23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2012 PAZAR 16 erhaba Değerli Mine Hanım, Yirmi beş yıllık Cumhuriyet M okuru olmamın dışında, sizin farklı gazetelerde çıkmış olan yazılarınızın hemen hemen tamamını okudum. Bu nedenle, bir dost, bir tanış olarak görüyorum sizi. Sol politik bir davadan, on beş yıldır hapishanedeyim. Yaşım kırk. Akhisarlıyım. Hapislik yaşamım Buca, Bergama ve son on yılım da Kırklar 1 No’lu F Tipi’nde geçti. Son 6 yılı şu anda bulunduğum tek kişilik hücrede geçirdim. Burası 8 m2’lik bir yer. Beş adım boyu, iki adımlık eni var. İçine banyo, yatak, dolap da dahil. Küçücük dolaba hem giysilerimi, hem de bazı yiyecekleri koymak zorundayım. Günümün ve gecemin burada geçtiği, geçeceği dikkate alınırsa, sorunun algılanması daha kolay olacaktır. Konunun; hukuki, fiziksel, psikolojik, tıbbi ve insani yönleri var. Anlatılmaya muhtaç bir tablo var. Yazmaya, hücredeki “tek” adamın bir resmini betimlemeye çalışacağım. Ne kadar beceririm, bilemiyorum. Umarım sizin için sıkıcı olmaz. Pek çok yönden her insan gibiyim. Umutlarım, özlemlerim, beklentilerim, gözlemlerim, yoksunluklarım, gereksinimlerim... var. ??? Hücredeki zamanımı olanaklarım, bilincim, zorunluluklarım oranında anlamlı ve verimli kılmaya çabalıyorum. Hukuki açıdan girelim bakalım: Var olan anayasayı ortadan kaldırıp onun yerine halkçı, demokratik bir anayasa getirmeye çalışmak “suçu”ndan çarptırıldığım idam cezası, ilgili yasada yapılan değişiklik sonucu 2005 yılında “ağırlaştırılmış müebbet” olarak düzenlendi. Bu Ulaşabildiğim, edinebildiğim ölçüde kitap okuyorum. Günde üç yüz sayfayı buluyor, bazen. Elbette hiçbir güzellik ve insan hali, bana da yabancı değil. Sizin de edebi anlamda üretken bir insan olduğunuzu biliyorum. Mahpusluk arsızlığı hakkımı kullanarak sizden de kitap isteğim var. Önceki yıllarda Feyza Hepçilingirler, Güldal Mumcu’dan kitaplar almıştım. Sevgiyle anmak istediğim Duygu Asena ile mektuplaşırdık. Her yıl vefakârca kitap hakkımı unutmazdı. Anısına saygıyla. Aydınlanma mücadelesinde kadın yazarlarımız aslında eforları, incelikleri, güçlü gözlem ve yorumlarıyla erkeklerden daha öndedirler. Ulaşabildiklerimi sevinerek, merakla takip ediyorum. Siz de ülkemizin gerçekliğine, nereden gelip nereye gittiğine vakıf olan az sayıdaki insanlardan birisiniz. Daha önemli olanın, yazamadıklarım olduğunu tahmin edersiniz. Karanlığın mimarlarına oranla birbirimizi sahiplenmede çok eksik kalıyoruz. Bir kitap, bir kart, bir selam, bir satır not bile yeri gelir, dünyaya bedel olabilir. Sizin aracılığınızla değerli Cumhuriyet ailesine sevgilerimi de iletmiş olayım. Oradaki ilişkilerin, samimiyetin diğer basın kurumlarından farklı olduğunu biliyorum. Bu önemli fark hep vardı ve olacak. Sanırım yeni yılın ilk mektubunu benden almış olacaksınız. Her ne kadar dilemekle olmuyorsa da, iyi, mutlu bir yıl diliyorum size. Selamlar, sevgiler.* SÜLEYMAN EROL Şirinyer/İzmir *Mektubun kısaltılmış halidir. 1 No’lu F Tipi Cezaevi / ATek10 “Özgürlük, dünyada tek bir insan tutsak kaldıkça bitmeyecek bir zindan cezasıdır.” ALBERT CAMUS Yorumsuz Müebbet düzenlemenin pratik yansıması şunlar: Ölünceye dek tek başıma hücrede tutulmak. Bunun 6 yılını tamamladım. Ne kaldı? Bilmiyorum. İnsan ne zaman öleceğini bilmiyor ki! Diğer tüm tutuklu ve hükümlülere ayda dört kez tanınan aile ziyareti hakkı, benim için ayda iki kez. Ancak ailemin ekonomik durumu iyi olmadığı için annem, babam 6 ayda bir kez gelebiliyorlar. Diğerlerine haftada 10 dakika verilen telefon hakkı, benim için iki haftada bir 10 dakika. Diğer hükümlülerin ikinci, üçüncü dereceden akrabaları ziyarete alınırken, bana yasak. Onların fazladan üç arkadaş ziyaretçi hakkı varken, benim yok. Kurum içindeki sosyal ve eğitim amaçlı çalışmalara katılmam, yasak. Ben altı ayda bir yalnızca aile ya da avukat ziyareti dışında tek kişilik hücremden çıkmıyorum, çıkarılmıyorum. Günümün, gecemin tamamı 8 m2’lik alanda geçiyor. Fiziki koşulların, yoksunluklarımın, sosyal iletişimsizliğin sonuçları hipertansiyon, reflü, miyopi, kas ağrıları, karamsarlık ve ciltte kaşıntı biçiminde yansıyor. Bunların tamamıyla ilgili hastaneden heyet raporum var. Ancak yaşam koşullarımın azen göz kırpar ormanın B içinden Göremediğim yeşil, suyunu “Ver Lefter’e, Yaz Deftere!” Balıkçılık yaparak on iki nüfuslu ailesini geçindirmek zorunda olan bir babanın oğluydu Lefter Küçükandonyadis. 22 Aralık 1925 günü Büyükada’da dünyaya gelmişti. İlkokul ile birlikte top peşinde koşmaya başlamıştı; bu nedenle anne babasının gözünde “haylaz”, “yaramaz” bir çocuktu. Başarıyı okulda, derslerinde değil, arsalarda oynadığı maçlarda attığı çalımlarda, gollerde arıyordu. Zor bela geçtiği ortaokul sıralarındayken mahalleden ağabeyleri onu Büyükada Futbol Kulübü’ne götürdüler. Çok geçmeden Taksim Spor Kulübü talip oldu bu acar delikanlıya. 1941 yılıydı, II. Dünya Savaşı başlayalı iki yıl olmuş, gençler için askerlik süresi dört yıla çıkmıştı. 1943 yılında, Taksim’de adını ilk duyurmaya başladığı sırada askere çağrıldı. Görev yeri Diyarbakır’dı. Ne yapıp edip futbol oynamanın yollarını buldu. Anlatılır: Diyarbakır karması Mersin karması ile maç yapmaya giderken, o da “tebdili kıyafet” ile Diyarbakır karmasına katılmış, Mersin’e gitmişti. Ne var ki maçta 25 metreden attığı muhteşem gol sonucu foyası ortaya çıkmış, Diyarbakır karması “hükmen yenik” sayılmıştı. Askerlik dönüşü Fenerbahçe Spor Kulübü’nden teklif aldığında 23, 3 Haziran 1964 günü Beşiktaş’la oynanan ve 11 biten jübile maçıyla futbol hayatına veda ettiğinde 39 yaşındaydı. ??? Biz hangi takımın ateşli bir yandaşı olursak olalım, insanların birbirlerine saygı gösterdiği, rakiplerinin başarılarını alkışladığı, renk farkı gözetmeksizin her iyi futbolcuya hayranlık duyduğu futbolsever bir kuşaktandık. İnönü/Mithat Paşa Stadyumu’nun kapalı tribününü GS, FB, BJK yandaşları yan yana paylaşırdık. Galatasaraylılar deniz tarafında, Fenerbahçeliler ortada, Beşiktaşlılar ise Gazhane tarafında otururlardı. Her takımın bir “idol” futbolcusu vardı; Metin Oktay Galatasaray’ın, Recep Adanır Beşiktaş’ın, Lefter Küçükandonyadis de Fenerbahçe’nin “süperi” idi. Onlar birbirlerine saygı duyan arkadaşlardı. Biz, ateşli yandaşlar da… Lefter, hem kıvrak futbolu, golleri, zekâsı hem de insanlığı ile tüm futbolseverlerin sevdiği, saygı duyduğu bir kişilikti. Ulusal Takım’a ilk kez 1948 yılında, 23 Nisan günü Atina’da Yunanistan ile oynanacak maç için çağrılmıştı. Atina’ya giderken etrafını çeviren gazeteciler, “Maçın sonucu ne olur” diye sorduklarında “31 kazanırız!” yanıtını vermişti. Bununla da kalmamış, “Golleri Fikret, Şükrü ve ben atacağım” diye eklemişti. 90 dakika bittiği zaman skor gerçekten de 31’di. Golleri ise Fikret Kırcan, Şükrü Gülesin ve o atmıştı! Maç boyunca Rum olması nedeniyle Yunanlardan yediği küfürler, onu durdurmak isteyen rakiplerinin savurduğu tekmeler onu yıldırmamıştı. Lefter, Ulusal Takım’da 50 kez oynadı, 12 kez kaptanlık bandını taktı, 32 de gol attı. Boynuna “Altın Madalya” takılan ilk futbolcudur. Liglerde ve kupalarda 832 gol atmıştır. O yıllarda liglerin çok daha az sayıda takımla oynandığı düşünülecek olursa, bu, kırılması çok zor olan bir rekordur. Bir başka futbol idolü olan Can Bartu onu anlatırken, “Tek başına bir takımdı. İyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. Topu istediği yere atardı. Frikikleri, penaltıları engellenemezdi. Rakiple dalga geçerdi” diyor ve ekliyor: “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu hiç tereddütsüz Lefter’dir.” ??? Futbolun “ordinaryüs”ü olan Lefter, bir yıl İtalya’nın Fiorentina takımında, bir yıl da Fransa’nın Nice takımında top koşturmuştur. Bir anı: Yıl 1952. Avrupa Kupası maçlarından birinde F.C. Nice ile Yugoslavya’nın Kızılyıldız takımı karşılaşıyor. Kızılyıldız’ın kalesinde 1950’li yılların efsane kalecisi Beara var. Lefter müthiş bir vole ile takımına bir gol kazandırıyor. Ve hiç olmadık bir şey oluyor. Beara, Lefter’e doğru koşmaya başlıyor, Lefter şaşkın, biraz da korku içinde bekliyor; Beara, Lefter’in yanına gelip onu kucaklıyor, on binlerce seyircinin alkışları arasında alnından öpüyor. Böyle bir övgü dünyada kaç golcüye nasip olmuştur? Bir Galatasaraylı olarak başta Fenerbahçeliler olmak üzere tüm futbolseverlere başsağlığı diliyorum, benim kuşağıma futbolun onca güzelliğini sunarken, aynı zamanda da spor nedir, spor ahlakı nedir öğreten Lefter Küçükandonyadis’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Toprağı bol olsun, rahat uyusun. Fotoğraf: MAHPUS MEKTUBU iyileştirilmesi isteğime hep olumsuz yanıtlar verildi. Dilekçelerim, başvurularım sonuçsuz kaldı. ??? Ben de kendi çapımda yaşamımı katlanılır ve anlamlı kılmaya çalışıyorum. Okuyorum. İngilizce çalışıyorum. Öncesinde biraz temel vardı. Son bir yıl içinde yoğunlaştım ve hızlandırdım. İyi gittiğime inanıyorum. Kitaplar konusunda, tam bir okuma tutkunuyum. içemediğim pınar Ve günlerin koynunda büyüttüğüm hasret Na şuramda durmaksızın kanar Küllenmez içimin koru, yanar yanar Bir saka şakır ötelerden Akşamın alacası iner erkenden Ben gülümserim yitik ufuklara Romatizma sızılarım dinmeden Koyun kokuyor lodos Demek ki sürü geçiyor yakından Derinlerde ezan okuyor müezzin Demek ki köye gidiliyor bu yoldan Köyümden bir “kırık” selam Kaç kez incitilmiş kelam Arada parlak çelik tel Kabzayı kavrayan muhafız el Ve toprak kokan aşina yel Müdavimdir her gün bu sahneye Kasvet ne zaman geleceğini iyi bilir Viran olası bu çelik haneye SÜLEYMAN EROL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr 2600 Yıl Önce ‘Deniz’lerde... Mesela Trabzon’da çok daha önceden Kolkh, Makron gibi yerli kavimler ile bazı Kafkas halkları yaşarmış. Ancak Miletosluların gelmesiyle başlayan “kent tarihi” bugün bile özellikle kaleyi çevreleyen eski dokuda izlenebilmekte. Ya Akdeniz’in öbür ucundaki Marsilya? Foçalı Amiral Protis, 2650 yıl önce “Anatiliens” kıyılarına çıktığında, bölgenin hâkimi Kral Nannus’un kızına eş seçme ziyafetine konuk olur. Kralın kızı, erkekler arasından yakışıklı Protis’i beğenince, evlenme kupasını ona uzatarak “gelinimiz” olmasın mı? Böylece Foçalılar “Massilia”nın temelini “hısım”lığın da coşkusuyla atmış olurlar... Bugün Marsilya rıhtımındaki pirinç kitabede kentin “Phokaia”lılar tarafından kurulduğu yazılı. Marsilyalılar atalarının Foça’dan gelen “Anadolu” insanları olduklarını biliyorlar. Peki, Fransa’nın bugün aynı “ortak” ataların bilmem kaçıncı torunlarına yaptıklarına ne demeli? Fenikeliler, forsaları ve yelkenleriyle... Kadıköy’ün MÖ 685’teki Dilerseniz haritayı da açarak Kalkedon adıyla kuruluşu da düşleyin. Ege kıyılarımızdan yo işte o ufuktan ufuğa gezinen la çıkan Foçalılar Akdeniz’in yelkenliler sayesindedir ve Bibatısına ulaşarak Marsilya’yı zantion’dan, yani İstanbul’dan kuruyorlar. Aynı süreçte Mega 17 yıl öncedir. ralılar Yunanistan’dan açılaKimi kaynaklara göre Megarak Marmara’nın Boğaziçi’yle ralılar, kimi kaynaklara göre de buluştuğu yerde Bizantion’un Fenikeliler geldiklerinde, önce temelini atıyorlar... Moda Burnu’na yerleştiler… Miletoslular boş dururlar Derken karşı yakada, şimdiki mı? Milet’ten yelken açıp Bo Sarayburnu sırtlarında Bizanğazları geçerek uçsuz bucaksız tion kurulunca, geleceğin “önKaradeniz’le karşılaştıkların cü İstanbullular”ı tanımını da da, kıyıyı doğuya doğru izleyip hak etmiş oldular. Samsun’un, hatta Trabzon’un İşte MÖ 7 ve 8’inci yüzyıllakent tarihini başlatıyorlar. ra hayranlığımın bazı nedenBuna Fenikelilerin de (bu leri... günkü Kadıköy) Kalkedon’u Metin Münir’in esin kaynakurmak için Akdeniz ve Ege’yi ğı olduğu yazısından devşiraşıp gelerek Bizantion’dan 17 diğim birkaç satırla bitireyim: yıl önce amaçlarını gerçekleş “Şimdi o kıyılar denizyıldızlatirdiklerini eklersek… Dahası rıyla, midyelerle değil, plastik aynı çağın daha nice koloni se çöplerle dolu. Kirlilikten deniferi ile kurulan kentlerini alt al zin dibinin görünmediği suta sıralarsak; MÖ 78’inci yüz larda balıktan çok plastik var. yıllar dünyasının çekiciliğine siz Her gün sadece gemilerden de kapılmaz mısınız? denizlere 640 bin plastik kap Akdeniz, Ege ve Karadeniz’i atılıyor. O zaman nasıldı? Makucaklayan, dönemin en par vilikler içinde salınıp gezen lak “uygarlık havzası”nda seyir yelkenlileri, suyun üzerinde halindeki yelkenlileri ve be zıplayan yunuslar görür müyğendikleri yerlerde kentleri na düm?” “Ormanda veya deniz kenarında yürürken, çok kere, dört beş bin yıl önce buraları acaba nasıldı diye düşünürüm. Ve sihirli bir el beni kaldırıp o günlerden birine bıraksın isterim. Hava nasıl kokardı? Hangi yaratıkların sesini duyardım?” Metin Münir’in 7 Ocak’ta Milliyet’teki “Ormanda veya Deniz Kenarında” başlıklı yazısı böyle başlıyordu... Okurken 2600 yıl öncesine gittim; yani ezelden beri çok merak ettiğim MÖ 7 ve 8’inci yüzyıllara. Yelkenliler dev dalgalarla nasıl baş ederlerdi… amiralleri o efsanevi kentleri nasıl kurarlardı? Kıyı kentlerimizin çoğu, bugünkü yerleşimlerini o çağın “koloni” seferlerine borçlular. Üstelik her yerden her yöne deniz seferlerine... Çünkü, henüz keşfedilen “yelken”, denizciliği geliştirmiş, sert fırtınalarda bile forsaların güçlerine rüzgâr ekleyerek bilinmeyen coğrafyalara “yelkenler fora” denilmeye başlanmıştı... sıl kurduklarını hayal ederek... Trabzon’dan Marsilya’ya ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Beyşehir Gölü 1 kıyısında, Anadolu Selçukluları döne 2 minden kalma ün 3 lü saray. 2/ 106 taş 4 la oynanan bir 5 oyun... Leylak rengi, açık mor. 3/ 6 Kurşun boruların 7 ağzını açmakta kul 8 lanılan ucu sivri takoz... Posta sürü 9 cüsü. 4/ Bir renk... Gü 1 2 3 4 5 6 7 8 9 neydoğu Anadolu’ya öz 1 B U L G A R İ O gü işkembe dolması. 5/ 2 UĞU R L AMA K Eski bir Hint tanrısı... 3Z UG A K A B E Çok büyük, ulu. 6/ Büyük 4U T A H EMA Y kent serserisi... Çin ve 5K Z A H T E R Japonya’dan tüm dünya6 İ M R E V A N ya yayılmış bir strateji O oyunu. 7/ Bir ay adı... 7 O T A R S İ 8 İ L İ Ş K İ E V Pokerde her oyuncu tara9 S A K O S O M A fından ortaya konan para. 8/ Önem verme, aldırma... Doğu Anadolu’ya özgü bir halk oyunu. 9/ Isparta’nın eski adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Çulara” da denilen ve yurdumuzun denizlerinde de yaşayan bir balık... Bir peygamber. 2/ Bilgiçlik taslayan kimse... Üstü kapalı olarak anlatma. 3/ Kötü, çirkin... Suçsuz, günahsız. 4/ Bir zaman birimi... Yemişinden turşu yapılan gebreotuna verilen bir başka ad. 5/ Boru sesi... En kısa zaman süresi. 6/ Etli, yuvarlakça ve şişkin sap kısmı yenen lahana çeşidi... Sodyum elementinin simgesi. 7/ Bodrum ilçesine bağlı turistik bir belde... Eski dilde kapı. 8/ Karışık renkli... Eski Yunan kentlerinde pazaryeri. 9/ Ensiz... Pedallı küçük motosiklet. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle