23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 KASIM 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Çok Şükür Bu Mektup Silivri’den Değil... Atak, Mücadeleci, Korkusuz.. Adalet ve Kalkınma Partisi, kalkınmayı adalete de yaymaya kararlı. Önümüzdeki günlerde bir tür idari ve pratik adalet dağıtıcısı anlamına gelen Ombudsman Yasası çıkaracak. Ombudsman veya yaklaşık Türkçe karşılığı ile (Kamu Denetçiliği) birçok AB ülkesinde bulunan bir tür “yüksek adliidari yargı yetkilisi”... Ombudsmanlığın ülkemize kurulması için birçok sivil toplum örgütü yıllardır çaba harcıyor. Sonunda, hükümet karar verdi. 15 Kasım’a kadar, Meclis’te 1 baş denetçi ve 5’te denetçiyi ombudsman olarak seçecek. İktidar, çoğunluğuna dayanarak, “6 ombudsmanın tümünü ben seçerim” diye dayatırsa, ombudsmanlık, iktidarın bir alt birimi haline gelecektir. Bundan sakınmak için, Meclis’te temsil edilen partilerin gösterecekleri adaylar da dikkate alınarak, örneğin Sayıştay üyesi seçimi gibi bir uzlaşma gerekiyor. Nitekim Ombudsmanlık Yasası daha önce çıkmış ancak Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmüştü. Ne yazık ki AKP, söz konusu yasayı 29.06.2012 tarihinde yürürlüğe koymaya yöneldi. Ombudsmanlık kurumu ayrıca 250 kişilik bir kadroyu gerektiriyor. Böyle kalabalık bir kadro elbette iktidarın iştahını kabartabilir. Ama kurumdan beklenen yararı sağlamaz. O yüzden ombudsmanlarda... En az hukuk, siyaset ve idari alanda 10 yıllık “kamu” ve “özel sektör” ve “uluslararası çalışma” deneyimi aranmalıdır. Ve mutlaka en az 1/3 kadın dengesi dikkate alınmalıdır. Yeni bir erkekler topluluğu yaratmak istenmiyorsa elbette. “Haberleşmenin gizliliği” anayasa güvencesindedir... Hem de temel insan hakkıdır. Ama bu kuraldan cezaevinde yatanlar yararlanamaz! Hüküm giymemiş olsalar da yararlanamaz! Devlet, bir tutuklunun eşine yazdığı mektubu bile ayıp ve günah demeden açar okur. Madem devlet aldırmıyor... Biz de aldırmayalım. Umutsuz bir tutuklunun eşine yazdığı mektubu burada yayımlayalım: “İddianameyi okudum ve şaştım. Bir insanın böyle deliller (?!) ile mahkemeye sevk edilebileceğini ummazdım. Fakat ne yalan söyleyeyim, kör parmağım gözüne kadar aşikâr bir suçsuzluk şeraitinde, bu kadar delilsiz bir davada adaletin herhalde tecelli edeceğine, beraat edeceğime emin bulunmakla beraber neden yattığıma ve mahkeme bitinceye kadar da yatacağıma ve neden meni muhakeme kararı almayıp mahkemeye sevk edildiğime akıl erdiremediğim için ara sıra kötü kötü düşünüyorum. İddianame benim ‘isyan ve ihtilal kokan’ kitaplarımdan bahsediyor. Düşün ki bu kitapların hepsi bugün resmen satılmaktadır. Eğer ‘isyan ve ihtilal koksalardı’ haklarında takibat yapılır, kitaplar ve ben mahkum olurduk, Türkiye Cumhuriyeti kanunları, bu kitaplar (...) hakkında bir mahkumiyet kararı vermedikleri halde, bana tebliğ edilen iddianamede böyle bir ‘suç delili’ (?!) var. Eğer bu iddia varit ise bundan benim kadar Türkiye Cumhuriyeti adliyesi de mesuldür. Çünkü en son kitabım iki sene evvel neşredilmiştir ve bu ‘isyan ve ihtilal kokan’ kitapların neşrine adliye göz yummuş verecek kadar deli, aptal ve eşek olduğumu farz edelim. Fakat bu ‘direktif’ verme keyfiyetinin kanuni delilleri nerde? Bu iddianın kanuni ispatı nerde?” Mektubun altındaki imza çok tanıdık. Ama Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a, Soner Yalçın’a veya Doğu Perinçek gibi bir tutukluya da ait değil. Olması da mümkün değil. İmza sahibi 49 yıl önce ölmüş... Mektup ise zaten 75 yıl önce yazılmış!.. Zaten böyle bir mektup şimdi yazılmaz... Ülkemizde hem “ileri demokrasi”... Hem de adında “Adalet” olan bir iktidar var! Mektup, 1930’ların 40’ların “ebedi tutuklusu” Nâzım Hikmet’in.. Eşine yazdığı mektuplar oğlu “Memet” tarafından, yıllar önce “Piraye’ye Mektuplar” adı altında yayımlanmıştı. Yapı Kredi Yayınları geçen günlerde yeniden yayımladı. Türkiye’de aydınların tarihi ve talihi, hep tekerrür edip durduğu için. Siyah Duvaklı Kadınlar AKP iktidarı öncesi. 2002 Mayıs ayı, yer İzmit. Recep Tayyip Erdoğan miting alanında konuşuyor: “Şu sisteme bakın hele, ülkede 72 bin öğretmen açığı var, sen sınavla öğretmen seçiyorsun (KPSS). Hangi akla hizmet ediyorsunuz? Bırak da öğretmenlerimiz okul seçsin, göreve başlasın, önüne niye engel koyuyorsun... O zaman niye okutuyorsun bu öğrencileri, yazık değil mi?” Bu da aynı dönemdeki Samsun mitinginden: “Buradan sözüm tüm genç öğretmen adaylarına; siz merak etmeyin, biz geldiğimizde ‘Üniversiteyi bitirdiğimde ne yapacağım, sınavı ya kazanamazsam’ korkun olmayacak, çünkü sınav olmayacak...” Bu sözler o dönem atama bekleyen kaç öğretmene, kaç anne babaya inandırıcı geldi, bilmiyorum. Bildiğim bugünkü manzara. Söylenenlerin tam tersi. Öğretmen olmuş ama ataması yapılmayan yaklaşık 400 bin genç... Umutsuz 400 bin aile... 30’u yaşamaktan vazgeçti, intihar etti. Onlardan biri, beş yıldır atanmayan Şafak Bay, kanserden ölüp gitti. İş yok güç yok. Hâlâ ailelerine yük olmanın cenderesinde, bunalımda çoğu. ??? Onca sınav rezaletine, kopyaya, şaibeye, hile ve hurdaya karşın hâlâ KPSS için borç harçla dershane kapılarında sürünenler var. Artık umudunu yitirmiş, öğretmenlik defterini açmadan kapatanlar da... Oysa resmi öğretmen açığı 200 bin, dışarıdan ücretli olarak çalıştırılan “öğretmen” sayısı 63 bin. “O zaman niye okutuyorsun bu öğrencileri, yazık değil mi?” demiştiniz Sayın Erdoğan, neden 26 yeni eğitim fakültesi daha açtınız? Geçenlerde Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bu gençleri Eminönü’nde yem bekleyen güvercinlere benzetti. Ne denli acı, ne denli yersiz, ne denli onur kırıcı bir söylem... Öğretmen işsizliğinin bu denli yüksek olması, kuşkusuz iktidarın bir politikasıdır. Altında eğitimin özelleştirilmesi, öğretmen emeğinin değersizleştirilmesi yatıyor. Onları güvencesiz koşullarda çalıştırmanın ve öğretmenleri hak kayıplarına razı etmenin yolları hazırlanıyor. Ama onlar direniyor, şubatta atama bekliyor. Her zeminde, her ortamda toplumsal duyarlılığın artması için, sorunlarına çözüm için çabalıyor. Başka çare yok, örgütlendiler. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP), hafta sonu büyük kentlerde eylem yaptı. Ücretli öğretmenliğe, haksız alan değişikliğine ve öğretmenlerin itibarsızlaştırılmasına tepki gösterdi. Soru değil, düdük çaldılar meydanlarda. Kadınlar siyah duvaklarla yürüdü, evlenemediklerinden ötürü. Eğitimin karanlık yüzüne... Düzenin üstüne... demektir. İşte delillerden biri bu. İkincisi benim kendisini çağırmadığım, evimin adresini vermediğim, tanımadığım bir delikanlıya direktif vermiş olmaklığım(?!). Tanımadığı, hatta polisliğinden bile şüphelendiği ve topu topu bir saat kadar gördüğü bir insana ‘direktif’ (?!) Tanrı’nın bana baş edemeyeceğimiz hiçbir bela vermeyeceğini biliyorum. Sadece keşke, bana bu kadar güvenmeseydi diyorum! Rahibe Theresa ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Pardon? ‘Aydın’ mı Dediniz? Bir süredir ortalarda görünmüyorlardı. Hafif yüz kızarıklıklarıyla boğuşuyorlardı herhalde. Pek isim vermeme gerek yok. Aralarında ünlü yazarlar, aktörler, gazeteciler var. Tabii ki tamamen samimi hümanist duygularla aralarında bulunan Zülfü Livaneli gibi, Cumhuriyete ve Atatürk’e olan bağlılığını kanıtlamış veya Orhan Alkaya gibi referandumda “hayır” diyen birçok isimden söz etmiyorum. Kimleri kastettiğimi siz de anladınız, kendileri de... Baştan söyleyeyim: Bir kere şahsen “demokrat” olmadıklarını biliyorum! Aralarında uğradığım kanlı saldırıdan sonra bana ulaşmış kimse yok! “Hoşgörü, esneklik” teorileri, gazı kaçmış koladan beter palavralar. Vicdanı olan hiç kimse, hiçbir insanın ölmesini istemez. Şu anda cezaevlerinde yaşanan ölüm oruçları da tabii büyük sorun. Konuşulan bazı talepler çok haklı olsa da (cezaevi şartlarının acilen düzeltilmesi gibi), diğer bazılarının böyle tehditlerle sonuca ulaşması mümkün değil. Herhalde Öcalan, böyle hamleler yapıldı diye, halk deyişiyle “villaya çıkmayacak”! Öncelikle genç insanları ölüm orucuna yollayarak siyaset yapmanın çirkinliğinden söz edelim! “İnsan bedeni üzerinden siyaset yapılmaz” sözü tartışılmaz. Bakın Kürt yazar İbrahim Güçlü’nün açıkladığı mektupta bir baba neler yazmış: “BDP yöneticileri ‘talepleri talebimizdir’ diyor. O zaman neden Öcalan hiç açlık grevine gitmedi? Kardeşleri veya BDP’li siyasiler neden buna katılmıyor? Yürüyüşlerine katılmıyorum, çünkü Apo için orada bulunmuş sayacaklar.” Farklı düşünen aileler var mıdır? Kesinlikle. Ama o zaman her ölüm orucunda, her talep kabul mü edilecek? Hukukla ilişkileri deprem geçiren bir ülkede bunun sonu nereye tırmanır? Cezaevlerinde yaşama koşullarının iyileştirilmesi ve tecrit cezasının sona erdirilmesi, tabii ki vicdanı olan her insanın ortak dileği, onu ayrı tutuyorum. Veya Türkçe bilmeyene başka dilde savunma hakkı verme talebini... Ama anadilinde eğitim bu şekilde şantaj konusu yapılamaz. Şimdi bu vesileyle gündeme tekrar “antre”lerini yapan “aydınlar”ımıza dönelim. Tabii kimse ölmesin, diyalog başlasın.. da, size ne oluyor? Sizlerin (aynen farklı sebeplerden MHP gibi!) bu ülkede yaşanan hiçbir zulüm hakkında ağzınızı açma hakkınız yok ki! 2010 referandumundan önce, “Evet oyu verenler bilsinler ki artık bu hükümeti hukuk önünde ‘sorgulanamaz’ konuma çıkaracaklar, güçler ayrılığının ölümünden sorumlu olacaklar” demiştik. Ee, peki ne oldu da uyanıverdiniz? Aklınız neredeydi, o ukala “yetmez ama evet” röportajlarında? Neredeydiniz, adım adım “hibrid” (melez) demokrasi diye yıllardır uyardığımız “ara” rejime geçilirken? Şimdi bakın ister Ergenekon, ister KCK sebep gösterilerek yazarlar hapiste çürüyor, Taksim başınıza yıkıldı, anıtlara çelenk koyma, Cumhuriyeti kutlama yasağı geldi (gerçi buna sevinmişsinizdir belki), Suriye savaşı kapıdan bakıyor, baro başkanları hukukun vefatından söz ediyorlar ve gücü ellerine geçirenler meydanı boş bulmanın dayanılmaz keyfini yaşıyorlar. Kimin sayesinde geldi bu başıboşluk? Tabii ki sizlerin! O nedenle biraz geri açılın. Çünkü artık inandırıcılığınız kalmadı. AKP iktidarının biber gazlarından, hukuk tanımazlığından sorumlu olanlar, artık kendi ayıplarıyla yüzleşmek durumundadır! İnsanda biraz utanma olur. AB ile ilişkilerden 12 Eylül referandumunun sonuçlarına, laikliğin tehlikede olup olmadığından düşünceyi ifade etme özgürlüklerinin korunmasına kadar, iddia ettiği her şey yanlış çıkmış olanların artık yapabilecekleri tek şey, edepleriyle köşeye çekilip “Bizim devrimiz dolmuş, her dediğimiz hayat duvarına toslayıp paramparça oldu” demeleri. Ama onlar kanıtlanmış iflaslarında bile hâlâ medya maydanozluğu görevlerine devam etmek istiyorlar. Bu halkın artık kimsenin küstahlığını alttan alacak hali kalmadı! Şehitlerimizin acılarını paylaşmayan, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki çam deviren hukuksuzlukları görmezden gelen, 29 Ekim kutlamalarında yaşananlara hiçbir tepki veremeyen, hatta o kitlelere bıyık altından alay ederek bakmayı refleks haline getirenler, artık gündem dışıdırlar ve halkın içine çıkacak halleri kalmamışdır. Kendisini yurttaşlarından çok daha zeki sanan, milyonların Cumhuriyet ve Atatürkçülük bağlarıyla alay ederek küçülebilen “sahte aydınlara” bu ülkenin, özellikle bu dönemde, ihtiyacı yoktur. 10 Kasım’da yüreğiniz yetiyorsa Ankara’ya gelin de, yok saydığınız halkınızla tanışın! Günah çıkarmak için nereye gidecekseniz gidin, ama artık bu soytarılığa son verin. İstediğiniz kadar medyadaki paydaşlarınızla şov yapıp gündemi zorlayın, hiçbir deterjan lekelerinizi silemez... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1/ Kürek takmak için 1 kayık ve 2 sandalın 3 yan kenarı 4 na dikine 5 yerleştirilmiş ağaç 6 7 çubuk. 2/ Brezil 8 ya’nın para 9 birimi... Zayıf, kuru, sıska. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 3/ Halı ya da kilim 1 C E L L A B E A dokunan tezgâh... 2 E G O Ş E L E K Göçebelerin konak 3 N E M R U T M A yeri. 4/ Yağı alın 4 B B A R A B A T E R mış süt, yoğurt ya 5 İ K A M E da peynir için kul 6 Y U R A E L E M İ lanılan bir sözcük. 7 E R Z E B U A T A S A G U N 5/ Resmi daireye 8 gelen evrak... Sod 9 E Ş E N T A N K yum elementinin simgesi. 6/ İstanbul’un eski adlarından biri. 7/ İsrail’in plaka imi... Tuzak, kapan. 8/ Kır ya da köy yaşamını anlatan kısa şiir... Civcivlikten çıkıp yenilebilecek hale gelmiş tavuk. 9/ Meksika’da yaygın sert bir içki... Yüz metrekare tutarında yüzey ölçüsü birimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Güney Anadolu’da yaşayan Türkmenler arasında yaygın olan ve “karadüzen” de denilen telli çalgı... Köpek. 2/ Sabahattin Ali’nin bir öykü kitabı... Nişasta ve pekmezle yapılan bir tür tatlı. 3/ XII. yüzyılda Abdülkadir Geylani tarafından kurulmuş bir tarikat. 4/ Pamuk ipliğini sarmaya yarayan el çıkrığı... Lityum elementinin simgesi. 5/ Radyo dalgalarının yankısını alarak cisimlerin yerini ve uzaklığını saptayan aygıt. 6/ Fas’ın plaka imi... Nesne, şey... Bir nota. 7/ Bir tuzla ürününün satıldığı bölgeler... Kabadayı. 8/ Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen, ince pamukludan kısa ve kolsuz giysi... Mesafe. 9/ Osmanlı Devleti’nde adli hiyerarşide ikinci en yüksek devlet görevlisi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle