiği, gizli tanıklığın yaygınlaştığı bir dönem yaşanıyor. Dayanışma bağları gevşeyen dağınık bir toplum görüntüsü var. Sanki uzaklarda gizlenmiş bir el sonsuz teknolojik olanaklarını zorlayıp uzmanlarını seferber ederek bu toplumu içten çürütmeye karar vermiş gibi. ehim mi? Paranoya mı? Kendi toplumunu dünya güçlerini meşgul edecek kadar önemli sayma megalomanisi mi? Peki, yeryüzünün en kritik noktasında yaşadığı halde birbirini yiyen bir toplum görenlerin iştahı kendiliğinden mi kabarmıştır? Dershaneler yakın bir gelecekte kaldırılamaz. Neden? Burada “tarihe bir not” düşmek gerekir: Nasıl oldu bilemiyorum; kaynak olarak önerdiğim tek Türkçe belge basımıyla birlikte yoklara karıştı; sanki buharlaştı! İki kopyasını zor kurtarabildim. Gizli eller dışında, kitabın varlığından kimsenin haberi olmadı. Bozkurt GÜVENÇ ğitim reformu tartışmaları nereye vardı, varacak, derken... 4+4+4 üçlüsünün eksik tekeri “dershane sorunu” gecikmedi. “Kaygılanmayın,” diyor, Başbakan Yardımcımız, “dershanenin kapatılması söz konusu değil; 4+4+4 sistemi uygulanırsa, yıllardır müzminleşen eğitim sorunları çözülecek ve dershaneler belki kendiliğinden kapanacak.” O zamana kadar ne olacak? Tasarıyı toplumun yarısı zaten destekliyor. Biraz zaman, sabır ve destek; her şey daha iyi olacak! E Dershane sorunu? Savaş sonrası 68 kuşağı, 1970’lerde üniversite kapısında yığılmaya başlayınca, yükseköğretime hazır gençleri seçme sınavları açıldı. Başarılı olanlar bedava üniversiteye, başarısızlar paralı dershaneye. Giriş sınavlarını yapacak Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) kuruldu. Dershaneler önce bir hazırlık yılı gibi başlamışken giderek lise yıllarını da kapsadı. Başarılı olmayanlar yeniden sınava girebiliyordu. Yığılma azalmadı, büyüdü. Yüz binler kabul edilirken, milyonlar dışarıda kaldı. Paralı dershane öyle değer kazandı ki, adayların dershaneye gidebilmesi için lise son sınıflarda devam zorunluluğu kaldırıldı. Dershane bir eğitim endüstrisi oldu. Partiler önce sınavların, sonra dershanelerin kaldırılacağını vaat ettiler. Başarılı öğrenciler sosyoekonomik (SED) düzeyi yükseklerden geliyor, dershaneyi orta ve altı düzeyliler finanse ediyordu. Sınavlar kaldırılmadı, dershaneler yayıldı. Bakanlık denetimindeki dershaneler, devlet okullarındaki seçkin öğretmenleri transfer edip, mali durumu yeterli olmayan öğrencileri, yükseköğretime değil, giriş sınavlarına hazırladı. Dershane güçlendikçe okullar zayıfladı. Fırsat eşitliği unutuldu. Temel eğitim ve lise fiilen paralı öğretim sürecine girdi. Daha iyi eğitim isteyen bedelini ödeyecekti. Siyasi irade böyle istiyor, böyle oluyordu. tim” öneriliyordu. Güney Kore, İspanya ve Yunanistan’da hazırlık amacıyla kurulan ama yol açtığı ciddi sorunlara çözüm bulunamayan dershaneler üniversite yapısı içinde 12 yıllık “hazırlık okulları”na dönüştürülmüştü. Çoğu ülkelerde seçim, üniversite kapısında değil, ortaöğretim sonundaki (Bakalorya / olgunluk düzeyinde) sınavlarla yapılıyordu. YÖK’de bu sınavlardan söz bile edilemezdi. Batılı ülkelerin yükseköğretimde ulaştığı yüzde 35 okullaşma (AB’de üç mezundan biri, ABD’de iki mezundan biri), ortaöğretimde yüzde 90 düzeyindeki okullaşmaya dayanıyordu. DPT, ortaöğretimde yüzde 3540 okullaşma oranı ile yükseköğretimde yüzde 35’e ulaşmayı hedef aldı, yani her lise mezununa yükseköğretim hakkı tanıdı; medya, başarısız milyonları savundu manşetlerde. Leylek Getirdi, İmam Götürdü... Sinemaya götürse halası, kırk soru sorarsın annesi: “Hangi sinema?..” “Film nasıl?..” “Kaçta biter?..” “Elini bırakma halası...” Ama çocukların nasıl bir yaşama götürüldüğünü belirleyecek 4+4+4 diye kıyamet kopuyor meydanlarda... Sormuyorsun anne... ? Halıya düştüğünde... Dolabın arkasına saklandığında... Kapının önüne çıktığında diyelim... Arkasından camdan bağırdığında kırk mahalle duvar: “Ceeeeeemmmmm...” İmam çocuğun yaşamını değiştiriyor... Eğitimini kendine göre yeniden düzenliyor... Sanki “gâvur” çocuğuymuş gibi, onu “dindar nesil” yapacağını söylüyor... Hangi karanlık sokakta kaybolmak tehlikesi bekliyor çocuğu?.. Ama annesi, sessizsin... ? Medeni dünyanın neresinde daha 5 yaşında oyunlarından koparıp annesinin elinden alsalardı çocuğunu... Ya da dünyanın neresinde; çocuğunun 8 yıllık temel eğitimini 4 yıla indirselerdi... Cin tuzaklar kursalardı bebeğine... Bir milyon anne meydandaydı... Dünyanın neresinde olsaydı... Beşikler, çocuk arabaları çoktan bırakılmıştı TBMM’nin önüne... Bebeklerine söyledikleri ninnileri söyleyeceklerdi meydanlarda... Ve kimse durduramayacaktı anneleri... Çünkü anne olmak öyle bir şey... Ama anneye “4+4+4 nedir?” diye sor istersen... Bihaber... ? İşte... Sadece yiğit KESK emekçileri oradaydı, alnı öpülesi... Ve bir avuç eli öpülesi yürekli EğitimSen’li öğretmen sadece... Polisin copu, gazı, boyalı suyu, saldırısı, dayağı, tekmesi karşısında çocukların geleceğini vermek istemediler... O kadar... Anneler, babalar ise yoktu... ? Dün saydım: Çocuk, öğrenci, eğitim, anne, okul, zart, zurt ile ilgili tam 1300 dernek ve vakıf var... Çocuk sevgisini malzeme yapmış yonta yonta gidiyorlar bir bakıma... “Fon dağıtılacak” deselerdi, hepsini meydanda görecektiniz... Utanmadan... Ama bir ulusun tüm çocuklarının geleceği saptırılıyor, onlar da gözükmediler... ? Ama anne, önce sen... Sen neredeydin?.. Son birkaç günde neler oldu bir bilsen... ? Çocuklar sorduğunda şöyle dersin artık: “Leylek getirdi, imam götürdü...” Tarihe bir not Sosyoekonomik koşullar 20 yılda kökten değiştiği için çözüm önerilerime yer veremiyorum. Kesintili 4+4+4 düzeniyle ve üniversite mezunları iş bulamadığı sürece yükseköğretime talep belki azalabilir. Yeni anayasa belki yapılabilir ama dershaneler yakın bir gelecekte kaldırılamaz. Neden? Burada “tarihe bir not” düşmek gerekir: Nasıl oldu bilemiyorum; kaynak olarak önerdiğim tek Türkçe belge(*) basımıyla birlikte yoklara karıştı; sanki buharlaştı! İki kopyasını zor kurtarabildim. Gizli eller dışında, kitabın varlığından kimsenin haberi olmadı. (*) Güvenç, B. Seçilmiş Bazı Ükelerde Yükseköğretime Geçiş, ÖSYM,19924. Yükseköğretime geçiş ÖSYM Başkanlığı’ndan 1991 yılında bir araştırma önerisi aldım. “Çağdaş ülkelerde yükseköğretime geçiş nasıl düzenleniyor?” Başkan Toker’in “Önsöz”de belirttiği gibi, Almanya, Fransa ve ABD gibi akla gelen gelişmişleri değil de, Türkiye ile karşılaştırılabilecek 8 ülke seçtim.(*) Bunlardan yalnız İspanya ve Belarusya anayasalarında her vatandaşın yükseköğretim hakkı vardı; ancak bu hak ülke olanaklarıyla sınırlıydı. Yer bulamayanlara “açık yükseköğre İ Müslümanlar da Terörcü İslamcılardan Korkuyor Avrupalılar “terörcü İslamcılar” yüzünden, Türkiye’nin AB’ye katılımı konusunda son derece çekimser ve ağır hareket ediyorlar. Ayrıca, üyeliğimiz gerçekleştiği takdirde, Avrupa ülkelerim işgal edebilecekleri düşünülen mültecilerimiz konusu da ayrı bir engel oluşturuyor ve işte bu yüzden de Türkiye AB’ye katılımı konusunda sıkıntı çekiyor. İzzet SEDES Gazeteci kötü etkilerinden de söz ediyorlar. Şimdi size ilginç bir durumdan söz edeceğim. Araştırma sonuçlarına göre Müslümanlar, ülkelerinde demokrasi rejiminin uygulanabileceğini düşünüyorlar. Lübnanlılar, Ürdünlüler, Faslılar ve Endonezyalılar bu rejimin savunucuları durumundalar. Çok garip ama, ülkemizde ise her iki kişiden ancak birisi demokrasi rejiminin uygulanabileceği inancında imiş. Rejimimiz konusunda çektiğimiz sıkıntıların nedeni anlaşılıyor, değil mi? Ne garip, Pakistanlılar da aynı bizim gibi düşünüyorlarmış!.. Araştırmaya göre terörcü İslamcılar, Müslüman olmayan ülkeler halkını da korkutuyorlarmış. Almanya, Hollanda ve hatta Rusya ile Hindistan halkları ve Londra’dan önce büyük patlamaların olduğu iki ülke Fransa ve İspanya halkının yüzde 46’sı da terörcü İslamcılardan korkuyormuş. Pew ajansına göre, “terörcü İslamcılar” korkusu, doğal olarak ülkemizin AB’ye katılımı konusunda etkili oluyor. Alman ve Fransızlardan her üç kişiden ikisi bu korku yüzünden Türkiye’nin katılımına karşı çıkıyormuş. Hollandalıların yüzde 53’ü de aynı fikri paylaşıyormuş. İspanya ve İngiltere halkları ise büyük çoğunlukla aksini düşünüyorlarmış. İnternette herhangi bir siteye bağlı olmadan yayınlanan bildiride, “Bu mesaj Avrupa devletlerine hitap ettiğimiz son mesajdır. Mezopotamya topraklarından (Irak) askerlerinizi çekmeniz için size bir ay süre veriyoruz” deniliyordu. Bildirinin yayınlandığı sayfanın başında Arapça olarak “Abu Hafız el Masri Tugayı”, “El Kaide Birliği Avrupa Şubesi” yazılı idi. Mesaj şöyle devam ediyordu: “Bu mesaj Irak’ta bulunan Haçlılara ve askerleri hâlâ bu ülkede bulunanlara, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İtalya ve diğer devletlere gönderdiğimiz son mesajdır. Bu ültimatomun sona ermesi ile başkentlerinizde pusu kurmuş olan mücahitlerin söyleyecekleri daha başka şeyler olacaktır. Avrupa kentlerine karşı girişilen saldırılar ‘meşru müdafaa’ olup, Körfez’deki ve Kuzey Afrika’da Magrip’teki Müslümanlara karşı girişilmiş hakaret ve utanç verici duruma bir yanıttır”. Bu tugaylar 11 Mart 2004’te Madrid’de 191 ölü ve 2003 Kasımı’nda İstanbul’da 63 ölü ile sonuçlanan suikastları da üstlenmişlerdi. Araştırmadan çıkan sonuca göre bu cinayetler ve İslamcı terör yüzünden Avrupalılar Müslüman ülkeleri aralarına almaktan korkuyorlar. Ve Avrupalılar işte bu yüzden, yani “terörcü İslamcılar” yüzünden, Türkiye’nin AB’ye katılımı konusunda son derece çekimser ve ağır hareket ediyorlar. Ayrıca, üyeliğimiz gerçekleştiği takdirde, Avrupa ülkelerim işgal edebilecekleri düşünülen mültecilerimiz konusu da ayrı bir engel oluşturuyor ve işte bu yüzden de Türkiye AB’ye katılımı konusunda sıkıntı çekiyor. A V BD’ndeki “Pew Research Center” adlı araştırma merkezinin yaptığı araştırma sonuçlarına göre, dünyadaki Müslümanların büyük çoğunluğu, “radikal İslam” diye adlandırdıkları terör yapan Müslümanlardan korkuyor. Faslıların hemen hemen dörtte üçü, Türkler, Pakistanlılar ve Endonezyalıların da yarısı, terörcü İslamcıların ülkelerinin istikrarını tehdit ettiği görüşündeler. Buna karşı Ürdün’de sadece on kişiden birisi bu inançta imiş. Bu sonuçlara paralel olarak, Bin Ladin’i destekleyenlerin sayısı azalıyor ve “İslamın savunması” adı altında dünyada çeşitli ülkelerde girişilen bombalı saldırılardan artık nefretle söz ediliyor. Örneğin Fas’ta, sivil halka karşı girişilen hareketlerin, “bazı durumlarda” yerinde olduğunu savunanların sayısı ancak yüzde 13’ü buluyor. Yüzde 79’u ise tersini düşünüyor. Geçen yıllarda bu sayılar değişikti. Örneğin aynı ülkede yapılan anketlerde sorgulanan halkın yüzde 40’ı, bazı durumlarda şiddet girişimlerinin haklı olabileceğini düşünüyordu. Araştırmayı yapan Pew Ajansı’na göre bu değişimin nedeni, 2003 yılında Kazablanka’da yapılan suikastlarla ilgilidir. Lübnan ve Pakistan’da da aynı yolda gelişmeler olmuştur. Suikast girişimlerinin bazı durumlarda haklı olabileceğini savunan tek Müslüman ülke Irak olarak görülüyor. Faslılar, Lübnanlılar ve de Ürdün halkının yüzde 50’si ise suikastların, yalnız Amerikalılar ve onlara yardım edenlere karşı haklı olabileceğini düşünüyorlar. Ama başta ülkemiz, sonra Pakistan ve Endonezya halkı tümüyle aksi inançtalar, Birkaç yıl önce 17 ülkede 17 bin insan ile yapılan araştırma sonuçları, Müslümanların ülkelere göre değişik inançlarda olduğunu ortaya koymuş durumda. Fakirlik, işsizlik eğitim eksikliği Müslümanların ısrarla üzerinde durdukları konular, ama aralarında, örneğin Ürdün ve Lübnanlılar ABD’nin Yakındoğu politikasının l Kaide’nin ültimatomu 2003 yılının 7 Temmuzu’nda Londra’da cereyan eden bomba vahşetini üstlenen El Kaide örgütünün bir grubu, geçenlerde İnternet yolu ile Irak’taki Avrupalılara seslenerek eğer bir ay içinde askerlerini çekmezlerse Avrupa’da yeni saldırılar yapacağını açıklamış. E C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle