19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2012 PAZARTESİ 2 Yeryüzünün dörtte üçünde ummanlarını insanlara açan denizin, insanlar arası ilişkilere de bu tür birlikteliklerin sıcaklığını getirdiği herkesçe bilinen bir gerçeklik değil midir zaten? u gerçeklik hep var olduğu içindir ki, Türkiye gibi bir ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmesi tartışılırken sorunların çözümünde her konunun denizle de ilgili bir yönünün olup olmadığı araştırılmalı ve eğer varsa doğru çözümlerle o yöne ağırlık verilmesi mutlaka sağlanmalıdır. Ulaşım politikamızın unutulmaz yanlışları arasında Karadeniz kıyılarını mahvetmiş bir “sahil yolu” cinayeti yok mu? Limanları ve iskeleleri geliştirip ülkenin özelliklerine uygun yük ve yolcu gemileriyle deniz yolunun kullanımını öne çıkarmak varken, doldurulan koylar ve kesilen burunlarla kıyıların mahvedilmiş olması unutulabilir mi? Kıyı gerisindeki sıradağlar arasından denize paralel bir demiryolu ve otoyol taşımacılığını sağlayıp kısa hatlarla limanlara ve iskelelere bağlamak daha akıllıca bir tercih olmaz mıydı? eniz yanlış çözümleri affetmez. Dolayısıyla, denize gönül verenler, ekonomik ve sosyal sorunlar çözülürken ona gereken yerin ve önemin verilip verilmediğine de göz kulak olmalıdırlar. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ceza Adalet Sistemi Ayağa Kalk! Her ülkenin ceza adalet sisteminde tutuklama kurumu vardır ve olacaktır. Bu kurumun varlığı inkâr edilemez. Fakat kimin için, hangi koşullarda ve hangi sürelerde tutuklamanın söz konusu olacağının ilkelerinin ortaya konulması ve uygulanması şarttır. Son dönemde ülkemizde görülen tutuklamanın ceza infazına dönüştüğü gerçeği, hiçbir yargılamanın adil yargılanma hakkına uygun olmadığının delilidir. Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi şey sağlamaz; yalnızca adaleti geciktirir. İyi planlanmış bir temyiz yolu sorunları çözer. Ceza infazı da ceza adalet sistemine dahildir. İyi bir infaz sistemi suçlunun iyileştirilmesine dayanır. Bu nedenle ceza infazı bir öç alma ve acı çektirme mekanizması değildir. Uluslararası boyutta kabul edilen infaz ilkelerine uygun biçimde ceza çektirmek hukuk devletinin ödevidir. Ceza çektirmek, suçluyu dört duvar arasına koymak, bir cezacının geçmişte söylediği gibi, daha iyi bir yöntem bugüne kadar bulunamadığı için uygulanmak zorundadır. Bu yapılırken suçlunun özgürlüğünün ne ölçüde sınırlanacağının da açık ve seçik belirlenmesi kaçınılmazdır. Bu kriterleri belirtmek istedim, çünkü bu ülkede yaşayan herkesin bunları süzgeçten geçirmesinde yarar vardır. Unutmamak gerekir ki, bir insanın ölüm orucuna yatması kolay bir şey değildir. Ülkeyi en iyi şartlar içinde yönetmek için kurulmuş siyasal partilerde örgütlenen ve politikayla uğraşan insanlara bu konuda büyük görev düşer. Böyle bir davranışın nedenlerini ortadan kaldıracak olan düzeni sağlamak kendilerinden beklenir. Bu özellikle parlamentoda görev yapanlar için söz konusudur. Adanmışlığın Mutluluğu CUMARTESİ akşamı İstanbul’da düzenlenmiş bir hafta sonu toplantısıydı ama bu güzel etkinliğin amacına uygun ad bulmak herhalde çok zor olmuştu: Bir “sohbet toplantısı” mı denmeliydi, yemek mi, ödül ve kutlama töreniyle inanç tazelemek mi? Hatta “balo” bile denmişti ama eşlerle gelindiği halde dans eden de yoktu. Hayır, bunların hiçbiri değil, sadece bir adanmışlığın mutluluğunu paylaşmaktan ibaretti amaç: Deniz Araştırmaları Vakfı’nın on beşinci yılını yaşamanın mutluluğu paylaşılacaktı hep birlikte. Profesör Bayram Öztürk’le sayın eşi başta olmak üzere, Türkiye’nin ve yeryüzünün denizlerini sevip temiz ve yaşanır tutmak isteyen akademisyenler, yararlarını insanlığa kazandırmaya çalışanlar, araştırma gemilerinin çetin seferleriyle kıyıların ve açık denizlerin kaynaklarını uygarlığın hizmetine sunmayı amaçlayanlar, kıtalar ve denizler arası ulaşım yollarıyla yüzyıllardır örülen bağları sıklaştırmaktan vazgeçmeyenler, kısacası deniz sevdalılarının hepsi bu bir araya gelişin mutluluğunu tatmak için oradaydılar. B B D aşlıktaki komut ne ifade ediyor? Amacı çok açık. Ceza adalet sistemini sorguya çekmek, bir başka deyişle kendisinden hesap sormak istiyor. Bu hesap nasıl sorulabilir konusuna girmeden önce, kısaca ceza adalet sistemi nedir, nerede başlar, nerede biter sorularını açıklamak uygun olur. Bunu neden yapmalı? Bu sayfayı yalnız hukukçular okumadığı için ve sonraki açıklamalara belirginlik kazandırmak için. Bir ülkenin ceza adalet sistemi denildiği zaman satırbaşları şunlardır: Ülkede suç olanla olmayanı ayıran açık ve seçik kurallar. Ceza hukuku teorisinde son gelişme, suçu koyan normda açıklık ve belirginlik ilkesi üstüne bina edilir. Suç normunun kapsamı ve içeriği hiçbir tereddüde yer vermeyecek nitelikte olmalıdır. Öte yandan ülkenin suç ve ceza politikası, suçun kamu düzenini bozan en ağır fiiller olduğu gerçeğinden hareket ederek ceza yaptırımını hak etmeyen fiilleri suç olarak düzenlememelidir. Bu, dar anlamda suçlar ve kabahatler için geçerlidir. Ceza adalet sistemi ceza yargılaması boyutunda ele alındığında, sistemin maddi gerçeği ortaya çıkaracak temellere sahip olması, çağın gereği olan insan haklarına, adil yargılanma hakkına, eksiksiz savunma hakkına dayanması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, yargıç bağımsız olur; savcı güvenceli olur. Avukat hizmetini sağlam kurallar çerçevesinde görür. Bugün ülkemizde yargıç bağımsız değildir; savcı yeterli güvenceye sahip değildir. Avukatlıkta büyük eksiklikler ve aksaklıklar vardır. Çağdaş ceza soruşturması, gerçeğin kendisi olan maddi gerçeği ortaya çıkarmanın ilk aşamasıdır. Bu faaliyet yürütülürken, özellikle deliller toplanırken, bunların hukuka uygun olmaları kaçınılmazdır, çünkü hukuka aykırı deliller yargılamada kullanılamaz. Bir başka önemli nokta şudur: Her ülkenin ceza adalet sisteminde tutuklama kurumu vardır ve olacaktır. Bu kurumun varlığı inkâr edilemez. Fakat kimin için, hangi koşullarda ve hangi sürelerde tutuklamanın söz konusu olacağının ilkelerinin ortaya konulması ve uygulanması şarttır. Son dönemde ülkemizde görülen tutuklamanın ceza infazına dönüştüğü gerçeği, hiçbir yargılamanın adil yargılanma hakkına uygun olmadığının delilidir. Çağdaş adalet sisteminde aynı nitelikteki fiiller için tek tür mahkeme kurulur. Bizde halihazırda 3 tür ağır ceza mahkemesi var. Bunu kimse açıklayamaz. Konuyla bağlantısı nedeniyle söylemek gerek, birinci yargılama sonunda çıkan kararlar ikinci bir aşamada incelenir. Hukuka uygun olanlarla olmayanlar ayrılır ve gereği yapılır. Uzun söze gerek yoktur; bu ikinci yol istinaf değildir. İstinaf zaman kaybından başka bir İlhan Selçuk Kozak Yaylası’nda Bir Çınar MEHMET BAŞARAN Düşlerinde bile dersliğindedir İsmail Erten. Cumhuriyetin “ikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” öğretmeni... Yaşam, tümüyle bir derslik ona göre. Hele Madra Dağları, Kozak Yaylası. Yiğit bir dağ Madra Dağı, ta başından beri, kale gibi dikilmiş karşısına denizden gelen yabancıların, geçit vermemiş yağmura, sömürüye. Çok zorlanmışlar, Düveler köyünü geçememişler. Düveler köyünün üç yiğidi, söylence; tüm saldırıları püskürtmüşler. İşbirlikçi Kozak ağası, boyunlarını vurdurtmuş adamlarına. Başlar düşmüş ama, gövdeler taş kesilip dimdik ayakta kalmış yiğit kayalar. Onlar, günümüzde de, direnişin simgesi kanlı kayadır... İsmail, bir aydınlanmacı. İlhan Selçuk’un ışıklı penceresinden bakıyor yaşama. Üstelik tüm karanlıkların dibi görünüyor, akıl gözüyle bakınca. İlhan Selçuk, Atatürk sevgisiyle, Cumhuriyet kazanımlarıyla yoğrulmuş, dirençli bir kişiydi. Namık Kemal, Tevik Fikret, Nâzım Hikmet gibi, çeliğine çifte su verilmiş bir aydın. Bilinci bilgeliğiyle, aydınlanma savaşımına ivme kazandırıcı. Okurlarıyla, hakça, insanca, onurlu bir yaşam imecesidir sürdürdüğü... Bursa Nutku’nda vurgulanan ortamda, Ziverbey Köşkü’nde işkencelerden de geçse; vurgun yemiş yüreğiyle sabahın köründe sorgulara da götürülse de “imece” diyor. 1960’tan bu yana yedi rengin imecesi, aydınlıktır çünkü. Her sabah insan sıcağı sesi duyulur penceresinden. Her alanda başımıza çuval geçirilerek, yeni korkular üreterek; umutsuzluklar, yılgınlıklar yaratmaya çalışanlara, yaşamı Silivri zindanına döndürmeye çalışanlara boyun eğmiyor: “Dokunsak yıkılır korkunun duvarları / Çıkar herkes zındanından / Eşsiz dolaşımı başlar kanın.” Sonra, tüm susanları: “Aydın mısın?” diyerek, silkeleyen Rıfat Ilgaz Çınarı... Şu da basın tarihimizin onurlu Marko Paşa Çınarı... Bir uğuldadı mı bu çınarlar, halkımızın özgürleşme tarihi dile gelir, yurt boyunca... Suskunluk büyüyor, Türkiye oluyor. Dedem Korkut duruşlu İsmail Erten, kabartılmış toprağa bir çınar daha dikiyor: tüm ormana, dağlara “merhaba” diyen: İlhan Selçuk Çınarı... Fırlayıp öne çıkıyor Nail, Ahmed Arif’in Anadolu şiirini okumaya başlıyor: “...Öyle yıkma kendini / Öyle mahzun, öyle garip, / Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada / Yürü üstüne üstüne; / Tükür yüzüne, celladın... / Dayan kitap ile / Dayan iş ile / Tırnak ile diş ile / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan, rüsva etme beni...” İlhan Selçuk, bir çınar gayrı Kozak Yaylası’nda. Hainleri, zalimleri, işbirlikçileri, zaman yargıcının karşısına diken, seslenen tüm dünyaya: “Bir gök böğürtleni benim sunduğum / Evrenin uyumu tadında / Kalsın bencil mutluluk kokmuş odada / Özgürlük, kardeşlik, barış / Kutsal bir imecedir yaşamak.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle