15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 ARALIK 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma ve EğitimÖğretim Yanılgısı Bugün üniversitelerimizi yeniden yapılandırma ve kalite güvencelerini düzenleme sürecinde deney, gözlem, sentez ve yorum yapabilen, akılcı, araştırıcı, üretici ve yaratıcı bireyleri yetiştirebilen bir eğitim kalitesini gerçekleştirmek zorundayız. Prof. Dr. Sinan BAYRAKTAROĞLU karşısında dinamik ve katılımcı bir güç olarak yetişmesi yerine pasif bir dinleyici olması anlayışını vurgulamaktadır. Başka bir deyişle, bu kavramla eğitim faaliyetinin “öğrenici merkezli” bir yöntemle yürütülmesi değil, “öğretici merkezli” bir yöntemle yürütülmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bugün bir yönetmelik veya yönerge hazırlamak veya resmi makamlara bir yazı yazmak gerektiğinde, yanlış bir kullanım olduğunu bildiğiniz halde “eğitimöğretim” kavramını hukuki olarak kullanmak zorundasınız. Oysa, doğru bir kullanım olan “öğretim ve öğrenim” sözcüklerini kullanamıyorsunuz; kullanabilmeniz için yeni bir kanunun çıkarılması gerekiyor. Çağdaş eğitimin temel amacı öğrencilere “öğrenmeyi öğretmek”, yani öğrencilere bilgi aktarmak yerine onların öğrenme süreçlerini yönlendirmek ve öğrenme becerilerini geliştirmelerinde onlara destek olmak, kendi kendine öğrenebilmelerini onlara öğretmek ve yaşamları boyunca kendi kendilerini eğitebilecekleri bir düzeye yükselmelerine yardımcı olmaktır. Konfiçyus’un her zaman her yerde sık sık kullanılan klasik sözünü anımsamakta fayda var: “Birine bir balık verirsen, onu ancak bir gün doyurabilirsin; ama ona balık tutmayı öğretirsen onu hayat boyu doyurursun.” Anlaşılıyor ki, Konfiçyus bir toplum için üretken ve yaratıcı bir insan gücünü yetiştirmenin yolunu asırlar önce göstermiş. Sağlıklı bir “öğretim” faaliyeti, “öğrenim” işlevinin niteliği, oluşumu, süreci gibi özelliklerin ne ve nasıl oldukları hakkıyla anlaşılmadan yürütülemez. Aksi durumda, “eğitim”, öğretici tarafından S ayın Başbakan’la birlikte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı halen yürürlükte bulunan “Özürlüler Yasası” nda öngördükleri yeni düzenlemeler çerçevesinde her şeyden önce yasanın adını “Engelliler Yasası” olarak değiştireceklerini geçen aylarda kamuoyuna duyurmuş bulunuyorlar. “Özürlü” sözcüğünün engellilerimizi rencide ettiği çok iyi biliniyor. İnsanları aşağılayıcı bir tarafı olan bu sözcüğün yerine uluslararası literatürde artık son derece insani gerekçelerle “engelli” sözcüğü kullanılıyor. Buna bağlı olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bünyesindeki genel müdürlüğün adının da “Engelliler Genel Müdürlüğü” olacak şekilde değiştirileceği, ilgili mevzuatta da bundan böyle “özürlü” sözcüğünün kaldırılarak yerine “engelli” sözcüğünün kullanılacağı dile getiriliyor. Sayın Başbakan ve sayın bakanın sözcükkavram arasındaki anlamlılık bağlantısıyla ilgili hassasiyetlerini takdir etmemek mümkün değil. 11. asırda yaşamış olan Yusuf Has Hacib ünlü eseri “Kutadgu Bilig”de “Aklın süsü dildir; dilin süsü ise sözdür” ifadesini kullanmış. İngiliz tiyatro yazarı Arnold Wesker da “Dildeki sözcükler ve bunların taşıdıkları kavramlar, üzerine düşünce ve fikirlerin asıldığı askılardır” demiş. Bizim kültürümüzde yer alan “Dervişin fikri ne ise zikri de odur” deyimi halk arasında sık sık kullanılan bir deyimdir. Bugün gerek Milli Eğitim Bakanlığı gerekse de Yükseköğretim Kurulu ile ilgili kanunlarda, bunlara bağlı olan yönetmelik ve yönergelerde, idari ve akademik birimlerin adlarında (eğitimöğretim komisyonu veya daire başkanı gibi), yazılı ve görsel medyada, Resmi Gazete’de, kısaca her vesile ile her yerde “eğitimöğretim” klişesi alışılagelmiş bir şekilde kullanılıyor. Eğitimle öğretim kavramlarını bir araya getirmek suretiyle kim bilir kim tarafından türetilen bu klişe, taşıdığı anlamsızlık bakımından, çağdaş “eğitim” anlayışıyla bilimsel olarak bağdaştırılması imkânsız bir yanılgıyı yansıtmakta. Dervişin zikrindeki tutarsızlık yüzünden fikrinin ne olduğu anlaşılmaz bir hale gelmiş!.. Eğitimöğretim kavramı “öğrenme” işlevini hiçe sayan, öğrenim sürecinin ne olduğunu hiç dikkate almadan, sanki eğitim denilince sadece “öğretim” işlevinin geçerli olması gerektiğini öngören sakıncalı bir kavramdır. Bilindiği üzere “eğitim” faaliyetinin biri “öğretmek”, diğeri de “öğrenmek” olmak üzere birbirine içsel bağlantısı bulunan iki ayrı yönü vardır. Kısaca, “eğitim = öğretim + öğrenim”dir. “Eğitimöğretim” kavramıysa taşıdığı anlamlılığa göre, öğrencinin sınıfta öğretmen ‘Eğitimöğretim’ anlayışı Çağdaş eğitim anlayışı bilgi yüklemesinin yapılmasından başka bir şey olmaz; öğrenci de olsa olsa bir ezberci haline gelir. Her eğitimci, gerçekten verimli olabilmek için, alanı ne olursa olsun (fizik, matematik, tarih, sosyal bilimler, anadili eğitimi, yabancı dil vb.), o alana ait pedagojik yöntem ve teknikleri, öğrencinin en kolay ve doğru bir şekilde öğrenmesini sağlayacak bir biçimde “öğrenim stratejilerine” göre belirlemekle sorumludur. Örneğin, anadil veya yabancı dil öğrenimi kesintisiz olarak süreklilik gerektiren, dahası yaşam boyu devam eden bir eğitim faaliyetidir. “Öğretim”, yabancı dil öğrenim sürecini, amacını, becerisini, hızını, etkinliğini, gelişimini yönetmektir. “Öğretici” , öğrenim yöntem ve araçlarını yöneten, yol gösteren, öğrenciye danışmanlık yapan, onun destekçisi olan, kısaca, öğrenciyi bilinçlendirerek ona bir yabancı dili nasıl “öğrenebileceğini öğreten”dir. “Öğrenci” ise yabancı dil öğrenim sürecinin sorumluluğunu bilinçli olarak bizzat üstlenen ve ilgili yabancı dili “öğrenmeyi öğrenme” uğraşısı içinde olan bireydir. Böylece, “eğitimöğretim” kullanımı, eğitimin ancak “öğretme” yönüne ağırlık vermekte. “Öğrenme”’yi ise hiçe saymakta. Oysa geleneksel olarak ezbere dayanan, kuru kuru bilgi yüklemesi yapan, kişiyi dar kalıplar içerisinde düşünmeye yönelten, yeteneklerin ve zihinsel gelişimin körelmesine neden olan ‘eğitimöğretim’ gibi çağdışı bir eğitim düşüncesi, yaratıcılığı değil, bugün ülkemizde olduğu gibi sadece bilgi yükünü ölçen süzgeçler haline gelmiş bulunan bir sınav düzenine yol açar. Diğer taraftan, bugün Yükseköğretim Kanunu Taslağı ka muoyunda tartışılırken, “Yükseköğretim Kurulu” adının “Tür kiye Yükseköğretim Kurumu” olarak değiştirileceği beyan edilmiş bulunuyor. Peki ama “kurulkurum” sözcükleri arasındaki kavramsal anlam farklılığı üzerinde hassasiyet gösterilirken neden acaba “eğitimöğretim” klişesinin kaldırılması, bunun yerine ya “öğretimöğrenim” sözcüğünün ya da kısaca “eğitim” sözcüğünün kullanılması gerektiği göz ardı ediliyor? Bugün uluslararası literatürde “yükseköğretim” diye bir kullanım yoktur, “yüksek eğitim” vardır. Örneğin Amerika, İngiltere, Avustralya, Bahreyn, Katar vb. ülkelerde “Higher Teaching Council” adını değil, “Higher Education Council” adını taşıyan kurumlar bulunmaktadır. YÖK, İngilizce olarak yayımladığı web si tesinde kendi adını “The Council of Higher Education” diye yazmış. Yani, diğer ülkelerdeki kavram birliğine ters düşmemiş. Dünyaya karşı “Higher Education” sözcüğünü kullanan YÖK, kendi ülkemizde doğru karşılığı teşkil eden “yüksek eğitim” sözcüğünü değil, her nedense “yükseköğretim” sözcüğünü benimsemiş. Dervişin zikri de fikri de büsbütün dağınık bir hale gelmiş. Sonuç olarak, bugün üniversitelerimizi yeniden yapılandırma ve kalite güvencelerini düzenleme sürecinde deney, gözlem, sentez ve yorum yapabilen, akılcı, araştırıcı, üretici ve yaratıcı bi reyleri yetiştirebilen bir eğitim kalite sini gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için de öncellikle “eğitimöğretim” yerine “öğretimöğrenim” düşüncesini benimsemek ve bunu da kavram olarak her alanda (“ilk eğitim”, “orta eğitim” vb.) kullanıma sokmak gerek. Ekonomik Kriz Bize Niye Dokunmaz?.. Zaten aç... Belediye nohut veriyor... Makarna yanında... Seviniyor o zaman “ekonomik kriz bize dokunmaz” diye... H Her dört kişiden birisi yoksul... 15 milyon... Senede bir gün olsun ailesini alıp da bir restoranda yemek yeme olanağı yok... Tek pantolonla yaşıyor, çalınsa donla kalacak... Kömür validen... Soba partiden... Battaniyesini verdiler bu sene... “Ekonomik kriz bize dokunmaz” diye keyifli... H Diyelim ki krize karşı meydanlara dökülen İspanyolu, Yunanlısı... Tiyatrosunu, operasını, yaz tatilini, ayda dört kez restoranını, gece eğlencesini, yeni arabasını, kredi kartını, hafta sonu partilerini, mavi yolculuğunu geri istiyor... Bu?.. Zaten yok... Otuz senedir İstanbul’da, ayağı deniz görmemiş... H (Birleşmiş Milletler’in “yaşam kalitesi” sıralamasına göre Yunanistan 10’uncu, İspanya 22’nci, Türkiye 50’nci sırada...) H Benzin mesela... Sokağa dökülenlerin camları kırdıkları Yunanistan’da benzinin litresi 1.7 Avro... İspanyollar 1 milyon kişi yürüdü; benzin 1.4 Avro... Türkiye’de 2.1 Avro... İtiraz eden var mı?.. Yok... Maaşının yarısını verip depoyu dolduruyor, “ekonomik kriz bize dokunmaz” diye gidiyor... H İsyan eden İspanya’da bata bata 3 bin şirket (orada her dükkân, mağaza, atölye bir şirkettir) iflas etti... Türkiye’de bir yılda kapanan işyeri sayısı 450 bin... “Kriz bize dokunmaz” diyor... Akıllı yani... H Bir bakıma iyi... Çoğunluğu yaşamın tadına varamamış, insan gibi yaşayacak geliri hiç olmamış, düşe kalka yaşamaya alışmış bir toplum olmanın avantajı... Krize karşı bağışıklık sistemi bir bakıma... Kriz bize dokunmaz... H Keriz ile kriz arasındaki doğru orantıdır aynı zamanda bu... Birincisi çoksa... İkincisi yoktur... ‘Öğrenme’yi hiçe saymakta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle