22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 ŞUBAT 2012 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI kinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’ye sığınan Alman profesörlerinden biri de Stuttgartlı mimar Paul Bonatz idi. Türkiye’ye kaçmasının nedeni Münih tren istasyonu projesini kendi kafasına göre değiştirmek isteyen Hitler’le anlaşmazlığa düşmesiydi. Anıtkabir projesinde uluslararası jürinin başkanlığını yapan Bonatz, yaşamını 1954’e kadar Türkiye’de sürdürdü, ülkemizde birçok önemli projeye imzasını attı. Kent plancısı ve mimarı Bonatz’ın adı Almanya’da iki yıldır dillerden düşmüyor. Onun önemli eserlerinden biri kabul edilen Stuttgart’ın 100 yıllık tarihi tren istasyonunu kısmen yıkıyorlar. Yeni istasyon yeraltına inşa edileceği için Bonatz’ın istasyonu da bir “alışveriş merkezi” olup, işlevini tamamen yitirecek. (İnsan Haydarpaşa’da ve Taksim’de yapılmak istenenleri düşünmeden edemiyor!) Bugünkü 16 peronlu tarihi istasyonda her saat 40 tren durup kalkıyor. Bonatz’ın yapısı bugün bile Almanya’nın en dakik tren istasyonu olarak ünlü! Yerin altına inşa edilecek istasyon ise sadece 8 peronlu! Yer üstündeki raylar kalkınca boşalacak araziye sadece milyonerlerin satın alabileceği kadar pahalı, lüks sayısız yapı kondurulup, projenin milyarlık kazanç kaymağını birilerinin yemesi sağlanacak! Nüfusu 480 bin olan Stuttgart’ta projeye karşı çıkan binlerce insan 2009’dan bu yana aralıksız her pazartesi akşamı sokaklara dökülüyor. Stuttgart parkında, iki yüzün ve sinema skiden sinemadan çıktıktan sonra sıkça kullandığım bir ağız vardı. Sözüm ona seyrettiğim filmi ne kadar beğendiğimi anlatan, keyfimi zenginleştirici bir cümle, “Enfes bir roman okumuşum gibi…” Zamanla ikisinin yeri netçe ayrıldı. Edebiyat ile sinema tamamlayıcı oldular, dersem yanlış. “Dengeli beslenmem için elzem temel kaynaklardan ikisi”, ifadesi sanırım duygu ve düşüncelerime daha uygun düşer. Ancak edebiyat gibi tarihi derin bir sanat türünün, sinema gibi çiçeği burnunda bireysel ya da kitlesel bir sanat türünü nasıl beslediği, güçlendirdiği de tartışılmaz bir gerçek. Madalyonun öteki yüzünde de sinemanın farklı bir işlevi var. Körpecik bu 7. sanatın asla yaşlanmayacağına inandığımız edebiyatın esin kaynaklarından birini oluşturduğundan ise hiç kuşkumuz yok. İşte Paris’in “mücevhercik” sinema mekânlarından, küçük ama mükemmel düzenekli iki salonuyla La Filmothèque du Quartier Latin (LFQL) isimli özel sinema 10 Ocak14 Şubat tarihleri arasında “Edebiyat ve Sinema” başlıklı özgün bir gösteri programı düzenledi. Sorbonne Meydanı ile Okullar Sokağı (rue des Ecoles) arasına sıkışmış 200 metrelik daracık Champollion Sokağı’na yan yana serpiştirilmiş Le Champo, Les Ecrans de Paris, Le Reflet Médicis ve LFQL zaten çoğunluğun eskiyeni bu tarz filmlerin gösterildiği “sinefil” (sinema âşıkları) yuvalarıdır. Artık hepsi modernleştirilmiş salonları, ses ve görüntü düzenleriyle gerçekten 7. sanatı sevenlere paha biçilmez keyifler sunarlar. Yeri gelmişken hatırlatalım: Fransa’da herkes ayda bir kereye mahsus ödeyeceği 19.90 Avro’luk abone ücretiyle bu sinemalara ve de Paris’te (ve de Fransa’da 2000 civarında) 400’ün üstünde salondaki tüm seans ve filmleri hiçbir kısıtlamaya maruz kalmaksızın izleyebilir. Sizi bilmem ama kalitesine dair yeterli ipuçları almadığı sürece okuduğum bir roman veya hikâyenin filmine gitmekten korkar oldum. Beyazperdenin okuduğum bazı kitapların büyüsünü bozmasından ürkerim. Zira renkli görüntülerin belleğimdeki, yüreğimdeki sübjektif, hatta belki hatalı da olsa imgeleri, izlenim ve art lezzetlerinin zedelemesinden çekinirim. Ancak itiraf etmeliyim ki, bazen de tam tersi olur. Örneğin, Luchino Visconti’nin baş eseri “Venedik’te Ölüm” (1971) Thomas Mann’ın PARİS aynı adlı romanını, ya da Stanley Kubrick’in “Lolita”sı (1962) Vladimir Nabokov’un “Lolita”sını şiddetle okuma arzusunu UĞUR HÜKÜM doğurmuştu. Sinema ve Canlandırmalı Görüntü Merkezi ve Paris Belediyesi’nin desteği, Transfuge ve Le Magazine Littéraire dergilerinin işbirliğiyle hazırlanan 70 filmlik program kimilerine göre düşman kardeşler, başkalarına göre de ebedi ortaklar edebiyat ve sinema ikilisinin en hoş ve en kayda değer örneklerini sunuyor. 4 ana bölümün dışında 2 de özel faaliyet öngörülmüştü. Aralarında Atiq Rahimi, Carole Martinez, Christine Montalbetti, Emmanuel Carrère, Eric Laurrent, Maylis de Kerangal, Tangul Viel, Zoé Valdés gibi günümüzün en önemli yeni nesil 11 yazarının bulunduğu “Yazarlar Kendi Sinemalarını Yapıyor” başlığı altında kendi sevdikleri roman/film ikililerini tanıtıp sunmuşlar. Örneğin Rahimi, Kundera/Kaufman’ın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” (1988), Valdés Nabokov/Kubrick’in “Lolita”, Kerangal Çehov/Malle’ın “42. Sokak, Vanya” (1994) başlıklı eserlerinin kendi hayat ve çalışmalarındaki yerinden, etkilerinden söz edip katılımcılarla sohbet etmişler. “Polisiye Perşembeleri”nde 5 perşembe 5 polisiye yazarı 5 polisiye roman/sinema klasiği hakkında konuşmuşlar. “Okumalar” bölümündeyse 3 tiyatro ve sinema oyuncusu 3 romandan alıntılar okuyup sinema dilinde nasıl kullanıldığına odaklanmışlar. 11 Şubat ise tamamen “Françoise Sagan’a Saygı Günü” olarak düzenlenmiş. Ünlü sinema tarihçisi Alain Garel “Edebiyattan Sinemaya” ve de “Sinema Dersi” başlıklı konferansından sonra Mann/Visconti ikilisinin “Venedik’te Ölüm”ünü gösterilmiş ve eser irdelenmiş. Alfred Hitchcock’un muzipliğini sanırım sinemasına aşina olan herkes bilir. Sinemacı üstat Londralı hemşerisi İngiliz yazar Daphne du Maurier’nin aynı ismi taşıyan romanı “Rebecca”sını (1940) sinemaya uyarlamıştı. Vesileyle kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle bir fıkrayla cevaplamıştı: “Çok satar bir kitaptan sinemaya uyarlanan bir filmin bobinlerini yiyen iki keçi kendi aralarında konuşuyorlarmış. Biri ötekine demiş ki, kitabını tercih ederim…” Her daim sinemayı da seven kitapsever keçileriniz eksik olmasın! Ya peki “Hiç Sinema” izlemeyen ve de “Tek Kitap” seven Abdurrahman Çelebi’ler bir diyara sultan olursa, o zaman ne olacak? Ne olacak o sultanlık dengesiz beslenmeden batacak... ugur.hukum@gmail.com Edebiyat E İ yaparım’ diyenlere karşı! üzerinde tarihi çınar yeraltı istasyonuna yer Münih’e 2 saat 08 dakikada bağladığını açmak için yakında yok edilecek. 2010 kanıtlıyor. 1991’den bu yana güzünde bu ağaçların kesilmesini çimenlere modernleştirilen süper hızlı trenler 20 yıl oturarak engellemek isteyen genç, yaşlı sonra daha hızlı gideceklerine acaba niçin insanları geri tepen binin üzerindeki polisin daha yavaş gidiyor? Nedeni çok basit. kaba kuvvet kullanması sonucu 450 kişi Projeye karşı çıkan Almanya Tren yaralanmıştı. Kentin altına ve Sürücüleri Sendikası, yazılı soruma Ulm yönündeki dağlara açılacak verdiği yanıtta: “StuttgartUlm STUTTGART toplam 60 km.’lik tüneller, yöre arasındaki rayların bakımına arazisinin büyük bir bölümü son on yılda yapılan yatırım kireçtaşından oluştuğu için suyla hemen hemen sıfır olduğu için karıştığı anda büyük riskler hattın büyük bölümünde ağır taşıyor. Budapeşte’den sonra gitmek zorundayız” Avrupa’nın ikinci büyük kaplıca açıklamasında bulundu. Nedenini AHMET ARPAD sorduğum devlet demiryolları üst kenti olan Stuttgart’ta bu projeyle şifalı yeraltı suları da düzey yetkililerinden ise bir buçuk büyük tehlike altına girecek. Bütün bunlar aydır çıt çıkmıyor! 2020’de gerçekleşmesi niçin mi yapılmak isteniyor? Bu projeyle istenen 10 milyar Avro’luk çılgın demiryolu ParisBudapeşte arasında trenlerin daha hızlı projesi insanları politikacılardan iyice çalışacağı söyleniyor. Ancak 10 milyar soğuttu. Bonatz’ın tarihi istasyonunu Avro’luk StuttgartMünih bağlantısıyla iki kanatsız bir kuşa çevirmekte, çok riskli, kent arası 33 dakika kısalacakmış! Bugün altından kalkması gerçekten çok güç bir hızlı trenler iki kent arasını 2 saat 19 projeye olmayan milyarları yatırmakta inat dakikada alıyor. Elimdeki Devlet edenler kenti ikiye böldü, insanlar politize Demiryolları kaynakları ise 1991’de ilk kez oldu. Her hafta binlerin sokağa dökülmesi, sefere konan hızlı ICE trenlerinin Stuttgart’ı politikacılardan hesap sorması, onlara kafa Toplum, ‘Ben bildiğimi tutması iki küsur yıldır sürekli Almanya medyasında. Hakkını arayan, kimi şeylerin en son ana kadar kendisinden gizlenerek, ona pek sorulmadan, tepeden inme yapılmasına karşı koyan Stuttgart insanı bir ilki başardı sayılır! Son iki yıldır Almanya’nın değişik yörelerindeki projelerde “Ben bildiğimi yaparım” diyen, şeffalıktan kaçan yönetenlere artık karşı çıkan toplum hareketleri oluşmaya başladı. Bu gelişme Almanya’da politikacıları, proje uzmanlarını, üst düzey devlet memurlarını, idarecileri huzursuzlaştırdı. İlerde birçok proje vatandaşa sorulmadan, tüm şeffaflığı ile masaya yatırılmadan pek gerçekleşmeyecek gibi. Belki böylece bazı yandaşların çıkarı uğruna ortaya atılan ve bu nedenle de halktan gizli tutulan projeler artık ölü doğacak! Stuttgart modeli toplumcu ideal “Ben yaptım oldu” kafa yapısını yıkmaya hazırlanıyor! Seçmen kuklalaşmak niyetinde olmadığını Stuttgart’ta 2009’dan bu yana her hafta sokağa dökülerek kanıtlıyor! Sağcı Hıristiyan Demokrat Parti’nin geçen martta eyalet seçimlerini yitirip, 58 yıldan sonra ilk kez muhalefete düşmesinin en önemli nedeni bu “çılgın” projeyi ne olursa olsun gerçekleştirmek istemesiydi! Yönetenler uyguladıkları acımasız buldozer politikasının altında kaldı... www.ahmetarpad.de Zemheri zürafası özgürlüğünü Ne olacak bu sosyal eksi 30’a kadar koruyor arakış bastırınca, Kanada’nın yerde yaşamak istemiyoruz, üstelik kentlerinde iki dert ortaya çıkıyor. burası özel mülk değildir, kimsenin Birincisi caddeleri sabah akşam arazisini işgal etmiyoruz, burası kardan, buzdan küremektir ki bunun, kamuya aittir, devlet örneğin 1 buçuk milyon nüfuslu kararıyla buradan Edmonton kentinde günlük maliyeti çıkarılmak insan haklarına 4 milyon dolardır; ikincisi de aykırıdır” diye ayak sokaklarda yaşayan evsizdiriyordu. Çetin ceviz olduğu barksızlar, yani İngilizcesiyle son sözünden belliydi, zira dillere yerleştiği gibi birisi insan hakları demeye “homeless” insanlardır. görsün, işte o zaman akan Eksi 30 selsiyus sular duruyordu. Polis, derecelerine kadar inen “Ama görevimiz soğuk hava yüzünden yurttaşların bu insanları korumak donup yetkililerin baş ölmesine ağrısı kesiliyor. engel olmaktır” Kuşkusuz evsizler diye ekliyor, karşı taraf ise salt Kanada’nın “Yaşamak bize ait bir haktır, size değil, ne oluyor, devlet kararıyla küreselleşmiş yaşanmaz” diye kapitalizmin olmazlanıyordu. Uzun sorunu olarak tartışmanın sonunda, evsizler artık her yerde; otobüslere bindirilip korunaklı ancak daha da bir yere taşındı. Benim gibi izleyen fazla Kuzey kimilerini, özgürlük nedir, polis Amerika ve Batı zoruyla mı verilir, yoksa iradiAvrupa gündeminde. istence bağlı bir şey midir sorusuyla baş Kanada bu sorunla yeni başa bırakan bu olayın hemen her gün tanışmıyor elbette, fakat son yaşandığını da biliyoruz. yıllarda artan göçmen Onlara acıyarak nüfusla ekonomik gücü yitirmiş alt sınıflar daha çok evsiz barksız kayıp verdikçe konu dillenmeye başladı. Fransızca konuşulan Quebec bölgesinde sorunu çözmek pek olanaklı görünmüyor, ne homeless’a “clochard” deniyorsa da ha öyle devlet açısından ne de tek tek bireyler adına; denmiş, ha böyle denmiş, bir şey üstelik her el uzatışta bir de hakir görülerek hiçe değişmeyeceğinden sorun katlanarak büyüyor. sayılıyor, belki de en çok buna içerliyorlar. Clochard’ın tam karşılığı ise Türkçede eksik Gazetemizin değerli yazarlarından, romancı, kullanılan berduş sözcüğü olmalı. Farsçadan şair, denemeci Melih Cevdet Anday’dan dilimize geçen bu sözcük, M. Nijat Özön’ün hatırlıyorum... Rahmetli bir gün bir berduşla sözlüğüne göre haneberduş diye söylenmelidir; karşılaşıyor, eline birkaç kuruş “sadaka” misali evini sırtında gezdiren anlamında... Bizim para veriyor, ardından da “İşsiz güçsüz Türkiye toplumsal yaşamında, gerçi şimdilerde adamsın, şimdi sen bu parayla gider bir de görülmeye başlandıysa da, eskiden ciddi bir içki içersin” diyor. Oysa o akşamüzeri rahmetli evsiz barksız sorunu yoktu, iyi kötü herkesin Melih Bey de arkadaşlarıyla içmeye, meyhaneye başını soktuğu bir yer bulunurdu... gitmektedir. Demek ki Melih Bey, EDMONTON Eskiden sokaklarda bu tür insanlara ötekine içmeyi yakıştıramamıştır. Öteki rastgelinince, köprü altı adamı yahut ne dese beğenirsiniz, “Elbette avare gibi sıfatlarla gösterilip uzak içeceğim!” karşılığını veriyor. Melih durulurdu. O insanlar da zaten Bey, bunun üzerine biraz da utanarak kalabalığa karışmaz, gölgelik cebinden bir miktar para daha çıkarıyor, yerlerde, saçak altlarında yahut “Yetmez o kadarı içmene, al bunları MAHMUT harabelerde gezerdi. Polisten, da git adam gibi iç bari!” diye ŞENOL zabıtadan kaçar, halk arasında itilip babayanilik gösteriyor. Evsiz kakılır, hor görülürdü. Gel gelelim barksızların, ister homeless deyin, ister zamane haneberduşları, Kanada’da clochard, yahut dilerseniz haneberduş, hepsinin gözlemlediğimizce, el üstünde tutuluyor da onlar burjuva toplumunun, Sanayi Devrimi’yle bunun galiba kıymetini bilemiyor! büyüyen kapitalizmin vazgeçilemez parçası Madem Farsçasıyla adlandırdık, yine öyle olduğunu, toplumsal bir atık değil, tersine sarkıp devam edersek, kış ayları denilen zemherinin ilk uzamış kanserli organ gibi arkamız sıra günlerinde birden sıcaklığın 25/30 derecelere dolaştıracağımız bir gerçeklik olduğunu bilerek, indiği günlerden birinde, Edmonton’ın Churcill onlara yaşam hakkı tanımayı kabul etmeliyiz. Meydanı’ndaki halk kütüphanesine gitmiştim. Eski dilde bir de zemheri zürafası denirdi, kışın Girişte bir düzine kadar polis, ambulans ve tiril tiril giyenler için, biraz da alay ederek... belediye aracı birikmiş, birçok kişi toplanmıştı. Sanıyorum kışın zarif olacağını düşünüp incecik Merakla yanaşıp bakınca durum anlaşıldı, polis giyinenler böyle sarakaya alınırdı. Zemheri kütüphanenin merdivenlerindeki camekânla zürafasındaki zürafanın Kenya milli parklarında kapalı alana yerleşmiş, belli ki yaklaşan geceyi korunan zürafa olmadığını, zarif sözcüğünün orada geçirmek üzere yatağını yorganını sermiş çoğulu olduğunu o gün, kat kat ve artık ne bir grup haneberduşu oradan çıkartmak buldularsa üstlerine geçirip giyinmiş Kanadalı istiyordu. Polis şeflerinden birisinin rica eden evsizbarksızlar polis marifetiyle bulundukları konuşmasına tanık oluyordum. Polis, “Bu gece yerden alınırken düşünmüştüm. Haneberduşun sıcaklık eksi 30’un altında olacak, burada zarafeti sanırım giysisinde değil, Sinoplu donarsınız, lütfen gelin sizi belediye Diyojen gibi “Gölge etme, başka ihsan yurtlarına yerleştirelim” diyor, evsizistemez” deyişinde yatıyordu... barksızların sözcüsü kesilmiş bir adam ise “Bu bizim özgürlüğümüzdür, sizin gösterdiğiniz msenol34@yahoo.com demokratların hali... K sveç Sosyal Demokrat başkanlığına getirilmesi, Partisi, bir yıl içinde başbakan olması, küresel üçüncü kez lider değiştirdi. sermayenin çıkarları açısından Son olarak, Håkan Juholt sakıcalı bulunuyordu. Lindh, o gitti; Stefan Lövfen geldi... günlerde, bir alışveriş Partinin, 2010’da aldığı merkezinde korumasız tek yenilgiden sonra, o zamanki başına dolaşırken, meczup genel başkan Mona Sahlin olduğu öne sürülen bir kişi istifa etmişti. Yerine gelen tarafından sokak ortasında Juholt ise hakkındaki kira bıçaklanarak öldürüldü! yolsuzluğu savları nedeniyle Seçime tek aday olarak giren sadece 10 ay görevde Sahlin, genel başkan oldu. kalabildi. Geçen haftalarda Sahlin, yönetimde beklenen yapılan genel kurulda, başarıyı gösteremedi. Löfven’in genel başkanlığa Liderliğinde gidilen 2010 getirilmesiyle, İsveç Sosyal seçimi, sosyal demokratların Demokrat Partisi, 1 yılda 3 kez yenilgisiyle sonuçlandı. lider değiştirmiş oldu. Sahlin, sorumluluğu üzerine Parti içindeki durağanlık, alarak istifa etti. Sosyal 1986’da genel başkan ve Demokrat Parti’deki dağınıklık Başbakan Olof Palme’nin Sahlin’den sonra da giderilemedi. Yapılan genel öldürülmesiyle başladı. Vietnam Savaşı’na kararlı kurulda, partinin başına Juholt karşı çıkışları ve ulusal getirildi. Mesleği gazetecilik kurtuluş mücadelelerine olan Juholt, kira yolsuzluğu desteğiyle tanınan Palme, savlarıyla sarsıldı, görevde 1 yeni küresel dünya yılını bile doldurmadan istifa düzeninin önünde bir etmek zorunda kaldı. Basında engel olarak yer alan haberlere göre, Juholt, görülüyordu. 28 Stockholm’de milletvekili Şubat 1986 günü olarak kiraladığı bir evin Stockholm’de kirasını meclise ödetmiş; ancak, evi bayan arkadaşıyla vurularak birlikte özel amaçları için “bertaraf” kullanarak devletten kira edildi. yardımı Palme’nin MALMÖ almıştı. yerine Juholt’un geçen ardından, İngvar Carlsson, partide liderlik soğuk yaradılışlı bir yarışı krize bürokrat izlenimi verdi. dönüştü. Sovyetler Birliği’nin ALİ HAYDAR Adaylık önerisi dağıldığı yıllarda, İsveç NERGİS götürülen Sosyal Demokrat partililerden Partisi, dört yılını hiçbirisi genel başkanlık iktidarda, dört yılını da görevini kabul etmedi. muhalefette geçirdi. Carlsson, Sonunda, eski bir kaynak 2 dönem liderlikten sonra, işçisi olan, İF Metal seçimde parti oylarının düşmesini gerekçe göstererek Sendikası Başkanı Stefan görevden ayrıldı. Carlsson’un Löfven ikna edilerek genel yerine geçen Göran Persson, başkanlığa getirildi. sermaye çevreleri tarafından Milletvekili olmayan son sempati ile karşılanan bir genel başkan Löfven’in, isimdi. “Yeni dünya nükleer enerji konusunda düzenine” karşı partisinden farklı düşündüğü çıkmamasıyla tanındı. O da, 2 öne sürülüyor. İsveç Sosyal dönemlik liderliğin ardından Demokrat Partisi, nükleer görevi bırakma kararı aldı. enerjiye karşı çıkıyor ve atom Yeni süreçte, Palme santrallarının kapatılmasını ekolünden gelen 2 kadın aday istiyor. İsveç’te, Sosyal yarıştı; Dışişleri Bakanı Demokrat Parti içindeki bu Anna Lindh ve Başbakan dalgalanmalar, siyasi ve Yardımcısı Mona Sahlin... ekonomik çevrelerde Sahlin hakkında, banka kredi soğukkanlılıkla karşılanıyor kartı harcamalarıyla ilgili bir ve demokrasinin, yolsuzluk savı vardı. En çoğulculuğun bir gereği şanslı aday Lindh’di. Ancak, olarak değerlendiriliyor. Lindh’in, dışişleri bakanı İktidardaki sağcı Moderat olarak izlediği politikalar, Parti’nin genel başkanı ve küresel güçleri rahatsız Başbakan Fredrik Reinfeldt, ediyordu. Lindh, o günlerde, Sosyal Demokrat Parti’ndeki hazırlıkları sürdürülen gelişmeler konusunda yorum ABD’nin Irak’ı işgal yapmaktan kaçınıyor; sorulan planlarına ve Sırpların, soruları, “Bu, Sosyal Bosna’da uyguladığı Demokrat Parti’nin kendi iç soykırıma karşı çıkıyordu. işidir’’ şeklinde yanıtlıyor. Meydanlarda yaptığı Sağcısıyla, solcusuyla, konuşmalarda, o zamanki iktidarıyla, muhalefetiyle ABD Devlet Başkanı Bush’u, böyle de bir demokrasi Ortadoğu’da “kovboyluk” geleneğine sahipler... yapmakla suçladı. Sosyal alinergis@yahoo.se Demokrat Parti’nin genel İ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle