25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 MART 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 Prof. Dr. M. Çubuk’un ‘Akademi’de Şehircilik Eğitimi Tarihi’ 30’lardan günümüze bir belgesel Şehirciliğimize armağan SİNEMACILARDAN MECLİS ZİYARETİ Fikri mülkiyet haklarına güvence talebi ? TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu içinde oluşturulan alt komisyon, Sinema Meslek Birlikleri Güçbirliği temsilcilerini dinledi. AYŞE SAYIN ANKARA TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na yeni anayasa konusundaki görüşlerini sunan sinema sektörünün temsilcileri, “fikri mülkiyet hakları”na anayasal güvence istedi. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu içinde “meslek örgütleri” ile ilgili oluşturulan alt komisyon, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in önerisi doğrultusunda, Sinema Meslek Birlikleri Güç Birliği temsilcilerini dinledi. Birlik temsilcileri daha sonra TBMM Başkanlığı ve siyasi parti gruplarını da ziyaret ederek taleplerini ilettiler. Aralarında yönetmen Reis Çelik’in de bulunduğu birlik temsilcileri yaptıkları sunumda, geçmişte sadece bireyin sanatsal yaratıcılığına ilişkin bir hak olan fikri mülkiyet kavramının günümüzde, bireyin yaratıcılığının ana sermaye kabul edilip, endüstrileştiği için daha farklı bir anlam kazandığına dikkat çekerek, şu görüşlere yer verdiler: “Fikri mülkiyet haklarını anayasal devlet güvencesine kavuşturmak, bir yanıyla medeniyet sahibi olmanın temel özelliğine de sahip çıkmak anlamına gelirken, diğer yandan küresel ekonominin lokomotifi olan sektörleri desteklemek; aynı zamanda bu sektörlerin mali çıkarları karşısında yaratıcıların ezilmemesini sağlamak anlamına geliyor.” Birlik temsilcileri, aralarında Amerika, Almanya, İspanya, Avusturya’nın da bulunduğu 10 ülkenin anayasasında “fikri ve sınai hakların korunmasına” ilişkin hükümlerini de sundukları metne eklediler. Birçok ülke anayasasında bu hakların son derece “muğlak” ve yetersiz tanımladığına işaret eden temsilcileri Meclis’in yeni anayasa çalışmasının önemli bir fırsat sunduğuna dikkat çekerek, fikri mülkiyet hakları düzenlemesinde de Türkiye’nin “öncü” rol oynayabileceğine işaret ettiler. Birlik temsilcileri, anayasa dışında özellikle telif haklarıyla ilgili yasal düzenleme olmasına karşın, uygulamada büyük hak ihlali olduğuna dikkat çekerek, “Örneğin bir eserimizle ilgili yurtdışından, yabancılardan telif hakkımızı alıyoruz, ama Türkiye’de tek kuruş alamıyoruz. Çoğu zaman telif ile ücret karıştırılıyor. Bu konuda yasal düzenleme yapılmalı” taleplerini ilettiler. imdiki adı “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi” (MSGSÜ) olan “Sanayii Nefise (Güzel Sanatlar) Mektebi”, dönemin ünlü sanat tarihçisi, arkeoloğu ve müzecisi ressam Osman Hamdi Bey tarafından “Mektebi Sanayii Nefisei Şâhâne” adıyla 1882’de kuruldu. Türkiye’nin sanat ve mimarlık alanındaki bu ilk yüksekokulu, Cumhuriyet devriminin ardından 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı... Akademi, 1969’da çıkan kanunla bilimsel özerkliğe kavuştu. 12 Eylül faşist darbesinin YÖK örgütlenmesine bağlanabilmesi için 1982’de çıkan kanun hükmünde kararnameyle üniversiteye dönüştürüldü. 130 yıllık kimliğiyle bugün de “Akademi” olarak anılan okul, resim, heykel gibi plastik sanatların yanı sıra mimarlığın da bir güzel sanatlar dalı olduğu bilincine tarihsel katkılarda bulunmuştu. Akademili mimarların tasarımlarını sanatsal kaygılarla yaptıkları yaygın bir kanıdır... Nitekim YÖK’ten önce “mimarlık” bölümüne girebilmek için de sanat, kültür ve özellikle resim alanlarındaki “yetenek sınavları”ndan yüksek notlar almak gerekiyordu. Şimdi ise sadece merkezi sistem puanıyla yetinilmesi; sanat eğitiminde yetenek ve istekliliğin gözetilmediğine dair bir eleştiri konusudur... Özellikle birbirlerine benzertip binaların yeğlendiği bir yapı üretimi piyasasında, mimarlığın sanatsal özünden uzaklaşılmasının da bu eğitim düzeniyle beslendiği kanısı yaygındır. Ş Itri ile Bach’ın Yoldaşlığı… İstanbul’da St. Antoine Kilisesi… Karşımızda iki müzisyen, iki usta: Neyiyle Kudsi Erguner, viyolonseliyle Eric Maria Couturier… Biri Türkiye’den, öbürü Fransa’dan… Biri Bach dinleyerek, Bach çalarak müzik dünyasında pişmiş; öbürü Itri, İsmail Dede ve Mevlevi ayinlerini dinleyerek, meşk ederek yoğrulmuş… İkisi de Paris’te yaşıyor. İkisinin yolları bir başka ustanın, Peter Brook’un (ki o da İngiltere’den gelip Paris’e yerleşmiştir) tiyatrosunda, bir Japon müzisyen anısına düzenlenen konserde kesişmiş… O konserde neyle viyolonsel birbirlerini bir de tanımasın mı, tınıları birbirine uyup bir de sohbete başlamasın mı! İşte o kucaklaşmanın sonucu, şimdi karşımdalar. (Daha doğrusu bir “çılgın” sayesinde karşımdalar…) ‘Kürsü’den ‘bölüm’e... İşte bu süreçte, Akademi bünyesindeki yüksek mimarlık bölümünde, şehirciliğin, önce bağımsız bir kürsüde yoğunlaşılan eğitim programlarıyla öğretilmesi; üniversite döneminde ise bu kez mimarlık fakültesi kapsamındaki “Şehircilik Bölümü”yle lisans eğitimine dönüşmesi, ülkemiz şehircilik eğitimine özgün katkılar sağlamıştır. Okulun emektar şehircilik hocası Prof. Dr. Mehmet Çubuk’un bu katkıları kaleme aldığı “Akademi’de Şehircilik Eğitimi Ta rihi” kitabında vurguladığı gibi; “Türkiye’de Akademi hocaları Erzuşehircilikle ilgili bilgirum Atatürk Üniversitesi lerin mimarlık eğitimi yarışmasında jüri üyesi gören öğrencilere verilolmuşlardı. Prof. Richard diği ilk kurum SanayiNeutra, Kemali Söylemei Nefise Mektebi / Güzel zoğlu , Kemal Ahmet Aru Sanatlar Akademisi olve Mehmet Ali Handan Akademi muştur.” Bugünkü şehircilik öğtesi’nde tamamlayarak yurda retmenlerinin de hocası olan Çubuk, yakla döndüm.” şık 70 yılın kahramanlarını özetle şöyle anÇubuk’un Şehircilik Kürlatıyor: süsü’ndeki en heyecan “193132’de Ernest Egli’nin şehircilik duyduğu faaliyetlerinden konusunu da içeren mimari seminerleri biri de 1975 yılında Şebaşlangıç sayılabilir. İlk dersleri 1933’te Ce hircilik Araştırma Enstilal Esat Arseven vermişti. 193637’de ise tüsü’nün kurulmasıdır. Bruno Taut’un gelmesiyle şehircilik dersi Prof. Mehmet Ali Handan Prof.Dr. daha da önem kazandı. Bir süre Seyfi Ar enstitü başkanlığına, Mehmet Çubuk kan’ın öğretmenlik yaptığı dersi 1937 Mehmet Çubuk genel se38’de Dr. Martin Wagner sürdürdü ve kreterliğe getirilmişti... 1981’de YÖK çerAkademi’de ilk şehircilik dersi kitabı ya çevesinde oluşturulan yeni düzende bu bölüm, zıldı.” Fen Bilimleri Enstitüsü bünyesinde bir yükÇubuk’un andığı yabancı hocalar, Hitler fa sek lisans programına dönüşmüştür. şizminden kaçarak Atatürk’ün himayesinde Prof. Handan’ın emekli olması üzerine ülkemize sığınan ve üniversitelerimizde ders Mehmet Çubuk 1984’te bölüm başkanı oldu. veren Yahudi kökenli Alman bilim insanla 2002’de emekli olmasına kadar da denebilir ki görevini tatil bile yapmadan, 7 gün 24 sarıydı. Nitekim 1941’de Prof. Ölsner de İstanbul at bir çalışkanlıkla sürdürmüştür. İşte bu serüvende katkısı olan hemen tüm Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) şehircilik derslerine gitmekte ve bu derslerde kendisi öğretim üyelerinin ve emektar bilim insanne Doç. Kemal Ahmet Aru da katılmaktaydı. larının belgelerle beslenen yaşamöyküleriy194244’te Ölsner ile UNESCO’nun bu yıl le 1930’lardan 2000’lere akan faaliyetler, (2012) dünya çapında andığı Aru, Akademi’de önemli etkinlikler ve dünya üniversiteleriyde şehircilik hocalığı yaptılar… Ardından le kurulan ilişkiler “Akademi’de Şehircilik Mehmet Ali Handan aynı görevi üstlendi. Eğitimi Tarihi”nin sayfalarında ayrıntılarıyla 194650’de ise İstanbul’un imar planlaması yer alıyor... Mimarlığı, öncelikle bir sanat dalı olarak nı yürüten Fransız mimar ve şehircilik uzmanı Henri Prost da Akademi’deki derslere ka önemseyen Akademi’nin çağdaş şehircilik eğitimimize de aynı sanatsal duyarlılıkta tılmıştı. Peki, Prof. Dr. Mehmet Çubuk bu tarihe na yaptığı eşsiz katkılar, Çubuk’un birikimli ve sıl eklemlendi; kendisinden dinleyelim: güçlü kaleminden tüm şehircilik dünyamıza “1961’de Akademi’ye öğretim elemanı ye tarihsel bir armağan olarak sunuluyor... (Sis Yayıncılık 0 212 659 58 61/www.sistiştirmek amacıyla Fransa’ya gönderildim. 1966’da eğitimi Paris Sorbonne Üniversi yayincilik.com) Seyfi Arkan akademide şehircilik öğrencileriyle Sentez değil, duymak, anlamak, yaşamak İki usta bir Bach’tan çalıyor bir Itri’den… Mevlevi ayininin son peşrevini Bach’ın Sol Majör süiti izliyor, Bach’ın “Arya”sını segâh makamında tekbir… Araya ve birbirinin içine doğaçlamalar karışıyor… Neyin sesiyle viyolonselin sesi sarmaş dolaş, o kubbede gözle görülür elle dokunulur somutluğa dönüşüyor… Gönül gözüm geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyor… Evrensel olanla şimdi burada olan arasında da… Her nota, her seda sanki “aşk” diyor. Hak ile Yâr buluşuyor o sözcükte. Gözyaşlarımı tutamıyorum. Yeryüzü ne muhteşem; insanın yaratıcılığı ne olağanüstü… Çağdaş bestecimiz Kamran İnce’nin özel olarak bu konser için bestelediği “Asumani” göklerden inen bir fısıltıdan farksız… Bu konser hiç bitmese, hiç bitmese… Daha konserin başında Kudsi şöyle demişti: “Itri’ye hep Doğu’nun Bach’ı derler… Belki günün birinde Bach’a da Batı’nın Itri’si derler…” Demezler sevgili Kutsi, demezler… Kültür emperyalizmi sürdükçe demezler… Yaratıcılığa, bilime, ilme saygı göstermediğimiz sürece demezler… İnsanı insan yapan değerleri yüceltmedikçe biz, zaten demelerini de beklememeli… Buhurizade Mustafa Itri: 1640 1712… Johann Sebastian Bach: 16851750… Birbirlerini tanımadılar. Bugün onları bir araya getirirken Kudsi Erguner’in de belirttiği gibi amaç bir karşılaştırma, bir sentez falan değil. “Bach hayranlarına Itri’yi, Itri hayranlarına Bach’ı hatırlatmak”… Ve ikisinin de dehasını duymak, hissetmek, anlamak ve o “mucizeyi” yaşamak… Zaten başlıktaki “yoldaş” sözcüğünü de salt bu nedenle kullandım. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki Teneffüs Projesi’nin ilk konuğu yazar Buket Uzuner’di Edebiyat ve hayaller üzerine AYŞEGÜL ÖZBEK ‘Çılgın’ın adı Hakan Erdoğan Gelelim, bu ve daha nice muhteşem konseri bize sunan “çılgın”a. Onun adı Hakan Erdoğan. 1985’ten bu yana, birbirinden farklı mekânlarda, farklı içerik ve kavramlarla konserler tasarlıyor. Evet onunkiler “tasarım” (dizayn) işi… Vapur iskelesi, tren garı, rıhtım, müze bahçesi, evlerin salonu, sokak, pasaj, meydan ya da Topkapı ve Yıldız sarayları… “Balık Ekmek Caz”, “Ramazanda Caz”,“Kahvaltıda Caz”, İstanbul’da “Bach Günleri”, “Mozart Günleri”, “Gece Vardiyaları”, “Bach Öncesi ve Sonrası Bach Before and After”… Farklı mekânlarda, farklı temalarla, birbirinden ilginç, etkili ve asla nitelikten ödün vermeyen konserler… Ona neden mi “çılgın” diyorum? Çünkü Türkiye’de klasik müzik alanında sponsorsuz, salt gişe gelirine dayanarak konserler gerçekleştiriyor da ondan! Yani ne bir banka, ne bir sanayi kuruluşu, ne bir kurum ne de devlet var arkasında ya da yanında… (Doğru dürüst bir piyano kiralamanın fiyatı 0ile 5 bin Avro arasında değişiyor… Gerisini siz düşünün!) Itri ile Bach yoldaşlığını gerçekleştiren, bu yoldaşlığa emeği geçen, katkıda bulunan herkese teşekkürler! Sayenizde hayatta ve ayakta kalabiliyoruz! KIBRIS/GÜZELYURT ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nun, öğrencilerine yoğun çalışma tempoları içinde nefes aldırmak, sanat, spor, mizah gibi alanlarda Türkiye’nin başarılı isimleri ile bir araya getirmek üzere düzenlediği “Teneffüs Projesi” yazar Buket Uzuner’le başladı. 26 Mart’ta söyleşiyle başlayan program, 27 Mart’ta atölye çalışmasıyla son buldu. Uzuner söyleşide ODTÜ’ye gelmesinin kendisi için iki açıdan önem taşıdığını belirtti. ODTÜ’lü olması bunlardan birincisiydi. “Bir de Hayal Atölyesi kurmak için buraya geldim. 2025 yaş arası dönem hayal ve enerji üretiminin en yüksek olduğu zamanlar. Bu da petrol enerjisinden hayatını kazan mayı planlayanların hiç hoşuna gitmez. Genellikle otorite hayalleri sevmez. Otoriter toplumlar hayal kuran gençlik istemez. Bu nedenle en çok otoriter toplumlarda beyin göçü olur.” Uzuner, edebiyat ve matematik üzerine de tespitlerde bulunarak Türkiye’de mühendis olmanın çok önemsendiğini ancak dünyayı kurtaran bir şey ol madığına değindi. “Mühendis bir teknisyendir. Edebiyatçı da dilin teknisyenidir. Gelecekteki araştırmalarla geçmiştekinin arasındaki asıl el emeğini yapan kişidir. Sayıları bilmek dünyayı anlamamıza yetmiyor. Edebiyatın hayatımıza kattığı şeylerin en önemlisi bir problemi nasıl çözeceğimizi başkası üzerinden anlamaktır” dedi. İlk romanını yazacak bir yazarın hiç çalışmadan bir yıl Büyükada’da bir evde kalarak kitabını bitirmesine öncülük edecek bir Edebiyat Vakfı kurmayı hayal ettiğini söyleyen Uzuner, “Su Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları” isimli son romanını da kısaca anlattı. Türk geleneği kamanlık (şamanlık) üzerine bir roman olduğunu belirten yazar, kitabın bir dörtleme olacağını ifade etti. Kitabı yazarken psiko mitoloji biliminden ve bunun üzerine yazılmış Bilgin Saydam’ın “Deli Dumrul’un Bilinci” isimli kitabından yararlandığını belirten Uzuner, “Her toplumun kendi mitolojisi vardır. Ve toplumun psikolojisi, rüyaları, korkuları üzerine bu destanlardan izler bulmak mümkün” dedi. ‘Rus Edebiyatı Buluşmaları’ Puşkin’le başladı Kültür Servisi Türk Rus Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Rus Edebiyatı Buluşmaları” Aleksandr Sergeyeviç Puşkin ile başladı. Marmara Üniversitesi Sultanahmet Rektörlük binasında gerçekleştirilen etkinlikte konuşan Türk Rus Kültür Vakfı Başkanı Fatih Baltacı, “Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi, bir milletin şiiri, çağlar boyunca elden ele gezen bir meşaledir. Puşkin, ölümünden 175 yıl sonra böyle bir dinleyici kitlesini kendine çekebilmektedir” dedi. Tüm Rusya Puşkin Müzesi Müdürü Prof. Dr. Sergey Nekrasov ise “Puşkin olmasaydı Rus edebiyatı ve dili olamazdı” dedi. “Puşkin Ödülü” sahibi şair Ataol Behramoğlu ise yaptığı konuşmada kendisi için Puşkin’in hürriyetin sesi olduğunu ifade etti. Ardından Rusça ve Türkçe olarak Puşkin’in şiirlerini okudu. İstanbul Vali Yar Ataol Behramoğlu dımcısı Kazım Tekin’in de katıldığı etkinlikte Moskova Çaykovski Devlet Konservatuvarı Opera Tiyatrosu solisti soprano Evgeniya Dushina ve bariton Nikaloy Efremov romanslar seslendirdiler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle