19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Agapi Rüyaların kenti Sagalassos mou A gapi mou, Yunanca sevgilim demek. Başlığa aldığım için aşk ilanı zannetmeyin. 1997’den beri Kıbrıs’ta yaşayan arkadaşım gazeteci Arslan Mengüç’ün iki ay önce yayımlanan son kitabının adı Agapi mou. Agapi mou’yu sıraya koymuştum ama bir gece yarısı televizyondan Rauf Denktaş’ın ölüm haberini duyunca hemen okumaya başladım. Televizyon kanallarında, gazetelerin köşelerinde Rauf Denktaş’ın tavizsiz Kıbrıs politikasının tartışılacağını tahmin ediyordum. Bu yüzden 2004’te Denktaş’ın iradesiyle iki taraf arasındaki kapıların açılmasından sonra dört yıl vaktinin önemli bir bölümünü Rum tarafında âşık olduğu kadının yanında geçiren Arslan Mengüç’ün anılarını okuyarak, Güney’deki havayı koklamak, bilgilerimi, kendi gözlemlerimi tazelemek istedim. 1993’ten sonra Kıbrıs’a defalarca gitmiştim. Rauf Denktaş ile birkaç kez yemek yemiş uzun sohbet olanağı bulmuştum. Daha önce kendisi Stockholm’e geldiği sırada da konuşmuştuk. Ta Makarios döneminde İngiltere’de, Avustralya’da kendilerine iş temin edilerek, ceplerine de para konarak 100 bin dolayında Türk’ün Ada’dan nasıl uzaklaştırıldığını anlatmıştı. Rumların Kıbrıs’ı Türklerden arındırmak için yürüttüğü bu stratejiyi “Salam Politikası” olarak adlandırıyor, Girit modelinin tekrar edilmek istendiğine dikkat çekiyordu. O yüzden de ikili görüşmelerde, uzun vadede bu sonucu doğuracak önerilere karşı çıktığını söylüyordu. Kıbrıs’a röportaj gezilerimde, genç, yaşlı her kesimle görüşmüş, röportajlar yapmıştım. Konuştuklarımın büyük çoğunluğu 1974’te sağlanmış olan huzurdan memnundu. Güney’den göç edenler geriye gitmek istemiyordu. Türk askerinin Ada’dan çekilmesini isteyen küçük bir azınlık ise birleşmeden yanaydı. Bu kesim Türkiye’yi işgalci, yabancı bir ülke gibi görüyor, Denktaş’ı hiç sevmiyordu. Ama bu kesim, AB illüzyonuyla Annan Planı’nın kabul edilmesini sağladı. Türk kesiminde psikopolitik hava değiştiği sırada Arslan Mengüç haftanın birkaç gününü Rum sevgilisi Sotiriolla’nın STOCKHOLM köyünde geçiriyordu. Mengüç, Agapi mou’nun önsözünde de belirttiği gibi birbirine çok benzeyen bu iki halkın birgün yine bir arada yaşayacağı OSMAN İKİZ umuduyla Rumlar ile ilişki kurmaya, dost olmaya gayret gösteriyordu. Ama bu gayretlerin boş olduğunu dört yılın sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Başka bir ülkede olsa mutlu yaşayacak çift, Türkler ile evlenmenin yasak olduğu Güney Kıbrıs’ta dört yıldan fazla direnemedi. Arslan Mengüç’ün, akıcı bir dille, okuru o atmosferin içine çekerek kaleme aldığı anılarını okuyunca, önyargılar ve psikolojik gerginlik yüzünden iki halkın bir arada yaşamasının bugün için olanaksız olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden AB illüzyonuyla politik mühendisliğe kalkışmadan önce halkın ruh halini bilmek gerekiyor. İşte Trodos’daki köy papazının Arslan Mengüç’e söyledikleri: “Sen Fransız Müslümanı falansın herhalde.” Arslan Mengüç’ün ısrarla Türk olduğunu söylemesi üzerine papazın verdiği cevap oldukça ilginç: “Sen bizden biri gibisin. Türk olamazsın.” Bütün Rumlar kuşkusuz papaz gibi ırkçı değil. Bazılarının da 1974’ten önce olanlardan haberi olmadığı anlaşılıyor: Yioula Kalorkoyi de bunlardan biri. Yioula Kalorkoyi, Girne’ye yakın Bella Pais’i 1974’te kendi deyimiyle “Attila’nın çocukları” yüzünden terk etmek zorunda kaldığı için Türklerden hoşlanmıyor. Ama biraz ilerde Baf’ın yakındaki Lemba köyünde yaşayan Türklerin 1958’de göçe zorlandıklarını duyunca da şaşırıyor. Gözleri hayretten faltaşı gibi açılırken sadece “Öyle mi” diyebiliyor. Arslan Mengüç’ün anıları arasında en sarsıcı olanı küçük bir çocuğun tepkisi: “Annesi küçük kıza merdivenleri çıkarken Türk Amca’nın elini bırakmamasını tembihledi. O ana kadar bana sevgiyle bakan küçük kız, bir anda irkildi. Küçük bir çığlık atarak annesinin arkasına saklandı. Eteklerine sımsıkı yapışırken Türk’ün tehlikeli olduğunu söyleyerek ağlamaya başladı. Annebaba afalladı, benim içim cız etti...” “Şeytan ayrıntıda gizlidir” diye boşuna söylememişler. Agapi mou’da ayrıntıları öğreniyoruz. [email protected] yaşında Troya’yı konu alan bir çizgi roman okurken babasına “Bir gün ben Türkiye’ye kazı yapmaya gideceğim” diyen Marc Waelkens böylece mesleğini de belirlemiş olur. Profesör Stephen Mitchell ile 1983’te Sagalassos’u ilk kez ziyaret eden Waelkens bu antik kente vurulur ve yaşamını adadığı serüven başlar. Bir çizgi roman serüveni ile adım attığı arkeoloji artık onun hayatının serüveni ve rüyası olmuştur. K.U. Leuven Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Waelkens 20 yıldan fazla bir süredir Türkiye’nin güneyindeki antik Sagalassos kentinde kazıları yürütüyor. Türkiye’de “Marc Bey” olarak çağrılan ve bizden biri gibi görülen Waelkens’ın Sagalassos´ta gerçekleştirdiği rüyasının sonuçlarından bir demetinin sergilendiği “Dreams of CitySagalassos” adlı sergi 28 Ekim 2011 tarihinde Tongeren Galya 6 Roma Müzesi’nde açıldı önemli konusu derinlemesine BRÜKSEL ve 17 Haziran’a kadar ele alınıyor. Antik kazı alanının gezilebiliyor. atmosferini verebilmek için İyi korsan olmayı kafasına başka bir bölümde panoramik takan ve saçlarını korsan ekranda film gösteriliyor. gibi bağlayabilmek için saç Serginin en ilgi çeken uzatan 4 yaşındaki oğlum eserlerinden biri Roma Emre’yi gizli defineyi ERDİNÇ UTKU İmparatoru Marcus aramak üzere “kandırıp” Aurelius’un mermer heykel ikna etmiştik. “Definenin başı. Waelkens yönetiminde yerinin belirtildiği gizli haritamızı” Burdur’un Ağlasun ilçesindeki yanımıza almadığımız için hazineyi Sagalassos antik kentinde yapılan bulamadık. Ancak serginin kendisi başlı kazılarda bulunan Burdur Müzesi’ne başına bir hazine. Müze yetkilileri ait 238 eser arasında başta İmparator sergiyi “klasik bir arkeoloji Hadrian heykel başı ve İmparator sergisinden çok farklı, bütüncül bir Marcus Aurelieus heykel başı gibi hissetme, duyumsama ve yaşama” eserlerin yanı sıra figürinler, sikkeler, diyerek sunuyorlar. Opera Yönetmeni kabartma ve frizler, takılar, çanak ve Guy Joosten sergiyi bir tür drama çömlekler, mızrak uçları gibi değerli etkinliği gibi dizayn etmiş. Örneğin orijinal eserler bulunuyor. müzenin bir bölümünde deprem Aralarında binlerce kilometre mesafe sahneleniyor. Bundan yola çıkarak 6. bulunan Belçika’nın en eski kenti yy’da 2 büyük deprem yaşayan kentin 6 Tongeren ile Sagalassos, zamanında Almanya’nın kayıp çocukları... G ünümüzde modern yaşam bilgisayarlar, cep telefonları, mesajlar, elektronik postalar ve TV kanalları arasında inanılmaz bir hızla sürüp gidiyor, modern yaşam insanı farkında olmadan kendine gittikçe daha çok bağımlı yapıyor. “WinnerLooser” (Kazanan ve Kaybedenler) kültürünün her geçen gün daha çok ağırlık kazandığı Almanya’da böyle bir günlük yaşamın getirdiği sorunların altından kalkamayan, yedisinden yetmişine bir sürü insan var! Batısının Doğusu ile birleşmesinden bu yana toplumsal sorunların büyük bir hızla arttığı ülkede milli gelirin yüzde ellisine nüfusun yüzde onunun sahip olduğu artık bilinen bir acı gerçek. Zenginle fakir arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini yönetenler de kabullenmeye başladı. Resmi verilere göre Almanya’da 6 milyon çocuk ve genç fakir ailelerde yaşıyor. Bu sayı son on yılda ikiye katlanmış! Endüstri ülkeleri arasında Almanya “aile ve eğitim fakiri” listesinde birinci sırada. Fakir aile çocukları sorunlu yetişiyor, yetersiz gıda alması nedeniyle sağlıksız büyüyor, okulda başarılı olamadığı için de kötü bir geleceğe bakıyor. Fakir ana babalarla çocukları toplumdan dışlanıyor. Düsseldorf’taki Katolik Gençlik Sosyal Hizmetleri adlı kuruluşun hazırladığı “Almanya’da gençler gittikçe hızlanırken koşulları da arasında fakirlik” başlıklı geniş acımasız oluyor. Sürekli para ve rapora göre yoksulluk sınırında başarı peşinde koşan kimi ana babaya yaşayan 18 yaşından büyük çocuk zamanla yük olmaya başlıyor! gençlerden yüzde otuz dokuzunun Aile içinde yalnızlaşan çoğu çocuk hiçbir okuldan diploması yok! Bu içine kapanıyor, kendine ülkenin geleceği olan arkadaşı virtüel dünyada STUTTGART çocuklar giderek daha arıyor. Geleceğin toplumunu genç yaşta “kötü yola” oluşturacak bu genç insanlar düşüyor. On iki, on üç arasında zamanla gerçek yaşında sigaraya, içkiye dünyayı dışlayanlar da yok başlayanların, kaba değil. Üç yıl önce Stuttgart kuvvete başvuranların, yakınlarındaki Winnenden polisiye olaylara AHMET ARPAD küçük kentinde 16 insanı karışanların sayısı her kurşuna dizen on yedi geçen yıl hızla artıyor, yaşındaki zengin çocuğu Tim çoğu eyalette ikiye katlanıyor. K. de işte bunlardan biriydi! Doğru İşsiz, eğitimsiz yabancı gençler daha dürüst aile terbiyesi almamış kolay kendini bu batağın içinde çocukların okulda derslere, öğretmene buluyor. Günlük yaşamın sürekli ve arkadaşlarına uyum sağlaması da ağırlaşan koşulları altında ezilen ana çok zor oluyor. Onlar ailedeki gerilimi babalar “eve nasıl ekmek ve kendi gerçekdışı dünyalarını okula getireceğim” diye çırpınırken da taşıyorlar. çocuklarının doğal olarak terbiyesine Ünlü çocuk psikiyatrisi Michael ve eğitimine pek zaman ayıramıyor. Winterhoff’a göre günümüz Küreselleşmiş bir dünyada yaşam Almanyası’nda artık ilkokullarda bile www.ahmetarpad.de [email protected] C MY B C MY B sınıflar sorunlu öğrencilerle dolu! İnsanların çocuklarına çocukluklarını yaşatamadığı ülkede evlilikler gittikçe daha kısa süreli oluyor, boşanmalar artıyor, doğumlar ise hızla geriliyor! Sadece 2010 yılında 190 bin insan boşanmış. İstatistikler Almanya’nın bugünkü 82 milyonluk nüfusunun 2050 yılına gelindiğinde 68 milyona gerilemiş olacağı haberini veriyor. Son on, on beş yılda özellikle gençler arasında sezilen olumsuz bir görüş var: “Özgürlük, sorumluluk ve erdem uğruna savaşım vermeye değer mi?” Bu çok ürkütücü bir gelişme. Çünkü böyle bir kafa yapısıyla büyüyen yarının gençlerinden oluşan bir toplum gittikçe daha hızla düşlerini yitirir, gelişmesi duruşa geçer ve sonunda da insanları kendilerini bekleyen sorunları çözemez duruma gelir... aynı Roma topraklarının parçası olmuşlardır ve o dönemde yaklaşık aynı nüfusa sahiptirler. Limburg eyaletinde bulunan Tongeren (Fransızca: Tongres) yaklaşık 20 bin nüfuslu sevimli bir yerleşim birimi. Roma orduları tüm Galya’yı işgal edip kuzeye doğru ilerlerken, tek bir yerleşim birimi sonuna kadar cesaretle kendini savunur. İşte o yerdir Tongeren. Müzenin restoranındaki mönüde çocuklar için Asterix ve Oburix adı verilen yiyecekler olması tesadüf değildir. Tongeren’daki rüyaların kenti Sagalassos alışılagelmiş klasik arkeolojik sergilerden oldukça farklı. “Pazarlayamayanın antik zenginliğini pazarlarlar. Ancak bu kadar olur yani!” dedirten türden. Görsel, işitsel, sanatsal ve teknik tüm olanaklar seferber edilip herkesin unutamayacağı bir deneyim yaşamasını sağlıyor. Daha sergi başlamadan girişte antik kazı alanı ile göz göze gelip arkeologların nasıl kazı yaptıklarını ve neler bulduklarını görüyorsunuz. Burdur’dan tarihi eserlerin getirildiği sandıklar özellikle ortalıkta bırakılmış. Sergi girişinde sizi duvara yerleştirilmiş ekranda Prof. Waelkens yani bizim Marc Bey karşılıyor ve sergiye buyur ediyor. Waelkens kendi yaşamında Sagalassos’un yerini ve bu büyüleyici kentteki kazı çalışmalarını anlatıyor. Bu yöntem serginin değişik bölümlerinde kullanılmış. Serginin en etkileyici bölümünü bir tür drama etkinliği gibi sunan Opera Yönetmeni Joosten da ilham kaynağı ve deprem, su ve tanrılardan oluşan konseptini meraklılarına ekrandan anlatıyor. Birden kendinizi kaptırıyor, köşedeki Afrodit’e çaktırmadan bir göz kırpıyor, Apollo ile sessizce selamlaşıyorsunuz. Tanrılar, imparatorlar ve kraliçeler arasında gezerken zaman tünelinde bir yolculuk yaptığınızın farkına bile varmıyorsunuz. Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius’a ait mermer başı görünce gözlerinize inanamıyorsunuz. (Lisede YunancaLatince eğitimi alan ve filozof imparator Marcus Aurelius metinlerini orijinalinden okuyabilen Avrupa Birliği Başkanı Belçikalı Herman Van Rompuy da salı günü gezdiği sergiye hayran kaldı ve ilk fırsatta Türkiye’de, Sagalassos kazı alanını ziyaret etmek istediğini söyledi.) 270 derecelik panoramik ekran üzerinden özel filmlerle arkeolojik kazı alanının atmosferini Tongeren’a taşıyor. Ekranlarda antik kent ile ilgili filmler gösteriliyor. Antik şehrin etkileyici maketi hayranlığınızı katlıyor. Serginin en son ve en büyük odası karanlıklara bürünmüş... Ailece Yunan ilahı Zeus’un heykelini ya da haşhaş tarlasının ortasındaki tarım tanrıçasını bulmaya çalışıyorsunuz. Ayakları tesadüfen suyun içinde olan Poseidon’u da hayranlıkla izleyebilirsiniz. Ekranlarda uzmanlar bilgi verirken salonun farklı yerlerine yerleştirilmiş bilgisayarlarda görsel ve işitsel olanaklardan yararlanmak da mümkün. Çocuklara özel önem verilmiş. Bilgisayar animasyonları sayesinde sergiyi çocuğunuzla birlikte uçan at Pegasus’un eşliğinde oyun oynar gibi keşfediyorsunuz. Böylece minikler Sagalassos şehrindeki tiyatroda, gıda pazarında ve çömlekçiler mahallesinde olan biten aktiviteleri çok daha rahat anlıyorlar. Çocuklar “Pegasus ile gizli görev” kitapçığı ile minik maceracı ve arkeolog olarak Profesör Marcus’a yardım ediyorlar. Bazı soruları yanıtladıktan sonra Profesör’ün serginin farklı bölümlerindeki objeleri keşfetmesine yardım ediyorlar. Joris Snaet’ın sade ve etkili karikatür çizimleriyle hem siz hem de çocuklar “antik bir sergi” değil de sanki “oyuncak müzesini” gezmiş hissine kapılıyorsunuz. Daha önce iyi korsan (korsanın iyisi mi olur!) olup tüm kötü korsanlarla mücadele etmeyi kafasına koymuş olan çocuğunuz sergiden sonra ben arkeolog olmak istiyorum, ben de Türkiye’de kazı yapmak istiyorum diyebilir. Aynı, yıllar önce 6 yaşındayken minik Marc’ın dediği gibi!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle