18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2012 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Haydarpaşa’ya Buruk Veda! İnsan ve Kedi KUSURA bakılmasın, aklın, sağduyunun, hukukun iflas ettiği ve kar yüzünden taşra baskısını dağıtmanın zorlaştığı bir ülkede “erken yazı” ancak böyle olur. eçen günkü o haber, nedense, kamuoyunun dikkatini çekmemişti: Oysa, Orman ve Su İşleri Bakanı’nın hayvan haklarına ilişkin olarak düzenlediği bir basın toplantısıyla öğrenmiştik ki; meğer bir konuda AKP, CHP, MHP ve BDP, yani parlamentodaki bütün partiler arasında görüş birliği varmış. Böylelikle, hayvanlara kötü davranmayı yasaklayan “mevzuat”ın gözden geçirilip cezaların ağırlaştırılması kolaylaştırılacaktı. Sevinmemek mümkün mü? Ama, siyasiler arasında hiç değilse bir konuda görüş birliği bulunduğunu duymaktan daha çok, hayvan sevgisinin gündeme getirilmekte oluşundan dolayı. Genellikle çocuk eğitiminde hayvan sevgisini aşılamak önemli bir aşama sayılır. Sevilen evcil hayvanı eziyetten korumak, zamanla bütün hayvanları ve doğayı sevip korumayı getirecektir. Sonuçta, yurdunu ve insanlarını da... am bunları düşünürken, bir gazete haberi: Adamın biri, görenlerin anlattıklarına göre, çarşıda yakaladığı bir kediyi kuyruğundan tutarak atletizmde çekiç atmaya soyunmuş bir atlet gibi kendi ekseninde hızla döndürüp olanca gücüyle bir dükkân vitrinine fırlatmış. Tabii, resmi var, vitrin parçalanıp camlar kaldırıma dökülmüş. Adam hiçbir şey olmamış gibi yoluna gitmiş, zavallı kedi olay yerinden hemen kaçmış, tabii. Kim bilir, nasıl acımıştır her yanı? Yaralı mıydı, değil miydi, gazete yazmıyor. Şimdi, sormaz mısınız, bir insan bunu niçin yapar? Manyaklık mı? Taa küçüklükten kalma bir sadizm mi? Vaktiyle geçirilmiş bir tırmıklanışın hıncı mı? Yakalansaydı da sorulabilseydi. Niçin yakalanmadı? Hayvanlara eziyet cezalandırılmayacak mi? Çarşıda mutlaka güvenlik kameraları vardır; ayrıca görgü tanıklarına sorup kimliği belirlenerek fail yakalanabilirdi. Bir yerinden tutularak vitrine savrulan yaratık insan olsaydı, savuran yakalanmaz mıydı? edi tutulsa ve dili olsa, kendisine bu korkuyu ve acıları yaşatan insanoğlu için ne derdi acaba? Hiç merak etmeyin, böyle bir hoyratlığa uğrayan insan, yapana kızıp “hayvan herif” demez miydi? Mazlum kediciğin de, “n’olacak, insan işte” demek geçmiştir içinden. Bizim eski Mırnık gözleriyle mutlaka öyle derdi; şimdiki Tüysultan da öyle der herhalde... Gar’ın çevresi nasıl gelişecek; projeleri nerede? Hangi usta mimarlar, kentsel tasarımcılar yapmış? Bunların toplum hiçe sayılarak, uzmanlar dışlanarak yapılması kabul edilemez. Doğan HASOL stanbul’u ilk kez Haydarpaşa’dan gördüm. Denizi, martıları, vapuru... Babam Erzincan’daki devlet görevinden ayrılmak üzereydi. Beni öncü olarak ninemle birlikte kara trene bindirdiler; üç gün sonra bir sabah Haydarpaşa’daydık. Daha 7 yaşında bile değildim. Anımsadıklarım… Görkemli bir yapı… Çıkışta ise deniz, martılar, iskeleye yanaşmış bir vapur. Bunların hepsini ilk kez görüyordum. Bir çocuk gözüyle çok şey… Haydarpaşa Garı yalnız benim için değil, pek çok kişi için çok şey ifade eder. Kavuşanlar, ayrılanlar, sevinç ya da hüzün gözyaşları, sallanan mendiller. Bunlara, özellikle 1950’li yıllarda yorganını sırtlayıp, “taşı toprağı altın” diye duydukları büyük köye kapağı atanları eklemek gerekir. Yalnız onları mı? İstanbul’a hovardalığa gelen taşra zengini hacıağaları da… Haydarpaşa Garı, geçen günlerde sessiz sedasız devre dışı bırakılıverdi. Bunca yıllık emektar gar için gerçekten garipsenecek bir durum oldu. Tramvaylar bile 1961 yılında törenlerle, çiçeklerle uğurlanmıştı. Haydarpaşa için yapılanlar, daha doğrusu yapılmayanlar gerçekten bir değerbilmezlik örneğidir. Ne diyelim? İstanbul’u bilmeyenlerin onun değerlerine sahip çıkmamaları olağan sayılmalı. Haydarpaşa, İstanbul’u Eskişehir’e bağlayacak yüksek hızlı tren yolunun yapımı için kapatılmıştı. Daha da önemli olan HaydarpaşaAdapazarıEskişehir demiryolunun işlemez hale getirilmesiydi. İstanbulEskişehir arasındaki yerleşmelerde yaşayanlar, özellikle de o güzergâhtaki üniversitelerin öğrencileri çaresiz durumda bırakılmışlardı. Herkes şimdilik 30 ay boyunca karayolundan, otobüsler G İ T K den, minibüslerden yararlanacak, kısacası, başının çaresine bakacak. Evet, yüksek hızlı tren yine o insanlar için yapılıyordu, ancak sözüm ona hızlı yapım uğruna bunun çilesini çekmek de yine onlara düşüyordu. Tek hattın açık tutulması ve işlevini sürdürmesi pekâlâ mümkündü. Olmadı. Böyle bir vurdumduymaz olgunun, sindirilmiş sessiz bir toplumun başına gelmesi doğaldı. Gelelim öteki soruna… Tarihi Haydarpaşa binası ve çevresi ne olacak? 1908’de hizmete giren Haydarpaşa Garı’nın mimarları iki Alman: Otto Ritter ve Helmuth Cuno. Gar, hem mimarlık tarihinde hem de İstanbulluların belleğindeki seçkin yerini almış, koruma altında bir yapıdır. Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının işlevini tamamlamış olduğu daha bizim mimarlık fakültesi öğrencisi olduğumuz yıllarda söylenirdi. O zamanlar Anadolu yakasında Söğütlüçeşme’nin, Avrupa yakasında da Yenikapı’nın terminüs görevini üstleneceği düşünülürdü. Aslında Haydarpaşa, denizle olan ilişkisi bakımından iyi bir terminüstür; ancak demiryolunun Kadıköy’ü parçalaması bakımından sıkıntılıdır. Dahası, doğru bir proje olan ve ne yazık ki bir türlü bitirilemeyen Marmaray’la sistemin bütünleştirilmesi zorunluluğu Haydarpaşa Garı’nı günümüz koşullarında işlevsiz kılmaktadır. Durum Sirkeci Garı için de farklı değildir. Bu durumun örnekleri Avrupa’da da vardır. Örneğin Paris’te Louvre Sarayı’nın karşı kıyısında, ChampsElysées’ye beş dakika uzaklıktaki Orsay Garı benzer nedenlerle işlevini yitirince bir müzeye dönüştürülmüştür. Şu anda Orsay Müzesi eski gar mekânını olduğu gibi ko ruyarak dünyanın pek çok yerinden gelen insanlara kültür hizmeti vererek işlevini yoğun bir şekilde sürdürmektedir. Bu konuda yazdığım bir yazı kişisel web sitemde fotoğraflarıyla birlikte görülebilir. (1) Gelişmelerin ve kent yaşamının zorunlu kıldığı durumlarda, korunması gerekli kimi yapıların, yapının karakterine ve mimarisine zarar vermeksizin yeni bir işlevle yaşatılması mümkündür. Fransa’da olduğu gibi dünyada da bunun pek çok örneği vardır. Bugün bizdeki aydın direnişi ve tepkiler bir güvensizlikten kaynaklanıyor. Tepki gösterenler, İstanbul ve Ankara’daki AKM’ler, Taksim Meydanı, Majik ve Emek sinemaları, Haliç Metro Köprüsü, Tarihi Yarımada’da yapılacak Avrasya otoyolu için öngörülenleri ve İstiklal Caddesi’nin başına geleni düşündükçe Haydarpaşa için alınacak kararlardan korkuyorlar. Haksız da sayılmazlar. Nitekim Belediye Başkanı ve bir sayın bakan Haydarpaşa Garı’nın otele dönüştürülebileceğinden söz ettiler. Bu olamaz… Otele dönüştürmek parasal yönden kazançlı olabilir, ancak hem mevcut mimariyi zedeler hem de şehir yaşamına ciddi katkı getirmez. Kendisi zaten bir müze niteliği kazanmış olan gar neden bir müzeye, bir kültür merkezine dönüştürülmesin? Bir fikir!.. Ayrıca garın çevresi nasıl gelişecek; projeleri nerede? Hangi usta mimarlar, kentsel tasarımcılar yapmış? Bunların toplum hiçe sayılarak, uzmanlar dışlanarak yapılması kabul edilemez. Şehir için alınacak önemli kararların, kentlilerin ve uzmanların katılımıyla demokratik anlayış ve haklar çerçevesinde ve tabii bilimsel yollarla oluşturulması gerekir. Yoksa, “ben yaptım oldu” anlayışıyla değil. Bugüne kadar yapılanlar ne yazık ki hep “ben yaptım, oldu” şeklinde gelişti. Korku bundan! 1. Bir Çağdaş Mimarlık Öyküsü “Gar”dan “Müze”ye. Sarı Lacivert... İlker Başbuğ kaleci olsaydı... Kapının önünde “Yalnız değilsin” diye bağıracak sarı lacivertli bir ordu olacaktı... Ama sen kalk Genelkurmay Başkanı ol... ? Mehmet Haberal... Binlerce çaresiz hastanın yaşamını kurtaran organ naklini kendine dert edin... Bir tam teşekküllü hastane kur tırnağınla... Ankara’nın bozkırında bir orman yetiştir... Ortasında bir üniversite, on binlerce genç yetişsin... Böyle yalnız kalırsın işte... Oysa futbol takımı kurup başkanı olsaydı... Arkasında on binler olacaktı... ? Bizim can Mustafa... Halı sahada top koşturmak da mı gelmedi aklına, gazeteci olacağına... ? Doğu Perinçek, Tuncay Özkan... Nedim, Ahmet, Barış’lar... Soner Yalçın... Bir takım işte... 3 bin, 5 bin kişi mahkeme kapısındaydı... ? Ama Fenerbahçe taraftarları başkanlarını yalnız bırakmadılar... Hiçbir sivil toplum örgütünün yapamadığını yapıp, sivil inisiyatifin demokratik baskı hakkını kullanıp, binlercesi toplandı oraya... Yıllarca, “Bu futbol spor değil” diye yazı yazmış, futbolu sevenlerin diğer ulusal meselelere ilgi duymayışına kızmış birisi olarak... Özür dilerim... ? Sürü olan bizmişiz... Ne rektörler, dekanlar, hocalar, günahsız akademisyenler götürüldüğünde üniversitelerin sesi çıktı... Ne parasız eğitim isteyen ya da duvara yazı yazan öğrencileri içeri kapattıklarında gençlik umursadı... Ne gazeteciler yıllardır hücrelerde çürüdüğünde medyanın ve medya örgütlerinin yeterince kılı kıpırdadı... Ne hukuk bittiğinde hukuk adamları, ne bilimsel özgürlük tükendiğinde bilim adamları, ne sendikalar çökertildiğinde işçiler, ne Türkiye satıldığında sermaye, ne aç kaldığında yoksul böyle bir tepki gösterebildi... Fenerbahçeli yaptı bunu... ? 19 Mayıs, 23 Nisan, Ant, Gençliğe Hitabe, modern eğitim, büyük devrim, çağdaş yaşam, hukuk devleti, laiklik... Cumhuriyet... Atatürk... Kendisini yaratan tüm değerlerin üzerinde tepindiler de... Bir millet umursamadı bile... ? Bari yüzünü sarı lacivert boya... Utancını görmesinler... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle