Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8 EKİM 2012 PAZARTESİ 6 KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ Venedik’ten ‘Geleceğin Aslanı’ ödülüyle dönen ‘Küf’te ilk başrolünü üstlenen Ercan Kesal’la sanat ve hayat üzerine ‘Bu mücadele, inat sürecek’ icdanının terazisini kayıp oğlunun peşinde arayan yenik ama dirençli baba, Fransız şansonları söyleyen Yozgatlı pavyon şarkıcısı, iştahı kabarık, ruhunu satmış belediye başkanı, köye yolunuz düşse yabancılık çekmeden yer sofrasına kurulacağınız muhtar… Liste gitgide uzuyor... Meslek hanesinde doktor yazan Ercan Kesal, aslında elini attığı (kendini tutamadığı da diyebiliriz) her işte, böyle aslında. Bildiği bir şey var, belli ki ne yapsa ondan, o boşluğu doldurma gayretinden. Oyunculuğu ve hikâyeleriyle dahil olduğu sinema dünyası bunlardan sadece biri. Ali Ayşit ? “Benimki bir çe dın’ın Venesuçluluk duygusu. dik’ten “Genç rde Aslan” ödülunduğunuz bir ye Bu lüyle dönen me sorun varsa ve çözü “Küf” filminde e dair bir müdahaled ilk başrolünü z si o üstlenen Kebulunmuyorsanız, sal’la, “En İyi sorunun Erkek Oyuncu” Hekim kategorisinin idmüsebbibisinizdir. dialı adaylarınolarak hastamla dan biri olduğu onu kurduğum ilişkide, Altın Portakal n sadece “bana ağrıya Film Festivali önbenim cesinde görüştük. yerini gösteren ve Doktorluk ve te yazdığım biri” çe re sanat; kanlı canlı um. olarak algılamıyor gerçek ve estetize işimi bir yanılsama, Ona karışmazsam taklit… İnsanın iyi yapmadığımı aklına gelmiyor hissediyorum.” değil, bu iki zıt ve iç içe durum birbirinden nasıl besleniyor da bir araya geliyor? Bütün sanatsal yaratıların temelinde varoluşsal bir sıkıntı, bunun bir çaresini arama merakı olduğunu düşünüyorum doğrusu. Milyar yıldır dönen ulu bir dünyaya geldik, “bundan sonra ne olacak” soruları da aslında sanatın, sanatçının alanını oluşturuyor. Hepimiz bunun üzerinde yer alıyoruz. Akıl baliğ olduğumdan beri düşünüyorum, bu dünyada niye yaşadığıma dair şeyler. Bu, bazen politik anlamda, bazen yazarak çizerek tezahür eder, bazen meslekle ilgili adanmışlıkla, feda duygusuyla… Hekimlik bile isteye seçtiğim ve çok da sevdiğim bir meslek. İlk anatomi dersinde kadavrayla temasta, kocaman bir boşlukta ve hiç olduğunuzu düşünmeye başlarsınız. Ondan sonra içinizde tuhaf bir hayal kırıklığı oluşur, bende hâlâ devam ettiği gibi… Şu hayal kırıklığı dediğiniz yeri biraz açsanız… O, hiçbir şeyle dolmayan boşluğu… Hiçbir sorunun tam anlamıyla verilmiş bir cevabı yok. Bunun için bitmek tükenmek bilmeyen bir hayal kırıklığı. Keşke bütün maz “Küf”te sert bir konuda hem de başlumların sesi duyulsa, keşke bütün yoksullar rolü üstlendiniz. Üstelik ilk uzun metrajıgündelik hayatlarını sorunsuz götürebilse… nı çeken bir yönetmenin filminde.? Nasıl Son derece basit şeyler. Bitmek tükenmek bilteslim oldunuz? meyen iktidar duygusu, hükmetme isteği… Güçlü bir biçimde insanın hayat ve ölümle Sanki Dostoyevski’nin karakterlerinde öne çıilişkisini anlatıyordu senaryo. Bir insanın her kardığı o özellikler, hep insanlıkla birlikte var ne olursa olsun oğlunun bir parçasına ulaşma olmuş ve bundan sonra da olacakmış gibi… arzusu… Basri’nin, oğlunun katillerini ararken kendi içindeki katille karşılaşıp ne yapaanat ve hayat cağını bilememesi... Hikâye, çok iyi işlen Sanat bu noktada devreye girerek neyi mişti senaryoda. “Üç Maymun”daki siyasağlıyor? setçi, “Vavien”deki gece âlemini iyi bilen Hayatı katlanılır hale getiriyor. Tam da bubıçkın adam. “Bir Zamanlar rada, sık sık anlattığım tuhaf bir metafor var. Anadolu’da”ki muhtar.. Onları tanıyordum Kurosawa’nın yönetmen olarak rolünü tarif da, bu adamın kim olduğunu bilmiyordum. ederken anlattığı bir hikâye bu. 18 yıl bir adam oğlunun peşinden nasıl dolaEski Japonya’da sokaklarda kurbağa yağı şır, bilmiyordum. satıcıları olurmuş. Bu satıcılar, önce iki kafalı, Ne yaptınız peki, neyin peşinden gittialtı bacaklı hilkat garibesi bir kurbağa bulup niz? sonra bu kurbağayı aynalarla dolu bir cam kaBir ara kayıp aileleriyle görüşmeye çalışfesin içine kapatırlarmış. Kurbağa o aynalı tım. Sonra Ali’yle araya mesafe koymanın prizmanın içinde kendini daha da dehşetli ve doğru olacağı kanaatine vardık, vazgeçtim. çirkin bir halde görünce kendisinden korkar Sonra Cumartesi Anneleri’ni ziyaret ettim. ve derisinden bir yağ salgılarmış. Satıcılar işte En azından jest ve mimiklerini, rutinleşbu yağı bir iksir, merhem haline getirirlermiş. miş ama derinlerdeki inanılmaz acıyı anlaVe bu yağ, bütün yaralara, acılara iyi gelirmiş. Kurosawa, biz diyor, insanların kendileriyle edemediğimiz, şahit olduğumuz şeylerdir siilişkili gördükleri şey karşısında yaşadıkları nemacının perdeye yansıttığı. korkuyla birlikte yağ salgılamalarını sağlarız. Durunca delireceğini sanan insanlarBiz yönetmenler de o yağla kendi merhemidansınız anladığım kadarıyla. Çünkü dokmizi buluruz. torluğun yanında sinema, işin sadece görüAslında kendimize bakarak korkuyoruz. nen yüzü. Radyoculuk, yayıncılık, akadeSahnede, sinemada gördüğümüz şey kendimik çaba, spor kulubü başkanlığı, belediye mizden başkası değil ki. İçimizde kalan, itiraf V Fotoğraf: VEDAT ARIK ÖZLEM ALTUNOK yettir. Ben hekim olarak hastamla kurduğum ilişkide, onu sadece “bana ağrıyan yerini gösteren ve benim reçete yazdığım biri” olarak algılamıyorum. Böyle bir ilişki kuramıyorum. Reçete yazarken aklıma hakikaten “bu adam o ilacı alabilecek mi” gibi sorular geliyor, sormazsam rahat edemiyorum. O da başka bir şey söylüyor, bu sefer önüme başka bir görev açılıyor gibi oluyor. Ona karışmazsam, işimi iyi yapmadığımı hissediyorum. Bunu bazen abartıyor olabilirim, ama şimdi daha derli toplu, iyi kullanacağım şekle dönüştürdüm. Yaşla, büyümekle mi ilgili bu karar? Hayır, çocukla ilgisi var. Poyraz’dan sonra oldu bütün bunlar, çünkü bana ölümlü olduğumu hatır? “Gördüğüm, ba ktığım lattı. Psikoloşey şu: Bu dünyada jide vardır zazalimlerin tarihi m ten; çocuk i yapmadığın yazılıyor yoksa zaman ergen mazlumlar kendi ta kalırsın. Oysa rihini mi yazacak? Ben bu çocuğunuz olsaflaşmada hep duğunda, bir sürekliliği, dönmazlumlardan yana yer güyü görüyoralmak gibi bir inan sunuz. Babanız ca, inada sahibim. Haz ölüyor, sonra ır bir çocuğunuz büreçete yok, bunu yüyor, bir dönüanladım. Ama bu şüm yaşıyor, tamücadele, inat süre mam diyorsunuz, ce ta ki insanlık kend k; benden sonra da i o devam edecek. vicdanı ve ahlakıyl a Bu, zaten hep barışıncaya, mazlu mların böyleydi de, bunahı kalmayıncaya de dan sonra daha sak.” kin bakıyor, o noktada da daha verimli olmaya başlıyorsunuz. Şimdi ertelemek gibi bir şansım yok, yapabileceğim şeyler varsa bir an önce yapmalıyım. Oynamak ne kattı, ne fark ettirdi peki? Hayatımda ilk kez “Uzak”la kamera karşısına geçtim. Daha sonra profesyoneller benim oyunumu takdir ettiklerinde şunu fark ettim. Ben rol yapmayı bilmiyorum, oyuncu anksiyetesi de yok bende. Bu yüzden sadece o kahramanla ilgili içimde ona benzeyen şeyi arıyor, ortaya çıkarıyorum. Bu el yordamıyla bulduğum bir şey. Ben oynarım, en fazla oynamam giderim. Ama sanki oyunculuğu çok istemişsiniz bir yandan da. “Uzak”taki o sadece bara giren adam rolü için, sete 8 kostümle gitmişsiniz. Bu mükemmeliyetçilikle, üstlendiğin işi iyi yapmak istemekle ilgili… Nazan bana Nuri’nin “Uzak”ta böyle küçük bir rol oynamamı istediğini söylediğinde ilk, “o adam kim” dedim. İşadamı mı, kabaydı mı, işsiz mi? Kim olduğunu merak ettim, kimliğinin kıymetli olduğunu düşündüm. Belki de böyle başladı benim hassasiyetim. ? “Sanat, Cannes’da biri ha size “Bu yüzde hem katlanılır h yatı bir katili hem de getiriyor. S ale ahned müşfik, sevecen bisinemada e, rini görüyorum” gördüğüm demiş. Bu, ne ankendimizd üz şey lam ifade ediyor en b size? değil ki. İçim aşkası Bunu iki kişi iz kalan, itira de söyledi. Bunlaredemediğim f dan biri Angelopoulos… Son olduğumuz iz, şahit filmini çektiği sinemacının şeylerdir perd günlerde, bir yansıttığı.” eye Kız Kulesi sahnesi çekmek için İstanbul’a geldiğinde söylemişti. “Sen başkasın, yüzünü bir kez görmek unutmamayı getiriyor. Özel bir yüzün, auran var” demişti. Bir de Cannes’da ön jüriden biri, “Oyunculukla ilgili iyi bir malzemesin” demişti. Ben bunun yaşanmışlıkla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Onlar insanın içine, fıtratına, hamuruna yerleşiyor. Bir de ortalığı sürekli kontrol etme durumu vardır bende. Bu da sürekli olarak karşınızdakine göre kendinizi konumlandırmayı getiriyor. Karşımdakine bırakmıyorum işi kendim kıvrılıyorum, değişiyorum. Oyunculuklarda işe yarayan bir şey bu. Birbirinin devamı olmayan farklı karakterler oynadım şimdiye kadar. Bu da hoşuma gidiyor. O zaman gelelim yeni filmlere, yaşanmışlıklara… “Küf” görücüye çıktı ama arkadan Mahmut Fazıl Coşkun’un “Yozgat Blues”u ve Onur Ünlü’nün filmi geliyor bildiğim kadarıyla. Yozgat Blues’un çekimleri bitti, 2013’te çıkacak. Orada da başroldeyim. Fransızca şarkı söyleyen, peruk takan tuhaf bir adamı oynuyorum. Gerçek anlamda omuzladığım ilk film “Küf” tabii. Onur Ünlü’nün filminde de varım. “Sen Aydınlatırsın Geceyi” isimli siyah beyaz bir film. Güçlü bir senaryo. Kasaba doktoru rolündeyim. Şu sıralar da Mardin’de Sermiyan Midyat’ın yönettiği, 1950’lerde geçen bir dönem filminde, Midyat belediye başkanını oynuyorum. Direnen Ülke Aydın Açmazı İki konuda kısa saptama yapacağım. İlki, haksızlıklarahukuksuzluklara karşı direnen ülke gerçeğidir. İktidarın hukuktaki, yargıdaki düzenbazlıklarına karşı kimse yılmadı ve iki dava çökertildi; bunlardan biri uyduruk Balyoz Darbe Planı’dır diğeri de Odatv davasıdır. Tabii eşzamanlı olarak, Gölcük’te donanmaya karşı açılan fuhuşcasusluk dava ve iddialarının çökmesini de bunlara eklemek gerekir. Balyoz davası çökertilmesine rağmen, beklendiği gibi ağır ceza hükümleriyle sonuçlandı. Ancak verilen cezalar, sahteliği, sahtekârlıkları ortaya çıkarılmış bir davadır! Bu çok önemlidir. Mahkeme, lime lime edilmiş ve ortada ciddiye alınacak tek bir suçlama kalmamış bir davaya cezayı kesmiştir. Bu, mahkemenin niteliğini, siyasiliğini, kararlarındaki hukuksuzluğu ve vicdan yokluğunu gözler önüne sermiştir. Balyoz davasının en son hükmü beraat olacaktır. Başka çaresi yoktur. İçeridekilere yazıktır, dışarıdakilere yazıktır, hukuka yazıktır, Türkiye’ye yazıktır. Balyoz iddialarının ilk zamanlarda topluma sunumunu dikkate alacak olursak, kısa sürede, bir yıl içinde bütün iddialarının çökertilmiş olması, büyük başarıdır... İşin ilginci, bu davanın çökertilmesinde CHP’nin zerre kadar katkısının olmamasıdır. Avukatlar ile Balyoz ve Gerçekler sitesinde bilimsel ve titiz çalışmayla bulguları bir bir açıklayan Çetin Doğan’ın kızı ve damadını burada bir kez daha vurgulayalım... Ergenekon’da da Balyoz’un benzeri mahkemesi cezalar vermek zorundadır. Çünkü burası da diğeri gibi normal bir mahkeme değildir. İpi çekilmiş bir mahkemenin ipi çekilmiş sahipleri hüküm vereceklerdir. Ergenekon davasının, Balyoz’daki gibi merkezi bir “sahibi” yok. Ergenekon davasındaki hukuksuzlukları ve ileri sürülen delilleri tıpkı Balyoz’da olduğu gibi bilimsel ve nesnel olarak sistematik olarak inceleyerek bir internet sitesinde yayına koyacak bir “sahip” aranmaktadır! Ergenekon da Rodrik’lerini bekliyor! Acilen ve hemen! ??? AYDIN AÇMAZI: T24’te Murat Belge ile yapılan röportajı okudum. Soru: “Balyoz davası tartışmalı kararlarla sonuçlandı. Siz bugün baktığınızda Balyoz’u nasıl değerlendiriyorsunuz? Yanıt: “Dava, mahkemelik bir davadan öte Türkiye’nin ezelden beri meselesi olan ülkeyi kim, nasıl yönetecek sorusunu yargıya taşıdı. Soru: “Yargılanma sürecindeki soru işaretleri sizin için önemsiz mi?” Yanıt: “Hukuk önemsiz” denilemez, haksızlıklar düzeltilmeli. Ama davanın Türkiye tarihindeki ağırlığı düşünüldüğünde hukuk ister istemez eziliyor.” Yazık dedim kendi kendime. Belge, dava seyrini ve sahte delilleri bilmeden konuşacak adam değildir. Ama hukuk karşısında vurdumduymazlığı yürek burkutucu ve kendini inkâra kalkışmaktır. İlk soruya verdiği yanıt, siyasi yargılamaya işaret ediyor. İkinci yanıtında ise bu tür siyasi davada hukuk ister istemez eziliyor diyerek, yapılanları mazur hatta hukukun ezilmesini normal ve belki de haklı görüyor, denebilir. “Hukuksuzluklar düzeltilmeli” isteği gerçekleştiğinde, ortada Balyoz Darbe davası kalmaz, kalmayacaktır! 2000 bine yakın sahtelikten ve devlet içinde bir çetenin sahte delil üretmişliğinden bahsediyoruz. Belge, bunun farkında mı? O zaman, ya bu davanın tamamen sahte delillere dayandığını kabul ederek reddecektir ya da çok net olarak “Önemli olan hukuk değildir; hukuk, siyasi hesaplaşmada kullanılan bir kılıf, bir araçtır, bu da başarıyla gerçekleşmiştir, hukuksuzluklar işin teferruatıdır ve olayın doğasına uygundur” diyecektir. Aslında yanıtlarına bakın, bunu demek istediğini de görürsünüz. Yazık... O zaman örneğin Yassıada yargılamalarındaki hukuksuzluklara ve siyasi yargılamalara da karşı çıkmak hakkınız sıfırdır. Bugünün, gelecek için attığı başka hukuksuzların tohumlarını da onaylamaktadır. İktidarın yine bütün karşı çıktığınız diğer icraatını da “Türkiye’yi kim yönetecek” sorusu kapsamında aklamanın kapısını aralarsınız... O takdirde ortada konuşacak bir şey de kalmamış demektir.. Aydın meselemizin kökeninde ne yatıyor? ‘O adam kim?’ 18 yıl oğlunun peşinde bir baba maya çalıştım. Ali, somut bir derdin, faili meçhuller sorununun peşine düşmek yerine, bu sorunun merkezindeki adamın duygularını anlattı. Hayatını sürdürmek zorunda olan adamın ruhsal dünyasına uzandı ve ortaya daha evrensel, sıkı bir şey çıktı. Bir babanın, erkeğin gözünden kayıp hikâyelerinin tanığı olmamıştık pek... Babaoğul ilişkisi daha soğuk, mesafeli olsa da daha derin. Babalarımızla olan meselemiz hiç bitmez. Babalar bunu bilir ama o eşiği pek aşamazlar. Anne kadar kolay da ifade etmez baba duygusunu. O kayıp duygusunun derinliği net ifade edilmediği için de daha yakıcı hissediliyor. Bizim hikâyemizde adamın karısı ölmüş, oğlunun kemiklerine ulaşmaktan başka bir gayesi yok. Hikâyeyi onun üzerinden anlatmak filmi derinleştirdi ve yakıcı yaptı. Ya sizin hikâyeniz, çekmek istediğiniz bir film olduğunu biliyoruz… 2013 ortalarında inşallah. Yönetmenlerden neyi, nasıl yaptıklarını biraz daha öğreneyim de... Senaryomu epeyce rötuş ettim. Onunla da yüzleşmeliyim artık. başkanı adaylığı ve daha bir sürü şey var. Benimki daha çok, bir çeşit suçluluk duygusu. Bulunduğunuz bir yerde sorun varsa ve çözüme dair bir müdahalede bulunmuyorsanız, siz o sorunun suçlusu ve müsebbibisinizdir. Belki de bu bizim 80 öncesi kuşağın birçoğunda olduğunu düşündüğüm bir hassasi S Pablo Neruda’yı anma gecesi ? Kültür Servisi Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi, merkezi Kolombiya’da bulunan Dünya Şiir Hareketi öncülüğünde, 30 ülkeyle eşzamanlı olarak Pablo Neruda’yı anacak. 30 Ekim 2012 Salı akşamı saat 19.00’da Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi’nde gerçekleştirilecek olan etkinliğe konuşmacı olarak Neruda’nın şiirlerini Türkçeye kazandıran Hilmi Yavuz, Ataol Behramoğlu ve Tozan Alkan katılacak. Açılış konuşmasını akademinin başkanı Enver Ercan’ın yapacağı geceyi Gülsen Tuncer sunacak ve Neruda’nın şiirlerini okuyacak. C MY B C MY B Şiddet, dönüşüm, hız, kutuplaşma, ileri demokrasi, sürekli değişen gündem… Bugünün Türkiye’sine bakınca nasıl bir manzara görüyorsunuz? Beni artık, adlandırmalar, tarifler kesmiyor. Gördüğüm, baktığım şey şu: Bu dünyada zalimlerin tarihi mi yazılıyor yoksa mazlumlar kendi tarihini mi yazacak? Ben bu saflaşmada hep mazlumlardan yana yer almak gibi bir inanca, inada sahibim. Hiç kimse bir şeyleri çabucak halledemeyecek, bir şey öneremeyecek. Hazır bir reçete yok, bunu anladım. Ama bu mücadele, inat sürecek, ta ki insanlık kendi vicdanı ve ahlakıyla barışıncaya, mazlumların ahı kalmayıncaya, sesi iyileşinceye dek. Bunun başka bir yolu yok gibi. Spartaküs’ün mücadelesiy n e t ’ s ü k Sparta . . . e n ü g bu le bugün sokaktaki yoksulların isyanını çok da ayırt etmiyorum açıkçası. Bana bir yer, bir rol bahşedilmişse, tabii ki yoksulun, ezilenin yanındayım. Onların yanında durmak, omzuna dokunmak, sesi olmak bana iyi geliyor. Elimden de başka bir şey gelmiyor. Oysa bir ara Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na adaylığınızı koyarak politikaya girmek istemiştiniz… Bir sürü şey yaptım ettim, kıldım da, bütün bunların hepsini bir sepette toplarsam orada kendime bir iktidar oluşturur ve yapmak istediklerimi daha kolay yaparım diye bir hisse kapılmıştım. Bakın burada da aynı tuzağa düşüyorsunuz, bir hükmetme isteği, erk, güç talebi sizi yakalıyor. Bana göre değilmiş. Ondan kurtulduğum için iyiyim. Roman Kahramanları’nda ‘Aslan Asker Şvayk’ ? Kültür Servisi Üç aylık edebiyat dergisi Roman Kahramanları’nın 12. sayısı raflardaki yerini aldı. Derginin, Balkan Savaşları’nın Türk edebiyatındaki izlerini aradığı bu ayki sayısında, şovenizmi mizahi bir dille konu edinen Yaroslav Haşek’in “Aslan Asker Şvayk” adlı eseri masaya yatırılıyor. Bu bölümde, kitabı aynı zamanda Türkçeye kazandıran Celal Üster’in, “Aslan Asker Şvayk Dört Dörtlük Bir Karşı Kahraman” başlıklı yazısını okumak mümkün. Derginin bu ayki sayısında ayrıca, korku edebiyatı konusu işleniyor.