25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EKİM 2012 PAZARTESİ 2 YAŞINI başını almış, mesleklerinde yükselip akademisyen, hukukçu, milletvekili falan olmuş koca insanlar yüce kararların alındığı muazzam yapının bir köşesinde “Türk” sözü etmeden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını tanımlamaya uğraşmaktalar. “Yeni” denecek bir anayasa metni yazmak için aylardır toplanılıyor ama, kimlik bilmecesine sıra gelince kafalar karışıyor, partiler birbirine giriyor, sıkıntılı insanlar iki bilinmeyenli denklem çözmek üzere tahtaya kaldırılmış öğrenciler gibi kıvrım kıvrım kıvranıyorlar. Oysa Cumhuriyetin ilanından birkaç ay sonra Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilen 1924 Anayasası’na bir baksalar görecekler ki, 88. maddede “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlâk olunur” diye yazmakta. “Itlâk”lı dil anlaşılmıyorsa, 10 Ocak 1945’te çağdaş dille yeniden OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Acaba böyle bir ortak tanıma itiraz edenler, yabancı ülkelere gittiklerinde pasaport denetimi yapılırken vatandaşlık soran görevliye “Türk”ten başka bir sözcükle yanıt verebiliyorlar mı? Başka türlü bir şeyler geveleyip etnik kimliklerinden söz açsalar kabul ediliyor mu? Yahut yurtdışında okumaya ilk gitmiş kompleksli oğlanlar gibi “Türk” olduğunu söylemekten utanıp Balkan ya da Yakındoğu kimliklerinden biriyle kendilerini tanıttıklarında yabancı kızların salakları yutsa da, giriş kapısındaki uyanık pasaport görevlileri vatandaşlıktan başka bir alt kimliği ciddiye alıyor mu? ukuk tartışmaları bir yana, uzun süredir üzerinde yan yana yaşanan bir ülkeye adını vermiş “Türk” sıfatını bunca yüzyıldan sonra hiç olmazsa ortak hukuksal kimlik olarak bile kabul etmemek yakışıyor mu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına? Kimlik Sıkıntısı yazılan resmi metin “…ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir” diyerek konuyu noktalamış olmuyor muydu? imdi neymiş? Vatandaş olarak yalnız Türkler yokmuş, Kürtler, Çerkesler falan varmış ve anayasa öyle yazılmalıymış ki, bütün vatandaşların etnik kimlikleri birtakım haklar verilerek kucaklansın. Sanki “Türk” denince her yerde geçerli ortak bir “hukuk kimliği” tanımlanmış olmuyor ve devletin vatandaşlığını kabul eden herkes, değişik etnik kökten gelse de, bu tanımla korunmuyormuş gibi. Kurt Çocukların Öğrettikleri Sağlıklı bireylerin yetişmesi karmaşık ve çok faktörlü bir süreç olmakla birlikte, ruhsal yönden mutsuz nesillerin oluşumunda insan odaklı olmayan günümüz kapitalist dünya düzeninin büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. Ş H B Coşkun TECİMER ir süre önce Rusya’da ormanda bir çocuk bulundu. Konuşamadığı, kurt gibi sesler çıkardığı gözlendi. Kurda benziyor, çevresine saldırıyordu. Tırnakları uzayıp kıvrım yapmış, kurdun pençesine benzer bir hal almıştı. Bu bulgu, geçmişteki tek olay değildir. Ta rihte buna benzer olgulara rastlanmıştı. Bu çocukların, istenmedikleri için doğduktan hemen sonra ormana bırakıldıkları, vahşi ortamda insanlarla teması olmadan yaşadıkları belirlenmişti. Doğada beslenerek büyümüşler, ormandaki hayvanlardan, özellikle kurtlardan yardım almışlardı. Böyle bir ortamda hayatta kalmak o denli kolay değildir. Bu çocuklar yaşamayı başarabilmişler, ama bunun bedeli çok ağır olmuştu: İnsanlıklarını kaybetmiş yaratıklar olup çıkmışlardı. Yaşadığımız ortam BEKO İLE BULAŞIKLAR %43 DAHA PARLAK Beko’nun geliştirdiği özel buhar destekli yıkama teknolojisi ile bardaklarınız %30, porselenleriniz %43 daha parlak ve lekesiz.* Buharlı Yıkama Teknolojisi Kurt çocuklar deneyiminden ne sonuçlar çıkarabiliriz? Bu olgular çok farklı yönlerden incelenebilir. Benim burada vurgulamak istediğim insanların düşünce, duygulanım ve yaşam biçimlerinin oluşumunda içine doğdukları ortamın belirleyici olduğu gerçeğidir. Kurt çocuk, kişiliğimizin oluşumunda, yaşadığımız grup ve en yakın çevremizin ne denli önemli olduğunun uç örneğidir. Çarpıcı sonuçları nedeniyle kolay anlaşılan ve ikna edici bir gözlemdir. Aslında hepimiz içine doğduğumuz toplumun, grubun ve ailenin ürünü değil miyiz? Örneğin bizi bir Amerikalıdan, bir Japondan ya da bir Kübalıdan ayıran en önemli faktör oralı bir anne babadan doğmayıp oralarda yetişip büyümemiş olmamız değil midir? İnsan sözcüğünün köken aldığı kavramlardan biri olduğu kabul edilen ‘ünsiyet’ alışkanlık anlamına gelmektedir. İnsan ruhunun çok potansiyelli yapısının, uyaranların etkisiyle biçimlenip alışkanlıklar oluşturması insanı en iyi tanımlayan özelliklerden biri olsa gerek. Beynimizi bir bilgisayarın ‘harddisk’ine benzetecek olursak, bu yapının insan türünün genetik özellikleri ve kapasitesi ölçüsünde belirlendiğini söyleyebiliriz. Sınırları bellidir. ‘Harddisk’in ürettikleri, içindeki yazılımların ne olduğuna bağlıdır. Bu yazılımı sağlayan da kişinin en yakınında, onu en çok etkileyen uyaranlardır. Yani anne babadır, ailedir, okuldur. Peki, onları ne belirlemiştir? İçinde yaşadıkları zaman dilimindeki toplumsal yaşam biçimi, ulusal yapı ve dünya uygarlığının içinde bulunduğu durum. Japonya’da uygulanan uzun süreli bir programda çocuklar küçük yaştan itibaren klasik müzik eğitimine alınmışlar. Bazı çocuklar virtüöz olma noktasına kadar gelmişler ama çocukların hemen hepsi küçük yaşta çok başarılı birer müzisyen olmuşlar. Yani sonuçta insanı kurt çocuk da yapabilirsiniz, çocuk yaşta müzisyen de... Kişiler arasındaki genetik farklılıkları yadsıyor değilim. Örneğin kimi resimde yeteneklidir, kimi matematikte. Kimi iyi hatiptir, kimisi daha iyi bir dinleyici olabilir. Farklılıklar bize çok yaşamsal ve belirleyici görünebilir. Ancak bunlar büyük resmin yanında, insan türünü tanımlayan ve ayıran özellikler yanında tâli unsurlardır. İdeal bir sistem ve özgür bir ortamda sabırla çalışarak her çocuğa ulaşılabilecek doğru bir eğitim ve yaklaşım biçimi olabileceğini düşünüyorum. İnsan odaklı olmayan sistem Sağlıklı bireylerin yetişmesi karmaşık ve çok faktörlü bir süreç olmakla birlikte, ruhsal yönden mutsuz nesillerin oluşumunda insan odaklı olmayan günümüz kapitalist dünya düzeninin büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik ekonomik ilişkilerin globalleşmesi, iletişim ve ulaşım olanaklarının artması, benzer propaganda ve uyaranlara maruz kalma, ülkeler arasında düşünce ve jargonları aynı olan bu türden insanların sayısını daha da artırmıştır. Kapitalist sistem, kazanç ve tüketimi irrasyonel bir biçimde yaşamın merkezine yerleştirdiğinden aşırı tüketim özlemleri olan, rekabetçi, haris insanlar ortaya çıkmıştır. Kapitalist ilişkilerdeki insan doğasına aykırı yönler, kişilerin kendilerine yabancılaşmasına neden olarak belki kurt adamlar yaratmamış ama sağlıksız bireylerin oluşumuna yol açmıştır. Tüm veriler insanımızın biçimlenişi için daha iyi bir fiziksel ve doğal ortam ile sağlıklı ekonomi ve toplum yaşamının ne denli gerekli olduğunu göstermektedir. Bu, yalnızca ülkemizin üstesinden gelebileceği bir sorun da değildir. Küçülen dünyada tüm siyasal grupların, sivil toplum örgütlerinin, bilim adamlarının, düşünen beyinlerin kafa yorması gereken global bir sorundur. Kişisel gelişim programları, yaşam koçluğu, duygusal zekânın geliştirilmesi gibi insanı mutlu etmek için sunulan girişimler, toplumsal dönüşümün gerekliliğini göz ardı ederek çarpık sistemin sürüp gitmesine katkıda bulunan bireye dönük palyatif yaklaşımlardır. Hatta daha ileri giderek şunu bile söyleyebiliriz: Günümüz kapitalist ilişkiler yumağı içinde kendine yabancılaşarak hastalanmış insanlara uygulanan psikiyatrik tedavilerin en azından bazıları, toplumsal ortamın yaralarına dokunmadığı için geçici semptomatik iyileştirmeler olmanın ötesine geçemez. *LGA tarafından onaylı. %43 parlaklık oranı porselenler için geçerlidir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle