16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 10 ARALIK 2012 PAZARTESİ Beni kurban seçtiler TÜREY KÖSE Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili davada üç kez beraat ettikten sonra müebbet hapis istemiyle yeniden yargılanmasına karar verilen sosyolog Selek: 2023 ve 21. Yüzyılda Var Olabilmek Kıyameti kopartıyor Başbakan! 2023 Büyük Türkiye’yi inşa diyor. Milletinülkenin önüne koyduğu ise inşaattan başka bir şey yok! Yüzyıl için planlayabildiği tek şey, çimentodur, yoldur, binadır, kanaldır, büyük büyük gökdelenlerdir... Bütün bu yıkıp yapma büyük rant talanına, milletin merasını, evinin mülkünü daha büyük taş yığınlarına dönüştürmeye dayalıdır; bunu da dışarıdan akacak milyarlarla gerçekleştirecek... Sattığı düş şudur: Türkiye ilk 10 ekonomi arasına girecek! Kişi başına milli gelir ise 25 bin dolara yükselecek! İnşaatla, dışarısının parasıyla ve bu büyük tüketim ekonomisiyle, ülkeyi AVM ile donatmakla, ülke daha gerilere düşmezse, en iyi olasılıkla yerinde sayar. Ancak, bugünkü rakamlar, karşılaştırmalı dünyada geriye düştüğünü gösteriyor. Geçen perşembecuma günleri Ankara’da dinlediklerim, iktidarın bu ekonomi politikasının gelecek için bir umut vermediğini ortaya koyuyordu! Bırakın 2023 gibi Cumhuriyetin 100. yıldönümünü... 21. yüzyılı da tıpkı 20. yüzyıl gibi ıska geçecek bir ülke görüntüsünün içindeyiz. Kurultayın adı 21. Yüzyıl İçin Planlama. Prof. Bilsay Kuruç’un (eski DPT müsteşarı) oluşumuna önderlik ettiği kurultayda, Enerji Alanında Sorunlar ve Planlama ile Sanayi Alanında Sorunlar ve Planlama konularını, kurumlaşma, politika ve model önerilerini, seçkin uzmanlardan dinledik. Ve sonunda çok iyi bir değerlendirme toplantısı ile kurultay sonuçlandı. (*) ??? Ana fikirler: Türkiye kendi ekonomisini, kendi kalkınmasını, 21. yüzyılını planlayamazsa, geleceğini kuramaz ve bugünleri bile arar duruma gelebilir. Kendi aklını ülkeye koymak yerine başkasının aklını alıyorsan, planlama yapamazsın. Dünyanın hiçbir ülkesinde, kuralları koyan ve geleceği planlayan, piyasanın bizzat kendisi değildir. Planlama, serbest piyasa ekonominin yerine, onu safdışı bırakarak merkezi planlamayı geçirmek de değildir. Planlama, bizzat serbest piyasaya dayanan ekonominin bile planlaması demektir! Hiçbir zaman bir serbest piyasa kendi halinde, ülkenin gerçekleştirmek zorunda olduğu orta ve uzun vadeli sanayi ve teknolojik yatırımlara yönelmez. Devlet, orta ve uzun vadeli gelecek için ekonomisini, sanayisini planlamak, özel sektörü yönlendirmek, olmazsa bizzat kendisi yatırım plancısı olarak davranmak zorundadır. Dünyada hiçbir ülkede ekonomi, tamamen özel sektörün seçtiği yatırım seçeneklerine bağlı kalmaz. Hele bugün, kapitalizmin merkezlerinde, devlete ve yatırımlarına önemli görevler düştüğü tartışılmaktadır! Türkiye’de ise ekonomide planlama deyince, vay sen serbest piyasayı mı yok edeceksin gibi bir zırva bakış, ekonomiye ve siyasete dizboyu egemen! Bilsay Kuruç: Aklın ve bilimin günümüzde gerçek vârisi üniversitelerdir, üniversitenin bağımsız ve eleştirel düşünme hakkının ve tarihsel görevinin yerine, başka bir şey koyamayız. Planlama 21. yüzyıl aklını yaratmıştır. Bilim, toplum, ekonomi, ülkeler, tesadüflerle değil aklın planlı girişimiyle gelişmektedir. Türkiye’yi 21. yüzyıl aklıyla planlamalıyız. Planlama, piyasanın yapamayacağı, yapılamayacak işlerin de planlaması demektir. Planlama çok büyük bir malzeme hareketidir, bilim de çok büyük bir bilgi hareketi. Planlama, bir ülkenin bütün zenginliklerini, taşını toprağını madenini, suyunu, insan gücünü ve yeteneklerini ortaya koymaktır. Sanayi, böyle bir potansiyelle yönetilebilir ancak. Planlama, büyük resmi görmektir. Büyük resim, bu ülkenin sahip olduğu her şeydir! Salt piyasanın gördüğü ise kendi yararı ve kârıdır. Üniversiteye salt piyasanın, sanayinin pratik işlerini yapan, yapacak bir yer olarak düşünmek büyük yanlışlıktır. Üniversite, bilgiyi ve teknik ortamı/tabanı yaratır. Bu üniversiteleri biz arıyoruz. Üniversite aynı zamanda, bilimsellik, tarafsızlık ve sorgulama kapasitesidir. Ancak bu sayede 21. yüzyıl potansiyelini, geri kalmışlığımızı ve kendimizi aşma olanağını görebiliriz. ??? Konuşmalarda özellikle sanayide ve enerjide durumumuz net rakamlarla ortaya kondu. İhracatta büyümenin adının, aslında ithalatta daha fazla büyümek olduğu gösterildi. Yarınki yazıda, size daha çok rakamlar seslenecek.. (*) Kimlerdi bu uzmanlar, bakalım: Cengiz Göltaş, Necdet Pamir, Olgun Sakarya, Oğuz Türkyilmaz, Oktar Türel, Serdar Şahinkaya, Yavuz Bayülken, Oktay Küçükkiremitçi, Ali Ekber Çakar, Çağlar Güven, Çelik Kurtoğlu, Aykut Göker, Mahmut Kiper, Sencer İmer, Mustafa Sönmez ve düzenleyiciler olarak Bilsay Kuruç, Ahmet Alpay ve genç arkadaşları… ANKARA Mısır Çarşı’ndaki patlamayla ilgili davada üç kez beraat ettikten sonra İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapis istemiyle yeniden yargılanmasına karar verilen sosyolog Pınar Selek, “Davaya darbe vurdular. Yine de umutsuz değilim, hukuka su vermemiz lazım ki yeşersin” dedi. İlk mahkemede kendisini ortaçağda “cadı” diye yakılan kadınlarla özdeşleştiren Selek, yaşadıklarını “Beni kurban seçtiler. Cezaevinden çıktıktan sonra da cadılıklar yapmaya devam ettim. Diyorlar ki cadıların ülkesi olmaz… Ama benim var. Süpürgem hiç olmadı çünkü” diye özetliyor. Pınar Selek’in yaşamı 9 Temmuz 1998 günü Mısır Çarşısı’ndaki 7 kişinin yaşamını yitirdiği patlamadan sonra tamamıyla değişti. “Bombacı” suçlamasıyla gözaltına alındı, 2.5 yıl cezaevinde kaldı, işkence gördü. 2006 yılında Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ,Vedat Türkali, İlhan Selçuk, İsmail Beşikçi, Hrant Dink, Zeki Demirkubuz, Teoman, Müjde Ar, Pınar Kür ve Sibel Eraslan’ın da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi kendisine “tanık” olup destek verdi. Selek, 14.5 yıldır bir yandan “bombacı” suçlamasına karşı hukuk mücadelesi verirken; diğer yandan araştırma kitapları ve “Yolgeçen Hanı” romanını yazdı. Son 3 yıldır yurtdışında yaşıyor. Strasbourg Üniversitesi siyasal bilimler bölümünde doktora öğrencisi. Pınar Selek ilk mahkemede “Mısır Çarşısı patlaması eğer bombadan kaynaklanıyorsa bu bir insanlık suçudur. Ama benim maruz kaldığım suçlamalar da insanlık suçudur” diye isyan etmişti. 13 Aralık’ta yine duruşması var. Yıllardır “mağduriyetiyle” görünen bir kadın olmaktan, aynı hikâyeyi yüzlerce kez anlatmaktan yorgun; yine de hukuka inancını yitirmemiş. Pınar Selek’le 14.5 yıllık mücadelesi, “cadı”lıkları ve muhalefetin kriminalleştirilmesi tartışmalarıyla ilgili uzun bir telefon sohbeti yaptık. Sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: Davaya darbe: Gözaltı sürecinde yaşadığım işkencelere ilişkin Almanya’da 40 sayfalık bir psikolojik rapor aldım. Raporda ayrıca, mahkeme sürecinin beni ne kadar zorladığı anlatılıyor, bütün bunlardan uzak kalman lazım diyor. Nasıl uzak kalacağım? Başkahramanı benim... 1998’den bugüne gelinceye kadar hukuki olmayan bir süreç yaşadım, sahte ve hukuk dışı belgelere dayanarak suçlandım. Hukukçu bir ailenin çocuğuyum. Babam Alp Selek 12 Eylül zindanlarında bile onlarca dilekçe yazmış. Aile olarak hukuk mücadelesine inanıyoruz. Mısır Çarşısı davasıyla ve onun etrafında örülen dehşetli kötülüklerle karşılaştığımızda bile hukuk mücadelesinden ayrılmadık. Her üç beraatımda doğru yoldayız, dedik. Demek ki hukuk kazanabiliyormuş. Ama açıkçası gittikçe daha zor oluyor. Sözde darbe düzeninin yargılandığı bir süreçteyiz, davaya darbe vurdular. Babam, sabırlı olalım, yolumuzdan şaşmayalım diyor. Hukuka su vermemiz lazım ki yeşersin… Hatta gübrelemeliyiz, sabırla, inatla beslemeliyiz hukuku. Sokrates gibi düşünüyorum: Bu benim açımdan bir sınav, sevdiklerim açısından da. Sokrates ölmeden önce karısı yanına gidiyor, “ama sen suçsuzsun” diyor. Sokrates de “İyi ya, ya bir de suçlu olsaydım...” karşılığını veriyor. Böyle bir mücadeleyi vermem lazım. Çok göz göre göre, alenen bir hukuksuzluk oldu. 13 Aralık’ta bu düzeltilecektir diye umuyorum. Umutsuz değilim. Bomba ailemize düştü: Katliamla, insan ölümüyle, en karşı olduğum şeyle suçlanıyorum. Ben 1998’te 27 yaşındaydım, genç bir araştırmacıydım, genç bir arayışçıydım, birçok şey yapıyordum. Bu olay ailemizin ortasına bomba gibi düştü. Annemi kaybettik, kalbi dayanamadı. Bundan büyük bir acı yaşamadım haya Cadılığa devam Cezaevinden çıktıktan sonra da cadılıklar yapmaya devam ettim. Evde otursaydım belki bu dava biterdi. Muhalif bir insan olarak her alanda devam ettim. Hem yazdım, hem eyledim, kendimi sınırlamadım. Belki biraz sembolleştim de. Şimdi burada da devam ediyorum. La Lune adlı feminist bir örgütün üyesiyim. Diyorlar ki cadıların ülkesi olmaz… Ama benim var. Süpürgem hiç olmadı çünkü. Kendimi tek bir kavramla tanımlayamam. Feministim, antimilitaristim, toplumsal ekolojistim, antiheteroseksistim. Antikapitalistim, anarşizmle sosyalizmin öpüştüğü bir yerde duruyorum. Özetle, özgürlükçüyüm. Strasbourg Üniversitesi bana destek veren bir açıklama yaptı. Buradaki profesörler, ilk kez böyle bir şey oluyor dediler. Sonradan hatırladım, bu üniversite daha önce de Server Tanilli’ye sahip çıkmıştı. Biliyor musunuz, 1994 yılında, yani neredeyse yirmi yıl önce ben Strasbourg’a Server Hoca’yı ziyaret etmek için gelmiştim. Fransa’da eğitim için buradaydım. Paris’ten trene atlayıp Strasbourg’a gelmiş, onun evine gitmiştim. Bana güzel köfteler yapmıştı, sohbet etmiştik. O zaman 23 yaşındaydım. Nereden bilecektim, yıllar sonra aynı şehre ikinci kez, onun konumunda geleceğimi… Mısır Çarşısı’nı çok severdim. Annem eczacıydı, eski tip eczacılardandı, ilaç yapardı. “Yolgeçen Hanı” romanında onun etkisi var. Otları çok severdi annem, bizim evde hep otlar kaynardı. Mısır Çarşısı bizim için o anlamda bir cennetti. Televizyonda orada yangın çıktığını duyunca çok üzülmüştüm. Mısır Çarşısı İstanbul’un en güzel yerlerinden biri. Birçok mağaza yan yana, şimdiki alışveriş merkezleri gibi değil, tamam turistik ama biraz daha sıcak. Tanilli ve bana destek Mısır Çarşısı cennetti Solcular hep cezaevindeydi Muhalefetin kriminalleşmesi bu döneme özgü değil. Biz solcular hep cezaevlerindeydik, hep kriminaldik. 67 Eylül olaylarını bile solculara yüklemek istediler. Bazıları yeni keşfediyor ama çok daha ağır zamanlar gördük. Benim davam başlayalı neredeyse 15 sene oldu. Kaç hükümet değişti arada. O zamanlar sistematik işkence vardı. Şimdi fiziksel işkence aynı yoğunlukta değil. Ben cezaevindeyken, koğuşumuza her yeni gelen işkenceden geçmişti. Tecavüz çoktu. Gelenlerin yüzde sekseninin kolu Filistin askısından dolayı tutmuyordu. O zaman ben iki kişi için mektuplar yazıyordum. İlhan Selçuk ikisine de yer vermişti. Biri Hanım Baran’dı. 60 yaşında işkencede gördüğü tecavüzün de etkisiyle öldü gitti. Bir de işkencede kör edilen Hediye Aksoy… Onu Cumhuriyet gazetesinin de katkısıyla çıkarmayı başarmıştık. Ama şimdi duydum ki yine cezaevindeymiş. Körlüğüne, yüzde seksen iş göremez rapora ve ağır kanser hastalığına rağmen. Yani demem odur ki; bu zulüm bugün başlamadı ama bitmedi de. tımda. Babam, bunca yıllık mücadele dolu hayatında en ağır yükü sırtlandı. Kızının davasını. Kızkardeşim, işini bıraktı, ikinci üniversiteyi okudu ve avukat oldu. Şimdi onların en önemli gündemi bu dava. Çünkü suçlama çok ağır. Kaçmadım, uzaklaştım: 3 yıldır yurtdışındayım. Biraz uzak kalmak için geldim, artık dayanmıyordum, yapmak istediğim çalışmaları bitirmek istiyordum. Romanımı tamamladım. “Yolgeçen Hanı” benim için gerçek bir yolculuktu. Şimdi de tezimi yazıyorum. Bu filmden uzaklaşmak bana iyi geldi. Arada birkaç kez Türkiye’ye gidip geldim ama hemen çalışmalarıma geri döndüm. Keşke bütün bunlar olmasaydı da Marmara Adası’ndaki evimizde çalışsaydım. Bütün bakışlar üzerinizde olunca istediğiniz gibi hata yapamıyorsunuz, istediğiniz yollara giremiyorsunuz. Biraz bu yüzden de uzaklaştım. Buraya ilk geldiğimde kimse beni tanımıyordu, şimdi buradaki geniş kampanyadan ötürü, üniversitede kapıdaki görevli bile sizi gazetede gördüm, diyor. Biraz daha uzaklara gitmem lazım... Kurban seçildim: Tamam, cadıyım, annem beni “cadı” diye severdi küçük ken ama insanın başına bir şey geldiğinde “niye ben” diye sormaması lazım. Özellikle şiddete uğrayan kadınlar bunu çok yapıyor. Ben yapmamaya çalışıyorum. Ama sürekli soruluyor. O dönem herhalde bir kurban arıyorlardı, beni seçtiler. Mısır Çarşısı olayı bir bombadır politikasına ihtiyaçları vardı, bombacı arıyorlardı, genç bir çocuğa işkence ile bunu kabul ettiriyorlar. Bir taşla iki kuş vurmak istediler. Hem bu olayı bomba diye göstermek istediler hem de beni Kürt hareketi ile ilgili olarak yaptığım araştırmadan dolayı cezalandırmak istediler. Dikili’ye eş desteği İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu)Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ve arkadaşlarının ihalelerde usul hatası yaptığı gerekçesiyle cezalarının Yargıtay’ca onanmasının ardından destek ziyaretleri hız kesmiyor. Son olarak bölge belediye başkan eşleri ve sendika temsilcileri, Özgüven’in eşi Ayşe Özgüven’e, Bergama cezaevine konulan gelir şefi Halil İbrahim Tanık’ın eşi Neriman Tanık’a, meclis üyesi Bülent Karataş’ın eşi Nursev Karataş’a, Cemal Gürsel Durmaz’ın eşi Atike Durmaz’a, Reşat Akdoğan’ın eşi Filiz Akdoğan’a destek, dayanışma ve moral ziyaretinde bulundu. Dikili Belediye Başkanlığı’nda gerçekleşen ziyarete İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun eşi Türkegül Kocaoğlu ile birlikte Bergama, Çiğli, Foça, Mordoğan, Buca, Kemalpaşa, Aliağa ve Menderes belediye başkanlarının eşleri katıldı. Ankara Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık ile eşinin de bulunduğu ziyarette ev sahibi olarak Dikili Belediye Başkanı Yusuf Altıparmak ile meclis üyesi Sema Akıncı yer aldı. Özgüven ile görüşen Kocaoğlu, her zaman desteğe hazır olduklarını ve adalet istediklerini belirtti. Ziyarette Tüm Bel Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara ile yazarsendikacı Yaşar Seyman da bulundu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle