19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EKİM 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 OYDER Başkanı, otomotivde ciddi arz fazlası olduğunu bunun da indirimlerle ülkeye getirildiğini söyledi ‘Avrupa’nın hamalıyız’ Avrupa’ya yakınlığı nedeniyle ülkeye getirilen araçlardan kârlılık anlamında hiçbir katkı sağlamadıklarını anlatan Ilısal, bu araçların hamallığının yapıldığını, kendilerinin yalnızca vergi dairesi gibi çalıştıklarını dile getirdi. Ekonomi Servisi Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER) Yönetim Kurulu Başkanı Şükrü Ilısal, Türkiye otomotiv pazarında rekabetin tüm hızıyla devam ettiğini, Avrupa’da oluşan arz fazlasını distribütör firmaların, yetkili satıcılar üzerinden tüketiciye vermek istediklerini belirtti. Ilısan, “Otomotivde bir arz fazlası olduğu için Türkiye’ye gelen araçlar ciddi indirimlerle, Avrupa’daki fiyatların altında Türkiye’ye geliyor. Bu araçları satarken, kârlılık anlamında bize bir katkısı olmuyor. Bu araçların hamallığını yapıyoOYDER Başkanı Şükrü Ilısal’ın verdiği bilgiye göre, bu yılın 9 ayında toplam otomotiv pazarı yüzde 15 civarında daraldı. Ekimde, Kurban Bayramı tatilinin etkisi ile 6567 bin adet civarında bir pazar olacak. Bu yıl sonu beklentisi ağır vasıta dahil 820825 adetlik bir pazar. Bu da pazarın geçen yıla göre yüzde 810’luk bir pazar daralması anlamını taşıyor. Dokunmayın! Yeni ders yılının başlamasıyla birlikte ülke eğitiminin her düzeyinde yaşanan kargaşa, PKK’nin okul saldırılarıyla çocukların yaşamını karartan bir toplumsal yıkım noktasına taşınmak isteniyor. Nedenleri çok değişik olsa da PKK’nin okul saldırılarıyla Afganistan ve Pakistan’da Taliban’ın yaptıkları aynı sonuca varıyor; çocuklar ve onların eğitim hakkı yok ediliyor. Oysa insanlığın ulaştığı gelişmişlik düzeyi, çocukların yaşama ve eğitim haklarına dokunulmamasını sağlamalıydı. ??? Uluslararası haber bültenlerine tam iki hafta önce 9 Ekim Salı günü bir haber düştü. 14 yaşındaki Pakistanlı kız öğrenci Malala, adı “İslam öğrencileri” anlamına gelen Taliban hareketi tarafından kurşunlanmış, boynundan ve başından ağır yaralanmıştı. Malala’nın suçu (!) o daha 11 yaşındayken 2009’da başlamıştı. O yıl, Pakistan’ın, cennetten bir köşe sayılan Swat Vadisi’nde Taliban, kızların okula gitmesini yasaklamıştı. Doktor olmak isteyen Malala, Taliban’ın bu kararına karşı çıkmış ve durumu İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye iletebilmişti. Bunun üzerine Pakistan askeri birlikleri Taliban’ın bölgedeki gücünü kırarak kız öğrencilerin okumasını sağlayan önlemleri aldı, böylece Malala okuluna devam etti, çocuk yaştaki bu cesareti nedeniyle ve çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül aldı, sonrasında da kurşunlandı. Saldırıdan sonra New York Times muhabirinin sorularını yanıtlayan Taliban sözcüsü, Malala’nın kurşunlanmasının nedeni olarak onun davranışlarını gösteriyor; onun duruşunu İngilizcesiyle “obscenity” (müstehcenlik) olarak niteliyor; yani, onun ahlaksız ve açık saçık olduğunu vurguluyor; Malala’yı eninde sonunda öldüreceklerini belirterek bu, bir ders olmalı diyor! ??? Malala, saldırıya uğramadan önce uluslararası medyaya gönderdiği bir iletide Ben korkuyorum diyor. Malala bir Müslüman öğrenci, korktuğu da adına İslam Öğrencileri denilen bir harekettir. Malala’nın korkusu, ağır yaralanmasının da kanıtladığı gibi boşuna değil. Aslında şurası bir gerçektir ki, birçok İslam toplumunda, Müslüman, Müslümandan korkuyor! Ve daha da korkuncu, bu nokta, İslam adına konuşanlar tarafından çok büyük ölçüde görmezlikten geliniyor! Dahası, yaratılan korku ortamı, bu konuda görüş açıklanmasının sınırlı tutulmasına yol açarak sanattan siyasete, medyadan üniversiteye düşünce özgürlüğünü de baskı altına alıyor. ??? Malala haberi medyamızda saldırıdan tam bir hafta sonra Başbakan’ın Bakü seyahati sırasında ve tamamıyla çok yanlış karşılaştırmalarla da olsa bu olayı kabul edilemez saymasına kadar hemen hiç yer bulmadı; uygun deyişle geçiştirildi. Malala konusundaki sözleri diğer haberler arasında kaybolan Başbakan, hemen her fırsatta Müslüman olmayan, özellikle de Hıristiyan toplumlarda bir İslamofobi, yani bir İslam korkusu yaratıldığını; buna dayanılarak İslam düşmanlığı yapıldığını; bunun yapay ve haksız olduğunu vurguluyor. Başbakan gibi, İslamın sözcülüğüne soyunan siyasetçi, yazar, yorumcu ve özellikle de Diyanet İşleri Başkanlığı, İslamofobi konusunda gösterdikleri duyarlılığın binde birini, Müslümanların Müslümanlardan korkusu konusunda göstermiyor; bunun da ne kadar yıkıcı ve zararlı olduğunu İslamofobi konusundaki kadar güçlü bir biçimde dile getirmiyor. ??? PKK’nin okul saldırılarıyla Taliban’ın yaptıkları, niteliksel olarak çok farklı değil; ikisi de bağnazlığın o korkutucu karanlık tuzağında, kendi çocuklarını boğazlıyor; daha uzun yıllar yaşayacak, yaratacak ve yaşatacak körpe beyinler, kör kurşunların hedefi oluyor! Oysa çocukların değil, çocuğa ve okula yönelik şiddetin ve korkunun yok edilmesi için başta medya, eğitim ve siyaset çevreleri olmak üzere, toplumsal duyarlılık gerekiyor. Müslümanların Müslümanlardan korkmadığı, özellikle de Müslüman çocukların korkutulmadığı bir dünya dileğiyle Kurban Bayramı’nızı kutlarım. ??? Tarihsel bir bakış açısıyla ülkenin ekonomisi ve siyaseti üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan; sağlam solculuğunu Cumhuriyetin değerleri üzerine yerleştirmesini bilen; emekçiler için ömür boyu özveriyle çalışan ve bir ara SHP’de yönetici olarak eylemli siyasetle uğraşan değerli dost Tevfik Çavdar’ı yitirdik; ışıklar içinde olsun. Eşi Özden’e, çocukları Işıl ve Ebru’ya ve tüm sevenlerine başsağlığı dilerim. Pazar daraldı Ilısal’a göre, 1600 cc altı araçlarda yapılan yüzde 3’lük ÖTV artışı yapılmamalıydı. Yürütme, tahsil edilen bir verginin üzerine yüklenmeden ziyade vergide adaleti sağlayıp bütün tabana yaymak zorunda. Kayıt dışı ekonominin sistemin içine çekilmesi gerektiğine işaret eden Ilısal, kayıt içerisinde olanların üzerindeki yüklerin azaltılması gerekirken, Türkiye’de bu yüklerin artırıldığını, bu tür uygulamalardan da en fazla sıkıntıyı gören sektörün otomotiv sektörü olduğunu dile getirdi. ruz. Bu zincirde en avantajlı devlet. Otomotiv sektörü lider bir sektör, devletin gözünün önünde olup büyümesi için elbirliği yaptığı ancak sıkıştığı zamanda direkt ondan tahsilat yaptığı bir sektör. Bunun içinde yetkili satıcılık müessesi bir vergi tahsilat memuru gibi çalışıyor. Müşteriden alıyor, devlete yatırıyor. Vergi dairesi gibi çalışıyoruz” dedi. Ilısan, yetkili satıcıların kâr marjlarının Avrupa ve ABD ile kıyaslandığını anlatarak, böyle bir kıyaslanma yapılabilmesi için, Türkiye’deki yetkili satıcıların kâr marjı dışındaki bütün her şeyde Avrupa ve Kuzey Amerika ile eşit olması gerektiğini söyledi. Ilısal, dünyadaki otomotiv sektöründe olan arz fazlasının ve Avrupa’daki küçülmenin Avrupa’ya çok yakın olan Türkiye’de ithalatı daha kolaylaştırdığına değinerek, “İç pazarda rekabet tüm hızıyla devam ediyor. Avrupa’da oluşan bu arz fazlasını distribütör firmalar yetkili satıcılar üzerinden tüketiciye vermek istiyorlar” diye konuştu. Kasap et derdinde... Yetkili satıcının kâr marjlarının sürekli düştüğüne işaret eden Ilısal, “Pazarın büyümesi yetkili satıcının birim kârına hiçbir fayda sağlamadığı gibi, risklerini genişletiyor. Anadolu’da bir tabir vardır, ‘Kasap et derdinde koyun can derdinde’ diye. Devlet verginin peşinde, distribütörler pazar payını artırmanın derdinde, müşteri ucuz almanın keyfinde, arada yetkili satıcılar kalıyor ki, yapmış olduğumuz işte ayakta kalmak zorundayız” ifadelerini kullandı. Kentsel dönüşüm kredisi birçok vergi ve harçtan muaf Ekonomi Servisi Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamındaki kredilerde sözleşme, noter, tapu ve belediye harçları, damga ve veraset intikal vergileriy eödem daş vatan le döner sermaye gibi ücretleri yecek. Bakanlık yetkililerince vatandaşlardan bu konuya dikkat etmeleri istendi. Hak Sahiplerince Bankalardan Kullanılacak Kredilere Sağlanacak Faiz Desteğine İlişkin Karar’a göre, güçlendirme, konut ve işyeri yapım kredisinin şartları belirlendi. Buna göre, güçlendirme kredi iişyer ve t konu bin, 50 r daşla si kullanacak vatan ni yeniden yapmak isteyen vatandaşlar 100 bin lira kredi çekebilecek. İmza töreni Limak ve Çalık gruplarının yöneticilerinin katılımıyla yapıldı. Çalık ve Limak Kosova’da elektrik dağıtacak Ekonomi Servisi Çalık ve Limak grupları, kurdukları ortak konsorsiyumla Kosova’nın elektrik dağıtım işini üstlenecek. Kosova Elektrik Korporasyonu’na bağlı Kosova Elektrik Dağıtım ve Tedarik şirketinin özelleştirilme ihalesine 26 milyon 300 bin Avro ile en yüksek teklifi veren konsorsiyum, şirket hisselerinin yüzde yüzüne sahip olacak. Satış sözleşmesi imzası için Kosova’da düzenlenen törene Kosova Çalık Limak Energy Şirketi ve Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, Kosova Çalık Limak Energy Şirketi İcra Kurulu Başkanı Nurettin Türkoğlu katıldı. Çalık ve Limak grupları tarafından yüzde 5050 ortaklıkla kurulan konsorsiyum, Kosova’da hem elektrik dağıtımında kaliteyi artıracak hem de kalkınmaya katkı sağlayacak bir model yaratmayı hedefliyor. 15 yılda her yıl 20 milyon Avro’luk yatırım yapmayı planlayan konsorsiyum, yatırımlarda önceliği orta gerilim ve ana dağıtım merkezlerine vermeyi planlıyor. Geçen hafta Azerbaycan Devlet Ekonomi Üniversitesi’nin Eurasian Forum ile birlikte düzenlediği World Economic Paradigm: Market and Beyond forumuna katılmak üzere Baku’daydım. Pazartesi ve çarşamba yazılarımda bu forumda sunduğum “Neoliberalizm ve Şiddet” başlıklı tebliğin bir özetini sizlerle paylaşmak istiyorum. Neoliberalizmin, anlamını ve tarihsel köklerini hepimiz biliyoruz. Neoliberalizmle “şiddetviolence” arasındaki ilişki ise yeterince ilgi çekmemiş bir konu. Bunda neoliberalizmin özgürleşme, bir şiddet aracı olan devletin müdahalesinden kurtulma anlamına geldiğine ilişkin varsayımın da önemli bir etkisi oldu. Yine de neoliberalizmle şiddet arasındaki ilişki üzerinde düşünmeye olanak veren önemli çalışmalar var. Bu bağlamda, Michel Foucault, David Harvey, Boltanski ve Chiapollo, Johanna Oksala, Simon Springer, Wolfgang Steech, William Davies, Slavoj Zizek’in isimlerini anabiliriz. Ben de zaten sunuşumu bu yazarların çalışmalarına dayandırıyorum. Doğrudan kaynaklandırma işini, bu sunuşu izleyecek ayrıntılı makaleye bırakıyorum. Neoliberalizmin özgürlüklerle, devlet etkisinden kurtulmakla ilişkilendirilmesi aslında bir paradoks oluşturuyor. Çünkü neoliberalizmi oluşturan uygulamaların ilk örneklerini Endonezya’da Suharto darbesinde, Şili’de Pinochet darbesinde görüyoruz. New York eyaleti mali krizindeki uygulamalarla, 197880 arasında Deng Xiaoping reformlarıyla, Reagan Thatcher programlarıyla, FED Başkanı Volcker’in gelişmekte olan ülkelerde borç krizini tetiklemesiyle “neoliberal” ekonomik modelin şekillenmesi (yaygın medya desteğiyle) büyük ölçüde tamamlandı. Bu modelin ilk kapsamlı uygulamalarından birinin Türkiye’de 1980 askeri darbesinden sonra gerçekleştiğini de anımsayabiliriz. IMFDünya Bankası reformlarıyla, 1980’ler boyunca, neoliberalizm genelleşti; ekonomi yönetim modeli olarak, üzerinde küresel düzeyde bir mutabakat oluştu. Bu model, kriz içinde adeta finansal sermayenin bir “yaratıcı yıkım makinesi” oldu. Bu arka planı aklımızda tutarak, “neoliberalizm”i üç açıdan değerlendirebiliriz: Bir Neoliberalizm ve Şiddet Iideolojik yapıntı (ve söylem) olarak. İki, uygulamalar ve dönüşüm süreci (neoliberalleştirme) olarak. Üç, bu ikisinden hareketle de, toplumdaki “egemen öznellik biçimleri”, hatta “hakikat” ve “disiplin rejimleri” bağlamında köklü değişiklere yol aşan bir “toplum mühendisliği” projesi olarak. “Şiddet”, neoliberalizmden biraz daha karmaşık bir kavram. Çünkü “şiddetin”, fiziki yapısına ve uygulayıcının özelliklerine, hatta çekilen acılara indirgenemeyecek kimi özellikleri var. Şiddetten söz edince bu özelliklerin hepsini birden göz önüne almaya çalışmak gerekiyor. Bu özellikleri üç ana başlık altında toplayabiliriz: (1) Şiddetin, nesnel, objektif yanı: Bu şiddet eyleminin fiziksel içeriğine ilişkindir – acıtma, yaralama, öldürme gibi. (2) Şiddetin öznel yanı: Bu şiddet eyleminin, uygulayan ya da etkilenen tarafından yaşanma biçimlerine ilişkindir. (3) Yapısal şiddet: Bu kaynağı itibarıyla herhangi bir bireye ya da kuruma doğrudan atfedilemeyen, yaşadığımız, toplumsalekonomik sistemin sıradan işleyişinin ürettiği şiddete ilişkindir. Bunu, Fiziki şiddet (acı verme, baskı, ve diğer fiziksel veya ruhsal sıkıntılar) ve simgesel şiddet olarak ikiye ayırabiliriz. “Simgesel şiddet” ezilenlerin sıkıntılarını anlamalarına ve ifade etmelerine, buna direnmelerine olanak verecek lisana ve imgelere ilişkin araçları bastıran, kullanılamaz, görülemez, ulaşılamaz kılan, buna karşılık baskıyı egemenlik sistemini üreten söylemlere ilişkindir. Simgesel şiddet, belli sınıf ve tabakaların çıkarlarının, hatta varlıklarının simgesel ifadelerinin, toplumun simgesel alanından silinmesini de getirebilir. “Kültür endüstrisi” bu alanda özellikle önemli bir uygulayıcıdır. Neoliberalizmin en önemli özelliği, piyasa koşullarını doğallaştırmasıdır. Böylece ekonomik yasalar nötr/tarafsız, ekonomik olgular evrensel ve siyasetten arınmış olarak belirir. Feodalizmden çıkarken, devlet yönetimi, yasalara ya da dini “hakikatlere” göre sınırlanırken, liberalizm, piyasa ilişkisini hakikatin yeni mekânı ve devlet yönetiminin referans noktası olarak tanımlamıştı. Neoliberalizm piyasayı yeniden hakikatin mekânı olarak restore eder. Hükümetlerin ve bireylerin referans noktası, toplumsal adalet olmaktan çıkar. Yeni referans noktası işte bu piyasa kaynaklı “hakikat” olur. Bu yer değiştirme aynı zamanda bir “TINA”, (There is no alternativeBaşka seçenek yok) söylemiyle birlikte geldiğinden aslında bir simgesel şiddet uygulaması olarak da görülebilir. Bu bağlamda neoliberal ideoloji ve ürettiği söylem, kapitalist sınıfların dışındaki sınıfların ve grupların çıkarlarının üzerini çizer. Neoliberalizm piyasa ile demokrasi arasında bir özdeşlik ilişkisi oluşturarak, demokrasiyi ortak toplumsal çıkar ve vatandaşlık bağlamında düşünmeyi ve tartışmayı olanaksızlaştırır. Piyasa ilişkisini doğallaştıran neoliberalizm, neooryantalizme olanak sağlar. Neoliberalizm özgürlüğü piyasalara ve sermaye haraketliliğine referansla tanımlar. Bir uygulamalar süreci olarak, devlet ve kamu mallarının, alanlarının özelleştirilmesi, piyasaların yanı sıra sağlık, eğitim, genetik maddeler gibi yaşamın toplumsal ve biyolojik alanlarını metalaştırılması, toplumsal güvenlik ağlarının (hizmetlerinin) tasfiyesi ve yoksullar, işsizler, yasal/yasadışı göçmenler, yaşlılar, gençler gibi sermaye devresinin, piyasa ilişkisinin dışında kalanların terk edilmesi anlamına gelir. Bu açıdan neoliberalleştirme süreci karşımıza “yapısal şiddeti” ağırlaştıran bir uygulama olarak çıkar. Bu uygulamalar yerel düzeyde: İşsizliği, yoksulluğu, eşitsizliği artırır. Eşitsizlik şid Bir ‘toplum mühendisliği’ Bir ideoloji ve süreç olarak... det, şiddet eşitsizlik doğurur. Yoksulluk güvencesizlik, umutsuzluk, ahlaki ve psikolojik aşınma yaratır; bunlar ev içi şiddet, ırkçılık, homofobi gibi öznel şiddete, adi suçlara, hatta örgütlü suçlara yol açar. Bu artan öznel şiddet ortamında neoliberalizm, yeni izleme/gözetleme teknolojilerini, özel yaşam üzerine “veri madenciliği” teknolojilerini teşvik etmekle kalmaz; “ağlara bağlı” ofis teknolojileri yoluyla iş yaşamıyla özel hayat arasındaki sınırı belirsizleştirir. Böylece neoliberalizm, liberalizmin en önemli kaynağı olan, bireyin özel yaşamında devlet müdahalesinden korunma hakkını (liberty) hızla ortadan kaldırır. Neoliberalizm piyasa temelli bir disiplin ve kontrol rejimi yerleştirir. Toplumu sayan, ölçen hesaplayan “uzmanlar”ın yönettiği, yönlendirdiği bir insan nüfusuna dönüştürmeye başlar. Küresel düzeyde: Neoliberalizmin piyasa koşullarını doğallaştırması, liberal ekonominin ve demokrasinin küresel çapta “çağdaşlaştırma” projesine dönüşmesine yol açar. Bu projede “ekonomik tetikçilere”, mali rüşvetlere, bunların yetmediği yerde mali şantaj (IMF yeşil ışığı, kredi reyting kurumları) yoluna başvurulur. Mali şiddet uygulamalarının yanı sıra, kimi zaman gerçek tetikçilerin (suikastçılar), hatta askeri darbelerin devreye girmesi gerekebilir. Neoliberalleştirme, liberal demokrasiyi kabul ettirme sürecinde savaşlar, savaş tehditleri, işgal ve sömürgeleştirme gibi şiddet olayları yaşanır. Neoliberalizmin, liberal demokrasinin genelleştirilmesinin bir “çağdaşlaştırma” projesine dönüşmesi, neooryantalist bir ideolojiye işaret eder. Bu süreçte ve bu ideolojinin altında, devletlerin, toplumların yerel üretim, tedarik ağlarının tahrip hatta imha edilmesi, nüfusun yerinden edilmesi, göçe zorlanması, hatta bazı durumlarda imha edilmesi söz konusu olur. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle