16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 ARALIK 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI urbach, Avusturya’nın doğusunda Macaristan sınırına yakın küçük bir kasabadır. Bu kasaba geniş üzüm bağlarına sahiptir, şarapçılığıyla tanınmıştır. Şarabı, bir yandan iç piyasaya sürerlerken bir yandan da şehrin lokantalarında müşterilerine sunarlar. Purbach, Avusturya’nın Neusiedlersee gölünün kenarında bulunduğundan konuk sofralarında şaraba balık da eşlik eder. Kasaba, Türkler için de özel bir önem taşır. Bu önemin kökeni Viyana Kuşatması’na dayanır. Anlatılanlara göre, Türkler Purbach kasabasının sınırlarına dayanmıştır. Bunu haber alan Purbach’lılar, önemli eşyalarını saklar, dağa çekilir. Şaraplar, birlikte götürülemediğinden mahzenlerde kalmıştır. Kasabaya giren Türkler, kentin boşaltıldığını görür, evlere girerek yiyecek bir şeyler ararlar. Bir süre sonra ise askerler geri çekilir. Bu arada askerlerden biri yiyecek ararken şarap mahzenine girmiş, şarabın tadına bakmıştır. Şarabı fazla kaçırdığı için de orada uyuyup kalmıştır. Uyandığında içeri birilerinin girdiğini görür. Gelenler Türkçe konuşmamaktadır, gizlenir. Gelenler dışarı çıkar. Akşam olur, bacadan sızan ışığın yardımıyla sürünerek bir yere kadar gelir. Ay ışığını izleyerek bacadan yukarı çıkmaya başlar. Bacadan kafasını çıkardığında P Purbach’lı Halil Halil’i küçük yaşta Viyana’ya evin çevresinin eli silahlı köylülerle getirmiştir, küçük yaştan itibaren sarıldığını görür. Köylü askeri çalışmaya başlar. Çeşitli lokantalarda görmüştür. Purbach’lılar, bacanın çalıştıktan sonra, bir ara işsiz kalır ve altında ateş yakarak Türk askerinin çatıya çıkmasını sağlar. Çıkar çıkmaz da Purbach’a gelir. İşte o gün bu gündür Halil artık Purbach’lıdır. Şarap ve balık yakalayıp hapse atarlar. Mahkeme satan bir lokantada çalışmaya başlar. kurulur, alınan karara göre, Türk askeri Lokantanın kadın sahibi Birgit’le çok eğer Hıristiyanlığı kabul ederse serbest iyi anlaşır, bir süre sonra onunla bırakılacaktır. Asker, Hıristiyanlığı evlenerek çalıştığı işyerinin sahibi olur. kabul eder, yakalandığı evde hizmetçi O evlilikten Cem adını verdikleri bir olarak çalışmaya başlar ve ömrünün çocukları dünyaya gelir. sonuna kadar da orada kalır. Halil, her yıl düzenlenen Belediyelik statüsüne kavuşan VİYANA Kostüm Şenliği’nin en kasaba, 1966 yılında Türk önemli askerinin macerasının geçtiği organizatörlerinden yeri “Purbach’lı Türk Bacası” biridir. Eşi Birgit ile olarak adlandırır. Oraya, olayı birlikte işlettikleri simgeleyen bir “bacadan çıkan lokantalarının bir köşesine asker” anıtı dikilir. O günden KADİM ÜLKER açtıkları standda, Tokat, beri de orası Purbach Hubyar yöresinin yöresel kasabasının sembolü olarak giysileri içinde konuklarına kabul edilir. Bu anıtın anısına Avusturya’daki üzüm bağlarından elde Purbach’da her yıl “Kostüm Şenliği” ettikleri şarabın yanında Purbach ve düzenlenir. Ben de fırsat buldukça her Türk mutfağından yiyecekleri ikram yıl o şenliğe katılmaya çalışırım. Her ederler. Son Kostüm Şenliği’nde, gidişimde de Purbach’ta yaşayan terk Purbach’lı Halil, bir televizyon Türk olan Halil’i de ziyaret ederim. kanalının sorularını yanıtladıktan sonra Gide gele ona “Purbach’lı Halil” standının başına döndü. Standda fon demeye başladım. Anne ve babası F Tipi Film! Bir film gördüm. Adı F Tipi Film. Öncelikle bu filme emeği geçen herkese, TAYAD’lı annelere, Hayata Dönüş Operasyonu yaşayan ve F Tipi tecrite direnen, ölen tüm devrimcilere, böyle bir filmin ortaya çıkması için yola koyulan Grup Yorum’a, filmde gerek yönetmen, gerek oyuncu, gerek sinema emekçisi olarak canla başla çalışan tüm yaratıcılara teşekkür ediyorum. Onların yaşadıkları ve hayata geçirdikleri yanında benim kuru teşekkürüm nedir ki? Ama ilk kez sizden bir isteğim var. Kar soğuk demeyin, F Tipi Film’i görmeye gidin! Çünkü umudun ve direnişin kardeş türküsü sizi usulca saracak ve bu topraklardaki mucizelere bir kez daha inanacaksınız. Nereden başlasam, benim de evime F Tipi tecrit hücrelerinden fırlatılan bir mesaj geldi. Bir pet şişesinin boynu kesilmiş, yuvarlak hale getirilmiş, içine bir çöp poşeti iyice sıkıştırılmış ve ikisinin arasına el yazısıyla yazılmış bir mektup konmuş ve hadi “Geliyor…” diye fırlatılmış. Bu tür haberleşmenin nasıl bir mucize olduğunu filmde anlayacaksınız. Önce ses geliyor: “ Geliyor…” Ardından küçücük avlunuza bir top iniyor. Başka hücrelerdeki dostlardan, kimi sevgiden söz ediyor, kimi sizin açlık grevinden sonra yitirdiğiniz belleğinizi yeniden uyandırmaya çalışıyor. Kimi okuduğu bir kitaptan, bir şiirden sözcükler ulaştırıyor. Gökyüzünden size sevgi ve umut yağıyor. On ayrı film birbiri ardından akıp gidiyor. Üç kişilik bir tecrit hücresinde mahkumlardan biri, içindeki özgürlük duygusu, yaşama isteği öylesine yoğun ki, ayakları sürekli çıplak, geceleri sessizce kalkıp başını şiddetle duvarlara vuruyor. Delice bir şiddetle, çünkü boyalarını, resim kalemlerini istiyor. Sadece bunları istiyor, boyaları geliyor, bir çocuk gibi sevinçli, boyaları ezip çamaşır yıkadıkları plastik leğenlerde onları sıvılaştırıyor. Yaşasın, renk renk sıvı boyası var ve usulca ayaklarını leğenlere batırıp avlunun duvarlarında adeta yürümeye başlıyor, renk renk ayak izleri ve hepsi yukarda görülen masmavi gökyüzüne doğru. Ama o da ne, gardiyanlar, adeta savaşa giden bir ordu gibi ellerinde fırçalar, ayak izlerini silmeye başlıyorlar… Öyle mi, çare tükenmez, ayak izleri illa ki yapılacak. Bu kez tecritteki üç kişi, kantindeki en renkli meyvelerin, sebzelerin suyunu sıkıp, tülbentlerden geçirip yeniden renk renk sıvı boya yapıyorlar ve bu kez üçü birden ayaklarını boyalara batırıp avlunun duvarlarını ayak izleriyle dolduruyorlar. Sonuç, her birine hücre hapsi, ama ayak izleri ne yapsalar silinmiyor ve muhteşem bir film oluyor. O analardan bir ana. Çocuğu tecritte ve o görüş gününde. Arama yapılan hücrede, arkadaki kadın polis ona sürekli emrediyor. “Soyun ve silkele!” Ana usul usul soyunuyor, önce hırkasını, ardından atletini, “Soyun ve silkele” komutu hiç bitmiyor, ana sutyenini çıkarıyor ve silkeliyor ardından… Hayır bu kadarı fazla, ana çırılçıplak soyunuyor. Biliyor ki, soyunmasa kuzusunu göremeyecek, onun kara gözlerine bakıp hasret gideremeyecek… Üstelik soyunma anında yaşadıklarını, utancını hiç kimselere anlatamayacak, anlatırsa oğlu dellenir, oğlu zarar görür. Ama dönüş yolunda, utanç, gözyaşı olarak fışkırıyor bedeninden. Anacığım benim, anacığım... O ne yapıyor, uzun güzelim saç tellerini koparıp ne yapıyor? Kartonları kesip duruyor, birbirine bitiştiriyor, geceler boyu çalışıyor, tecritteki diğer arkadaşı soruyor: “Ne yapıyorsun?” Yanıt yok. Yoksa tecrit onun dengesini mi bozdu, dayanamıyor mu? Ne de olsa o bir sanatçı, çabuk çözülebilir. Yakında da 1 Mayıs geliyor, hep birlikte şarkılar söyleyecekler, o hazır mı buna? F Tipi’nde 1 Mayıs sabahı, hücrelerden 1 Mayıs marşı olanca coşkusuyla gökyüzüne dağılıyor ve incecik kemana benzer bir çalgının sesi onlara eşlik ediyor. O, saç tellerinden, kartonlardan bir çocuk kemanı yapmış, 1 Mayıs marşına eşlik ediyor. Ama bu ses, F Tipi’ne öyle yabancı ki, onu ceza hücresine götürmek için vakit geçirmiyorlar ve saç tellerinden yapılmış o çocuk kemanı gaddarca kırılıyor. Bir güvercin ölüyor. Ben bütün filmleri anlatmayayım, gidin, görün ve yaşayanlara ve yapanlara hep birlikte teşekkür edelim. Belleğimizi bize geri verdikleri için. müziği olarak Âşık Veysel’in sesi yükseliyordu: “Saklarım gözümde güzelliğini/ Her neye bakarsam sen varsın orda” diyordu koca Veysel. Koca Veysel’in türküleri eşliğinde Halil’in konuklarıyla sohbet ediyoruz. Purbach’lılara, “Kasabanızda Halil’den başka Türk var mı?” diye sorduğumda, “Kim bilir, belki biz de biraz Türküz; bacadan çıkan Türk askerin torunları olabiliriz” diyerek yanıt veriyorlar. Avusturya toplumunda zaman zaman karşılaştığımız önyargılar Purbach’lılarda yok. Halil’i çok seviyor ve onunla dost olmayı bir ayrıcalık olarak görüyorlar. Bu seneki Kostüm Şenliği’nde, oraya Viyana’dan gelmiş, her yıl Viyana Belediyesi’nin düzenlediği “Yaz Sanat Şenlikleri”nde klasik müzik konserlerini organize eden konukla sohbet ediyoruz. Viyanalı konuk şarabını yudumlarken sohbetimizde şunları söylüyor: “Bacadan çıkan Türk, ordusuyla, silahlarıyla buraları fethetmeye çalıştı ama beceremedi. Ancak Halil, tek başına Purbach’ı fethetti.” Halil yanımıza geldiğinde, Viyanalı konuğun bu sözlerini aktarıyorum. Yüzündeki mutluluk ifadesini belli ettirmemeye çalışarak lafı değiştiriyor; elindeki beyaz şarap kadehini uzatıyor. [email protected] Oburiks’in hanı iştihası Her yerde kar var... B Kalbim senin bu gece... ödüllendirdiler! Peki Şakir öyle başlıyordu Demirel ne yapmıştı? Adamo’nun şarkısı. Kendisine ayrılan bütçeyle Sempatik Türkçesiyle, beklenen hizmetlerin 1960’lı yılların karlı kış yapılamayacağını etraflı bir gecelerinde romantik raporla Stockholm Büyükşehir duygularımızı şahlandırıyordu Belediye yönetimine Fransız şarkıcı. Ne zaman kar bildirmişti. Bu arada rapor yağsa, etraf beyaza bürünse elden ele giderken son durağa mırıldanırım bu şarkıyı. İçim yolculuğunda basına sızdı. ısınır. İki hafta önce İsveç’in Şeffaf demokratik bir ülkede kaos halini yazmıştım. sızsa ne olur diyeceksiniz. Yaklaşık üç haftadır kar Ama kazın ayağı öyle değil altındayız. Yollar berbat. Yol işte. Yakın arkadaşım Şakir kenarlarındaki kar yığınları Demirel 35 yıldır hizmet ettiği barikat gibi. İki hafta önce belediyeden emekliliğine iki yazdıklarımı İsveç gazeteleri yıl kala evinde oturup tam de her gün çeşitli açılardan ele maaş alacağı bir anlaşmaya alıyor. Stockholm’ün temizlik imza atmak zorunda kaldı. Peki işlerinin özel şirketlere Şakir Demirel haksız mıydı? verildiğini biliyorduk. Bunlar iki büyük şirketmiş. Stockholm Haksız olur mu? Devlet bütçesi vergiler düşürüldüğünden iki bölgeye ayrılıp şirketler arasında paylaştırılmış. Sağdan daraldı. Giderler ise artmakta. Sadece kar yüzünden düşüp bakan gazetelere göre şirketler acil servislere başvuranların suçlu. Soldakilere göre ise son yıllardaki ortalama sayısı kamu hizmetlerini özel şirketlere devreden belediye ve İsveç’te 27.000. Bu yüzden doğan sağlık giderleri temizlik hükümet. Olan bize oluyor. işlerinin beş katı. Okullardaki, Şirketler ortalığı bizim yuvalardaki, yaşlı hatırımız için temizlemeyecek bakımevlerindeki kalite düştü. elbette. Para kazanmak için bu Bir zamanlar eğitimde işi almışlar. Ne demişler, ne Avrupa’nın en kalitelisi olan kadar para, o kadar hizmet. İsveç’te sekizinci sınıfların Belediyenin bu işe ayıracağı düzeyi son OECD raporunda para ise şimdiden tükenmiş. ortalamanın altında gözüküyor. Şirketlere, aşırı kar yağışından Ama hükümet “Refah devleti kaynaklanan ek hizmetler için sürecek” diyor. ek ödeme Nasıl sürdüreceksin, yapamıyor. Devleti STOCKHOLM çocuk mu küçültüp vergileri aldatıyorsun? düşürürsen sonu Önünde sonunda elbette böyle olur. tökezleyecek bir Dolayısıyla biz de sistem bu. Özel karda, buzda düşe emeklilik ve sağlık kalka yürümeye OSMAN İKİZ sigortası da bunun çalışıyoruz. O kadar için pompalanıp da olacak ama değil duruyor. Sol denilen partiler de mi!.. Önemli olan devletin seyrediyor. Ucuz yollarla, küçülmesi, şirketlerin popülist söylemlerle kolay oy kazanması. Adamo İsveç’te avcılığı peşindeler. Bu biraz da yaşıyor olsaydı ve her sabah göçmenlerin önünü açıyor. Ne karları gece temizlemişlerdir de olsa iktidarın rengini umuduyla dışarıya baksaydı ne derdi acaba? Her yerde kar var, belirleyecek güce geldiler. temizlenmedi bu gece de... Sizi Tandoğan Uysal bu furyada 2014’te milletvekili olabilir. kızdırmak için yazmıyorum. Nasıl mı? Tandoğan yıllardır Biliyorum sizin haliniz daha Hürriyet gazetesinin berbat. Televizyonda muhabirliğini yapmaktaydı. izliyorum. Gördüğüm Gazetelerin zor durumu manzaradan ürktüğümü nedeniyle en sonunda bir sosis söyleyebilirim. Bu yüzden büfesi satın aldı. Şans bu ya, yılbaşı tatilinde İstanbul’a sosis büfelerinin yıkılıp gelmekten vazgeçtim. Ama modernleştirilmesi yolunda bir bizim halimizin acı tarafı bu yasa çıkarıldı. Modernleşmeyi belanın bütün kış mevsimince tekellere devir olarak düşünün. sürecek olması. Sinir bozucu Bunun üzerine Tandoğan, yanı ise doğru dürüst işleyen Stockholm’deki büfecileri düzenin bozulması. Ne adına? ayaklandırdı. Gazeteler, Devleti küçültmek, kamu radyolar büfecilerin lideri hizmetlerinde kısıntıya gidip haline gelen Tandoğan’dan söz her şeyi özelleştirmek adına. etmeye başladılar. İsyan Bunca yıllık sosyal demokrat başarılı oldu. Yasanın geleneği tuzla buz edip eskiye uygulanması durduruldu. dönüşü de olanaksız kılmak “Koyun can derdinde kasap hırsıyla. Siz baskı ve et derdinde” misali Tandoğan hoyratlıkla, adaletsizlikle her büfesini kurtarmaya çalışırken an yüz yüze gelebilirsiniz, partilerin gözdesi oldu. Tabii burada ise işler başka türlü akılları fikirleri Tandoğan’ı yürüyor. Sesini çıkaranın eline parasını verip evine gönderiyor vitrine koyup yabancıların oyunu kapabilmek. Bakalım ve susturuyorlar. Stockholm’e kim kapacak. Bastır Tandoğan. bağlı yerel belediyelerden birinde sosyal hizmetler şefi [email protected] olan Şakir Demirel’i de böyle Y ıl 1980. Tarihlerden istiyorum.” Depardieu 15 Aralık. Yaklaşık 10 1981’de elinde kırmızı gül yıldır parlayan genç François Mitterrand’ın bir oyuncu, Châteauroux’lu zaferini kutlar. 1988’de onun Serseri lakabıyla tanınan yeniden seçilmesi için Gérard Depardieu (1948) oluşturulan komitededir. Fransa’nın en saygın radyo Oynadığı 170’in üstünde programı Radioscopie’nin filmin çoğunu Fransa ve konuğu. Her şeyi sinemaya dünyanın en büyükleri borçlu olduğunu, yolu yönetmiştir. Sayısız ödülle aktörlükle çakışmasa belki de taltif edilmiş, Fransız o anda hapishanede bile sinemasının yeryüzündeki olabileceğini anlatıyor. 13 anıtı olmuştur. Ama yaşında okulu terk eden “kaide”siz bir anıt! Anıtın Gégé, işçi baba, ev kadını pek bilinmeyen yüzü anne, 5 çocuklu yoksul bir geçenlerde çok çirkince ailenin hayta oğludur. ortaya çıkıverdi. Mösyö Hırsızlık, kaçakçılık, Depardieu 45 yılda yalnızca uyuşturucu ticaretinden aktörlük değil, işadamlığı da Amerikalı askerlere bekçilik, yapmıştı. Doymak bilmeyen kadınkız bulmaya dek iştahı onu gayrimenkulden epeyce karanlık işe bağcılık ve balıkçılığa, bulaşmıştır. Orta Fransa’nın barcılık ve lokantacılıktan sıradan kentlerinden özel gıda ve motosiklet Châteauroux, General De satıcılığına geniş bir Gaulle Fransa’yı NATO’dan yelpazede sermayedarlığa geri çekene kadar (1965) çekmişti. Bu arada siyasi saf askeri örgütün Avrupa ve müttefiklerini değiştirmiş, merkezidir ve binlerce başdostları arasına son Amerikalı ordu cumhurbaşkanı mensubu burada Nicolas PARİS “ağırlanmaktadır.” Sarkozy ve İşsiz kalan Gégé bir partisini süre güneyde sürttükten koymuştu. sonra 1968’de şansını 2007 ve 2012 Paris’te denemeye seçimlerinde karar verir. Raslantılar ön saflardan karşısına temel UĞUR HÜKÜM desteklediği eğitimini alacağı tiyatro favorisi bu kez ve büyük burjuva bir kaybedince ailenin kızı, ilk eşi Elisabeth Gégé rahatsız olmuştu. Guingot’yu çıkarır. Buraya kadar hadi her şey Entelektüel açlık, psikolojik normal diyelim! zaaf gibi açıklarını okuma, İktidardaki ılımlı solun terapi ve ilişkilerle kapatmayı yüzeysel vergi reformuna bile başarır. Olağanüstü yetenekli tahammül edemeyen anıt ve karizmatik kişiliğiyle sanatçı (!) geçen hafta dikkatleri çeker. 1970’te Belçika’ya sığınmaya ya da küçük bir rolle başlayan “sıvışmaya” karar verdi. aktörlük kariyeri onu 1980’de Eşsiz bir krizle karşı karşıya Maurice Pialat’nın “Lulu”, olan ülkesine ve hükümetin 1981’de de François büyük servet sahiplerine “bir Truffaut’nun “Son Metro” yıllığına” uygulamaya eserleriyle zirveye taşır. Bazı çalıştığı vergilendirmeye sanatçılar gibi sol karşı çıkarak, oturma izni dünyadanmış gibi gözükse de alabilmek amacıyla Fransa Gégé’nin para ve kariyer hırsı sınırından bir kilometre doymak bilmez. 32 yıl önce ötede, Belçika’nın Néchin Radioscopie’nin ünlü kasabasında 200 bin Avro’luk sunucusu Jacques Chancel bir ev satın aldı. Hiç servet ile sohbetinde sol anarşist vergisi ödenmeyen yanını şu sözlerle dışavurur: Belçika’ya kaçışı “Yüzde 60 vergi ödemek kamuoyunda infial yarattı. belki günün birinde her şeyi Başbakan JeanMarc berhava etmeme neden Ayrault sanatçının tavrını olabilir... Bu noktada özgür, “acınacak” derece küçük kanun dışı olmak bulduğunu beyan edince Gégé pazar gazetesi JDD’de açık bir mektup yayımladı. “2012’de gelirimin yüzde 85’ini ve son 45 yılda 145 milyon Avro vergi ödedim. Gidiyorum zira başarı, yaratıcılık, yeteneğimi yani farklılığımı cezalandırmaya çalışıyorsunuz. Pasaportumu da, sosyal sigorta kartımı da iade edeceğim. Siz kim oluyorsunuz, M. Hollande’ın başbakanı M. Ayrault, kim oluyorsunuz da beni yargılıyorsunuz?” Cılız bir liberal ve sanatçı kesim artık sağ anarşistliği benimsemiş aktöre arka çıkarken dev bir tepki dalgası internet ağlarını patlattı. Le Monde gazetesinin kısa bir araştırması, Gégé’nin geçen ve bu yıl mevcut yasalar çerçevesinde yüzde 41’den fazla vergi ödemediğini, tam servetinin ise bilinemeyeceğini sergiledi. Türk mizah dehasının Aziz Nesin ile sınırlı kalmadığının kanıtı, çizgi roman kahramanı Asterix’in normal filmleri Türkçeye uyarlanırken Obelix’e (orijinal ismi) yakıştırılan isim Oburiks. İsim rolün değişmez adamı 150 kiloluk Depardieu’ye cuk oturuyor. Paraobur meslektaşının hanı iştihasını iğrenç bulan bir başka dev Fransız aktör, Philippe Torreton 18 Aralık’ta Libération gazetesinde klasik tiradları andırır bir mektup yayımladı. “Sıktı mı Gérard?”, diye başlayan Torreton eski dostunu enfes bir Fransız tekerlemesinden esinlenen şu sözlerle uğurluyor: “Vergiden kaçarak hem tereyağı, hem tereyağın kaymağı, hem de tereyağcının karısını istiyorsun. Bugün Fransa’da serveti olsun olmasın hâlâ herkes insanca sağlık ve kültürden yararlanabiliyorsa, sinema ve gösteri sanatları yaşıyorsa vergi sayesindedir. Sana her şeyini veren ülkeni en zor koşullarında terk ediyorsun. Elveda!” [email protected] C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle