19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 2012 SALI 8 İstanbul B Edirne B Kocaeli B Çanakkale B İzmir B Manisa B Denizli B Zonguldak PB Sinop PB Samsun B Trabzon Y Giresun Y Ankara B 16 17 16 17 21 20 20 15 14 15 16 14 16 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars B B B B B B B B Y B Y Y B 15 14 13 25 21 22 18 21 15 17 13 13 7 HABERLER TARİHTE BUGÜN Oslo Y Helsinki B Stockholm PB Londra PB AmsterdamPB Brüksel B Paris A Bonn A Münih B Berlin B Budapeşte Y Madrid PB Viyana PB 4 4 5 14 11 10 10 9 9 10 13 17 11 Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam PB PB PB B Y Y PB A B Y Y PB B 14 18 22 21 10 4 15 12 12 4 8 25 20 MÜMTAZ ARIKAN 13 Kasım GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada O gün milyonlarca insanın akın ettiği Anıtkabir’e gitmeyişindeki mantıksız gerekçeyi açıklayarak Atatürk’ün adını bile duymak istemediğini kanıtladı. Madem anayasal, yasal bir suç değil, öyleyse Anıtkabir’e neden gideyim diyor... 10 Kasım’da Anıtkabir’e gitmemek elbette anayasal veya yasal bir suç değil ama; bu sözleriyle RTE; ülkede başbakanlığa kadar gelmesini Atatürk’ün yarattığı Cumhuriyet’in olanaklarına borçlu olduğunu inkâr edebilecek tıynette olduğunu açıklamış oluyor. Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanmamış, hayranı olduğu Osmanlı devletinde yaşamış olsaydı; Rize’den İstanbul’a göç eden basit, sıradan bir adamın oğlu olan RTE, olsa olsa bir nezarette (zamanın bakanlıklarından birinde) imam kültürlü, sırtında yarım yamalak duran Avrupa giysileriyle sıradan, bir kapıkulu… …Kasımpaşa’dan Babıâli’ye yaya gidip gelen bir kâtip olabilirdi... Cumhuriyetin kurucusunu inkâr etmek bir sanat ise, RTE, bu alanda gerçekten tek adam! ??? RTE’nin başkanlık amacını hukuksal açıdan yazan ve savunan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’a göre, bu sistemi günün birinde nasıl olsa Türkiye benimseyecekmiş. Olabilir ama o gün, bugün değil. RTE’nin Meclis’in seçeceği bir cumhurbaşkanı olmayı istemediğini sağır sultan duydu... Ülkenin daha iyi yönetilmesini sağlamak mı amacı? Yoksa tek sesli borazan olmak mı istiyor? Dizginleyemediği ihtirasının geçen yüzyıl Avrupa’da nam salan diktatörlerinkinden farkı yok! Başkan olsa, tek adamlığını meşrulaştırsa neler yapabilir Köşk’te?.. Bugün yaptıkları, yapacaklarının kanıtı! ??? İlla ki başkan olacak Amerika’da uygulanan sistem kabul görmüyor mu? Buyurun Türk usulü başkanlığa diyor. Nasıl olacak Türk usulü başkanlık? Sırtında küfe yok ya; o olmazsa bir başkası... “Çok farklı sistemlerin bize en ideal, faydalı yanlarını alalım” diyor. Hangi yararlı yanları alacağız farklı sistemlerden? İşareti aldı ya Bekir Bozdağ, yazmaya başlamıştır; şuradan başkana verilecek şu olanağı, buradan da başka ama farklı yetkileri bir araya getirmeye, Türk usulü Rus salatası bir sistem icat etmeye… …yegâne amacı RTE’ye Çankaya’dan devlet kurumlarına, yazara, çizere, vatandaşa höt deme olanağı sağlayacak, üstelik yamalı bohça bir sistem yaratmaya! ??? Yalakalara özgü övgüler sahne almaya hazırlanıyor olmalı. Örneğin şu dayatma: Postmodern RTE usulü başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanlığı Konutu da artık Çankaya Köşkü diye anılmayacak… Nazi tarihinde yeri olan “Kartal Yuvası” diye yazılacak! Kartal da, kartal hani? RTE! Bir de bugünden bıyığını dört köşe biçimlendirse… Başkanı faşist usulü sağ eller dimdik yukarı selamlamak yerine, örneğin sağ elin avuçlarını kalp üzerinde tutan İslam usulü selamı, ulusal olarak saptasa; Türk usulü başkanlık sistemi tamamdır! ??? Bekir Bozdağ, son demecinde, “Başkanlığı, Başbakan’a yeni bir sıfat ya da makam için talep etmiyoruz” diyor. İlahi Bozdağ! Sen herkesi kör, sağır ve budala mı sanıyorsun? Bari böyle tanımlamalar yaparak kendine güldürme insanları! 11 Kasım Pazar, Mustafa Balbay’ın yazısının başlığı “Gökyüzünün Bin Tonu...” idi. Daha yazıya dalmadan, kulaklarımda Verlaine’in dizeleri çınlamaya başladı: “Gök damın üstünde, Öylesine mavi, öylesine dingin” 1874’te mahkumiyetini çekmekte olduğu Belçika’nın Mons Hapishanesi’nde, yoğun bir iç hesaplaşma dönemi sırasında yazmış bu şiiri Verlaine. Daha sonra, Gustave Courbet’nin Neuilly Hapishanesi’nde 1872’de yaptığı kendi portresi canlandı gözümde. Cumhuriyetçi sosyalist fikirleri dolayısıyla İmparator III. Napolyon’un verdiği nişanı reddeden Courbet, imparator devrildikten sonra bile olsa bunu pahalıya ödeyecek, Vendome anıtının yıkılmasının sorumlusu olarak, 1872’de altı ay hapis cezasına çarptırılacaktır (ayrıca anıtın yeniden yapılmasının parası da ona ödetilecektir). O resimde de Courbet piposunu tüttürerek dışarıyı, gökyüzünü seyretmektedir, bir avuç gökyüzünde sınırsız bir özgürlük izlenimi bulmak umuduyla. Sonra, dostum Melih Tümer’in bir bahar günü Sağmalcılar Hapishanesi avlusundan gökyüzünü seyrederken, gördüğü uçurtmadan heyecanlanıp yazdıkları geliyor aklıma. ??? 73. doğum günümün ertesi sabahı, kendi hücresinden bize ufuklar açan Balbay’ın sözcükleriyle bir avuç gökyüzü ile özgürlük hasretini gidermeye çalıştığım günleri yaşıyorum bir kez daha. Bir Avuç Gökyüzü Hücresinden beri, bize gökyüzünün mevsimlere göre değişen renk cümbüşünü, “bin tonunu” yaşatan Mustafa Balbay yazısının sonuna doğru bir ara şöyle diyor: “Durdum... Etrafıma baktım. Havalandırmanın eni 5, boyu 14 adım, duvarın yüksekliği 7 metre kadar...” Bir avuç gökyüzü, ah o tüm içeridekilerin özgürlük tutkusu, özgürlük türküsü!.. Bir süre dalıp gidiyorum. Sonra bir silkiniyor, günün haberlerine geçiyorum. Başbakan Erdoğan’ın uçakta gazetecilere verdiği demece ilişiyor gözüm. Bir yerde Başbakan hapishaneler konusuna değinmiş ve demiş ki: Cezaevleriyle ilgili yaptığımız iyileştirmeler var. Mesela belli şartlar altında mahkumların eşleriyle bir araya gelmesini mümkün kılmayı hedefliyoruz. Tekrar dönüyorum Balbay’ın yazısına: ...Havalandırmanın eni 5, boyu 14 adım, duvarın yüksekliği 7 metre kadar. Balbay’ın 6 m2 hücresi, küçük havalandırmasını düşünüp mırıldanıyorum: Alay mı ediyor bu adam? ??? Ve meslektaşları beton tecrithanelerde çürütülürken, hiçbir gazeteci akıl edemiyor mu, bu sözler üzerine Başbakan’a onların içinde yaşadıkları koşulları hatırlatmayı? Kimse şunları söyleyemiyor mu: Beyefendi; bırakın eşleriyle bir araya gelmeyi, artık hapistekilerin göz teması bile suç sayılıyor, hiç değilse insanca bakışı esirgemeseniz onlardan... Beyefendi, 12 Eylül’ün kimi hapishanelerindeki koşulları sağlasanız içeridekilere... Kimse yanılmasın! Burada 12 Eylül hapishanelerinin veya mahkemelerinin övgüsünü yapmıyorum. Faşizmin ne mahkemesinin ne de hapishanesinin övgüsü olur. Söylemek istediğim, onların “daha iyi” oldukları değil “daha az kötü” oldukları. Türkiye’nin egemeni olacaksın, ülkede hapishanelerde göz teması suç sayılacak; aydınlar, yazarlar tabutluktan hallice tecrithanelerde çürüyecek, sonra, “Mahkumların eşleriyle bir araya gelmesini mümkün kılmayı hedefliyoruz” diyeceksin!.. Gerçekten bizimle alay mı ediyor bu adam!? Ama her önüne konanı yiyenler çoğunlukta olunca basında her türlü alay hak edilir ve yarın da katillere tanınan kimi ayrıcalıklar, düşünenlere tanınmayınca, “Biz onları mahkumlara vaat ettik; dikkat ederseniz tutuklular için bir şey söylememiştik” denilir. Obama, İnternet ve Okurlar Okurumuz Kamil Aksoy, Zeynep Göğüş ve bana… cumartesi günkü yazılarımız için sevimli bir mektup yollamış. Şunu söylüyor: “Sevgili Nilgün Hanım, Sevgili Zeynep Hanım, Merhabalar, 10 Kasım Cumartesi yazılarınızı her zaman olduğu gibi severek okudum. Ancak aynı güne denk gelen bu iki ilginç yazıyı peş peşe okuyunca kafam karıştı. Nedenini açıklayayım: Nilgün Hanım; önce sizin yazıyı okuyunca ve hele bir de internet ve sosyal ağların ABD seçimlerindeki denenmiş gücünü görünce, sizin bunu haklı olarak Kılıçdaroğlu’na da hararetle tavsiyenize gönülden katıldım. Arkasından Zeynep Hanım; sizin yazıyı okuyunca bir an duraladım, acaba yazıları anlamadım mı ya da yanlış mı anladım diyerek, dönüp her iki yazıyı yeniden okudum. Nilgün Hanım’ın yazdıklarını genelde desteklemekle birlikte, siz (Zeynep Hanım) diyorsunuz ki; İnternet çoğulculuğu beslerken elitizmi yok ediyor. Fakat demokrasiyi güçlendiriyor mu? Liderlik halkın peşinden gitmek midir? Halka yol göstermek mi? Siyasette internetin peşinde koşarak liderlik olur mu? Kafam karışmakta haksız mı? Bu durumda Kılıçdaroğlu ne yapsın? Nilgün Hanım, sizi mi dinlesin; yoksa Zeynep Hanım sizi mi? Ya da ikisinin sentezini mi yapsın (artık nasıl yapılabilirse)? Gerçekten tartışmaya değer çok hoş bir durum değil mi? Bana ve Kılıçdaroğlu’na yardım edin!” Zeynep Göğüş’ün “Sevilla’da Yağmur Güzeldir” başlıklı cumartesi yazısını okuduğumda, bazı okurların Kamil Bey’in sorduğu soruları yönelteceğini tahmin etmiştim... Bu yüzden bazı noktalara açıklık getirmekte yarar var. “İnternet peşinde koşarak evet liderlik olmaz” ve “Siyasi fikirler/siyaset; internetin içinden çıkmaz”... Zeynep’le bunda hemfikirim. Ancak internet aracılığı olmadan artık siyaset yapılamaz... İnternet kendi içinde bir değer değil, bir araç başka deyişle. Ama çok güçlü bir araç. Aracı siyasi arenada beceriyle kullanan taraf, rakibini alt ediyor. ABD seçimlerinde bunu net gördük. Seçimden hüsranla çıkan Cumhuriyetçi adayın; başka açmazları yanında rakibi Obama’dan en eksik kalan tarafı, “internet camiasıyla” kapatmayı başaramadığı mesafe oldu. Cumhuriyetçi muhafazakârlar; teknolojiyle içli dışlı Obama’yla baş edemedi. Çok basite indirgersek; internetten yararlanıp yararlanmamak... “yazıyı” kullanmaya benziyor. Okuma yazma bilmek; “yazıyı” kullanmak, katılımcılığı nasıl artırıyorsa; internet de aynı şekilde katılımcılığı güçlendiriyor. Kullanmayı bilen için, internet dolayısıyla taraftar katılımını sandıkta maksimuma çıkarmayı ve böylelikle seçim kazanmayı sağlayan bir araç oluyor. “El Pais”, bu aracın ABD seçimlerinde Demokratlar tarafından ne denli yoğun ve somut kullanıldığını anlatmak için önceki gün bir Obama kampanyası destekçisinden gelen şu mektubu yayımladı: “Yapman gereken şey www.barackobama.com’da bir gönüllü hesabı açmak! Somut veri ve bilgilerle, oradan sana bir isim listesi ve telefon numaraları veriliyor. Bu isimlere sonra, oy vermeleri için parti adına telefonla çağrı yapman isteniyor. Arayacağın şahıs ABD’nin herhangi bir eyaletinde bulunabiliyor. (Saat farkı nedeniyle) araman için uygun saatler de numaraların yanında bildiriliyor. Ben şahsen Virginia’lı bir hanımı, anne babasını da sandığa götürmesi için ikna ettim. Bunu yaptığım sırada, aynı kafede yanımda oturan bir arkadaşım da, Pensilvanya’dan bir kararsız seçmeni Obama’ya oy vermeye telefonla ikna etti.” Sokakta kapıdan kapıya yapılan kampanyada da keza, aynı internet kampanyası uzantısı bağlamında, “somut verilerle” devreye giriyor. “Obama gönüllüsü mektubunu” alıntıladığım “El Pais” makalesi (11 Kasım) misal! “(Obama taraftarlarının uğradığı) kapılar rasgele çalınmıyordu” diyor: “Gönüllüler hangi kapıyı çalacaklarını; kapıyı açacak şahısların ismini, o şahsa verilecek ayrı/spesifik mesajları (seçmenlerin kişiselleştirilmiş öncelikleri bağlamında) evvelden biliyordu.” “A” seçmeninin oyu, örneğin ilk elden önem verdiği “işçi hakları” üzerinden talep edilirken; “B” seçmeni, bizzat onun olmazsa olmazı sayılan “sağlık sigortası” ya da “kadın haklarıyla” “markaja” alınıyor… “Kişiden kişiye” yapılan, çok geniş katmanlı ve geniş katılımlı seferberlik içinde yürütülen kampanyanın farklı evrelerinde “internet aracı” farklı biçimlerde devreye sokuluyor… Buna karşın Obama, benimsediği ve savunduğu “siyasi fikirlerin yönünü” internette sormuyor. İnternet, Obama’ya yön vermiyor. Obama, internete yön veriyor! ABD Başkanı’na seçim kazandıran “siyasi yön”, son kertede tasavvur edilebilecek “en geniş zayıfların koalisyonunu” bir araya getirmek şeklinde çizildi. Hedef kitlesini önden “siyahlar, İspanikler, Asya kökenli Amerikalılar ve kadınlar” üzerinden belirleyen Obama, bu kesimleri sağlanabilir en yüksek katılımla sandığa taşımanın aracı olarak interneti kullandı! Bunu dünyayı şaşırtan bir isabetle başardı. Sonuç: İnternet lider çıkarmaz. Ama fark yaratır ve seçim kazandırır! Sevgili Zeynep Göğüş’le çok farklı şeyler söylemiyoruz. ‘MİT hükümet ve Genelkurmay’a Ergenekon’u anlattı, birşey yapılmadı’ Saygun brifingi sordu İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasında, Balyoz davasından 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış bulunan eski 1. Ordu Komutanı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Ergin Saygun, emekli Albay Dursun Çiçek’in savunma tanığı olarak ifade verdi. Hastaneden ambulansla getirilen Saygun, birlikte çalıştığı birçok arkadaşının davada sanık olduğuna dikkat çekerek “Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ve Genelkurmay İkinci Başkanı Hasan Iğsız’ın silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yargılanmasından büyük bir üzüntü duyduğumu öncelikle belirtmek istiyorum” dedi. Davanın 259. duruşması dün gerçekleştirildi. Tedavi gördüğü hastaneden ambulans ile getirilen Saygun, salona baston yardımıyla yürüyerek girdi. Başkan Hasan Hüseyin Özese, dava dosyasında bulunan bir ihbar mektundaki “Eylül 2007 tarihinde Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’un emri ile üniversitelerden bir kısım akademisyen ve CHP yönetiminden bazı politikacıların desteği ile dönemin Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Nusret Taşdeler himayesinde Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda şube müdürü olarak görevli kurmay albayların kamuoyunu yönlendirmek maksatlı faaliyetlerine tanık oldum” şeklindeki iddiaları okundu. Saygun’un “imzasız ihbar mektuplarının kanunlara göre delil niteliğinin bulunmadığını” söylemesi üzerine Özese, “Hukuki vasıflandırma yapmayın” diye uyardı. İnternet fark yaratan araç CHP’DEN ‘ERDOĞAN’I DA DİNLEYİN’ ÖNERİSİ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu; çalışmalarının finalinde CHP’li üyelerin başvurusu üzerine, en zor kararıyla karşı karşıya kaldı. CHP Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş, 27 Nisan bildirisiyle ilgili Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ve dönemin kuvvet komutanlarının da dinlenilmesini istediklerini söyledi. CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker de eski Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ı dinlediklerini anımsatarak komisyonda bir tarafı dinlediklerini, bunun diğer tarafının Başbakan olduğunu dile getirdiklerini ifade etti. Şeker’in önerisine MHP Milletvekili Özcan Yeniçeri de destek verdi. Darbe komisyonu; Erdoğan’ın dinlenip dinlenmeyeceği kararını çarşamba günkü toplantısında karara bağlayacak. Balyoz sanığı annesini kaybetti Ziyarete giderken acı haber geldi Haber Merkezi Balyoz davasından 2011 Şubatı’nda tutuklanan emekli Tuğgeneral Mustafa Kemal Tutkun’un 2 yıldır tedavi gören ve cumartesi günü yaşamını yitiren annesinin ölüm haberini, 1 aydır almaya çalıştığı iznin verilmesinin ardından yolda aldığı öğrenildi. Tutkun’un annesi Hüsniye Tutkun, memleketi Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Çınardere köyünde toprağa verildi. Emekli Tuğgeneral Tutkun, cenaze töreninin ardından taziyeleri kabul ederken, avukatı Mehmet Altın da bir açıklama yaptı. Altın, “Müvekkilimin annesini görebilmesi için yaklaşık 1 aydır izin almaya uğraşıyoruz. En sonunda heyet raporu istendi. Onu da aldık. Mustafa Paşa, annesiyle görüşmek için izinli olarak cezaevinden çıktı. Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne doğru yol alırken, hastaneye varmaya yarım saat kala annesi hayatını kaybetti. Paşamız acı haberi yolda aldı. Umarız bundan sonra bu tür olayları yaşayanlar bunlarla karşılaşmaz” dedi. Özese, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın basında yayımlanmasının ardından belgenin hazırlandığı iddia Silme ve imha edilen Bilgi Destek Dairesi’nde kullanılan bilgisayarların silindiği, silme ve imha işleminin de sizin sekreteriniz olan Uğur Berksun’un kontrolünde gerçekleştiği iddia ediliyor” diyerek Saygun’dan bildiklerini anlatmasını istedi. Saygun, bu kırpma ve silme işleminin 2009’da yapıldığını, kendisinin ise 2008’de Genelkurmay 2. Başkanlığı’ndan 1. Ordu Komutanlığı’na atandığına dikkat çekti. Saygun, silme işlemine nezaret ettiği iddia edilen Berksun’un da o tarihte karargâhta bulunmadığını ifade etti. Saygun “Ayrıca benim 27 Nisan bildirisini de yazdığım iddia edildi. Bunlar doğru değil” şeklinde açıklama yaptı. Birinci Ordu Komutanlığı’na atandığında, kullandıkları bilgisayarlarda doğal olarak silme işlemi yapıldığını kaydeden Saygun, “Hukuksuz bir işlem yapılmamıştır” dedi.“Ayışığı”, “Yakamoz” ve “Sarıkız” darbe planlarından haberini olup olmadığının sorulması üzerine Saygun “Basından duydum. Ayrıca ben o dönemde yurtdışındaydım” dedi. Saygun, Ergenekon iddialarına ilişkin “Ergenekon dava dosyasından okuduğum kadarıyla MİT, hükümet ve Genelkurmay Başkanlığı’na 2003 ve 2006 yıllarında Ergenekon ile ilgili brifing vermiş. Ancak neden kimse bu konuda bir şey yapmadı?” şeklinde açıklama yaptı. ‘Belge değil bilgi verdim’ Duruşmada daha sonra emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün darbe planlarını kendisine verdiğini söylediği stratejist Faruk Demir tanık olarak dinlenildi. Demir, Amerikan Büyükelçiliği’nde siyasi müsteşar olarak çalışan Kunstadter’in kendisine “Dönemin genelkurmay başkanı ile bazı üst düzey komutanlar arasında fikir ayrılığı olduğuna” ilişkin 1 sayfalık belge verdiğini, kendisinin de bunu Genelkurmay’a gönderdiğini anlattı. Demir, “Ersöz’e bu konuda bilgi verdim, ama belge vermedim” dedi. Savcı Pekgüzel, Mustafa Balbay’ın 2003’te gazetemizde yayımlanan “Genç subaylar rahatsız” başlıklı haberine gönderme yaparak ‘Genç subayların tedirgin olduğunu’ duydunuz mu” diye sordu. Demir “Genel bir huzursuzluk vardı. Hükümet konusunda değil, Irak harekâtı sonrasında güvenlik konularında. Ama 27 Mayıs’ı hatırlatacak bir huzursuzluk yoktu” dedi. (Ayrıntılar www.cumhuriyet.com.tr’de ) Gönüllü anlatıyor… Mustafa Balbay’ın saati durdu... İstanbul Haber Servisi Silivri Cezaevi’nde Ergenekon Davası’ndan tutuklu bulunan CHP İzmir Milletvekili, gazetemiz yazarı Mustafa Balbay’ın eşi Gülşah Balbay, görüşe gittiğinde infaz memurlarının kendisine Balbay’ın saatini verdiğini belirterek eşinin yıllardır kolundan çıkarmadığı saatinin rutubetten işlemez hale geldiğini söyledi. Gülşah Balbay’ın, Facebook’ta paylaştığı mesajı şöyle: “... Dönüş yolunda eşimin tenine yıllardır sarılı duran saati imrenerek elime aldım. Saat o eski saat değildi. Rutubetten işlemez olmuş. Akrep ve yelkovan üzerindeki oksitlenmeyi artık kaldıramamış. Çarkları durmuş. Rakamlar yeşile çalıyor. Silivri’nin rutubetine metal üç buçuk sene dayanamadı. Ama orada yatan gazeteciler, askerler, akademisyenler yılmadan, çürümeden, teslim olmadan hâlâ dimdik duruyorlar. İşte aydınlığın gücü bu olsa gerek.” PEN’den Silivri’ye ziyaret isteği İstanbul Haber Servisi CHP İzmir Milletvekili ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, PEN Uluslararası Başkanı John Ralston Saul’a mektup yazdı. Balbay mektubunda özetle şunları kaydetti: “Türkiye’de bugün ne yazık ki kitabı bomba kadar tehlikeli bir terör malzemesi sayan siyasi iktidar hüküm sürmektedir. Türkiye’de iktidara muhalif kitap yazmak, cesaret gerektiren bir davranış haline gelmiştir. Bütün bunlara karşın Türkiye’de yazarlar, cezaevi koşullarında da üretmeye devam etmektedir. Size her koşulda üreten yazarlar ülkesine hoş geldiniz diyor. Görüşebilmeyi umuyorum” dedi. PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi Direktörü Sara Whyatt da 15 Kasım’da İstanbul’daki “Dünya Hapisteki Gazeteciler Günü” etkinliğine katılacaklarını,16 Kasım’da da Balbay ile görüşmek istediklerini kaydetti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle