18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 29 EYLÜL 2011 PERŞEMBE 2 yazdı da, niye değişti birden? Birden ya da yavaş yavaş! Yalnız politika alanında değil, o konuda söyleyecek çok söz var. Önce kendi gazetene bak derler adama, Cumhuriyet’in yetmişliseksenli yıllarında gazete sütunlarında kimler vardı? Şimdi nerdeler? Niye değiştiler, nasıl değiştiler? Türk basınında gerçekleri adam gibi yazmayan, ülke dertlerini bir yana atıp kuru kuruya iktidar destekçiliğinde direnenleri düşününce canım sıkılıyor. Niye diye, bu alçalış, bu düşme acı duruma... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tutuklama Sorununu Çözelim mi? Savcılarımız ve yargıçlarımız tutuklamayı hassas adalet terazisinde ne kadar iyi tartarlarsa, o denli adalete ulaşacağız. Son söz: “Adalet güneşi doğuyor mu” demiştim ya, gelin bu güneşi tutuklamadan başlayarak doğurtalım, ortalığı aydınlatalım. Thomas Alva Edison bizi kıskansın. Prof. Dr. Erdener YURTCAN ok kısa süre önce bu sayfada yayımlanan “Adalet güneşi doğuyor mu?” başlıklı yazımda HSYK’nin bir raporunu ele almıştım. Bu yazıda bir bölüm vardı. Şöyle demiştim: “Tutuklama bu raporun baş köşelerinden birine oturmalıdır ve beni düzeltiniz diyerek haykırmalıdır.” Şimdi tutuklamanın haykırışına kulak vereceğiz. Tutuklama kavramının ceza adalet sistemi içindeki yeri bellidir. O bir yargılama önlemidir. Önlem, önlemekten gelir. Amacı çok nettir. Suçluluğu henüz sabit olmamış kişiyi tutukladığınızda, sanığın verilebilecek olan cezadan kurtulmak için kaçmasını önlemek istersiniz. Bunun anlamı mahkumiyet hükmünün kâğıt üstünde kalmasına engel olmaktır. Bir başka amaç da tutuklama yoluyla delillerin sanık tarafından karartılmasını ortadan kaldırmayı hedeflemektir. Bu iki amaç için kuvvetli delillerin varlığı şarttır. Tutuklama önlemine başvurduğunuzda, deliller elbette güçlü olacaktır, çünkü suçluluğu sabit olmayan kişinin özgürlüğünü ortadan kaldırıyorsunuz. Delilin kuvveti yargılamada gerçeği ortaya koyma gücüyle ölçülür. Bu konuda kriter bellidir: Kişi tutuklandığında, yargılama sonunda mahkum olmalıdır. Bu açık bir sonuçtur. Batı’nın Yazmak Üstüne Bütün gazeteleri görebilmek kolay değil. Sabahları dört gazete bırakıyor Behçet... Kimi çok erkenden, kimi öğleye doğru! İşini gücünü bırakıp bana gazete yetiştiren bir dost da olmasa, ben bilgisayarla yetinmek zorunda kalacağım. Eskiden gider bakkaldan kendim alırdım, şimdi nerde!.. Bir bakıma günün gazetelerini bilgisayardan okumak da ilginç. Zaman, Vatan, Hürriyet, Milliyet vb. gazetelerin önce yazarlarına bakarım. İlgilendiğim konuları işleyen yazarlar önü alır. Bir de o konuları nasıl işledikleridir ilgimi çeken. Biri yanlış bir şeyi de anlatır, ama yazmasını bilirse! O zaman keşke doğru olanı yazabilseydi diye düşünürüm. Yıllardır tanıdığım, sevdiğim, okuduğum kişilerdir en çok izlediklerim. On yıl önce, yirmi yıl önce neler yazmışlar, neler söylemişler, kimden, nelerden yana çıkmışlar, bugün hangi çizgideler? En çok beni üzen, bir zamanlar değer verdiğim, yazdıklarını, kitaplarını kaçırmadığım birileri var ki, bugün içine düştükleri açıklı durum bana üzüntü veriyor. Nerden nereye? Niye dünlerde öyle Ç uygulaması da budur. Bizde resim böyle değildir. Tutuklanan kişilerin büyük çoğunluğu beraat eder. Kaybolan özgürlüğü hiçbir şey geri getiremez. Anayasaya, hukuka aykırı tutuklamaları devlet tazmin eder, demek de sorunu çözmez. Para özgürlüğün yerini tutamaz. Gereksiz tutuklamaya baraj Gazetelerde vaktiyle bir iki köşe yazarı vardı. ‘Fıkra’ derlerdi köşe yazılarına... Yani bir çeşit sohbet, söyleşi! Gazetenin bir köşesinde yarım sütunu geçmeyen bir sesleniş... Ama şimdi bakıyorum ‘fıkra’lar bir çeşit makaleye dönüştü... Bilir bilmez kişilerin uzun mu uzun makalelerini görünce gazeteyi çeviriyorum, doğru dürüst okunacak bir yazı arıyorum. Yazmasını bilen kişi lafı uzatmadan söyleyeceğini sözcüklerle duyurur! Kısa yazmak, yazabilmek bir ustalıktır. Gerçek yazarlığın kanıtıdır. Ama sayfanın dörtte birini kaplayan makalemsi köşe yazıları kolay okunmaz, hatta kimi zaman hiç okunmaz! Tutuklama kavramı bu ülkede çok eski tarihlerden başlayarak sorun olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Geçmişte 1992 yılında CMUK’ta değişiklik yapıldı. İlgili maddeye gereksiz tutuklamaları önlemek için bir baraj konuldu. Bu baraj suçun cezasına bakarak alt cezanın 7 yıldan çok olduğu durumlarda, diğer şartlarla birlikte tutuklamanın yolu açıldı. Ayrıca çok açık bir metinle, tutuklamanın son çare olarak görülmesi gerektiği belirtildi. 2005 yılına gelindiğinde, CMUK yürürlükten kaldırıldı ve CMK yürürlüğe konuldu. Yeni yasa ne yaptı? Sorunun en kısa cevabı şudur: Tutuklama konusunda çok önemli hatalar yaptı. Son çare normu İlkin 7 yıl barajını kaldırdı. Sonra, son çare normunu anlaşılmaz bir hale soktu. Sonra, maddeye bir liste ekledi. Bu listede suçlara yer verdi ve tutuklamanın önünü açtı. Uygulamacı, CMK’ye nasıl uydu? Kimse aksini iddia edemez, listeye baktı, olaya konu suç listede varsa, sanık tutuklandı. Hatta bu listede olmak tutuklamanın özü oldu. Onun dışında yasada aranan tutuklama koşullarını kimse araştırmak istemedi. Sonuç olarak tutuklama kararlarının sayısı inanılmaz boyutlara ulaştı. Geldiğimiz noktada bugün herkes tutuklamadan şikâyet ediyor. O kadar ki, parlamento çatısı altında görev yapan tecrübeli hukukçu milletvekilleri başı çekiyorlar bu konuda. Sorunu nasıl çözeceğiz? Elbette yeni ve amaca uygun normlarla. Kısacası CMK’yi tutuklama konusunda çekip çevireceğiz. 7 yıl barajını yeniden koyacağız. Tutuklama listesini kaldıracağız. Bu listenin kavrama zarar verdiğini kabul edeceğiz. Tutuklamanın son çare olduğunu amaca uygun bir metinle yasaya yerleştireceğiz. Tutuklamanın zararlarını gidermek için CMK’ye konulan adli kontrol (tutuklama yerine sanığa belirli yükümlülükler yükleme) kavramını yeniden düzenleyeceğiz ve “sahaya” süreceğiz, bugünkü “silik” görüntüsünden kurtaracağız. İyi normlar üretmek başarıdır. Fakat başarının büyüğü bu normları hayata geçirmektir. Savcılarımız ve yargıçlarımız tutuklamayı hassas adalet terazisinde ne kadar iyi tartarlarsa, o denli adalete ulaşacağız. Son söz: “Adalet güneşi doğuyor mu” demiştim ya, gelin bu güneşi tutuklamadan başlayarak doğurtalım, ortalığı aydınlatalım. Thomas Alva Edison bizi kıskansın. şgal Tamam, Sıra Tapuda... Gitti Araplara bir laiklik tarifi yaptı... Bunalıma giren Araplar yirmi gündür o tarifin ne anlama geldiğini birbirlerine anlatmak istiyorlar, anlatamıyorlar... Otuz ölü var diyorlar... Nitekim tarifi dinleyenlerin toplantı bittiği halde kalkmayıp uzun süre boş kürsüye bakmaları ondandı... Bir tek Suudi Arabistan Kralı Abdullah anladı... Tarife göre laikliği doğru anladı ki televizyonu çağırıp kadınların “İslami esasa göre” oy kullanacaklarını açıkladı... Şimdi bu arkadaşlar Türkiye’ye anayasa yapacaklar... Öyle mi?... Anayasada temel ilkeler vardır... Demokrasiden ne anladıklarını biliyorsunuz; Meclis tatildeyken, açık olduğundakinden daha çok kanun çıkıyor... Hukuktan ne anladıklarını da biliyorsunuz; Başbakan geçerken ayağa kalkmayan bile hapiste... İnsan haklarından ne anladıklarını biliyorsunuz; muhaliflerin yellenmeleri dahil, yatak odası konuşmaları devlet arşivinde... İşte laiklikten ne anladıklarını görüyorsunuz... Dokuz yıldır yıkmak istedikleri şey ise; Cumhuriyet... Ama adam gibi bir anayasa yapmalarını bekliyorsunuz... Nasıl?.. Aslında dokuz yıl süren işgal tamam... Yapacakları anayasa ile tapusunu da almak istiyorlar Türkiye’nin... Ve dün yeni anayasa görüşmeleri başladı... CHP’nin yeni huyu; “hıyarım var” diyene katkı olarak elinde tuzlukla koşarsa... MHP’nin eski huyu; koltuk değneği görevini yaparsa... AKP zihniyeti “Anayasa” olacak size... Kısacası dokuz yılda kendine benzettiği, Arabistan’a çevirdiği Türkiye’nin tapusunu da koyacak cebine imam... Normalde anayasa suçu işleyen iktidar çekip gitmez mi?.. Bunlar anayasa yapacaklar... Anayasa Mahkemesi tarafından suçlu bulunup da cezalandırılan bir siyasi kadroya düşüyor; yeni anayasayı yapmak... İyi olsun da... Ne Demektir Laik Olmak? Prof. Dr. Coşkun ÖZDEM R L aik olmak, birey olmak, özgür olmak, özgürce ve analitik düşünebilmek demektir. Laik bir insanın referansı dogmalar, hurafeler, din kuralları değil, evrensel hukuk kurallarıdır. Laiklik, dini, aklı ve ufku iktidar koltuğundan ibaret politikacının fırsatçı, kirli ellerinden uzak tutmak demektir. Laiklik insan sevgisidir, hümanizmadır. Daha güzel, daha adil bir dünya arayışıdır aklın, bilimin egemenliğidir. Daha güzel, daha adil bir toplum arayışının aracıdır laiklik. Cenneti hurilerde, gılmanlarda değil ruh temizliğinde, adalet duygusunda, eşitlikte aramak; sömürüsüz, baskısız, özgürlükçü bir dünya için mücadele vermektir laiklik. Günah saçın telinde, insanın teninde değil, bencilliğinde, eyyamcılığında, hilekârlığında, vurgunculuğunda, vicdansızlığındadır. Laik olmayan, laikliği benimsememiş, onu içselleştirmemiş, referansı din olan bir politikacı, laik bir devleti yönetemez. Bir toplum laikliği, aydınlanmayı benimsemedikçe orada demokrasi ağacı yeşeremez. Din kurallarına öncelik veren bir devlet adamı o ülkede aklı ve bilimi egemen kılamaz. Yazık ki bu çok açık gerçekleri görmezden gelen hukukçularımız, anlı şanlı yazarlarımız var. Laik devlet, laik olmayan Müslüman devlet adamı tarifini evrensel laikliğin tanımı olarak gören, laik bireylerden arındırılmış devlet laikliğini savunan hukuk profesörlerimiz... Ne yaman bir değişim ve çelişkidir bu. Bu anlayışa göre bir insan hem laik hem Müslüman olamaz. O halde laikliğe inanan milyonlarca insanımızı Müslüman saymayacağız. Bir gün bu memlekette, Atatürk’ün bize miras bıraktığı aklın, bilimin ve sağduyunun iktidar olmasını dileyelim diyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle