18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 ŞUBAT 2012 CUMARTESİ [email protected] 16 KÜLTÜR YAPI KREDİ YAYINLARI’NDAN İKİ ÖZEL KİTAP Orhan Veli’nin kendi sesinden şiirleri Kültür Servisi Yapı Kredi Yayınları Orhan Veli’nin “Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti” kitabı ile birlikte şairin çok eski bir kayıt yöntemi olan “tel”e okuma ile kaydettiği ses kayıtlarından oluşan bir CD’yi, gelecek hafta yayımlayacak. Kız kardeşi Füruzan Yolyapan’ın yıllarca sakladığı ve klasik bantlardan da önceki bir teknikle “tel”e okuduğu kayıtlarda Orhan Veli, en beğendiği 22 şiirini seslendiriyor. Kayıtlarda ayrıca, kısa bir Karagöz muhaveresi (atışma) Orhan Veli’nin sesinden dinlenebiliyor. Füruzan Yolyapan, bu kayıtların bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı Orhan Boran’dan geldiğini söylüyor. ‘Nâzım’dan Piraye’ye Aşk Mektupları’ Kültür Servisi “Nâzım Hikmet’ten Piraye’ye Aşk Mektupları” da özel baskısıyla Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bir diğer kitap. Memet Fuat’ın yayına hazırladığı kitapta, Nâzım Hikmet’in eşi Piraye Hanım’a gönderdiği 581 mektup yer alıyor. Kitabın yanında ayrıca, tamamı tıpkıbasım olan 26 mektubun bulunduğu bir kutu da yer alıyor. Nâzım Hikmet’in 11 Kasım 193311 Kasım 1949 tarihleri arasında Piraye Hanım’a gönderdiği mektuplar arasından oluşturlan seçkide Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nden yazdığı “Karıma Mektup” şiiri de bulunuyor. Yanı sıra, aile ve arkadaş çevresi, yaptığı işler, mahkumlarla ilişkileri, Türkiye’nin ve dünyanın durumu üzerine düşünceleri yer alıyor. Yalnızca 1000 adet basılan ve her ikisi de ortak olarak numaralandırılan kitap ve kutu içinde yer alan mektuplar, GMK Başkanı Yeşim Demir tarafından tasarlandı. Bir Halk Yazarı Shakespeare denilince aklıma (Hamlet’ten bile önce) hemen Prof. Charles MacNeal gelir. Lisede Shakespeare öğretmenim. “Shakespeare öğretmeni”... Evet, Shakespeare diye bir dersimiz vardı. Aritmetik gibi, Tarih gibi, Coğrafya gibi. Bir yıl boyu Shakespeare okuduk. Onu, dönemiyle birlikte, inceledik, didikledik, yorumlamaya çalıştık. Prof. MacNeal zaman zaman akşamları evine çağırırdı bizi. Çaylarımızı yudumlar, plaklardan Laurence Olivier’nin, John Gielgud’ın, Maurice Evans’ın sesleriyle Hamlet’i, Macbeth’i, Kral Lear’i baştan sona dinlerdik. Öğretmenimiz “To be or not to be”yi üçünden de arka arkaya çalar, değişik yorumlara dikkatimizi çekerdi. ??? Prof. MacNeal önce şunu kazımıştı beyinlerimize: Shakespeare bir halk yazarıdır. Doğrusu, önceleri pek inanasım gelmemişti buna. O zamana kadar Shakespeare’i ancak aydınların, belli bir kültür birikimine sahip seçkin seyircilerin (ve okurların) tat alabileceği, anlayabileceği bir yazar olarak görmüştüm. Öğretmenim ona başka türlü bakmamı sağladı. Yıl sonunda ben de inanıyordum: Evet, Shakespeare bir halk yazarıdır. Önce öyküleriyle, yarattığı serüvenlerin kurgusuyla ilgisini çeker seyircisinin. Othello: Kıskanç Mağriplinin karısını öldürmeye kadar varan cinneti… Kral Lear: Kızlarından darbe üstüne darbe yiyen talihsiz baba; düşman ailelerden iki gencin acıklı aşkı… Macbeth: İktidar hırsına kapılmış, bu uğurda her şeyi göze almış karıkoca… Hamlet: Babasının kanını yerde bırakmamaya yeminli, ama çelişkiler içindeki genç prens… Venedik Taciri: Tongaya bastırılan tefeci Yahudi... Shakespeare, döneminin İngilteresi’nde, büyük çoğunluğu cahil seyircinin üç saat ayakta dikilerek bu öyküleri hep diri bir ilgiyle seyretmesini sağlayabilmiş bir yazardı. “Ayaktakımı”, sahnedeki alçaklıkları yuhalıyor, yürekli davranışları alkışlıyordu. ??? Öykü yeter mi? Yetmez elbet. Yetseydi, Michel Zevaco dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçısı olurdu. Shakespeare’in öykülerinin arkasında “insan” vardı. Sevgileriyle, kinleriyle, nefretleriyle, güçleriyle, tutkularıyla, çelişkileriyle, zayıflıklarıyla, değişimleriyle insanlar. Bu insanlar has bir sanatçının yeteneğiyle işleniyor, o öyküleri ölümsüz kılıyorlardı. ??? Shakespeare’in belki de en büyük özelliği, her türlü seyirciye (ve okura) seslenebilmesi. Dileyen, sadece serüvenlerle ilgilenir; dileyen, daha derinlere iner, öyküleri, olayları, kişileri, onların davranışlarını, aralarındaki ilişkileri inceler, yorumlar, bunlardan toplumsal, tarihsel, siyasal, ruhbilimsel dersler çıkarır. Sanırım yazarın aklından bile geçirmediği dersler. O sadece hayal gücünün dizginlerini koyuvermiş, sonra da yeteneğine sığınıp keyifle, coşkuyla, yazacağını yazmıştır. Yazdıklarının yorumlanmasını da bu işin uzmanlarına bırakmıştır. ??? Yazıyı, Shakespeare’i has bir halk yazarı olarak yorumlayıp dilimize aktaran Can Yücel’e anlattığım, sonra da o ünlü kahkahasını uzun uzun dinlediğim bir anektodla bitireyim: ABD’nin en ünlü Shakespeare oyuncularından biri, sinema ve tiyatro sanatçısı John Barrymore’du. Barrymore, Hamlet’le ABD’de uzun bir turneye çıkmış. Kent kent dolaşıp Shakespeare’in oyununu oynamışlar. Turnenin son temsilini San Francisco’da vermişler. Bir özelliği varmış bu temsilin: Barrymore, oyundan sonra seyircilerin Shakespeare üstüne sorularını yanıtlayacakmış. Çeşitli sorulardan, yanıtlardan sonra bir seyirci parmak kaldırmış: “Hamlet, Ophelia’yla yattı mı?” Bir an düşünmüş John Barrymore. Sonra, “Evet,” demiş, “Chicago’da yattı.” Gözde Türkkan’ın ‘Full Contact’ fotoğraf sergisi 25 Şubat’a kadar Galeri xist’te Cinsiyetler arası tam temas ? Genç fotoğraf sanatçısı Türkkan’ın Tayland’da çektiği fotoğraflar, kadın ve erkek bedenlerinin kullanımındaki paralelliği ortaya çıkarıyor. ZEYNEP SİPAHİ görmekten pek hoşlanmadığımız bir gerçekliği hatırlatıyor” diye yanıtlıyor. otoğraf ve kirli çamaşırlar Türkkan, Tayland’a giderken, gündüzleri Muay Thai antrenmanlarına katılmayı, akşamları ise gece hayatının en canlı olduğu barlarda ücretli sevgililer ve onların müşterileri üzerine çalışmayı planlıyor. Ancak antrenmanlar sırasında daha çocuk yaşlarda eğitilip bedenleri ehlileştirilen Muay Thai dövüşçüleri ile barlarda çalışan kadınların ortak geçim kaynağı olan “beden” olgusunu fark etmesiyle, hazırlayacağı serginin içeriğini bir anlamda genişletiyor. “Full Contact” serisinde kadınlar dişil özellikleri, erkekler ise eril güçleriyle ön plana çıkıyor. Ama bu ilk izlenim değişken cinsiyet rollerini de gizleyemiyor; dövüşen kadınlar ve travestiler gibi. Türkkan serginin tanıtımlarında otoportresini kullanarak, bambaşka bir noktaya daha değiniyor: “Fotoğraflarını çektiğim insanların izni olsa bile, ben onları temsil etme gücü elde ediyorum fotoğraf aracılığıyla. Bu, bir tür dikkatli kullanılması gereken bir güç. En sevdiğim fotoğrafçılardan biri olan Araki’nin dediği gibi ‘Fotoğraf kirli çamaşırların ortaya dökülmesi’ ise, ben de kendi kirli çamaşırlarımı ortaya dökmeliyim.” F Cinsiyet politikaları üzerine çalışan genç fotoğraf sanatçısı Gözde Türkkan Galeri xist’teki “Full Contact” adlı sergisiyle, hayatta kalmak arzusuyla tüketilen bedenlerin, terin, paranın ve gururun hikâyesini Tayland’da çektiği fotoğraflara yansıtıyor. 2010’daki ilk kişisel sergisi “Pay Here/Buraya Ödeyiniz”de cinsiyet politikaları ve kadın bedeninin kullanımından yola çıkan Türkkan, ikinci sergisisi “Full Contact”ta para birimine çevrilebilir bir değer ve paranın takas alanı olarak hem kadın hem de erkek bedenlerinin kullanımındaki paralelliği ortaya çıkarıyor. Türkkan, Muay Thai dövüşçüleri ile barlarda çalışan kadınların ortak geçim kaynağı olan ‘beden’ olgusunu sorguluyor. Dişil ve eril kimlik Türkkan, kendi deneyiminden yola çıkarak gerçekleştirdiği çalışmasını şöyle anlatıyor: “Küçüklüğümden beri hem kız hem de biraz erkek çocuğu özelliklerine sahiptim. Ergenlik döneminde ise kendi cinsiyetimden rahatsızlık duymaya başladım. ‘Bu cinsiyeti, ka dın olmayı ben seçmedim ve bunun getirdiği birtakım yükleri niye kabul etmek zorunda kalayım’ diye düşünüyordum. Erkekler daha şanslı, kadınlar daha şanssız gibi bir yargıya varmıştım.” Bu düşüncesinin aşama aşama ne kadar yanlış olduğunu fark eden Türkkan, bir noktada kendi olduğu kişiden tamamen zevk almaya başlıyor ve kendini akışına bıraktığı zaman her şeyin yerine oturduğunu fark ediyor. Tayland boksu olarak da bilinen Muay Thai’yle de yıllardır ilgilenen Türkkan, cinsiyetinden daha memnun olsa da yaptığı dövüş sporunun hayatının vazgeçilmezi olduğundan, kendisine tarif edemediği bir haz verdiğini ve belki de içindeki eril tarafı böyle tatmin ettiğini söylüyor. “Şimdi içimde bir denge bulmaktayım” diyerek bulunduğu noktadan daha keyif almaya başladığı için karşı cinsin de ne gibi zorluklar yaşayabileceğini daha rahat kavradığını söylüyor ve ekliyor: “Fotoğraflar içsel gelişimimi temsil ediyor ‘Sert’ fotoğraflar ve onun ilerleyişini destekliyor. Ürettiğim her bir iş sayesinde ben de ilerliyorum.” Diane Arbus’un toplumsal hayatın uç noktalarında yaşayan kişileri fotoğraflaması gibi Türkkan da günlük hayatımızda alışık olmadığımız ya da görmek istemediğimiz noktaları vurguladığı için, fotoğrafları zaman zaman sert olarak tanımlanabiliyor. Türkkan, bu eleştirileri, “Fotoğraflarımda çok net, dolaysız bir sertlik yok ama izleyende bir sertlik duygusu uyandırıyor olması mümkün, çünkü fotoğraflarım ‘Onlar demokrat insanlardır’ Kültür Servisi İskoç PEN’i, KCK operasyonu kapsamında tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderilen yayıncı Ragıp Zarakolu, Deniz Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı’nın tahliye edilmeleri için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a verilmek üzere bir imza kampanyası başlattı. İmza kampanyasının “Bu neden önemlidir” başlıklı metninde, “Kürt halkının haklarını barışçıl yöntemlerle arayan bu isimler, antiterorizm yasaları gerekçe gösterilerek suni nedenlerle tutuklanmışlardır” denildi. Ayrıca şu ifadelere yer verildi: “Ragıp ve Deniz Zarakolu ile Büşra Ersanlı, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesinde antiterör yasalarının giderek daha fazla kullanılıyor olmasının göstergesidir. Onlar demokrat insanlardır ve terörist muamelesi görmemeleri gerekir.” İmza kampanyasına şu adresten katılabilirsiniz: https://www. change.org/ petitions/ primeministerofturkeyreleaseragipde nizzarakolubraersanlfromprisonim mediately Ragıp Zarakolu ? İskoç PEN’i Ragıp ve Deniz Zarakolu ile Büşra Ersanlı için imza kampanyası başlattı Türkiye yerli filmde yine 1 numara ? STRASBOURG (AA) Avrupa Konseyi tarafından yayımlanan istatistiklere göre geçen yıl Türkiye’de satılan toplam sinema biletlerinin yüzde 50.2’sini yerli yapım filmler oluşturdu. Türkiye’yi bu alanda sırasıyla Fransa, İtalya, İngiltere ve Polonya izledi. Türkiye bu rakamlarla yerli filmlerin en fazla prim yaptığı Avrupa ülkesi unvanını peş peşe dördüncü kez elde etmiş oldu. Büşra Ersanlı C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle