19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 EKİM 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyet’e Sahip Çıkmak Ulusal Bayramları Kutlulamak! İki bayram birden yaşadık... Kurban ve Cumhuriyet... Kurbanlar kesilecek, kurban paraları toplanacak, deriler THK’ye verilecek... Çocuklar güzel giyinecek, el öpmeye, bahşiş almaya gidecek... Şu ekim ayının özellikleri, işte!.. Önemli olan Cumhuriyet Bayramı’nın gerektiği gibi kutlanabilmesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 89. yılındayız. Ben de cumhuriyetimizin kurulduğu günlerin çocuğuyum. Bugün de kendimi o güzel günlerde buluyorum, arıyorum, herkes de bulsun kutlasın, sevinsin!.. Askerler geçecek mi yollardan? Koca koca afişler asılacak mı takı zaferlerin üstüne? Onuncu Yıl Marşı hep bir ağızdan söylenecek mi? Harbiye Marşı, ardından İzmir Marşı... Çocukluğumun, gençliğimin Cumhuriyet bayramları geçmişte kaldı, anıları yaşıyor belleklerde!.. Yine yaşamak istiyor, cumhurbaşkanının övücü konuşmasını, başbakanın bu vatan bayramını sevinçle anmasını, iktidarın Cumhuriyet yönetimini daha nice yıllar, severek benimsemesini... Ama göreceksiniz Kurban Bayramı ağır basacak! Cumhuriyetin kutlanması şöyle böyle geçiştirilecek. Nedeni? Cumhuriyet yönetimini sevmiyorlar mı? Hayır seviyorlar, benimsiyorlar ama kendi kafalarına göre bir cumhuriyetin bayramı olsun, diyorlar. Halkımız böyle düşünmüyor. Gençliğimiz de!.. Aydınlarımız, emekçilerimiz de!.. Bugün varsak, yaşıyorsak, her türlü kölelikten kurtulmuşsak, tam bağımsız bir ülke olmuşsak, bu gerçeği dosta düşmana duyurmak en büyük sevincimiz değil mi?.. ??? Daha önceki yılların ulusal bayramları nasıl geçti? Hele 19 Mayıs? Tam bir çıkmazdı, tam bir ilgisizlik, kayıtsızlık!.. Bir kadro var, AKP içinde saklanmış, arada bir bambaşka hesaplar peşinde olduklarını belirtiyor! Cemaatler kim? Kimler var bu yasadışı örgütlerde? Bir yandan “gizli örgüt” diye insanlar yakalanır, hapse atılır, yıllar geçer çıkamazlar, ama öteki tür cemaat üyesi isen yaşadın gitti... Cumhuriyet Bayramı’nda bütün bunlar düşünülmeli... Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın, Bülent Ecevit’in iktidarlarında ulusal bayramların nasıl büyük bir coşkuyla kutlandığı hatırlanır. Ne oldu bize? Bir iki seçimde en çok oy almakla cumhuriyet ilkeleri değiştirebilirler mi? Bayramlarınızı kutlarım. Her ikisini de!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin nice savaşlardan sonra kurulması en büyük bayramdır! Hepimize kutlu olsun. Değerini, önemini, yaşamsal gücünü bilerek bütün ulusal bayramlarımızı kutlayalım. Hep birlikte... AKP, artık çok açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını bir bir sökerek ve Mustafa Kemal Atatürk’e saldırılarını artırarak Cumhuriyet karşıtı hedefini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Buna başta CHP olmak üzere, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyetimize sahip çıkmak isteyenlerin birlikte engel olmaları en doğal hakları ve en demokratik görevleridir! Prof. Dr. Hakkı KESKİN KP’nin Cumhuriyet yönetimine ve onun kuruluş felsefesine samimi olarak bağlı olmadığı biliniyordu. Ancak hangimiz, AKP’nin giderek Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos bayram kutlamalarını adım adım yasaklamaya cesaret edebileceğini düşünebilirdik; hangimiz bu bayramlarda Atatürk’ün heykeline çelenk konmanın yasaklanacağını aklımızdan geçirebilirdik? Cumhuriyet ve Atatatürk karşıtlığının bu kadarı, eminim ki çoğumuzun aklına gelmemiştir. Türkiye Cumuriyeti’nin kuruluş bayramı olan 29 Ekim’de, Türk halkının bu büyük bayramını, sevincini coşkuyla kutlaması ve yaşamasından daha doğal bir hak olabilir mi? Bu kutlama, tabii ki bu mutlu günü bize yaşatan başta Mustafa Kemal Atatürk’e ve bu devrimin başarılmasında emeği geçen herkese duyulan şükran ve yurtseverlik görevi değil midir? önünde yapmaktadırlar. Ancak, AKP aldığı yüzde elliye varan oya güvenerek adım adım Cumhuriyetin bayramlarını yasaklamaya, bu kutlamaları yasadışı etkinlik durumuna sokmaya, giderek unutturmaya çalışmaktadır. Böylece de, AKP’ye muhalif olanların birlikte güçlü tepki gösterebilmeleri engellenmektedir. Dün, Sonun Başıydı... Daha bir gün önceden elinde çiçek olanı yakaladılar... Anıta çiçek koyacak ne de olsa... Bomba yerleştirse bu kadar olur... ? Nefret yolları kesti... Kin barikattı... Ankara’ya giden bütün yolları tuttular... Elinde bayrağı ile Cumhuriyetin kuruluş gününü kutlamak için yaya yollara düşenleri alıp götürdü, cumhuriyet düşmanı... Zulüm oradaydı... Atatürk anıtının önünde cumhuriyet marşlarını söyleyenlerin gözüne biber gazı sıktılar, yıkım birlikleri... Sussunlar diye... ? Ama... Tarih defterinde düne bir işaret koyun... 29 Ekim 2012... ? Dibe vuruştan sonra, yüzeye çıkıp alınan ilk nefes gibi... Çünkü faşizmin gıcırdayan dişleri bütün çirkinliği ile engellemek istese de... Panzerler, helikopterler, coplar, biber gazları ile Cumhuriyet ve Cumhuriyet sevdalıları arasına girmek istese de... Milyonlar oradaydı... ? 13 yaşında Elif... Babası orman işçisi olduğu için büyükannesi ile geldi... Küçük bir bayrak elinde... O Cumhuriyetti işte... ? “Saroz...” Balıkçılar ona öyle diyorlar... Yakaladığı son palamutları teslim etti, onun parası ile geldi... Ağarmış kaşlarının arasında öyle gözleri vardı ki... Kaplan gibi... Bakamaz insan... O işte Cumhuriyetti... ? Bayrağını ağzına almıştı... Alkışlamak istedi; dizlerini birbirine vurarak yaptı bunu.. 2004’te mayında kalmıştı iki eli... Olmayan ayakları ile oradaydı... Cumhuriyetti işte o... ? Düne bir işaret koyun... Kırılma noktası dersiniz... ? Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Göreceksiniz... Üniversitesini, yargısını, ordusunu, medyasını, sermayesini, sendikalarını, kurumlarını, kavramlarını, ilkelerini yok ettiklerini sandıkları Cumhuriyetin en büyük gücü, o “damarlardaki asil Cumhuriyet kanı” dün oradaydı... ? Dibe vuruştan sonraki ilk nefesti sanki... Unutmayın... Dün, sonun başıydı... A umhuriyet ve Atatürk karşıtlarının işbirliği Dünya yüzünde, kendi ulusal değerlerine ve bayramlarına karşı çıkan, bunları yok etmek isteyen bir başka ülke yönetimi olduğunu bilenimiz, duyanımız var mıdır? Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’daki tüm bağımsız ülkelerin, kendine özgü ulusal bağımsızlık, ulusal kurtuluş, C cumhuriyetin ilanı gibi ulusal bayramları vardır ve bunlar çok yönlü etkinliklerle kutlanırlar. Atatürk’e, onun önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, temel ilkelerine ve öncelikle de ulusal devlete öteden beri karşı olanlar, başta ayrılıkçı güçlerdir. Bunlar, ülkemizde, PKK ve yandaşlarıdır. Her fırsatta “ulus devletin” yanlış olduğunu, buna son verilmesi gerektiğini vurgularlar. Peki günümüzde ulus devlet olmayan tek bir ülke var mıdır, biçiminde bir soru yöneltseniz, yanıt veremezler. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve onu bir bütün olarak bir arada tutan ulus devlet felsefesinin simgesidir, çimentosudur. Hedef, bu simgeyi zedelemek ve hatta olanak elverdiğince yok etmektir. Ayrılıkçı Kürtçülerle, temelde hâlâ hilafet yanlısı ve bu nedenle de Cumhuriyet karşıtı olanlar, bu ortak hedefte bir olmakta ve farklı iki cephede ortak tavır sergilemektedirler. Bu iki kesim de, Cumhuriyet yönetiminin temel ilkelerine, onun temel taşıyıcı unsurlarına ve onun kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’e özde düşmandırlar. Bir farkla, PKK ve yandaşları bunu çok açıkca dillendirdikleri halde, Cumhuriyet karşıtı din tüccarları bu amaçlarını olabildiğince saklamaktadırlar. Hatta açıklamalarını utanmadan Atatürk’ün posterlerinin ve resimlerinin muhalefet olduğunu kanıtlamalıdır! CHP artık güçlü bir CHP, Ankara’da Cumhuriyet yürüyüşüne getirilmek istenen yasağa karşı nihayet gerçek bir muhalefet partisi tavrını ortaya koyarak 29 Ekim günü Ankara’da eski Meclis binası önünde, Cumhuriyet yürüyüşüne başlanacağını resmen ilan etmiştir. Böylece Atatürk’ün bizzat tanımladığı bu en büyük bayramın, halkla birlikte kutlanmasının engellenemeyeceğini kesin bir dille vurgulamıştır. CHP artık Cumhuriyet düzenini ve onun temel ilkelerini adım adım yok etme, ulusal bayramları yasaklama ve Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan saldırılara kesin bir politikayla karşı çıkmalıdır. Cumhuriyetçi, yurtsever ve Kemalist düşüncedeki halkımız ve örgütlerimiz, ana muhalefet partisi olarak özellikle CHP’den bu büyük potansiyelin mobilize edilmesini beklemektedir. CHP, muhalefetini yalnız parlamento içi çalışmalarla sınırlı tutmamalıdır. CHP, AKP politikalarından büyük ölçüde rahatsız olan kitlelerin yanında, gerekirse önünde yer alarak AKP’nin bu politikalarını, protesto yürüyüşleri, toplantılar, konferanslar ve değişik etkinliklerle deşifre etmelidir. CHP’nin halkla bütünleşmesi ve halkın gücünü yanında görmesi ancak bu etkinliklerle gerçekleşecektir. İstanbul Nereye Gidiyor? Doğan HASOL stanbul giderek azmanlaşan bir kent haline geliyor. Son olarak, trafik sıkışıklığında 58 Avrupa şehri arasında lider oldu. Bir an önce İstanbul’un geleceği hakkındaki kararların çağdaş, bilimsel planlama anlayışıyla belirlenmesi şart. Geleceğin İstanbul’u nasıl olacaktır? İstanbul, yaşanması güç, yoğun yapılaşmalı, ağır nüfus baskısıyla boğulmuş bir şehir mi, yoksa eşsiz tarihsel ve kültürel birikimini de koruyan emsalsiz doğal zenginlikleriyle çağdaş bir şehir mi olacaktır? Öncelikle bu kararın verilmesi gerekir. Bugün olduğu gibi, bütüncül planlama anlayışından uzak, noktasal, bireysel kararlarla İstanbul’un değerlerinin korunması olanağı yoktur. Temel plan kararları olmadan, yoğunluk ve yüksekliğe ilişkin şehircilik kurallarını altüst ederek şehri gelişigüzel yükselen gökdelenlerle, alışveriş merkezleriyle, sıkışık ve yüksek yapılaşmayla, altüst geçitlerle doldurmak İstanbul’u yok etmekle eşdeğerdir. Ne yazık ki bugün İstanbul’da yapılan budur. Nüfus patlamasıyla İstanbul yatayda ve düşeyde yoğunlaşıyor. Şehir, toprak rantı ve spekülasyon hırslarına teslim olmuş durumda. İstanbul’a ilişkin olarak tartışmalı bazı güncel konuları bir kez daha gözden geçirelim. Üçüncü Boğaz Köprüsü planda yoktu, merkezi yönetimin baskısıyla sonradan eklendi. 3. köprü var olan İktidar ile basın, bilim, yazın ilişkileri hemen her zaman sorunlu olmuştur. Sorun, dışa bağımlı yapılanmalar sonucunda, tutumbilimsel gönencin artırılmamasından; bu nedenle sınıf çatışmasının, giderek “eksen kayması” diye adlandırılan uygulamaların yoğunlaşmasından kaynaklanır. Halkın haber alma hakkını, aydınlanmasını engelleyen kararlar basın üzerinde baskı biçiminde belirginleşir. Türk Devrimi, anılan ilişkiler bağlamında da dünyanın ayrıksı örneklerini yaratır. Ülke yönetimi basınla, aydınlarla, bilim insanlarıyla, halkın bilgilenmesi yö İ köprülerin 30 km. kuzeyinde yer alacak. Şehir trafiğine fazla yararı olmayacağı açık. O köprü, 2. köprü örneğinde olduğu gibi kuzeyde yeni bir kuşağı daha yapılaşmaya açacak. Yörede, iki yakada şimdiden arsa spekülasyonu ve yapılaşma hazırlıkları hızlanmış durumda. Oysa öteden beri bilinen bir gerçek var: İstanbul’un akciğerleri olan orman alanları, su havzaları ve tarım alanları kuzeyde olduğu için şehir kesinlikle kuzeye doğru gelişmemeli. Orada yapılacak köprü ve çevre yollarının çekeceği yapılaşma İstanbul’un son kalan ciğerlerini de yok ederek şehrin soluğunu kesecektir. İstanbul Belediyesi Kentsel Ulaşım Ana Planı’nda da zaten Kuzey’in korunması görüşüne yer verilmiştir. Kentsel dönüşüm konusuna gelince... Kentsel dönüşüm uygar dünyanın pek çok yerinde yapıldığı gibi ülkemizde de yapılmalı kuşkusuz. Ancak şehircilik biliminin gereklilikleri yerine getirilerek çağdaş planlama yöntemleri ve ilkeleri uygulanarak... İnsan odaklı olarak… Yoksa Samsun’da ya da İstanbul’da Sulukule’de, Kadıköy Fikirtepe’de yapıldığı gibi değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, afet riski altındaki alanların dönüşümünü Türkiye’nin 700 noktasında aynı anda başlatacaklarını açıkladı. İnanılması ve gerçekleştirilmesi güç bir iddia... Hükümetin İstanbul’a olan ilgisi hiç kuşkusuz, İstanbul luları mutlu eder. Ancak, son zamanlarda İstanbul’a ilişkin olarak alınan kararlar hep İstanbul’u daha da yoğunlaştırıp anormal büyütmekten yana. 1980 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 6’sı İstanbul’da yaşarken bugün bu oran yüzde 18’i buldu. Otuz yıldaki artış korkunç. Resmi rakamlara göre 1980’de 2.8 milyon olan nüfus 2011’de 13.6 milyona yükseldi. Plan İstanbul’un 2023 nüfusunu 16 milyon olarak öngörmekteydi. Bu hedefin tutturulması artık olanaksız. İstanbul ülkede tek merkez haline geliyor. Kaotik bir azman şehir halinde, yaşanabilir olmaktan giderek uzaklaşıyor. Bu, sürdürülebilir bir durum değildir. Sorunlar İstanbul’un aşırı nüfus baskısıyla anormal şekilde büyümesinden ve çözüm için bilimsel yaklaşım eksikliğinden kaynaklanıyor. Şehre plansızlık egemen. Var olan planlar delik deşik; trafiğe çözüm olabilecek İstanbul Ulaşım Ana Planı bile uygulanmıyor. Belediye yetkileri, tıpkı 1950’lerde Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde olduğu gibi merkezi otoriteye geçmiş görünüyor. Sayın Başbakan karar veriyor; İstanbul Boğazı’na 3. köprü yapılıyor, Çılgın proje olarak “Kanal İstanbul” işine girişiliyor, İstanbul’da biri Avrupa, öteki Anadolu yakasında birer milyon nüfuslu şehirler için hazırlık yapılıyor, Çok doğru bir proje olan Marmaray bitirilemezken, lastik tekerlekli araçlar için Karayolu Tüp Geçişi ve Tarihsel Yarımada’yı denizden koparacak bir kıyı otoyolu gündeme geliyor, Ataşehir finans merkezi haline getiriliyor. Yine Ataşehir’e plan dışı, Sinan taklidi bir cami yapılıyor; Çamlıca’da yeşil alanda, İstanbul’un simgesi olacağı söylenen dev boyutlu bir cami yapılması için çalışılıyor, Taksim Cumhuriyet Meydanı trafik boyutuyla ele alınıyor; Taksim Parkı yok edilerek vaktiyle var olan kışlanın bir kopyası başka amaçla yeniden yapılmak isteniyor. Şehrin planlayıcısı ve yöneticisi konumunda olması gereken belediye, buyrukların uygulayıcısı konumunda. Buna karşılık Avrupa ne yapıyor?.. Önemli şehirler için geniş uzman kadrolarıyla, geleceğe dönük bütünleşik planlar ortaya konuyor ve öneriler STK’ler ile meslek kuruluşlarının da katılımıyla kamuoyunda yoğun tartışmaya açılıyor. Paris için 2050 yılı hedefli “Büyük Paris” planlaması yarışmaya açıldı. New York Belediye Başkanı NY City Kıyı Planı 2020 vizyonunu açıkladı. Daha sonra Hollanda’da Amsterdam 2040 Planı açıklandı. Rusya’da ve başka yerlerde de bu anlamda örnekler var. İstanbul için bunlara benzer herhangi bir çalışma yok. Aslında bir an önce şu sorunun yanıtı planlama disiplini içinde aranmalı: Geleceğin İstanbul’u nasıl olmalı? larına karşın, birikimlerini Atatürkçü ülkünün geliştirilmesi yönünde kullandılar. Yayımı üç yıl süren Kadro’nun yazıları çok etkili oldu. Dönemin başat ekin dergisi konumuna ulaştı. Ne ki Atatürk Devriminin usçuluğu temel ilke sayma, geleceğe inak (dogma), katı yaklaşım, kalıplaşmış davranış bırakmama anlayışına karşı bir yapı oluşturabileceği kaygısıyla kapatılması istendi. Bu olayda anlamlı ve uygarca olan, iktidarın, oluşturulması olası buyurgan, eleştirellikten uzak bir ülküyle birlikte anılmaktan, aşırı yüceltilmekten kaçınmasıdır. 80 Yıl Sonra Kadro Dergisi Günay GÜNER nünde, birlikte çalışır. Ulus okulları, halkevleri, çağdaş üniversite, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, köy enstitüleri, klasiklerin çevrilmesi bu uyumluluğun kanıtlarıdır. Mustafa Kemal Atatürk, basın özgürlüğünden ortaya çıktığı düşünülen sorunları önlemenin yolunun, yine basın özgürlüğü olduğunu söyler. 1930’lu yılların bir diğer önemli olayı Kadro dergisinin kurulmasıdır. 80 yıl önce, 1932’de yayımlanmaya başlayan Kadro dergisinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge gibi dönemin yetkin yazarları yazdılar. Belirtilen adlar Marksist donanım edinmiş olma C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle