Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2012 PAZAR 14 sveç’in güney ucundaki Malmö kenti ile Danimarka’nın başkenti Kopenhag, boğazın iki yakası gibidir. Sabah kahvaltısını İsveç’te yaptıktan sonra, öğle yemeğini Danimarka’da yiyerek akşama geri dönmek mümkün. İki ülke arasında vize yok, gümrük yok, pasaport denetimi yok... Hafta sonlarında, İsveçli ve Danimarkalı gençler, geceleri birbirlerinin ülkesine eğlenmeye gider, sabaha karşı geri dönerler. Çok eski yıllarda, Baltık Denizi donduğunda, bir ülkeden diğerine geyiklerin çektiği kızaklarla, atlarla da gidilirmiş. 20 yıl öncesine dek, iki ülke arasında feribot seferleri de yapılıyordu. Bilet fiyatları ucuzdu. Şehir içinde bir semtten diğerine gidip gelir gibi yolculuğa çıkardık. Taşıma şirketlerinin arasındaki rekabet nedeniyle bedava gidip geldiğimiz günler de olurdu. Sabahları alışveriş çantalarımızı, torbalarımızı sırtlayarak feribota biner, denizde bizi izleyen balıklarla birlikte yol alır; güvertede şarkı söyleyerek sosis, sandviç yiyerek, iskambil kâğıdı oynayarak varırdık Kopenhag’a. Krallık sarayının önünde nöbet tutan kalpaklı Danimarka askerlerini izler, Türklere ait aşevlerinde memleket yemeklerini tıkındıktan sonra, kasap Ali Baba’dan taze et, sucuk; Türk bakkallarından bulgur, fasulye, nohut alarak dönerdik feribota. O yıllarda, PAZAR YAZILARI İ İskandinav ülkelerinin hali pür melali... yiyecek fiyatları, Danimarka’da ucuz, Emeğe ve insan haklarına değer veren İsveç’te pahalıydı... Sovyetler Birliği’nin İskandinavya’nın sosyal demokrasi modeli, dağılmasından, İsveç ve Danimarka’nın adım adım yerini acımasız “vahşi Avrupa Birliği’ne girmesinden sonra kapitalizme” terk etti. Sovyetler “İskandinav modeli”nin özgünlüğünden Birliği’nin dağılmasından sonra, yoksul eser kalmadı. Birçok şey, cetvelle ülkelerden gelen ve “ne iş olsa yaparım” ölçülmüşçesine AB diyen ucuz emek gücü, iş standartlarına uyduruldu. piyasasına egemen oldu. Soğuk MALMÖ görünümlü ancak işinde ciddi ve Avrupa ülkelerindeki ekonomik nitelikli İskandinav emekçisi sarsıntılar İskandinav ülkelerini bilek güreşinde yenildi. de etkiledi. Avrupa’ya daha Deneyimli, güvenilir iş yakın olan Danimarka görenlerin yerini, ucuz ve krizlerden daha fazla etkilendi. ALİ HAYDAR kalitesiz iş yapan, düşük İçe dönük bir toplum olarak NERGİS ücretlerle niteliksiz işçi çalıştıran yaşayan İsveç, kabuğuna taşeron firmaları aldı. O güne çekildi, sarsıntıların bir dek, iyi çalışan, iyi kazanan, iyi yaşayan bölümünü ufak tefek yaralarla atlatmayı İskandinav işçisi, kitleler halinde işsiz başardı. Bugün Danimarka, artık İsveç’ten kaldı. Kâr eden fabrikalar, kamu daha pahalı bir ülke. Malmö’yü deniz kuruluşları özelleştirildi, işçileri sokağa üzerinden Kopenhag’a bağlayan asma atıldı. Borçlanarak yaşayan toplumda, köprünün hizmete girmesinden sonra, yolcusuz kalan nostaljik feribotlarımız uzak ödenemeyen taksitler yüzünden evler, arabalar elden gitti; ruhsal çöküntüler, limanlara çekilerek çürümeye terk edildi; intiharlar arttı. Küreselleşmenin sihirli parçalanarak jilet fabrikalarına satıldı. sopası, sosyal demokrasi modeliyle özdeşleşmiş sendikaları da hizaya getirdi. Yüz yıllık geçmişe sahip işçi kuruluşları, işsizlerin haklarını savunmak yerine hükümetlerle, işverenlerle uzlaşmanın yolunu seçti. Hükümetlerin, işverenlerin karşısında durmak yerine, yanlarında yer almayı yeğledi. İskandinav ülkeleri, “küreselleşme” rüzgârlarından da çabuk etkilendi... Vahşi kapitalizmin acımasız kurallarına sessiz kalmakla yetinmeyip, zaman zaman onun peşine de takıldılar. Vietnam savaşı karşıtı gösterilerde ön saflarda yer alan Olof Palme’nin İsveç’i, daha sonraki savaşlarda, hangi ülkeye hangi silahı satacağının hesabını yapan bir ülke haline geldi. Danimarka’nın sosyal demokrat Başbakanı Helle Thorning Schmidt de 2012 yılı başlarında, ülkeyi zor günlerin beklediğini belirterek “özveri” çağrısında bulundu. Danimarka İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Harala Börsting da hemen durumdan vazife çıkararak, “Danimarka ekonomisinin düzlüğe çıkması için, 2012 yılındaki toplusözleşme görüşmelerinde ücret artışı talebinde bulunmayacağız” dedi. İşte, 2012 yılı başlarında 2 İskandinav ülkesinin hali pür melali… alinergis@yahoo.se Rusya’nın sınav yılı 2 011 yılı, Rusya’yı yönetenlerin yüzünü pek güldürmedi. Aralık ayındaki parlamento seçimlerinde Vladimir Putin’in partisinin oy oranının yüzde 50’nin altına düşmesi ve on binlerce kişinin seçim sonuçlarını protesto ederek sokaklara dökülmesi, Putin’in artık ülke meselelerinde eskisi kadar “ben yaptım, oldu”, diyemeyeceğini gösterdi. Evet, 11 milyon nüfuslu Moskova’da 50 bin kişilik mitinge büyük demek, Türkiye’yi, hele de Cumhuriyet mitinglerini düşününce gülünç gelebilir, fakat protesto gösterilerinin birkaç yüz kişilik ufak gruplarla yapılmasına alışmış olan Moskova yönetimi, on binlerce kişiyi bir arada görünce, kentte takviye askeri kuvvetler getirerek içindeki tedirginliği açığa vurdu. Protesto havası sönmeye başlasa da mart ayında yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerinin zorlu geçeceği, yaygın bir kanaat. Dış politikadaki tatsız sürprizler ise eski Sovyet coğrafyasındaki ayrılıkçı yönetimlerde görüldü. Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri ile Moldova’dan bağımsızlığını ilan eden Transdinyester bölgesinde düzenlenen devlet başkanlığı seçimlerinin tamamı, Kremlin açısından fiyaskoyla sonuçlandı. Rusya’nın askeri ve ekonomik desteğine bağımlı olan bu bölgelerde halk, Kremlin’in açık destek verdiği adayların yerine, karşısına engeller çıkarılan adayları seçti. Abhazya ve Güney Osetya, 199193 döneminde Gürcü yönetimiyle çatışmaya girerek bağımsızlıklarını ilan etmiş ve 2008 yılındaki RusGürcü Savaşı’ndan sonra, Rusya, bu iki yönetimin bağımsızlığını tanımıştı. Abhazlar, tarihten bugüne, Ruslarla çok da iyi ilişkilerinin olduğu söylenemeyeceği ve kendi bağımsız yapısına çok düşkün olan bir halk. Abhaz tarım ürünlerinin yakın ülkelerde yoğun olarak satılması ve Abhazya’nın turizm potansiyeli, bu bölgenin, Rusya’ya belli konularda diklenmesini de kolaylaştırıyor. 2004 yılında Abhazya’da düzenlenen seçimlerde Rusya’nın fazla haz etmediği Sergey Bagapş, ufak bir renkli devrimle iktidara gelmişti. Geçen yıl Bagapş’ın hayatını kaybetmesi üzerine düzenlenen seçimlerde de Rusya’nın açık destek verdiği Sergey Şamba, muhalif Aleksandır Ankvaba’nın KİEV karşısında seçimleri kaybetti. 2008 yılındaki Gürcü askeri harekâtından tamamen Rusya’nın DENİZ yardımıyla kurtulan ve BERKTAY Gürcülere yönelik öfkenin hâlâ taze olduğu, üstelik de bağımsızlıktan çok Rusya’ya katılmayı hedefleyen Güney Osetya’da da Rusya’nın desteklediği aday seçimleri kaybetti. Fakat yönetim seçim sonuçlarını tanımayı reddetti. Bunun ardından patlak veren olayların sonucunda, seçimlerin bu yıl yeniden yapılmasına karar verildi. Ayrılıkçı bölgeler içinde adı en az duyulan Transdinyester de Rusya’ya sürpriz yaptı. Transdinyester’in Rusya’yla ortak sınırı yok; bir tarafı Moldova yönetimi, diğer tarafı ise Ukrayna’yla çevrili. Moldovalıların Rumenlerle akraba olmasına karşılık, Transdintester halkı, Rus ve Ukrayna kökenli. Moldova’nın bütün sanayisi, bu bölgede kalmış. Bölgeyi 20 yıl boyunca yöneten İgor Smirnov, “Ya bağımsız kalalım ya da Rusya ile birleşelim” diyordu. Fakat Rusya, Transdinyester’i, Moldova’nın tamamı üzerinde denetim kurmak için koz olarak görüyor ve Transdinyester yönetimini, Moldova ile müzakere masasına oturmaya zorluyor. Geçen ay burada yapılan seçimlerde, televizyon programlarına katılmasına engel olunan muhalif aday Yevgeniy Şevçuk oyların yüzde 74’ünü aldı. Bu olaylar, Rusya’nın, her bakımdan kendisine bağlı olan bölgelerde bile kendi istediği sonucu almakta yetersiz kaldığını gösterdi. Putin, Avrasya Birliği’nden bahsederken ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Orta Asya’da temaslar gerçekleştiriyor ve bunun hemen ardından, Rus uzmanların Amerikalıları suçladığı, Kazakistan’ın Jana Özen bölgesindeki karışıklıklar patlak veriyordu. Rus Ulusal Güvenlik Kurulu Sekreteri Yevgeniy Patruşçev’in önceki gün “Bu yıl Rusya ve ABD’deki seçimlerden Putin ve Obamanın galip gelmesi dünya barışı için iyi olur” demesi, Rusya yönetiminin, ABD dış politikasının sertleşmesi ve iktidara Cumhuriyetçilerin gelmesi olasılığından duyduğu endişeyi de gösteriyor. Kısacası, bu yıl, Kremlin’in hem iç hem de dış politikasını gözden geçirmesinin gerekeceği zorlu bir sınav yılı olacak. www.avrasyahaber.net Edebiyatçıların dostu, eşek ilano’daki Senato Caddesi kütüphanesi aylık bir edebiyat dergisi yayımlıyor. Nadir kitaplara meraklı okurların özellikle ilgisini çekebilecek bir içerikte hazırlanan dergi, her sayısında okuru edebiyat tarihinde keyifli bir yolculuğa çıkaran bir serüvenin kapılarını aralıyor. Geçen yaz aylarında dergi, on beşinci yüzyılda İtalya’da “Encomium Asini” diye anılan edebi türde yer verilen eşek figürüne büyüteç tuttu. Haziran ayında yayımlanan “XV. yüzyılda eşek, edebiyatçıların esin kaynağıyken…” başlıklı ilk dosyayı, temmuz ve ağustos aylarında “XVII. yüzyıl insanın resimsel bir metaforu: Eşek mitleri” izledi. Milano’daki kütüphanenin vakıf sorumlusu Annette Popel Pozzo’nun edebiyat dünyasının labirentlerinde peşine düştüğü eşek, evcil hayvanlar arasında insana en çok benzeyen tür diye tanıtılıyor. Aynı zamanda kütüphanenin el yazma eserler sorumlusu olan Pozzo’nun antik kaynaklarda izini sürdüğü ilk dosya, XV. yüzyılın İtalyan edebiyatında eşek figürünü inceliyor. Dönemin yazarları inatçılığıyla ünlü cefakâr eşeği, hayvan âleminin önemli bir şahsiyeti, edebi bir metafor ve felsefi bir kavram çerçevesinde ele alıyor. Asur ve Babil kaynakları, eski Mısır’ın gizler barındıran belgeleri, antik Yunan, Latin ve Yakındoğu kültürlerinde saklı kalan eşek, simgesel anlatımlarda karmaşık duygular uyandıran ve anlaşılmaz diye yorumlanıyor. Edebi yapıtlarda hem inatçı, cahil, şeytansı ve mantıksız hem de cefakâr, iyi huylu, sabırlı bir hayvan diye sunuluyor. Fransız felsefeci Jean Buridan’ın eşeğinin başına geldiği üzere, ağzına kadar buğday dolu iki kabın önünde açlıktan ölen eşek misali MİLANO doğru seçimi yapamayan bir eşekle karşılaşıyoruz nice yapıtta. Ezop masallarından şarap tanrısı Dionysos ve ana tanrıça Kibele’ye ASLI KAYABAL adanan kültlere, XV. yüzyıl İtalyan edebiyatında eşeği bir metafor olarak seçen yapıtlardan 1550 yılında hayvan âleminin bu inatçı figürüne değinen, bugün Milano Senato ve Trivulziana kütüphaneleri ile Paris Ulusal Kütüphanesi’nde korunan üç örneği bilinen “Asineida dello Imbrogliato” başlıklı broşürlere kadar eşek, edebiyatçıların sevdiği bir figür. XV. ve XVII. yüzyılda ise çok sevilen eşek figürü, masal dünyasının en gözde kahramanlarından biri. Ortaçağ ve Rönesans’ta eşek, masallar âleminde nice öyküye esin kaynaklığı yapıyor. Jean La Fontaine’in kaleme aldığı ve 12 kitapta derlenen fabllarda eşek önemli bir kahraman. Pozzo’nun arşiv taramasında eşeğin illüstrasyon dünyasına XVII. yüzyılda giriş yaptığını öğreniyoruz. Desen dünyasında eşeği betimleyen illüstrasyonların ayrıntılı öykülerine derginin temmuz ve ağustos sayısında görsel örneklerle yer veriliyor. Jean de la Fontaine’in fabllarından biri için hazırlanan bir eşek illüstrasyonu, Jombert’in basımevinde Parisli Durand, Desains&Saillant tarafından dört farklı nitelikte kâğıda basılmıştı. 17551759 arasına tarihlenen bu değerli illüstrasyonun bir örneği, bugün Senato Caddesi kütüphanesinin arşivinde bulunuyor... Edebiyatçıların dostu eşeği anan bir İtalyan atasözüyle noktalayalım: “Beni yere atacak hırçın bir atın yerine dik kafalı bir eşek tarafından taşınmayı tercih ederim.” aslikayabal@hotmail.com M Paylaşılamayan Jan Dark yaptığına dair genel bir fikrim vardı. ransız kültürüyle büyümedim. Sıradan çiftçi kızı Jeanne’dan insanlık Annem babam da anlatmadı. tarihinin bilinen en cengâver Azizesi Nasıl tanımıştım bu efsanevi SainteJeanne’a uzanan, gerçekte topu kadını diye epeyce düşündüm. topu 19 yıllık (14121431), o da İlkokulda mı, ortaokulda mı derken, özellikle son iki seneye sığdırılmış ipucunu internet okyanusunun destanımsı bir hikâyeydi. Yaşadığı derinliklerinde yakaladım. “Tarla kısacık hayat, doğduğu Lorraine Kuşu”nu geçmişin kör kuyusundan çıkartan sevgili Ayla Algan ve rahmetli bölgesi Domrémy köyünden savaş alanlarına, büyücü suçlamasıyla Beklan Algan’lı (19332010) anılar yakıldığı Rouen’ın Eski Pazar oldu. Amerika’da tiyatro eğitimi görüp Meydanı’na istisnai bir güzergâh 1960’ta Türkiye’ye dönen Algan çifti izletmişti. Alman yazar Friedrich Muhsin Ertuğrul’un (18921979) Schiller’in 1802’de yeniden yarattığı arzusuyla İstanbul Şehir Tiyatroları trajiromantik tiyatro kahramanı kadrosuna katılmışlardı. Beklan Algan, sanırım 1961’de rejisör olarak ilk piyesi “Orleans’lı Bakire” Tanrı’nın Fransızlar için özel seçtiği yol niçindir merak ederim, Fransa’da gösterici, kurtarıcı melek miydi? Yoksa genellikle bireysel anarşist diye bilinen Rönesans’ın, Protestanlığın, Katolik ünlü tiyatro yazarı Jean Anouilh’un Kilisesi’ne isyanının, kadın haklarının (19101987) yazdığı “L’Alouette/ doğuşunu muştulayan bir öncü müydü? Tarla Kuşu”nu (1953) sahneye koymuştu. Bir biçimde paylaştığımız o 12 yaşından beri Ste. Catherine ve sahne tozlarının içinde genç, güzel bir Ste. Marguerite gibi bazı azizelerle kadın, Ayla abla hâlâ unutamadığım bir gaipten temasta olduğunu söyleyen, huşuyla loş bir ışık altında çiftçi Jacques d’Arc sorgulayıcılarıyla olduğu kadar, kızı Jeanne “Yüzyıl PARİS kendi kendisiyle hesaplaşan, bazen (Dini) Savaşları”nın korkan bazen başkaldıran, tereddüt kanlı gelgitlerinde ve çelişkilerine karşın sonunda canı işgalci İngilizlerle pahasına boyun eğmeyen, engizisyon işbirlikçi Burgonyalı mahkemesinin yargıladığı bir genç Fransızlara karşı deli kız, Jan Dark’ı (Türkçe yazma ve Kral VI. Charles ve UĞUR HÜKÜM okuması daha kolay olduğu için Armagnac’lı böyle çevrilmiş) canlandırıyordu. Fransızların dağınık Anouilh’un “Tarla Kuşu Jan ordusunu mucizevi biçimde toparlar. Dark”tan çok daha dramatik, patetik, Erkek kılığında başı çektiği başı dokunaklı ve karanlık bir Jeanne bozuk güçleriyle işgalcileri püskürtür. d’Arc’ı 56 yıl sonra İstanbul veya Tuzağa düşürülüp Rouen’de hapse Ankara Sinemateki’nde keşfedecektim. atılır. Sorgusunu hain, satılmış 1928’de Danimarkalı yönetmen Carl engizisyoncu Beauvais Episkoposu Theodor Dreyer’in Fransa’da çektiği Pierre Cauchon yapar. Başta ilk sessiz ve siyahbeyaz başeser “Jeanne büyük Fransa tarihçisi ve d’Arc’ın Tutkusu/Çilesi”nde dönemin Cumhuriyetçi düşünür Jules Michelet tanınmış Fransız kadın oyuncusu Renée (17981874) olmak üzere uzmanlara Falconetti’nin enfes kompozisyonu, göre ulusal arşivlerde bulunan Jeanne yakın çekimler sayesinde belleğimde d’Arc’ın yargılanma tutanakları saçları 1 numara tıraşlanmış, çehresine ortaçağın en zengin ve en iyi inanılmaz ıstıraplar kazınmış trajik saklanmış belgeleridir. Katolik görünümlü bir kadın kalacaktı. Aslında kilisesince 1456’da aklanarak şehit, bu tarihi kişiliğin aşağı yukarı ne 1904’te saygınlık, 1909’da kutsanma F ugur.hukum@gmail.com C MY B C MY B mertebelerine ulaşan kişilik, 1920’de ise kutsallaşarak azize ilan edilir. 1618. yüzyıllar arasında neredeyse unutulan Kutsal Bakire ulusal devlet, milliyet kavramlarının yaygınlaşmasıyla milli birlik simgesi olur. Bu arada örneğin İrlandalı denemeci, tiyatro yazarı George Bernard Shaw “Saint Joan” (1923) isimli piyesinde Jan Dark’ı İrlandalı Protestan bağımsızlıkçı kılığında yeniden canlandırmıştı. Jan Dark, Napoleon’dan başlayıp günümüze kadar süren binbir yorumun kaynağı ve aracıdır. Ancak Fransız sağının son günlerde artan “Bakire” aşkına değinmeden geçmek olası değil. Oy dilencisi Sarkozy geçtiğimiz 5 Ocak’ta “Bakire Azize”nin doğumunun 600. yılı vesilesiyle doğduğu, vaftiz edildiği köy ve kasabada görkemli bir anma töreni düzenledi. Yaptığı konuşmada Jeanne d’Arc’ın bir gruba değil tüm Fransızlara ait olduğunu vurguladı. Kendini yeni Jeanne d’Arc gören aşırı sağcı lider Marine Le Pen ise ertesi gün aynı köye gidip “Sarko senin adımların bizim hızımıza yetişemez” diye başkanla dalga geçti. Sevgi Sanlı’nın Türkçesi eşliğinde Bernard Shaw’ın Jan Dark’ından bir alıntıyla noktalayalım: “Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı’dan bile soğuturken, gönlümü gene onun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur... Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır (tarla) kuşunu işitebileyim... Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek?”