23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2012 PAZAR kultur@cumhuriyet.com.tr 18 KÜLTÜR Güzel bir gün için... AYŞEGÜL ÖZBEK Sovyetler Birliği döneminde 1930’larda yasaklanan Nikolai Erdman’ın oyunu “İntihar”, Moira Buffini uyarlamasıyla Kenter Tiyatrosu sahnesinde Yönetmen Mehmet Birkiye ve Semyon karakterini canlandıran Engin Hepileri. Benim 19 Mayıs’larım… İlkokulu İzmir Alsancak’taki Gazi İlkokulu’nda; orta ve liseyi o zaman sadece kızlar için bir okul olan İzmir Amerikan Kız Koleji’nde okudum. İlkokulu 4, orta ve liseyi 8 yılda bitirdim. Toplam 12 yıl… Bütün o süreçte, 19 Mayıs’lar yaşamımın en değerli, en etkili, en unutulmaz günlerimdi. 19 Mayıs benim bayramımdı. Gençlik ve Spor Bayramım. Alsancak Stadyumu’na tüm arkadaşlarımla, tüm öteki okullarla, kitleler halinde yürüdüğüm gündü. Genç olmanın, bu ülkede yaşıyor olmanın kıvancını, mutluluğunu, sevincini yaşadığım gün… Sınıfın en küçüğü ve en kısası olduğum dönemde sıraların en arkasında; sınıfın en uzunu olduğumda, önde bayrak taşıyarak yürüdüğüm gündü. Bayrağımı güzel dalgalandırayım diye, jimnastik hareketlerinde bizim okul mükemmel olsun diye uğraştığımız gündü… Marşlarımızı en iyi söyleyebilmek, halkoyunlarımızı en iyi oynayabilmek için çok çalıştığımız gündü. Kız erkek bir arada, omuz omuza, el ele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e şükran duygularımı dile getirdiğim gündü. Onun gerçekleştirdiği devrimleri ilelebet sürdürmeye ant içtiğim gündü… Kimi zaman yorgunluktan canım çıkardı; kimi zaman sevinçten gözyaşlarımı tutamazdım. Yorgunluk da, sevinç gözyaşları da paylaşıldıkça yerini coşkuya bırakırdı. “Bu ülkenin geleceğinden ben sorumluyum; bu Cumhuriyeti Atam bize emanet etti” bilincinin bilendiği gündü 19 Mayıs. Söylemi ve eylemi bir olan gençlerdik biz. ??? Sevgili okurlar, yukarıdaki satırları kendimle çok büyük mücadeleden ve tereddütten sonra yazabildim… Neydi endişem biliyor musunuz? Şimdi bana da “faşist” “darbeci” yaftası takarlar Sovyetler Birliği Stalin dönemi... Nikolai Erdman’ın yazdığı “İntihar” isimli oyun, günümüzde Türkiye’nin alışık olduğu bir şekilde sansüre uğruyor. İhtilal için Kızıl Ordu’ya katılmış genç bir yazarın, Stalin döneminde uğradığı hayal kırıklığının bir ürünü olarak ortaya çıkıyor “İntihar”. Kenter Tiyatrosu’nda Mehmet Birkiye rejisiyle sahnelenen oyun hakkında Stalin bir mektubunda şöyle diyor: “Oyun hakkında çok olumlu bir görüşüm yok. Çok yakın yoldaşlarım da oyunun boş hatta zararlı olduğunu söyledi. Ama yine de tiyatroya bu oyunu yapma şansını vermeye karşı değilim.” Ama oyun oynanamıyor ve Erdman sürgüne gönderiliyor... Oyun Rusya’da ancak 1990’da sahneleniyor. Kenterler ise Moira Buffini’nin “Ölümüne” ismiyle uyarladığı oyunu sahneye taşıyor. “Ölümüne” Sovyet Rusyası’nda köhnemiş bir konakta ayakta kalmaya çalışan insanları merkeze alıyor. Engin Hepileri’nin canlandırdığı Semyon ise bu grup içinde en çaresizi belki de. Bir işe yaramamanın verdiği çaresizlik, asalaklık. Bu durumda bir insan ölümden başka ne düşünebilir? “Yaşamayı beceremeyen ölmeyi becerebilir mi” diye soruyor oyun.. Engin Hepileri’nin yanı sıra Kadriye Kenter, Bülent Şakrak, Hare Sürel, Güneş Sayın, Çağrı Şensoy, Ferdi Alver’in de rol aldığı oyun sezon boyunca Kenter Tiyatrosu’nda sahnelenecek. Orijinal metin yerine neden Buffini uyarlamasını tercih ettiniz? Mehmet Birkiye: İki metin arasında çok büyük fark var. Erdman ? Stalin döneminin hayal kırıklıklarını işsiz, umutsuz, çaresiz Semyon üzerinden anlatan oyunun yönetmeni Birkiye, “Aslında bütün insanlar için nitelikli bir gün yaratabilsek toplumsal sorunlar çözülür” diyor. 1923’lerde yazmaya başladığı oyunu 1927’de bitiriyor. O günkü tiyatronun anlayışına uygun, uzun, anlaşılması güç, bugün için eskimiş bir metin. Buffini onu daha modern bir hale getiriyor ve uyarlama ilk 2007’de Almedia Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Nikolai Erdman Türkiye’de çok da bilinen bir yazar değil. Metne nasıl ulaştınız? M.B: Aslında oyun Türkiye’de Rusya’dan önce oynanıyor. Sanırım 80’li yıllarda orijinali Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. Yazarı sürgünden kurtaran ise ilginçtir, gizli servis polisi Lavrenti Beriya. Yani Stalin’in baş kasabı... Engin Hepileri: Oyunu dört yıl önce İngiltere’de izlemiştim. Daha sonra Buffini’nin metnine ulaştım ve çeviriler üzerinde çalışmalar yapmaya başladık. Oyun, Stalin dönemi eleştirisini nasıl ortaya koyuyor sizce? M.B: O dönemin baskı ortamını görüyoruz. Ama bu Marksizmin baskısı değil, totaliter bir hükümetin baskısı. Aslında eleştirilen Marksizm gibi görünse de Marksizmin Stalin uygulaması. Yani, devletçi, milliyetçi sosyalizmi eleştiriyor. Buffini bence uyarlamasında bunu atlamış ve olduğu gibi Marksizmi eleştiriyor. Ben oyunun orijinaline sadık kalarak Buffini’nin tavrını yönetmen olarak tercih etmedim. Stalin için devrimleri devam ettirmek için ezici gücünü kullanması gerekiyordu diyenler de var... E.H: Oyun da zaten birebir bunu söylüyor. Ortada kullanılan bir şey var. Ama amaca yönelik araç olarak kullanılan şey amacı da saptırmaya başlıyor... Hareketli ve ritmi yüksek bir oyun. Bu seyirciyi de dinamik tutuyor, ama oyuncular için yorucu olmalı... E.H: Mehmet Hoca’nın rejilerinde bu tür fiziksel mizansenler fazlasıyla var. Bu bizde bambaşka bir istek yaratıyor. Duyguyu bedeninizle buluşturup, bedeninizi aslında ne kadar zorladığınızı gördüğünüz an bambaşka performanslar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu hareket seyirciye de yansıyor ve onların da ilgisi kaybolmuyor. Barış Dinçel imzalı dekor harekete hizmet ediyor sanırım... E.H: Evet, bütün mizansenleri karşılayabilecek bir dekor var. Sahnenin ortasına açılan bir merdiven, yukarıda asimetrik bir koridor, dört tane kapı. Büyük bir eski konak ve bu konağa sığınmış, üşüyen, küçük insanlar... Oyun bir yanıyla da fars gibi. Semyon çocuk tarafları olan genç bir adam. Herhangi bir amacı, fikri yok, tek derdi oyunda da söylediği gibi “bir dilim ekmek”. Ama iş öyle bir yere geliyor ki, o da şaşkınlık içinde kendini tirat atarken ya da Kremlin’e laf söylerken buluyor. Aslında hepimizin fark etmesi gereken şey bu: Sadece insan olarak hayatta durduğumuz yerde güzelce dursak, başka şeylerle bu kadar uğraşmasak. M.B: Çünkü en çok yoksullar gelecekle ilgili hayal kurar. Zenginler, iktidardakiler için önemli olan şimdiki zamandır. Semyon da bugünü nitelikli yaşamak istiyor. Zaten bütün insanlar için nitelikli, güze bir gün yaratabilsek toplumsal problemlerimizin çoğu çözülürdü... Eleştirmenlerin seçimi ‘Artist’ Kültür Servisi Michel Hazanavicius’in yönettiği siyahbeyaz sessiz film “Artist”, Oscar ödüllerinde önemli bir etkisi bulunan Film Eleştirmenleri Ödülleri (Critics Choise Awards) gecesinde en iyi film, yönetmen, müzik ve kostüm olmak üzere toplam dört ödüle değer görüldü. “The Descendants”taki rolüyle “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü George Clooney alırken “Help”teki rolüyle Viola Davis “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne değer görüldü. “En İyi Yabancı Film” ödülü ise İran yapımı “Bir Ayrılık” filminin oldu. “Orijinal Senaryo” ödülünü de “Paris’te Gece Yarısı”yla Woody Allen kazandı. Ödüller, ABD ve Kanada’da 250 üyesi bulunan Film Eleştirmenleri Derneği tarafından veriliyor. şaşmayın… Endişemin pek de yersiz olduğunu düşünmüyorum: Taraf gazetesi 19 Mayıs kutlamalarının kaldırılmasını, “Kuzey Korecilik oynamaya son”, “19 Mayıs stat faşizmi bitti” diye duyurdu. ??? Kutlamalar neden mi kaldırıldı? Havanın soğukluğu, öğrencilerin yorgunluğu falan değil… Eğitimi engelliyor tasası hiç değil! Bu hükümetin ilme ve bilime verdiği önem ortada!! İnsanı aptal yerine koyan, geri zekâlı sanan, alay edermişçesine yapılan açıklamalar bana sadece kusma isteği veriyor! Nedenini söyleyeyim: Kız ve erkek öğrenciler bir arada olmasın diye. Kız erkek bir arada spor yapmaları günahtır, kötü örnek olur diye. Kızlar şort giymesin, etek boyu kısaydı uzundu dert olmasın diye. Atatürk ve devrimlerinin izi yavaş yavaş silinsin diye. Geçen yıl 29 Ekim kutlamaları kaldırıldı, bu yıl 19 Mayıs… Kutlamalara çağdaşlık mı kazandırmak istiyorlar? En azından gençlere sorabilirlerdi. Oysa kendileri karar verdiler: Haydi gençler ileri: Doğru Umre’ye Umre’ye! ??? Bugün Nâzım Hikmet’in yaş günü. Sevgili şairim, 110 yaşında. Bugün bu köşeyi sadece ona ayırmak istiyordum ama olmadı. “Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, (…) vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” diyen şairime nice nice yıllar diliyorum. endişesi… Ne hallere geldiğimizi görebiliyor musunuz!!! Atatürk’ün adını anmaktan korkacağız yakında… Bayrak dalgalanırken gözlerimizin yaşarması yasaklanırsa Yahya Dai Quartet “Ümitvar Mavi” (A.K. Müzik) Ne güzel bir albüm adı “Ümitvar Mavi”. Berrak mavi sular içinde bir nefeslinin ses ağzını gösteren kapağı da güzel. Albümün sahibi hepsinden güzel; saksofon ailesinin diplomalı uçak mühendisi Yahya Dai. 30 yıla yaklaşan profesyonel yaşamında Yahya, sayılması güç albümde yer almasına rağmen, ilk kez kendi hesabına Yahya Dai Quartet projesiyle albüm çıkardı ve hem namına, hem de caz albümlerimiz kütüphanesinde önemli bir eksiği giderdi. Beşi Chick Corea ve GRP ruhlu genç piyanist Ercüment Orkut’a, dördü Yahya’ya ait dokuz parça var albümde. Davullar pozitif notaların bageti (ve kendisinden albüm beklediğimiz) Ediz Hafızoğlu’na, baslar enerjik ve sempatik solocu Kağan Yıldız ile elektrik basın modern yüzü Eylem Pelit’e emanet. Alto, tenor, soprano saksofon, flüt, özel bir elektrikli nefesli kullanan Yahya, müzik donanımı yanında, kolektif bilinç ve sosyal kavrayışı da yüksek biri. “Waltz For Ötenel” büyük usta Tuna Ötenel için yazılmış. Yahya, Türk makamlarına da hâkim olmasına rağmen, “Ümitvar Mavi” albümünde tamamen Batı formlarını yeğlemiş. Güncel caz tınılarına, seksenli yılların caz anlayışı eşlik ediyor; popcaz ile mainstream bop arasında salınan kompozisyonlarda her müzisyeni ve dinleyiciyi doyuracak kadar solo ve doğaçlama yer alıyor. Yellowjackets ayarında umut dolu ve sofistike, Steps Ahead kadar enerjik ve kibar bir tarzın sahibi, Brecker Brothers seviyesinde akıllı ve yaratıcı bir fusion, Weather Report havasında rahat ve tutkulu bir albüm “Ümitvar Mavi”. muratbeser@muratbeser.com Amy Winehouse Lioness: Hidden Treasures (Island Records) Amy Winehouse’un trajik bir şekilde yaşama veda edişinin üzerinden henüz tam altı ay bile geçmedi ama yeni çıkan bir albümü var elimizde. Albümde bulunan 20022011 yılları arasında yapılıp daha önce yayımlanmayan 12 kaydı, prodüktörler Mark Ronson, Salaam Remi ve Winehouse’un ailesi belirlemiş. “Lioness: Hidden Treasures”, Winehouse’un “Frank” (2003) ile “Back to Black” (2006) adlı albümlerinin öncesinde ve sonrasında kaydettiği çeşitli cover’ları ve bilinen şarkılarının farklı versiyonlarını içeriyor. Tony Bennett ile muhteşem düeti “Body and Soul”un yanı sıra Amerikalı rap şarkıcısı Nas’ın sanatçıya eşlik ettiği “Like Smoke” da albümde yer alıyor. Şarkıları dinlerken en dikkat çeken şey, Winehouse’un sesinde ve yorumunda yıllar ilerledikçe hissedilen değişiklik. 2002’de “The Girl from Ipanema”yı söyleyen berrak, yumuşak sesli 18 yaşındaki genç kadınla, 2009 kaydı “A Song for You” adlı şarkıda duyduğumuz acıyla paslanmış sesin sahibi aynı kadın mı diye düşünüyor insan. Albümde, sanatçının ölmeden önce yayımlamayı düşündüğü 3. albüm için kaydettiği 2 yeni şarkı da var. Daha önceki çalışmalarıyla kıyaslanınca onlar kadar parlak değiller. “Back to Black” gibi bütünlüklü bir albüm olmasa da, 9 yıllık bir süreye yayılmış kayıtları belli bir kalitede bir araya getirmek küçümsenecek bir iş değil. Mark Ronson ve Salaam Remi’yi bu nedenle kutlamak gerekir. Bir de her şey bir yana; Amy ne söylese dinlenir... Her zaman dinlenecek. www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle