18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER MİT Müsteşarı ve Mensupları Hakkında Soruşturma ve Kovuşturma Yapılmasına İlişkin Usul Hükümleri Umut Araçları Bu ülkenin ciddi iktisatçılarından biridir Nazif Ekzen. Durumları, politikaları bilgince ve filozofca irdeleyip eleştirir ama genellikle yapılanın aksine, karanlık tabloları olduğu gibi bırakmaz, çizip çıkış yolları gösterip, umut ışıkları yakar. Geçen gün Ankara’da verdiği bir konferansta da öyle yaptı. na göre, Cumhuriyet ilanının birkaç yıl sonrasından başlayarak “hızlı kalkınma” diye özetlenebilecek bir ulusal iktisat hedefine, yaklaşık doksan yıllık uzun bir süreden sonra hâlâ tam anlamıyla erişememiş durumdayız. Erişilebilseydik, demokrasi bu kadar kırılgan, gelir dağılımı bu kadar dengesiz, eğitim, sağlık, adalet politikaları bu kadar kusurlu olmazdı. Öte yandan, bu toplam yetersizliğin içinde bile, 1930’ların sanayi programları, 19631976 yatırımlarının planlı yılları gibi öyle dönemler yaşandı ki, o zamanların devletçilik ve karma ekonomi kavramları, deneyimli kadroları ortaya çıktı, o izlerden giden ve deneyimlerden ders alan yeni kuşaklar yetişti. O kavramlar ve kadrolar hızlı kalkınmanın umut araçlarıydı. Kavramları yeniden canlandırmak, benzer kadroları yeniden yetiştirmek zorundayız. İnsan malzemesini çarçur edemeyiz. Tükenmez kaynaklar özellikle enerji alanında akıllıca kullanılıp ustaca değerlendirilirse, doğal zenginlik de pekâlâ yeterli olabilir. ksik olan, IMF ve Dünya Bankası’nın sözde yararlı ama aslında şaşırtıcı olan tavsiyelerine kapılmaksızın bütün bunları doğru düşünebilen ve çareleri bulup uygulayan kararlı bir siyasal iradedir. Bu irade oluşturulmadıkça, bugünkü iktidarın ve ana muhalefet ortamının ürünü olan yanlışlarla pek uzağa gidilemez. Bu irade ise gökten hazırlop inmeyecek. Doğru siyasal iradenin oluşturulması şu önemli koşulların da yerine getirilmesine bağlıdır: Planlama, karma ekonomi, kamu yatırımcılığı ve kamu işletmeciliği konularında köklü bir zihin değişikliğinin sağlanması. Bilim dünyasında yabancı büyük sermaye çevrelerinin etkisi altına girmiş düşünce kuruluşlarıyla üniversitelerin özerkleştirilmesi. Deneyim ve insan malzemesi birikimini önemsemeyen bir kamuoyunu doğru yola çekecek bilinçli bir medya ağının örülmesi. Taksim’de... Haydar KARABEY Mimar “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açıklamasına göre Taksim’de tüm erişim taşıt tünelleri ile sağlanacak, trafik yeraltına alınacak, 1939’da yıkılan Taksim Kışlası yeniden yapılacak, Gezi Parkı’nın altı ise katlı otopark olacak...” Size, sevgili dostum, evet size soruyorum! Siz, bir ekim akşamı, Taksim’de renk renk aydınlatılmış Maksem’den sular akarken, kaskadlı havuzların önünde dizilip, bir elinizde annenizin eli diğerinde bir maytap ile hiç Cumhuriyet Bayramı töreni izlediniz mi? Eskiden, çok eskiden, “The Marmara”nın yerinde faaliyet gösteren Ankara Pazarı’nın naftalin kokan dükkânından, iki liraya, bir düzine ahşap askı satın aldınız mı? Sonraları, oraya yapılan otelin kafesinde gazete okudunuz mu, Onat orada öldürüldüğünde ağladınız mı? Taksim Anıtı’nın önünde, arkadaşınızla el ele tutuşup şipşak fotoğraf çektirdiniz mi? Siz, bir mayıs sonrası, parkın ortasına dikiliveren devasa süngü anıtı fark ettiniz mi, o ucubenin yanından ürkerek geçtiniz mi? Sahiden, siz hiç Kristal Büfe’den hamburger yemiş miydiniz? Bir yaz akşamı, Park’ın altındaki otobüs duraklarında Ataköy’deki sevgilinizle buluşmak için hiç kuyruğa girdiniz mi? AKM’nin en üst katındaki sanat galerisinde bir arkadaşınızın yapıtlarının sergi düzenini hazırlarken, galerinin camına alnınızı dayayıp, aşağıda akşamın alacakaranlığında koşturan insan kalabalığını hüzünle seyrettiniz mi? AKM’nin yanındaki dolmuş duraklarının kâhyasının “TaksimSarıyer” diye bağıran, boğuk, rakılı sesini hatırlıyor musunuz? Yakup’ta, Refik’te, Cumhuriyet’te, Pasaj’da, Kimene’de arkadaşlarınızla kafayı bulup, biraz bulanıklaşmış vitrin ışıklarını izleyerek Taksim’in yolunu gözlediniz mi? Haydi diyelim Park Otel’de Yahya Kemal’i, Divan’da Attilâ İlhan’ı göremediniz, yaşınız yetmez; ama siz Çiçek Bar’ı, Kaktüs’ü ve “müdavimlerini” nasıl bilmezsiniz? Cadde’de, Meydan’da marjinal gazete sattınız, bildiri dağıttınız mı; Gey Biseksüel Travesti, Cumartesi Anneleri, Greenpeace, Emek’i Yıktırmayacağız gibi eylemlere katılıp biber gazı, cop filan yediniz mi? Yemediniz mi? Peki ya Balıkpazarı’ndan aldığınız lakerda, çiroz veya pavuryayı? Arşivci olmadığınız malum, ama seyretmeye gitmemiş olsanız da Tarlabaşı yıkımlarının fotoğrafları gözünüzün önüne geliyor mu? Narmanlı Han’daki noterde beklerken çevrenizdeki antika eşyaları uzun uzun incelediniz mi? Bir gece geç vakit, Meydan’ın kuytu bir köşesinde peşinize hiç tinerci bir çocuk takıldı mı? Siz bu Meydan’da hiç açık hava konseri izlediniz mi, izlerken sahneyi daha iyi görebilmek için Anıt’a tırmanmaya kalkıştınız mı? Anıt’ın etrafını dolanan, “nostaljik” tabir edilen tramvaya “Hokkabaza döndürmüşler benim güzel tramvayımı” diye hüzünle baktınız mı? Herhangi bir vesile ile o Anıt’a çelenk koydunuz mu? Siz AKM yangınını seyretmeye gelmiş miydiniz? Karlı bir gece, Talimhane’deki bir akrabanızın evinden çıktıktan sonra, Meydan’ın kaldırımlarında taksilerin peşinde koşturdunuz mu? Siz acaba, Kabadayı (Ömer Vargı) , Güz Sancısı (Tomris Giritlioğlu), Issız Adam (Çağan Irmak), Kazancı Yokuşu (Ferhan Şensoy), Beyoğlu Piliçleri (Türker İnanoğlu) filmlerini seyrettiniz mi? Acaba, Beyoğlu Rapsodisi (Ahmet Ümit), Düş Şatoları (Burçak Evren), İntermezzo (Fikret Adil), Şişhaneye Yağmur Yağıyordu (Haldun Taner), Tüneldeki Çocuk (Sait Faik), Fatih Harbiye (Peyami Safa) kitaplarını okudunuz mu? Hachette’ten, Kitap Sarayı’ndan, Denizler Kitabevi’nden, Simurg’dan, Mephisto’dan aldığınız kitaplara sarılıp İnci’de profiterol yediniz umarım; sinema günlerinde Emek’in kapısında belki bilet de dilenmişsinizdir. Daha ilk gençliğinizde de Atlas’ta Sylvie Vartan, Fitaş’ta Cem Karaca konserine de gitmişinizdir belki; ama çok daha öncelerinde art arda dört seks filmi oynatan sinemalarda sizi hiç görmedim. Ne günlerdi bir bilseniz. Ama artık biraz yaşlandık değil mi, iş güç sahibiyiz. Deneyimli yöneticiler, plancılar, mimarlarız. Paramız da var artık, bu akşam Taksim’e, rüzgâra karşı yürümek biraz zor geliyor, hazır Meydan’da trafik ışıkları taşıtlar için kırmızıya döndü, acele bir taksi bulmalı. İyi geceler beyefendi, umarım rahat rahat uyuyacaksınız. Kanun değişikliği yapılması ve yeni hükümler getirilmesi sorunları çözmeyecek, tam tersine yeni tartışmalar ve problemler yaratacaktır. Sorun yasalarda değil, doğru uygulanmamalarındadır. Yanlıştan dönülmesi erdemli bir davranıştır. Kanun hükümleri doğru uygulanacak olursa sorunlar çözülecek, adaletsizlikler önlenecektir. Ali Suat ERTOSUN HSYK Üyesi lkemizde sürekli gündem değişmekte ve hukuk tartışılmaktadır. Bu tartışmaların yoğun olması, hiç de olağan değildir. Çünkü hukuk, rutin olması gereken bir faaliyettir. İyi işlediğinde varlığı hissedilmemekte; işlemediği zaman yokluğu hissedilmektedir. Dolayısıyla yapılan tartışmalar, hukukun egemenliğini değil, ona olan ihtiyacı göstermektedir. Yapılan yanlışlıkları üst üste koyduğumuzda insanın aklına, hukukun belli amaçlar için kullanıldığı gelmektedir. Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiş, mahkemelerin de bağımsızlığı vurgulanmıştır. Oksijen gibi, su gibi herkese lazım olan hukukun, araç olarak kullanılmasının kimseye yarar getirmeyeceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Geçmişte bir cumhuriyet başsavcısının, ilgili mevzuat hükümlerine uyulmadan, görevine giren bir konu hakkında soruşturma yapılıp gözaltına alınarak tutuklanması; MİT mensupları hakkında, ilgili mevzuat gereği izin alınmadan soruşturma yapılması ve bazılarının tutuklanması; CMK’ye aykırı olarak kozmik odanın aranması ve devlet sırrı niteliğindeki belgelerin incelenmesi; anayasamıza aykırı şekilde görevleriyle ilgili suçlardan eski Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı hakkında soruşturma yapılması ve tutuklanmaları; şimdi de MİT Müsteşarı, eski müsteşarı ve müsteşar yardımcısının İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadeye çağırılmaları gündemimize oturmuştur. MİT mensupları, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu hükümleri çerçevesinde görev yapmaktadır. 2937 sayılı kanunun 7. maddesine göre, MİT müsteşarı 4. maddede belirtilen görevlerin yerine getirilmesinden sadece başbakana karşı sorumludur. Anılan kanunun 26. maddesine göre, sadece MİT müsteşarı değil, MİT mensuplarının görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan ötürü haklarında cezai takibat yapılması başbakanın iznine bağlıdır. Buradaki izin, soruşturma ve yargılama şartı olup, izin verilmedikçe MİT mensupları hakkında cezai soruşturma yapılamaz. İznin bizzat başbakan tarafından verilmesi gerekmektedir. MİT mensuplarına isnat olunan suçlamalar, ifa ettikleri görevler nedeniyle yöneltilmektedir. İlgililer görevin gereklerine aykırı davranmışlarsa bu da bir görev suçudur. Dolayısıyla haklarında soruşturma yapılması başbakanın iznini gerektirmektedir. CMK’nin 250. maddesinin üçüncü fıkrasında yazılı “Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa ol O Ü sun bu kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ait hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmünün, MİT mensupları açısından izin şartı gerçekleşmedikçe uygulanması olanağı yoktur. İzin şartını öngören hüküm, özel kanunda yer almaktadır. Hükümler/normlar yarışmasında (genel kanunla özel kanunun çatışması durumunda) özel hüküm bulunduğu takdirde, önce özel kanun uygulanır. üsteşarların görevleri CMK’nin 250. maddesinin üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilerden bahsetmektedir. MİT müsteşarı, bizim katılmadığımız Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı uygulamalarına göre, Yargıtay’ın yargılayacağı kişiler arasında bulunmamaktadır. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un değişik 13. maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanacakları yetkili ve görevli mahkemeler belirtilmiştir. Bu maddeye göre, müsteşarların görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanacakları yetkili ve görevli mahkeme, Yargıtay’ın ilgili dairesidir. Anılan kanunun 12. maddesi “Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri, müsteşarlar ve valiler hakkında, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yapılacak hazırlık soruşturması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya başsavcıvekili tarafından yapılır. Bu kişiler hakkında hazırlık soruşturması sırasında hâkim kararı alınmasını gerektiren hususlarda; Yargıtay’ın ilgili ceza dairesine başvurulur” hükmünü içermektedir. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bugüne kadarki uygulamalarında müsteşar kavramını, bakanlık müsteşarı olarak anlamış ve yorumlamış; MİT Müsteşarı ile alakalı olarak kendisine iletilen evrakı, genel hükümlere göre işlem yapılması için mahalli cumhuriyet başsavcılığına göndermiş, mahalli cumhuriyet başsavcılığı da izin aldıktan sonra gereğine tevessül etmiştir. Nitekim daha önceki MİT müsteşarlarından birisi hakkında, Ergenekon örgüt şeması ile ilgili olarak siyasi bir partinin şikâyeti üzerine soruşturmaya Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlanmış, Başbakan’dan izin istenmiş, verilmemesi üzerine evrak işlemden kaldırılmıştır. Danıştay Birinci Dairesi’nin 28.5.2009 tarih, 2009/669902 Esas ve Karar sayılı kararında “2937 sayılı yasada öngörülen özel soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi olan MİT müsteşarının 4483 sayılı yasa kapsa M E mında bulunmadığı” belirtilmiştir. Bu karara, çok önemli görevler ifa eden ve atanması bakanlık müsteşarlarına göre daha farklı bir prosedüre bağlı bulunan MİT müsteşarını 4483 sayılı tabi tutmaması nedeniyle katılmamaktayız. 2937 ve 4483 sayılı masaların birbirini tamamladığı görüşündeyiz. MİT müsteşarı, bizim görüşümüz doğrultusunda 4483 sayılı kanunun 13. maddesi kapsamında değerlendirilecek olursa, görevi nedeniyle işledikleri suçlardan dolayı Yargıtay’da yargılanacağından, soruşturmasının özel yetkili cumhuriyet savcılarınca değil, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, davasının da özel yetkili ağır ceza mahkemesi tarafından değil, Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından görülmesi gerekmektedir. CMK’nin 12. maddesinin birinci fıkrasına göre davaya bakma yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesinindir. Yine anayasamızın 37. maddesine göre, hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bu durumda soruşturmanın İstanbul değil, Ankara Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı’nca yapılması gerekmektedir. Sonuç olarak; MİT mensupları hakkında 2937 sayılı kanun uyarınca cezai soruşturma yapılması başbakanın iznine tabidir. MİT müsteşarı hakkında izin verildiği takdirde, isnat edilen suçlamalar görevi ile ilgili olduğundan, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un değişik 12. maddesi uyarınca soruşturma Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılmalı ve dava açılacak olursa aynı kanunun 13. maddesi gereğince Yargıtay’ın ilgili dairesinde görülmelidir. Bağlılık kuralı MİT müsteşar yardımcısı ve diğer MİT mensupları hakkında ise MİT müsteşarından bağımsız olarak izin verilecek olursa, soruşturma CMK’nin 250. maddesi uyarınca yetkili cumhuriyet savcılarınca yapılmalı, davasına da özel yetkili ağır ceza mahkemesi bakmalıdır. Ancak MİT müsteşarı ile müsteşar yardımcısı ve diğer mensuplarının eylemleri arasında birliktelik ve bağlantı varsa, bağlılık kuralı gereğince, 4483 sayılı kanunun 10. maddesi de gözetilerek müsteşar yardımcısı hakkındaki soruşturmayı yapma görevi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait olup, davaya bakma görevi de Yargıtay’ın ilgili dairesinindir. Bu arada, yöneltilen suçlamalar son derece ciddi ve vahim nitelikte olduğundan, denetim mekanizmaları harekete geçirilmelidir. Kanun hükümlerinin objektif değil, kişilere ve olaylara göre sübjektif olarak uygulanması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olacak, giderilmesi zor zararlar doğuracaktır. Kanun değişikliği yapılması ve yeni hükümler getirilmesi sorunları çözmeyecek, tam tersine yeni tartışmalar ve problemler yaratacaktır. Sorun yasalarda değil, doğru uygulanmamalarındadır. Yanlıştan dönülmesi erdemli bir davranıştır. Kanun hükümleri doğru uygulanacak olursa sorunlar çözülecek, adaletsizlikler önlenecektir. insandır” sözlerinin, bu kurumlarda çalışan sanatçılar için şimdilerde büyük bir moral kaynağı olduğundan, televizyon, gazete vs. gibi haber ve yayın kanallarının sessizliğinde bu bulunmaz sözlerin sanatçıları nasıl onore ettiğini özlemle ifade ettik. Yaşamımızda her zaman siyahlar olmuş, daha sonra da beyaza kavuşmuşuzdur. Sıkıntı ve üzüntüler sonrasında düşünce özgürlüğü, değerlere saygılı, iyi niyetli, sevgi dolu kavramların eninde sonunda hatırlanması zorunludur. Hayattan sarf ettikçe, tükettikçe eksilmeyen aksine çoğalan tek şey insanların ilgisi ve sevgisidir. İşte bu özellikler sahnelerimizde konuşarak dans ederek, şarkılar ve türkülerle dile getirilen özgür yerlerdir. Zarif iyi insan Mustafa Balbay’ın tekrar operanın seyirci sıralarında eser seyretmesi, Türkiye’nin o güler yüzü olan sanatçılarını seyredip ailesiyle biraz da olsa sıkıntılarından uzaklaşıp mutlu bir akşam geçirmesinin özlemi içindeyim. Nisan 2005 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi sahnesinde L. Minküs’ün Don Kişot bale eseri sergileniyor. Bu gala gecesinde meslek sevgisi, iyi kalpliliğinin beraberinde ruh güzelliği, ahlaki biçimde her zaman yazılarında boy gösteren Mustafa Balbay benim davetlim. Onunla tanışmam, Cumhuriyet gazetesinin Olaylar ve Görüşler sayfasında çıkan yazılarımdan biri olan Yangın ve Maksim’de Kuğu Gölü başlıklı yazımı beğenip, beni tebrik etmesi ve “Siz de Cumhuriyet ailesine katıldınız” diyerek kutlamasının sonrasındaki dostluk... 1952 yılında İnönü’nün emriyle sergi sarayında operaya dönüştürülen ve artık seyirci ve sanatçı mesafesinin daka az olduğu bir ortamda, son derece kısıtlı sahne atmosferindeki bu eserin başrolünü kızım oynuyor, bu güzel eseri onun seyretmesini çok istemiştim. Kendisi gibi nazik ve zarif eşiyle gelip bu eseri izlemişti. Onun bu tip sanata ve sanatçı 17 M. Balbay ve Sanat Oğuz ÖZLEM Ankara Devlet Sanatçısı ya ilgisi ve sevgisi bilinse bile her davet edişimde işini gücünü bırakıp gelmesi, gelmediği zaman da bizzat telefon edip “Beni affedin, bugün gelemeyeceğim” deme üzüntüsü, onun sanatçıya olan saygı ve değer verme ölçüsünün bir göstergesiydi. Bir iki defa Ankara’daki Cumhuriyet gazetesinin bürosunda onu ziyarete gitmiştim. Kitaplarla dolu odasında çaylarımızı içerken, tabii ki konu zamanımızdaki sanattı. Anadolu insanının şaşılacak derecede duygusal olduğu, bu sanatlara olan yeteneğinin ve başarısının bunca sıkıntı ve bunca kısıtlamalara rağmen, küçümsenmeyecek şekilde evrensel ve ulusal başarılara imza attığından bahsettik. Gerçek bir opera binasının olmamasından, belli başlı metropollerimizde bu eksikliğin sonucunda dünya çapındaki rejisörlerin, koreografların ve sanat topluluklarının sahne, mekân küçüklüğünden eserlerini koymadan gittiklerini üzülerek anlatmıştım. Batı dünyasından bu konudaki geç kalmışlığı telafi eder derecesindeki bu zor koşullarda bile Türkiye’deki sanatçı kalitesinin (opera, bale, orkestra ve tiyatro) Avrupa’yla yarışır halde olduğundan, repertuvar program zenginliğinden, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin tadilatından, başkente yakışır bir opera binasının yapılmasıyla da geniş halk kitlelerine bu sanatları tanıtmak, sevdirmek yönünde daha da büyük adımlar atılacağından söz ettik. Yüce Atatürk’ün dediği “Sanatçı uzun çaba ve çalışmalardan sonra, anında ışığı ilk hisseden C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle