17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 26 EYLÜL 2011 PAZARTES 6 HABERLER Bilimle toplumu buluşturdu Asla pes etmeyen, güler yüzü ile üniversitesanayi işbirliğinde önemli katkılar sağlayan bir bilim kadını: EBİLTEM Başkanı Prof. Dr. Fazilet Sukan Vardar ÖZLEM YÜZAK Değişmeyen Gerçek; Gericiliğin Kalesi Bir siyasi parti, doğası gereği, toplum içinde propagandasını yapar; insanları parti programı içinde örgütlemeye çalışır, üye kaydeder, miting, panel, toplantı yapar. Hepsi yasaldır. Zaten siyasi partilerin var oluş gerekçesi de budur, halkı örgütleyerek oy almak ve iktidara gelmek. Ama kazın ayağı öyle değil... En azından sol partiler için! İktidarda olan güçler, sol partilerin örneğin üniversitelerde etkinliklerini “terör”, “ortalığı karıştırma faaliyetleri” olarak nitelendirme peşinde.. Bunu da Zaman vb. gibi, ebedi ve ezeli sosyalist düşmanı dinci medya aracılığıyla yapıyorlar.. Sözü geçen “abone gazetesi”, örneğin TKP’nin faaliyetleri konusunda, polisteki fikirdaşlarının hazırladıkları bültenleri gazete manşetlerine çekiyorlar (13 Eylül 2011). Neler mi diyorlar? “Ele geçirilen dokümanlara göre, üniversite olaylarında başrol oynayan TKP’nin, taraftar kazanması için üniversite teşkilatlarını profesyonelce kullandığı belirlendi. Polis tarafından ele geçirilen belgelerde, TKP’li gençlerin üniversitelerde taraftar avına çıktığı dikkat çekiyor..” Gazetedeki bu suçlamayı görünce, ülkeyi yöneten bütün gerici, anti komünist iktidarların ülkede sola karşı ebedi ve ezeli suçlamaları gözümün önünden geçti. 1960’ların sonlarına doğru bir sol derginin bürosunu polis basmış, orada kim varsa ertesi gün polis tarafından gazetelere servis edilmiştik! Sonraları Aydınlık ve diğerleri sürekli basıldı; iktidarların bu alışkanlığı neredeyse her dönemde sürdü! 1999 Şubatı’nda, Amerikalıları protesto eden gençlik, gerici, sürülerinin palalı, bıçaklı saldırısına uğramıştı; o gün Kanlı Pazar’ı yaratan saldırganlar, bugün biraz terbiye edilmiş olarak, yukarıdan aşağıya, türlü çeşitli ve pek çok katmanda iktidardalar! Onların bir kısmı yine Kanlı Pazar düşüncesinin ve ideolojisinin sürdürücüleri olarak faaliyetteler. O günün solcularından bazılarının, “pozitif deneyim” kazanmış ağabeyler olarak, Kanlı Pazarcılar ile birlikte bugün el ele solcu düşmanlığı yaptıklarını da kenar notu olarak anımsayalım! Solcular her zaman hukuk dışı, gizli, yasadışı, terörist, karıştırıcıkışkırtıcı vb. olarak gösterildi ya... Aradan 50 yıl geçti, bugün de değişen bir şey yok! Solculara kan kusturan 141142 maddelerin ortadan kalkmış olması önemli değildir onlar için… Solcular her zaman kafalarına polisin, MİT’in ve devletin bütün gücünün inmesi, ezilmesi gereken kişiler, gruplar ve partilerdir.. 141142 yoksa, bugün terör yasaları var! O olmasa başka şeyler bulunurdu. Hukuk, insan hak ve özgürlükleri önemli değildir; solcuları ezeceksen, yasal veya hukuki olması gerekmez, solcuları içine sokacakları bir şeyleri mutlaka bulup çıkartırlar! Solcular partiler olarak anayasal koruma altında faaliyet gösterseler bile, önemli değil, onlar her zaman yasadışıdır! Bu nedenle ki Zaman adlı iktidar gazetesi, yasal bir partiyi, “Üniversitelerdeki kulüpler aracılığıyla eylemlerini yasal faaliyet üzerinde temellendirmeye çalışan” olarak niteleyebiliyor. Yani partiyi meşru, yasal görmüyor! Partinin üye kaydetmek, panel düzenlemek vb. bütün faaliyetlerini yasadışı olarak nitelendiriyor.. İşçi Partisi de yine Ergenekon hortumunda, yok edilmek isteniyor. Sahi, iktidarda “gelmiş geçmiş en büyük demokrasi” var, değil mi!! Muhalif ve aktif eylem halinde olan (yazı yazan, haber yapan, kitap yazan, yorumda bulunan, HES’lere karşı çıkan, halkı örgütleyen, iktidarın kararlarını protesto eden...) herkes, teröristtir ve başı ezilmelidir! Hopa’da, insanlar, doğa katliamını protesto ettikleri için “gizli terörist örgüt” mensubu diye 100 günü aşkın zamandır içeridedir. Onlar bizzat iktidar başı tarafından eşkıya olarak nitelendirildi! İktidarın olağanüstü savcıları, bugüne kadar görülmemiş bir hukuksuzluk içinde, sınır tanımaz dokunulmazlıkları ve hukuk pervasızlıkları içinde, insanlara eziyet etmekle meşguller... Bu konuyu ayrıca yazacağım... Prof. Dr. Fazilet Sukan Vardar başarılı bir bilim kadını… Ege Üniversitesi’nde kuruluşuna öncülük etttiği Biyomühendislik Bölümü’nün başkanı. Aynı zamanda üniversitenin ArGe çalışmalarını ve üniversitesanayi ilişkilerini koordine eden birim olan BilimTeknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi EBİLTEM’in müdürü. Fazilet Hoca’yı ilk kez bundan birkaç yıl önce EBİLTEM’in Proje Pazarı günlerinde tanıdım. Ege Üniversitesi’nin önemli mihenk taşlarından biri olan eski Rektör Yusuf Vardar’ın kızı; babasının izinden giderek güler yüzü ve sonsuz azmi ile hoş işler yapıyordu… Üniversitesanayi işbirliğinin en güzel örneklerinden biri olan etkinliğin oluşumunda önemli katkıları vardı. Hem üniversitenin araştırma potansiyelini son derece başarılı şekilde yönetiyor hem de iş çevrelerinin, yatırımcıların ilgisini çekebilecek bir çerçeve yaratıyordu. Aslında EBİLTEM bir model. 1994 yılında kurulan merkezin Türkiye için tamamen kendine özgü bir yapısı bulunuyor. Seçilen 5 sektörde (sağlıkbiyomedikal teknolojiler; havacılık ve uzay teknolojileri; bilişim ve elektrik elektronik; yenilenebilir enerji teknolojileri; tekstil) araştırmalar yapılıyor, projeler geliştiriyor... Üniversitede yürütülmekte olan ya da ArGe çalışmaları tamamlanmış, endüstriye uygulanabilir projelerin sanayi kesimine tanıtıldığı proje pazarlarında ise sanayiciler, yatırımcılar ve girişimciler proje sahibiyle bire bir görüşme fırsatı buluyorlar. Prof. Vardar’ı pazartesi söyleşilerine konuk ettik. Zira hem bir eğitmen olarak Türkiye’deki eğitim ve gençler konusunda hem de EBİLTEM bünyesinde geliştirilen projeler hakkında söyleyecek çok sözü olduğunu düşündük. “Salyangoz bile geçtiği yerlerde iz bırakıyor” diyen Vardar, “Toplum beni bu noktaya kadar yetiştirdi benim de karşılığında bir şey vermem lazım” anlayışının yerleşmesi ile Türkiye’de birçok sorunun çözülebileceğine inanıyor. Söyleşiye babanız Yusuf Vardar’ın sizin üzerinizdeki etkisi ile başlasak... Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nin kuruluşuna öncülük yapan, uzun yıllar dekanlığın ardından aynı üniversitede rektörlük görevini sürdüren, 2 yıl önce yitirdiğimiz bu değerli bilim insanının kızı olmak... Eğitimci bir ailede yetişmenin bütün avantajlarını aldığımı söyleyebilirim. Babamın gerçekten benim ve kız kardeşimin yetişmesi üzerinde çok büyük etkileri oldu. Her şeyden önce demokrat bir ortamda yetiştik. Daima ilkeli yaşamamızı öğütlerdi. Kendisi de doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir adamdı. Bu değer yargıları ile büyüdüm. Yılmamak, zorluklarla karşılaştığında pes etmemek… “Olumsuzluklar içinde en olumlu neyi nasıl yakalayabilirim” zihniyeti ile yetiştik. Buna karşın babam 7’den yüksek not almamızı istemezdi. Ezbere dayalı bir ders çalışma sisteminin ve sadece okul odaklı olmanın ilerideki yaşamlarımızı da olumsuz etkileyeceğini düşünürdü. Üniversite eğitiminizi sürdürürken babanızın izinden gitmeyi ve akademisyen olmayı kafanıza koymuş muydunuz? Aslında hayır. O dönem kararsızdım. Ben kimya mühendisliğini 1978 yılında bitirdim. 1981 yılında da Londra’da doktoramı tamamladım ve Türkiye’ye döndüm. Babam sanayide çalışmamı istiyordu. Ben de birkaç yıl denedim. Zaten babam 1977 yılında o dönemde yaş haddi olan “67”sini doldurmasına 11 yıl varken üniversiteyi bırakmıştı. Dedim ya farklı bir insandı. Türkiye’de ilk ön lisans ve açık üniversite uygulamasını başlatan kişiydi. Ama çok emek verdiği, evladı yerine koyduğu Ege Üniversitesi’nden ani bir kararla “üniversiteler işlevsizleşti” diyerek ayrılmıştı. Tüm yaşamında olduğu gibi bu konuda da “ya hep, ya hiç” özelliği bir kere daha kendini göstermişti. Babam ondan sonra uzun yıllar Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda başmüşavir ve genel sekreter olarak görev yaptı. Ben ise özel sektör deneyiminin ardından doktoramı yaptığım biyomühendislik alanına yönelmeyi tercih ettim. 1989 yılında Ege Üniversitesi’nde Biyoteknoloji Uygulama Araştırma Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü kurucu başkanı. 1974 yılında zmir Amerikan Kız Koleji’nden ve 1978 yılında Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra 19781981 yılları arasında ngiltere University College London’da biyokimya mühendisliği alanında doktora derecesini tamamladı. 1982 yılında Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’ne yardımcı doçent olarak göreve başladı ve sırası ile aynı bölümde 1985’te biyomühendislik doçenti, 1992’de profesör oldu. 2000 yılında kuruluşunda öncülük ettiği Biyomühendislik Bölümü Başkanlığı’na atandı. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra 1998 yılından bu yana, Ege Üniversitesi’nin ArGe çalışmalarını ve üniversitesanayi ilişkilerini koordine eden birim olan BilimTeknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (EB LTEM) Müdürlüğü’nü yürütüyor. Ayrıca üniversitesanayi ilişkileri, AB destekli projeler ve inovasyon politikaları bağlamında farklı komite ve organizasyonlarda görevlerini sürdürüyor. PORTRE B Merkezi’ni kurduk. Biyomühendislik adı altında Türkiye’deki ilk lisans programını başlattık. 1994 yılında EBİLTEM kuruldu. Ben 1998’de merkezin müdürü oldum. Bu arada Gümrük Birliği’ne geçilmişti. Biz de üniversite olarak bunu nasıl fırsata çevirebileceğimizi düşündük. Üniversitesanayi işbirliğini geliştirmeye yöneldik ve rota değiştirdik. ArGe teşviklerine yoğunlaştık. 1998 yılından beri EBİLTEM’in yöneticiliğini sürdürüyorsunuz. Yalnız üniversiteyi ve çevresini değil tüm Ege Bölgesi’ni kucaklayan bir yapısı ve hedefi var merkezin. Siz de 13 yıldan beri başındasınız. Seyir defteri nasıl oldu? Biraz anlatır mısınız?.. Az önce hedefi olmayan bir toplum dedik ya.. EBİLTEM ise bir hedefle ortaya çıktı ve bunu hâlâ sürdürüyor. Biz Ege Üniversitesi olarak bölgesel kalkınmada örnek bir lider olma hedefiyle yola çıktık. Sanayi ve üniversiteyi ArGe, inovasyon, bilgi ve teknoloji transferi konularında buluşturan üçüncü nesil üniversitenin Türkiye’deki ilk örneklerinden biriyiz. Üniversite bünyesindeki araştırma sonuçlarının toplumsal faydaya dönüşmesini amaçladık ve bir Ege Modeli oluşturduk: EBİLTEM. EBİLTEM bu hedefle ortaya çıktı. Fırsatları iyi değerlendirdik. Ben insanların karşısına birçok fırsatın çıktığına inanan biriyim. Soru şu: İnsanlar karşılarına çıkan fırsatları değerlendirebiliyorlar mı, iz Ege Üniversitesi olarak bölgesel kalkınmada örnek lider olma hedefiyle yola çıktık. Sanayi ve üniversiteyi ArGe, inovasyon, bilgi ve teknoloji transferi konularında buluşturan üçüncü nesil üniversitenin Türkiye’deki ilk örneklerinden biriyiz. Üniversite bünyesindeki araştırma sonuçlarının toplumsal faydaya dönüşmesini amaçladık ve bir Ege modeli oluşturduk. ülkedeki toplam 77 IRC merkezi arasında birinci olduk. Bu arada son olarak Avrupa Patent Ofisi’nin (EPO) Avrupa’da 6 merkezde faaliyete geçirdiği “Patent Araştırmaları Ofisi” Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (EBİLTEM) bünyesinde açıldı. Bunun hem sanayici hem de akademisyenler açısından önemli bir itici güç olacağını düşünüyorum. Peki, size göre üniversitesanayi işbirliğinde geçen 10 yılda nasıl bir gelişim oldu? Aslında birbirimizden karşılıklı öğrendik. Birbirimizi daha iyi tanıdık. Bana göre eskiye göre sanayicide çok daha fazla güven artışı var. İşbirliğine daha açıklar. Biz de onlarla aynı dili konuşmayı öğrendik zamanla. Ama şöyle bir gerçek de var. Günlük uğraş içinde takılı kalan ve uzun vadeli plan yapamayanlar, yeni ürün ya da üretim tarzı geliştirme konusunda da atak davranamıyor ve üniversitelerin gücünden yararlanamıyorlar. Ben sanayiciyi 3 gruba ayırıyorum. Büyük şirketler zaten ArGe yapmayı ve nasıl destekler alacaklarını biliyorlar. KOBİ diye tanımladığımız küçük ve orta ölçekli işletmeler ise 2’ye ayrılıyor. Kimileri babadan kalma yöntemlerle işi sürdürüyorlar ve yenileşme gayreti içinde değiller. Ama bir grup daha var ki bunlar aile şirketlerinin 2. hatta 3. kuşağı; iyi eğitimli, yabancı dil bilen, yeniliğe açık yöneticiler. İyi diyalog kurabiliyoruz. Türkiye bu açıdan giderek dinamikleşiyor. değerlendiremiyorlar mı? Değerlendiren başarılı oluyor ama o zaman da “Sen şanslıydın...” diyorlar. 1998’de projelere yönelik bir uygulama başlattık. Projelerin bütçelerinin yüzde 50’sini dışarıdan bulan üniversite hocalarına kalan parayı EBİLTEM’den kullandıracağımızı söyledik. İlk yıllarda üniversite 1 koyuyorsa hocalar 0.4 kaynak bulabiliyorlardı. Şimde bu oran 1’e 15 oldu. Dünyada genel standart 1’e 10 civarında… Yayın destekleri vermeye başladık. 28 destek programı yerleştirdik. Hepsini bir şemsiye atına topladık ve tamamen özgün bir yapı oluşturduk. Rektörlüğe bağlı olarak kurulduysak da Güçlendirme Vakfı’nın desteği ile yarı özerk bir yapımız ve rahat kullanabileceğiz bir bütçe vardı. Ancak 2003 yılında kamuya bağlı vakıflar ile ilgili yasa çıktı ve vakıfların gelir toplamalarına kısıtlamalar getirildi. Yayın desteğimiz azaldı ve 28 programı 10’a indirdik. Şimdi bu yıldan itibaren yeniden teşvikleri vermeye çalışıyoruz. Puan sistemi bulduk. Her hoca, yaptığı yayınlardan puan kazanıyor, hesabında biriktiriyor. EBİLTEM de kendi döner sermayesini oluşturdu. 2004 yılında TÜBİTAK’ın da teşviki ile Avrupa Komisyonu 6. Çerçeve Programı kapsamında, bölge firmalarına uluslararası teknoloji transferi konusunda yol göstermek için kurulmuş olan Yenilik Aktarım Merkezi (IRC) projesini kazandık ve IRC EGE’yi kurduk. 2008 sonunda 67 teknoloji transferine imza attık ve 33 Ne yazık ki hedefi olmayan bir toplumuz üniversite var ortada... Eğitimin kalitesi Kendi döneminizdeki eğitimle bugünü açısından değerlendirdiğinizde nasıl bir kıyasladığınızda ya da o dönemin gençliği konumda Türkiye? ile bugünkü gençliği karşılaştırdığınızda Toplumlar bilime yaptıkları yatırım ve nasıl bir fark ortaya çıkıyor?.. bilim insanlarına verdikleri değer ölçüsünde Öncelikle eğitimde verilen değerler gelişir. Ben özellikle gençlerin bilime ve değişti. Artık benmerkezcilik ön planda. bilimsel kariyer yapmaya yönelik ilgisinin Gençlerin çoğunun yegâne gayesi yurtdışı. giderek azaldığını gözlüyorum. Sayısı hızla Ben Facebook’un da gençler için olumsuz artan üniversitelerde eğitimin kalitesi ile etkileri olduğunu düşünüyorum. Psikolojik ilgili de kaygılarım var. Türkiye’de 167 ve sosyolojik açıdan incelenmesi gerek. üniversite var. Ancak verdikleri eğitimlerin Diğer yandan enjekte edilen bir popüler kalitesi arasındaki uçurum tartışılır. Örneğin kültür var ve olmayan bir imaj vererek yakın gelecekte kimya mühendisliği çocukları tatminsizliğe itiyor. Gençler fazla diplomalı çok gayret sarf etmeden bir yerlere gelmeyi sayıda mezun istiyorlar. “Salyangoz bile geçtiği yerlerde iz bırakıyor” diyen olacak ama Çabuk acaba bunlar yılgınlığa Vardar, “Toplum beni bu noktaya kadar yetiştirdi, yeterli kapılıyorlar. benim de karşılığında bir şey vermem lazım” yetkinlikte Buna karşın çok anlayışının yerleşmesi ile Türkiye’de birçok sorunun olacaklar mı? daha açık sözlü çözülebileceğine inanıyor. Uzun vadede ve çok daha bunun ciddi özgürler. Gençlerimizin nitelikli kesimi ise son derece sorun olabileceğini düşünüyorum. Ne bir yetkinlik sınavı yapılıyor ne bir akreditasyon iyi. Kendi öğrencilerimizi yurtdışına var... Özellikle mühendislikte bence bütün gönderdiğimizde çok ciddi methiyeler üniversitelerde akreditasyonun zorunlu alıyoruz. Demek ki bir yanda da iyi yetişen olması gerek. Biz hem üniversitelemize bir gençlik de var. Önemli olan, bu aldığımız öğrencilerimize karşı sorumluluk potansiyeli arttırmak. Bunun çözümü ise taşıyoruz hem de topluma karşı. Bizim gençlerin ve toplumun önüne hedefler yetiştirdiğimiz nesil, önümüzdeki dönemin koymak. Biz ne yazık ki hedefi olmayan bir altyapısını kuracak. Bunun yetkinliğini toplumuz. bilmek zorundayız… Peki sayısı hızla artan bu kadar Esenyurt’ta tabela tepkisi büyüyor İstanbul Haber Servisi Esenyurt’ta aydınların isimlerinin verildiği sokak tabelalarını kaldıran AKP’li Esenyurt Belediyesi’ne sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerinden tepki geldi. Dernekler, “Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’na çağrıda bulunuyoruz; derhal bu uygulamadan vazgeçilmeli, söz konusu tabelalar yeniden yerlerine asılmalıdır” dediler. Esenyurt Esenkent’teki Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok ve Türkan Saylan sokaklarının tabelalarının geceyarısı belediye ekipleri tarafından kaldırılmasına yönelik tepkiler sürüyor. Esenyurtlular Derneği’nde önceki gün basın açıklaması yapan dernekler, “Bir açılışta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Necmi Kadıoğlu‘ tabelaları ben kaldırdım’ diyerek yaptığı ayıbı savunmuştur. Kadıoğlu’na soruyoruz; Neden bu ülkenin aydınlarına karşı bu kadar tahammülsüzsünüz” diye sordu. Küçükçekmece Belediyesi CHP’li Meclis Üyesi Oruç Oymak da CHP Milletvekilleri Süleyman Çelebi ve Mevlüt Aslanoğlu’nun konuyu yakından takip ettiğini ve olayı TBMM gündemine taşıyacaklarını söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle