19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 OCAK 2012 PAZAR CUMHURİYET HABERLERİN DEVAMI İstanbul PB Edirne PB Kocaeli PB Çanakkale PB İzmir B Manisa B Denizli Y Zonguldak Y Sinop Y Samsun Y Trabzon Y Giresun Y K Ankara 5 5 4 5 9 7 7 5 7 5 7 9 2 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars K Y K Y Y Y Y Y Y Y K B K 0 6 6 16 15 14 7 11 6 5 1 6 2 Oslo B 1 Belgrad K 2 Helsinki PB 6 Sofya K 1 Stockholm S 1 Roma B 13 Londra PB 6 Atina PB 10 AmsterdamPB 6 Zürih B 3 Brüksel B 3 Moskova K 4 Paris B 4 Aşkabat A 11 Bonn PB 5 Taşkent Y 7 Münih B 0 Baku B 11 Berlin PB 3 Bişkek K 3 BudapeştePB 4 Tiflis PB 10 Madrid Y 7 Kahire B 16 Viyana PB 2 Şam Y 12 Ülke genelinin çok bulutlu, Karadeniz, İç Anadolu, Akdeniz, Güney ve İç Ege, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’nun kuzey ve batısı ile Hakkâri, Şırnak, Bitlis ve Muş çevrelerinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Marmara ile iç ve doğu kesimlerde buzlanma ve don olayı bekleniyor. SAYFA 7 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 15 OCAK GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada dava adamıydı Denktaş. Denktaş’la gönül ve görüş birlikteliğimiz, 1958’lerde başladı. 1960’lardan sonra dostluğa dönüştü ve ölünceye kadar sürdü. Bu dostluğumuz Barış Harekâtı’nda askerle birlikte, bütün gazetecileri atlatarak Kıbrıs’a çıktığım günlerde de; Denktaş’ı 2002’lerde hükümetin ve medyanın acımasız biçimde eleştirdiği sırada da, daha sonraki bunalımlı günlerinde de hiç yitmedi. Denktaş, halkı için elbette bir önderdi, ama yanı sıra Türkiye dostu idi. Bugün Ada’daki kimilerinin, hatta Türkiye’yi komşu bir ülke olarak tanımlayan kimi siyaset adamlarının aksine; Kıbrıs davasının ancak Türkiye’nin birlikteliği, hangi hükümet işbaşında olursa olsun, Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğine inanırdı. Siyasal alanda ve medyada aleyhindeki söylemlerle yazılara değinenleri; dudaklarında alaylı hafif bir gülümseme, sesine yansıyan alaylı bir tonla yanıtlayabilen ender siyaset adamıydı Denktaş... ??? 1958’lerdi. Ankara Radyosu’nda hemen her gün saat 20.00’lerde yarım saat yayımlanan Kıbrıs Saati’ni yazmaya başladığım ilk günlerde, odamın kapısı açıldı, içeriye fotoğraflarından tanıdığım Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş girdi. Hürriyet’te Sedat Simavi’nin Kıbrıs Türklerinin davalarını savunan başyazılarıyla ateşlenen Kıbrıs davasını, Ada’daki gelişmeleri ve Kıbrıslı Türklerin siyasal ve toplumsal gereksinmelerini anlatmak üzere Dr. Küçük ve yardımcısı Denktaş hükümetle görüşmek üzere sık sık Ankara’ya geliyordu... Hürriyet dışında Türk gazeteleri Kıbrıs sorununun üzerine yoğun biçimde eğilmedikleri sırada Ankara Radyosu’ndaki Kıbrıs Saati’nin yayınları, hem Rumların egemen olduğu Ada’da hem de Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamakta kararlı görünen Atina’daki Karamanlis hükümetinde ilgiyle ve tabii tepkiyle izleniyordu... Her gelişlerinde bana Kıbrıs’taki Rum baskı ve cinayetleriyle siyasal gelişmelerle ilgili bilgiler veriyorlardı. Denktaş’la dostluğumuz öyle başladı. 1960 Zürih ve Londra anlaşmalarından önce Lefkoşa’ya gittim. Denktaş evinde yemeğe aldı. Eşi Aydın Hanım’la, küçük çocuklarıyla tanıştım. Birlikte Ada’yı gezdik. Rumların, Türklere büyük paralar ödeyerek topraklarını satın aldıkları günlerdi. Arabasıyla Baf’a götürdü beni. İki tabanca vardı yanında, bir de çanta. Çantadaki paralarla Rumlara satmadan önce Türk köylülerinin topraklarını cemaat adına satın alıyordu. Denktaş; Zürih ve Londra anlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Fatin Rüştü Zorlu’ya da söyledi) süreceğine hiçbir zaman inanmadı. Rumların olası niyetlerini, planlarını önceden keşfetmekte öylesine ustaydı. Atina’nın Ada’yı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan ENOSİS’ten, Makarios’un ise emekli Yunan Albayı Grivas’ın yönettiği EOKA örgütünün Türkleri katleden kanlı eylemlerini desteklemekten asla vazgeçmeyeceğine inanıyordu... Türk cemaati adına bu görüşleri BM Güvenlik Konseyi’nde açıklayınca Makarios tarafından Kıbrıs’a dönüşü yasaklandı. Ankara’daki sürgün yılları başladı. Denktaş, Cinnah Caddesi’nde 1. Basın Sitesi’ndeki evimin bulunduğu C Blok’ta bir üst katımıza taşındı. Sık sık bir araya geliyorduk. Aklı Kıbrıs’ta, gelişmelerdeydi. 1967 yılı Ekim ayında bir gün Denktaş; önemli bir konuyu benimle konuşmak istediğini, ancak o zamanlarda da aynı korku, kaygı vardı kimi kulakların dinlemesini engellemek için benim VW’nımla dolaşırken konuşmamızı önerdi. Gazi Çiftliği ve dolaylarında dolaştık arabayla. Kıbrıs’a kaçak gitmeye karar verdiğini ve kendisine yardımcı olmamızı istedi. Genel Yayın Müdürümüz Necati Zincirkıran herhalde patronumuz Haldun Simavi ile görüşerek Denktaş’a her türlü yardımı yapacağımızı bildirdi. Denktaş’la benim de katılacağım Kıbrıs’a kaçak giriş planını görüştük. Sürat motorunu ve diğer gereksinmeleri sağlayacaktık. Denktaş’tan hareket gününü bildirmesini beklemeye koyulduk. 31 Ekim 1967 sabahı erken saatte kapı çalındı. Açtım. Denktaş’ın yakın adamlarının biri bir zarf uzatıp hızla uzaklaştı. Açtım zarfı: Mektup Denktaş’tandı. Olası sorumluluklardan kaçındığı için, özür dileyerek beni birlikte götürmekten vazgeçtiğini, Ada’ya yalnız gitmeye karar verdiğini bildiriyor, şayet başına bir şey gelirse ailesini tabii Hürriyet’e emanet ediyordu. Öğle üzeri radyo yakalandığı haberini verdi. AP hükümetinin yoğun baskısı sonucu Denktaş, Ankara’ya iade edildi... 13 Nisan 1968’de Ada’ya dönme izni çıkıncaya kadar sık sık Denktaş’la buluşup dertleştik. O gün Denktaş’la birlikte Kıbrıs’a gittim. Rum gazetelerindeki fanatik Rum düşmanı gazeteci diye gösteren başlıklar ve uçaktan inerken kocaman bir fotoğrafımla birlikte… Eski Dışişleri Bakanlığı müsteşarlarından emekli Büyükelçi Uğur Ziyal, önceki gece kaybettiğimiz KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a hayatının belki de en üzücü talimatını ileten isimdi. Annan Planı’nın müzakere edildiği 2004’teki New York görüşmelerinde dönemin Dışişleri Müsteşarı olarak hazır bulunan Ziyal, Denktaş’ın masadan kalkmasını “Türkiye’nin talimatıdır. Bu zirveden kaçan taraf olmayacağız. Bu talimata mutlaka uyulacak” diye ültimatom vererek engellemişti. Denktaş’ın ölümü sonrasında aradığım Ziyal’in “Çok büyük, çok değerli bir insandı. Değeri insaniyetinden gelirdi. En zor koşullar altında bile en insani davranışı gösterirdi. Büyük bir dostumu kaybettim” sözleri beni oldukça şaşırttı. Kıbrıs davasının seyrini takip eden birçokları gibi ben de 2004’teki o sert diyalog sonrasında birbirlerine kırgın ayrıldıklarını sanıyordum. görüyordum. Lahey’de hata yaptığını, o hatası yüzünden Rumların daha avantajlı konuma geldiğini yüzüne söyledim. O ise bilinen görüşlerini aynen korudu.” GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY Denktaş’a ültimatom veren müsteşar: ek korkusu KKTC’yi kaybetmekti Kıbrıs davasının her adımında Denktaş’ın birinci önceliği hep Kıbrıs Türklerinin korunması oldu. Ziyal’e göre hayatında tek bir kaygısı vardı Denktaş’ın: “En büyük korkusu, zor kazanılan Kıbrıs Türk Devleti’nin elden gideceği endişesiydi. Ben atılacak taktik adımlarla hiçbir şey kaybetmeden, tek adım bile geri gitmeden Rumlar karşısında avantajlı duruma geçebileceğimizi ne kadar anlatmaya çalışsam da o hiçbir zaman böyle düşünmez, masada verilecek tavizlerle devletin elimizden gideceğine inanırdı. Çok büyük bir dava adamını kaybettik...” T ‘Büyük Bir Dava Adamını Kaybettik’ rahatsızlık duymadan yardımcı olmuştu.” çık konuşmayı severdi Ziyal’in müsteşarlığına kadar süren ilişkinin en gergin dönemi 2004 yılındaki Annan Planı görüşmeleriydi. New York öncesinde Lahey’de yapılan görüşmeler öncesinde Ankara’dan “Hayır demeye gidiyorum” diye ayrılan Denktaş’a bu konuda A ilk ciddi eleştiriyi getiren isim de Ziyal’di. Dünkü görüşmemizde o günlerden kalan Denktaş imajını şöyle aktardı: “Denktaş’la aramızda iş başka dostluk başkaydı. Görüşlerimiz farklıydı ama her zaman birbirimize açık konuşmayı severdik. Onun Kıbrıs konusundaki fikri belliydi. Ben ise 70’lerden 2000’lere gelindiğinde davanın çıkmaza gittiğini ocuğumun altını birlikte temizledik’ Denktaş ile Ziyal’in ilk tanışıklığı 1965 yılına kadar uzanıyor. Ziyal, bakanlığın en önemli bölümlerinden olan ‘Kıbrıs masası’nda çalışan genç bir diplomat. Denktaş ise zoraki olarak Ankara’da yaşıyor. Daha sonra 1970’te Ziyal, Kıbrıs’a atanınca dostlukları gelişiyor. O yıllardan Ziyal’in hiç unutamadığı bir an da var: “Bir uçak seyahati sırasında çocuğumun altını temizlememe Denktaş hiç ‘Ç ‘Türkiye ile anne ve evlat gibiyiz’ Diplomasi muhabiri olarak defalarca görüştüğüm Denktaş’ı son kez, geçen yıl temmuz ayında Ankara’da tedavi gördüğü TSK Rehabilitasyon Merkezi’ndeki odasında ziyaret ettim. Gerçek bir Cumhuriyet dostuydu. Gazetemiz adına ‘Geçmiş olsun’ dileğinde bulunduğumda hemen yazarımız ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın durumunu sordu. Balbay’ın tutuklu kaldığı süreyi 680 gün diye hatırlıyordu. Oysa 865 olmuştu o gün. Duyunca “Bıçak yarası gibi! Bu olanlara karşı neden barolar hiçbir şey yapmıyor, sesini yükseltmiyor?” diye isyan etmişti. Başta 62 yıllık eşi Aydın Denktaş olmak üzere ailesine, Kıbrıs Türk halkına ve tüm Türkiye’ye başsağlığı dilerken, hasta yatağında felçli halde verdiği ‘vasiyet’ gibi mesajlarını bir kez daha anımsatmak isterim: “Biz Türkiye ile anne ve evlat gibiyiz. Hep çok yakın olduk, bundan sonra da öyle olmamız gerekir.” “Her ne olursa olsun, Rumların değişmesi mümkün değil.” “Kıbrıs Türk’ünün davasına ve KKTC’ye yılmadan verdikleri destek için Türk halkına teşekkür ederim. Kıbrıs meselesi, Türkiye devleti ve Türk halkı açısından hep ‘partiler üstü’ bir mesele olmuştur. Bundan sonra da öyle kalmasını temenni ederim...” ‘Zamanaşımı kalksın’ JİTEM kazısına katılan CHP’li Sezgin Tanrıkulu, faili meçhul cinayetlere kalkan olan yasaların gözden geçirilmesini istedi MAHMUT ORAL (AA) DİYARBAKIR Diyarbakır’ın tarihi İçkale mevkiinde JİTEM tarafından kullanılan alanda sürdürülen kazı çalışmaları dördüncü gününe girdi. Yetkililer arkeologlar gözetiminde kazıları sürdürürken, 8 aile ise bulunan cesetlerin yakınlarına ait olabileceği gerekçesiyle DNA testi istedi. İHD’yi ziyaret eden CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, 90’larda yaşanan gözaltındaki kayıplar ve faili meçhul cinayetlere dikkat çekerek, failleri koruyan zamanaşımı süresinin kaldırılmasını istedi. Diyarbakır’ın tarihi İçkale mevkiinde, birkaç yıl öncesine kadar, Merkez Kapalı Cezaevi ve JİTEM merkezi olarak kullanılan alanda 3 gündür süren kazılar dün de devam etti. Po CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu JİTEM merkezi olarak kullanılan alanda 3 gündür süren kazılara katıldı. lis kordonuyla çevrilen kazı alanına görevli olanlar dışında kimsenin girişine izin verilmezken, faili meçhul cinayetleri araştırmakla görevli özel yetkili savcı ve olay yeri ince leme ekipleri, bulunan her kemik parçasını delil torbalarına koyup kaydetti. Arkeologlar tarafından yürütülen kazıların çıkması olası arkeolojik buluntuların zarar görmemesi için elle gerçekleştirildiği belirtildi. Kayıp yakınları ise İHD’ye başvurarak, cesetlerin yakınlarına ait olabileceği gerekçesiyle DNA testi istedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da dün İHD Diyarbakır Şubesi’ni ziyaretinin ardından, kazı alanına gelerek incelemelerde bulundu. Tanrıkulu, “Yeraltı zenginliğimizi çıkacak kemikler ve cenazeler oluşturuyor. Gerçek faillerin çıkması bakımından failleri koruyan yani zamanaşımı süresi kaldırılmalıdır. 90’lı yılların failleri 20122013 yılının zaman aşımını bekliyor. Meclis’in bu konuda çalışma yapması gerekir. Faili meçhul cinayetlerle ilgili Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun kurulmasını istedik ancak AKP bunu kabul etmedi” dedi. konuşmalar ilk mahkumiyetleri getirdi. Durumu daha açık anlatalım... Mahkeme heyeti önünde suçsuzluğunuzu kanıtlamaya çalışıyorsunuz. Sınırlandırılmış süre içinde her şeyi açıklığa kavuşturmak için çabalıyorsunuz... Bu sırada kullandığımız cümleler “suç unsuru” taşıdığı gerekçesiyle Silivri Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunuluyor. Silivri Cezaevi sınırları içindeki mahkemede yargılanmamız sürerken bu kez Silivri’deki adliyeye gidip orada da yargılanmaya başlıyorsunuz. Birinci ve ikinci Ergenekon davalarında 20’ye yakın sanık bu durumda. ??? İlk bakışta basit bir “hakaret davası” gibi gelebilir ama, adil yargılama açısından kamuoyu önünde çok tartışılan davalar kadar önemli bir durumla karşı karşıyayız. Zira ortaya şöyle bir soru çıkıyor: Olağanüstü yetkilerle donatılmış olan ÖYM’lerin ayrıca bir dokunulmazlığı mı var? Soruyu açalım... Hakaret suçları Türk Ceza Yasası’nın (TCY) 125. maddesinde düzenlenmiş. Bu suçun maddi unsuru, bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmiş olması. ÖYM hâkim ve savcıları, sanıkların konuşmalarının bu madde kapsamında olduğunu iddia ederek sıklıkla suç duyurusunda bulunuyorlar. Silivri Adliyesi de bu davaların önemli bir bölümünde “evet, hakaret var” kararı veriyor, sanıkları “en üst sınırdan” cezalandırıyor. Her şeyi bir kenara bırakalım... Diyelim ki sanıklar gerçekten hakaret suçunu işledi. Konuşmaları hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde suç içeriyor. Mahkemenin izleyebileceği üç yol var: 1 Cezayı vermek ama açıklamamak. TCY’ye göre 2 yıla kadar hapis cezası gerektiren suçlarda mahkeme hükmü erteleyebiliyor. Sanık öngörülen zaman diliminde aynı suçu bir kez daha işlemezse hüküm ortadan kalkıyor. 2 Taraflara uzlaşma önermek. TCY’nin kimi maddelerinin altında “uzlaşmaya tabidir” tanımı var. Buna göre yargıç karar vermeden önce taraflara uzlaşma öneriyor. Eğer hakaret eden “Kastımı aştım, özür dilerim” derse, karşı taraf da bunu kabul ederse dava ortadan kalkıyor. 3 İlk iki yönteme başvurmadan doğrudan karar vermek. Silivri Adliyesi genel olarak üçüncü şıkkı tercih ediyor. Üst sınırdan ceza veriyor. ??? TCY’nin 125. maddesinden üç adım sonra, 128. madde “İddia ve savunma hakkının dokunulmazlığı” ilkesini biçimlendiriyor. Anayasanın 36. ve 74. maddeleri de bu ilkeyi anayasal çerçeveye sokuyor. Silivri’deki yargılamalarda bu ilke şöyle hayata geçiyor: İddia sınırsız, savunma sınırlı. Hatta biraz ileri giderseniz suç... Silivri iddianameleri için şöyle bir tanımlama yapmak abartma olmaz: İşkence! Eskiden zorla suçunu kabul ettirme vardı. Şimdi ilerledik; baştan suçlu ilan ediliyorsunuz, suçsuzluğunuzu kanıtlamaya çalışıyorsunuz. Adalet Bakanlığı “yargının hızlandırılması” klişesi altında işte bu çok kısıtlı olan savunma hakkını büyük ölçüde sınırlamaya hazırlanıyor. Hukukun temel ilkesi şudur: Adil, hızlı, tutuksuz yargılama. Bunlardan birini uygulayıp “hukukta reform yaptım” diyemezsiniz. Kamuoyunda bu tartışmalar süredursun, Silivri’de ilk hükümler savunma hakkını kullanırken verilmeye başlandı. Adeta bir suç daha oluşuyor: Savunma suçu! CUMARTESİ ANNELERİ’NDEN ÇAĞRI 19.10.2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin 1. ve 8. Sayfalarında “ÖSYM yeni hatalarla gündemde” ve “Skandalın adı ÖSYM” başlıkları ile Mahmut Lıcalı tarafından kaleme alınan haberde; 2011 Yükseköğretim Programları Ek Yerleştirme Kılavuzunda Ankara Üniversitesindeki Tıbbi Görüntüleme Sistemleri Teknolojileri adlı bölümün adının ÖSYM tarafından Tıbbi Görüntüleme Teknikleri olarak yanlış yazılınca bu bölümü kazanan 20 öğrencinin mağdur olduğu, sağlık kurumlarında radyoloji teknisyeni olmayı hayal eden öğrencilerin ÖSYM’nin hatası nedeniyle yerleştikleri programın tıbbi görüntüleme cihazlarının bakım ve onarımına yönelik bir program olduğunu anlayınca şok geçirdiği şeklinde yanlış ve yanıltıcı ifadeler bulunmaktadır. Yayımlanması ve uygulanması Yükseköğretim Ge TEKZİP METNİ nel Kurulu’nun 22.09.2011 tarih ve 2011.19.1005 sayılı kararı ile kabul edilen 2011ÖSYS Yükseköğretim Programlarına Ek Yerleştirme Kılavuzundaki kurallar ışığında ek yerleştirme işlemlerini gerçekleştirmekle yükümlü olan Merkezimizce Yükseköğretim Kurulu tarafından bildirilen “Meslek Yüksekokulu Yeni Program” adlarına göre Kılavuzdaki düzenlemeler yapılmıştır. Yükseköğretim Kurulu tarafından gönderilen yeni program adlarında Tıbbi Hizmetler ve Teknikler alanında ilgili bölüm Tıbbi Görüntüleme Teknikleri olarak yer almıştır. Konu ile ilgili olarak 26 Eylül 2011 tarihinde Merkezimiz internet sayfasında yayımlanan 2011ÖSYS Ek Yerleştirme: Başvurular metninde Kılavuzun ön bilgi amacıyla yayımlanacağı, tercih işlemlerinin başlayacağı 3 Ekim 2011 tarihine kadar zorunlu hallerde Kılavuzda değişiklik yapılabileceği bildirilmiş, bununla birlikte Üniversitelerin, adayların ve kamuoyunun bilgisine açılan Kılavuzdaki düzenlemelere ilişkin olarak ilgili üniversiteden bölüm adının hatalı olduğuna dair herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır. Özetle 2011ÖSYS Ek Yerleştirme Kılavuzu ile adaylara ve kamuoyuna duyurulan kurallar çerçevesinde yapılan işlemlerde hukuka ve ilgili mevzuata herhangi bir aykırılık söz konusu olmayıp, Merkezimiz işlemleri ile ilgili güven ve itibarı zedeleyecek bu tür haberlere itibar edilmemesi hususu kamuoyuna saygıyla duyurulur. Tekzip Talep Eden ÖSYM Vekili Av. Sibel KARAHAN MİT kapılarını bize de açsın İstanbul Haber Servisi 355’inci kez Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri, 16 yıl önce 11 kişinin öldürüldüğü Güçlükonak olayının faillerinin cezalandırılmasını istedi. MİT’e seslenen kayıp yakınları, “MİT’in kapılarının kendilerine açılmasını” istedi. Eylemde, KCK operasyonu kapsamında İHD Diyarbakır Şubesi’nin de basıldığı, bazı evraka el konulduğu anlatılarak, İHD Diyarbakır Şubesi’nin JİTEM karargâhı bahçesinde çıkan kemiklerle ilgili araştırma yaptığı anımsatıldı. Yapılan operasyonların tam da bugünlere gelmesinin tesadüf olmadığına dikkat çekilen açıklamada, “Gözdağı vermek isteyenlere hatırlatırız. İHD’nin üye ve yöneticileri 25 yıldır yaşamları pahasına gerçeğin peşinde oldular. Olmaya da devam edecekler” ifadeleri kullanıldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle