14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2012 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER RTÜK Mahkemeye Verilmelidir Gökovalı’nın ‘Söylence’si... Gökova’yı bilirdim, dünyanın en güzel yöresi. Ama Şadan Gökovalı bu yerin gerçek efendisi... Burda doğmuş, büyümüş, yetişmiş, uzak geçmişin masallarıyla, gerçekleriyle kaynaşmış. Bizleri de bütün bu eski, ama eskimemiş güzellikleri duymaya, tatmaya çağırmış. Konuşmalarıyla, yazdıklarıyla, kitaplarıyla... Önce turist rehberi, o güzel anlatımıyla mitolojik dünyasının efsaneleşmiş aşklarını, serüvenlerini inandırıcı bir ustalıkla yaşatmış! Bir kez, bir dağ başında eski bir destanı anlattığını dinlemiştim. Bir anda kendimi o güzel aşk öyküsünde bulmuştum! ??? Şadan Gökovalı’nın “Söylence” adlı kitabını, her aydınım diyen kişinin alıp okumasını isterdim. Bir roman değil, mitoloji dünyasının binlerce yıl önce yaşanmış ya da yaşatılmak istenmiş öyküleri... “Söylence”sinin bir yerinde şöyle diyor: “İlkel insan, doğa olaylarına bilim dışı açıklamalar getirmeye çalıştı. Bunların birtakım insana benzer varlıklar tarafından yapıldığını düşündü. Ama yine de mitoloji ya da güzel Türkçemizle ‘söylencebilim’ elimizde matematiksel, tarihsel, bilimsel veriler olmayan konularla bize ipucu verebilir, ışık tutabilir.” Şadan Gökovalı, hocası ve dostu Halikarnas Balıkçısı ile yıllarını birlikte çalışmakla geçirmiş, Ege’nin anlamını duymuşlar birlikte, bizlere de duyurmaya çalışmışlar. Balıkçı’nın bütün öykülerini de bir çeşit mitolojik bir ayrı değer saymalı mı? ??? Gökovalı, kitabında bütün bu söylencelerin, yani efsaneleşmiş yaşantıların nerden çıkarıldığını şöyle açıklıyor: “Bir yönden bakılınca saçları arkaya kaykılmış, ağlayan bir kadına benzer kayaya ‘Niobe’ denilmiş.” “Söylence” adlı dev kitabını okurlarıma tanıtmak için birkaç kez yazmaya kalktım. Baktım, istediğim gibi olmadı. Yeniden ele alıp orasından burasından okuyup kendimi binlerce yıl öncenin yaşantısında bulunca, bu yazıyı yazmak istedim. “Ben burda tanrı ve tanrıçalara inanmıyor ve onlara tapmıyorum. Ama biliyorum ki Balıkçı’mızın ‘Altıncı Kıta’ dediği Akdeniz çevresinde, binlerce yıl, milyonlarca insan inandı, taptı onlara. Onlar için mimarlık tarihini süsleyen tapınaklar, sunaklar yarattı; sanat tarihine çok değerli yontular var etti.” Şadan Gökovalı sanırım söylence denen bilimin ülkemizdeki tek profesörü... İzmir kültürüne en fazla hizmet etmiş bir aydın olarak 50. yıl ödülünü almış, gerçek bir değer. Bugün RTÜK’ün temsil ettiği zihniyetle mücadele, onun peşini bırakmamak ülkemizdeki her uygar insanın önemli görevlerinden biridir. Bunu unutmayalım. Sanmayınız ki hür düşünce düşmanlığı karşısında uysallık, size kazanç getirir. A. M. Celâl ŞENGÖR M illiyet’te tesadüfen Can Dündar’ın yazısını okuyarak RTÜK’ün son marifeti hakkında bilgi sahibi oldum. Bu kurul ülkemizde fayda yerine zarar üretmektedir. Özellikle ifade özgürlüğüne, sanatın kendini takdimine ve doğal olan pek çok şeyin gösterilmesine engel olmaya kalkan bu kurulun Can Dündar’ın yazısı sayesinde haberdar olduğum son kararı, en hafif ifadeyle ilkeldir. Bu ilkel karar, onu alanların bilgi ve görgülerini yansıttığı için, bu kişilerin bir ülkenin televizyon dünyasını denetlemeye ehil olmadıklarının da bariz ve tartışılması pek de mümkün olmayan bir belgesidir. RTÜK’ün kararı, 19 Mayıs’ta gençlerin şort, kısa etek ve atletle sahaya çıkmasına bazı gerici çevrelerin duyduğu tepkiye paralel bir düşünce dünyasının yansımasıdır ki, böyle ilkel bir dünyanın toplum yaşamında etkili olmasına hiçbir uygar çevrede göz yumulamaz. RTÜK bu kararı nedeniyle behemehal etkilenen çevreler (yani tüm vatandaşlarımız) tarafından ifade ve seyir özgürlüklerine vurulan darbe, çocuklarının eğitimine çekilen set ve ülkeyi gerici güçlerin eline teslime yataklık etmek suçlarından (veya bu fiillerin yasalarımızda suç olarak ifadesini bulmuş karşılıklarından) ötürü mahkemeye verilmeli, mümkünse bu kararlardan sorumlu olanlardan yüklü tazminatlar talep edilerek kendileri ayrıca hapisle cezalandırılmalıdır. Gerçi şu andaki İslamcı hükümet muhakkak onları koruyacaktır. Geçen akşam AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik Bey’i dehşet içeri sinde dinlerken, normal spor kıyafetlerle statlarda gösteri yapan gençlere kendisinin muhafazakâr dediği çevrelerde bir tepki oluştuğu, kendisinin de bu tepkiye saygı gösterdiğini söylediğini duydum, kulaklarıma inanamadım. Bu zat, 21. yüzyılda, maalesef, ülkemizde milli eğitim ve kültür bakanlıkları yapmıştır. “Darwin teorisi komünistlerin teorisidir” cevherini yumurtlayan da aynı zattır, akıllı tasarım gibi bilimsel bir zırvalığın ders kitaplarımızda bulunmasını uygun bulan da aynı zattır. Örnek olur Bu tip politikacılar RTÜK’ün bugünkü üyeleri gibi kişileri kollayarak zamanla bir halkın felaketine yol açarlar (Mesela AvusturyaMacaristan İmparatorluğu Katolik kılisesinin gerici etkisinde kalan politikacılarca batırılmıştır; benzer şekilde İspanyol Denizaşırı İmparatorluğu’nu çökerten de gerici politikacılar ve papazlar olmuştur). Bu nedenle, ümit edilen odur ki bahis konusu RTÜK üyelerine verilebilecek ceza bir şekilde gene devletimize ödettirilebilecek sırf tazminat değil, onları şahsen etkileyecek ve toplumdan izole edecek hapis olsun ve bu tip muzır kararları alabilen kişilerin toplum yaşamından dışlanmalarına örnek teşkil etsin. Şimdi RTÜK’ün ceza verdiği kanallara pek hoş ve eğlenceli bir iş düşmektedir: Viyana Filarmoni Orkestrası’nın bu seneki yeni yıl konserindeki Josef Strauss’un “Brennende Liebe” isimli polka mazurunu çalsınlar ve o polka mazura bu sene televizyon yayınında eşlik eden enfes bale gösterisini göstersinler (TRT bunu yap mıştır). O koreografi bir sevişmeyi temsil eden bir koreografidir ve özellikle balerinin çok güzel olan vücudunun tüm detaylarını gözler önüne seren enfes bir kostüm içinde sunulmuştur. Zaten koregorafinin teması Gustav Klimt’in (18621918) Der Kuss (Öpücük: 19071908) adlı eserinden alınmıştır ve bu meşhur eser, Zenta muharebesinde (11 Eylül 1697) durup dururken ve Amcazade Hüseyin Paşa’nın (16441702) akılcı tavsiyelerine rağmen Avusturya’ya saldırmaya kalkan II. Musafa’yı sıkıca bir pataklayıp sırf nakit altın para kısmı 3 milyon gulden (yaklaşık 100 milyon dolar) tutan Osmanlı hazinesini esir alan büyük komutan Savoy’lu Prens Eugen’in (16631736) Viyana’daki zevkle döşenmiş Belvedere Sarayı’nın enfes dekoru içinde dans eden çifte doğal bir çevre yaratmaktadır. Bu enfes sanat şöleni, hele bazı kanallarda, muhakkak bizim RTÜK üyelerini rahatsız edecektir. Kurt... Hava çok soğuk... Dün gece belki eksi 20 dediler... Kar taneleri dönüp duruyorlar havada... Fırtına var... ? Yine böyle havalardaydı... Ankara Altınçanak’ta bir dişi kurt görmüşlerdi avcılar, karla kaplı asfalt yolun hemen yakınında. Araçlarını durdurup indiler, kurt kaçmak yerine durdu... Karşılıklı bakıştılar... Avcılar üç yanından yaklaşmaya başladılar... Kurt üç beş adım kaçar gibi yaptı, döndü yerden büyük bir eski kemik parçasını ağzına aldı, onu sürükleyerek gitmek istedi... Olmadı... Avcılara baktı, tekrar kemiğini bırakıp gitmeyi denedi, gidemedi, döndü durdu... Ve ilk kurşun karlı ovada patladı... Kurt, arka ayaklarının üzerine kalkıp havada bir yay çizerek yumuldu, açıldı, çığlık attı... Yaralı yaralı gitmek isterken, dönüp tekrar kemiğini almaya çalıştı... Bir kurşun daha bedeninde patladı... ? Her kurşunda aynı şey oldu... Her kurşun yediğinde Altınçanak çığlığından inledi... Düştü kalktı... Kaçmak yerine hep dönüp dönüp kemiğini de götürmek istedi... ? Avcılar cansız dişi kurdun başına toplandılar... Ağzının hemen ucunda götürmek istediği kemiği duruyordu hâlâ... Kemiği bırakıp da niye kaçmadığına bir türlü anlam veremediler... İçlerinden birisi kurdun kemiği sürüklemeye çalıştığı yönü gösterdi... Tümseğin arkasında beş küçük yavrusu, şaşkın ve korkulu bakışlarla bekliyorlardı anneleri dişi kurdu... Sevgili Metin Sertoğlu o günü gözleri ıslanarak anlatmıştı: “Yavrular açtı, annenin kemiği götürmesi lazımdı...” ? Yer gök kar yine... Dün gece eksi 20 belki... Ne zaman böyle olsa havalar, bir anne kurt koşar gözlerimin önünde... Beyaz karın üzerinden bebeklerine doğru, ağzında kemiği... Ayak izleri kırmızı... Tazminat istenir En ufak bir şekilde bu yayına karşı harekete geçerlerse, bunu tüm dünyaya duyurmak ve AİHM önünde böyle barbarca bir adımı atabilenleri rezil etmek tabii bu ülkedeki tüm uygar insanlar için bir zevk olur. Ha, RTÜK uyanık davranır da hiçbir şey yapmazsa? O zaman da bu gösteri emsal gösterilip, daha önceki kararları için kendilerinden tazminat ve aklanma talep edilir. Vermediler mi? Gene AİHM sanırım bu davayı zevkle kabul eder ve bugün cezalandırılmış olan kanallar paralarını misliyle tıkır tıkır geri almakla kalmaz, RTÜK’ün yaptıklarını tüm uygar âleme ifşa etmiş olurlar. Bugün RTÜK’ün temsil ettiği zihniyetle mücadele, onun peşini bırakmamak ülkemizdeki her uygar insanın önemli görevlerinden biridir. Bunu unutmayalım. Sanmayınız ki hür düşünce düşmanlığı karşısında uysallık, size kazanç getirir. Kıbrıs ve Kıbrıslıyı yaratan lider Prof. Dr. Mithat MELEN ki binli yılların başında, Richard Holbrooke ABD’nin Kıbrıs için özel temsilcisi İ İstanbul’a gelmiş. ABD Başkonsolosu’nun konutunda birçok akademisyen ve gazeteciyi toplamış. Sorular soruyor, fikir alıyor ve iddialı sözler söylüyor. “Kıbrıs işini hemen çözeriz biz, bizim için zor değil” filan gibi. Herkes fikrini söylüyor, epeyce iyimser hava var. Hatta Holbrooke, “Bu işi çözdüğümüz zaman sizin AB’ye girmenizi biz sağlarız” diyor. Ben ise, Holbrooke’a, “Dikkat edin, bu kadar rahat ve kendinizden emin olmayın. Adada iki tane ihtiyar var ki onlar sizi pantolonlarında sallarlar” diyorum. Ortalık karışıyor, kimsenin hoşuna gitmiyor dediklerim. Nerede ise terbiyesiz çocuk diyecekler. Toplantı bitiyor. Başkonsolos ve siyasi müşteşar ne desin beni çağırmışlar bir kere. Holbrooke bana kötü bakıyor. Onu da kaybettik. Rahmetli Rauf Denktaş’ın daveti üzerine bir süre sonra Leyla Tavşanoğlu ve ben Ada’ya gidiyoruz, hem Glafkos Klerides’i, hem de Rauf Denktaş’ı görüyoruz. Ağzında bakla ıslanır mı? Leyla Tavşanoğlu hemen ikisine de Holbrooke’a söylediklerimi aktarıyor. İkisi de kahkahayı patlatıp “O p………..’e söyleyin, benden önce kesin ölmesin!” diyorlar. Birbirlerine o kadar çok iltifat (!) ediyorlar ki, biz de sanki laf taşımış gibi oluyoruz. Bir başka sefer Rauf Denktaş Amcam (bu amca sözü de Leyla’dan çıkmadır) ile yemek yiyoruz. Keyiflenince, birden laf diyabete geliyor. E, diyor bu da olmazsa daha da keyif alırdık. Karşılıklı kan alma cihazlarımızı çıkarıp, kan alıyoruz. Ancak yemeye içmeye devam ediyoruz ve şekerden şikâyet ediyoruz. Durmuş ise hizmette kusur etmiyor. Bu yemekli sohbetler her yıl artıyor. Daha çok görüşüyoruz artık. Bir gün ben yine dayanamıyorum. “Niçin arkanızdan kimseyi yetiştirmiyorsunuz?” diye, sözüm ona gazetecilik yapıyorum. Cevap hemen geliyor. “Bu adamlar hıyar mı ki ekeceksin saksıya ve çıkacak taze ve lezzetli olacak?” Rauf Denktaş’ı kaç yıldır tanıdığımı artık bilmiyorum ama bana yüz yıldır tanımışım gibi geliyor. Türkiye’ye ve milli değerlerimize bu kadar bağlı uluslararası ünü olan başka çok insan yetiştirmediğimizi sanıyorum. Ayrıca da silahlı bir mücadele yapacak kadar da kahraman birini, müthiş bir politikacıyı. Adada ve Türkiye’de hatta dünyada arasının iyi olmadığı kimseyi görmedim. En büyük mücadeleleri bile büyük bir uygarlık içinde yapan, Kıbrıs ve Kıbrıslıyı yaratan lider. Tabii ki, çok eleştireni de var. Ancak tarihe bakın bakalım, kaç kişiyi sayabiliyorsunuz. 2009 yılında Kıbrıs Genç İş Adamları Derneği beni bir konferans için Kıbrıs’a çağırdığında toplantı salonuna girer girmez en ön sırada oturan bu eski dostu görünce gözlerim yaşarmıştı. Tuttuğu insanlara sonuna kadar destek veren bu kurt politikacı ve her şeyden önce büyük insanı kaybetmek üzücü ama onunla dolu o kadar çok anımız var ki, gurur duymamak mümkün değil. Onun için hâlâ, “Mithat hıyar mı ki bunu ekesin de topraktan çıksın?” dediğini duyar gibi oluyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle