23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 13 EYLÜL 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kanun Hükmünde Kararnameler Her Türk Bir Atatürk Olsa! “Yırttım attım. Yazmak bir işe yaramıyor!..” Birkaç yıl önceki bir yazıma bu satırlarla başlamışım. Sonuna da şunları eklemişim: Kurtuluş halktadır. Halkın uyanmasında. Halkın bilinçlenmesinde... Ama bırakmıyorlar, elini kolunu bağlıyorlar, aydınlarını hapislere tıkıyorlar... Bu yazıyı da yırtıp atmalı mı? Zaman geçmiş. Yıllar geçmiş. Eylülün ortasındayız. Değişen bir şey var mı? Bizler yine halkımıza seslenmeyi sürdürecek miyiz? Çok daha beter olmuş!.. Bir tek adam her şeyi elde etmiş! Meclis’te çoğunluk, yönetimde kesin etkinlik, karşısında güçlü bir muhalefet yok. Ülkenin iç düzeni karmakarışık. Hiçbir sorun çözüme götürülmemiş. İçte dışta tam bir kararsızlık, belirsizlik... Dün Libya’nın Kaddafi’si dostumuz, bugün düşmanımız. Suriye kardeşimiz, ama belki şu günlerde ABD’yle ona bir şeyler yapacağız. Kürt sorunu ortadan kalkmış diyorlar, ama kalkan bir şey yok, başkaldıran var! Bir ayda verdiğimiz şehitler sayısız. Her gün yine bir şehit, yine bir bombanın patlayışı, ağlayan analar babalar... Hep halkın çocuklarıdır yitip giden! Üç dört yıldır süren mahkemeler! Milletvekili seçilseler de hücrelerindeki gazeteciler, aydınlar... Bir utanç duyuyorum. Bir utanma yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor, düşünen duyan kafalarda, yüreklerde... Ama onlara ulaşmıyor! Kimlere mi? Meclis’teki yüzlerce AKP’liye, bakanlarına, Başbakan’a bile!.. Önce iktidar sahiplerinin utanç duyması gerekir! Bir şeyler yapmak istediler, ne yapacaklarını da bilmeden! İşleri daha da karıştırdılar. Her şey tam bir çıkmazda. Her gün terör çetelerinin bitmeyen saldırganlıkları... Umut diye bir gemi vardı, bir gün battı. Arif Dino, kısa bir şiir yazmıştı “Umut Yok”... Her şey bu iki sözcükle özetlenebilirdi. Bugün de öyle, “Umut Yok!..” Ama olmalı! Olmazsa da yaratmalı, savaşarak, uğraşarak, Mustafa Kemal’in başardığını, yarattığını, binbir güç koşullarda kurduğu Cumhuriyeti yaşatmalı... “Her Türk bir Atatürk olmalı” diyor Sevgili Yekta Güngör Özden: “Yokluğun belli Atam çok acı / Sana yönelik tüm kötülükler / Deniz durgun, kuşlar suskun, ağaç donuk / Kalmadı, dirlik, düzenlik, mutluluk / Korkmuyoruz yaşadıkça, yaşatacağız / Demiştin ya, Her Türk bir Atatürk.” KHK’lerle yapılan değişiklikleri halka anlatmak, halkın ve STK’lerin tepkilerinin eyleme dönüştürülebilmesi gerekir, yetki kanunu görüşülürken dile getirdiğimiz somut eleştiriler tutanaklarda kaldı. Şimdi yetki kanununa göre çıkarılan kararnamelerin yarattığı tahribatı kamuoyuna anlatmak ve halkın tepkilerini eyleme dönüştürmek gerekir. Mustafa ÖZYÜREK 22. ve 23. Dönem Milletvekili BMM 23. dönemi sona ererken AKP Meclis’ten aldığı kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarma yetkisini kullanarak devlet düzenini altüst ediyor. Danıştay ve Yargıtay’daki seçimlerden TÜBİTAK ve Bağımsız Kurulların bağımsızlığının kaldırılmasına kadar pek çok KHK çıkarılıp yürürlüğe konuldu. Herhangi bir platformda konuşulup tartışılmadan ilgili bürokratların çalışarak hazırladıkları KHK’ler bakanların önceden imzaladıkları imza kartonlarının üstüne iliştirilerek Resmi Gazete’ye gönderiliyor. Kamuoyu ve ilgili çevreler STK, çeşitli KHK içine gizlenen düzenlemeleri şaşkınlıkla izliyor. Adalet Bakanlığı ile ilgili KHK’nin içine bağımsız kuruluşlarla ilgili düzenleme konuluyor. Vergi denetimiyle ilgili KHK’nin içine Hazine mülklerinde imar planı yapma yetkisi Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne verilebiliyor. Bu KHK’lerle pek çok üst düzey yönetici görevden alınıyor. belediyelerin imar yetkileri kaldırılıyor. Doğal sit alanlarına, tarihi sit alanlarına müdahale ediliyor. Rant için doğa ve çevre yok ediliyor. Yetki kanunu TBMM’de görüşülürken CHP grubu adına yaptığım konuşmada bu yetki kullanılarak bürokrasinin, yargının altüst edileceğini, kazanılmış hakların ortadan kaldırılacağını ifade etmiştim. böyle bir hakları yok. İtirazlarını, ana muhalefet partisine ileterek dava açılmasını talep edebilirler. CHP yetki kanunu ve bazı KHK’lerle ilgili davalar açmıştır. Yürürlüğü durdurma talebi içeren bu davaları ne yazık ki, Anayasa Mahkemesi gündeme almamıştır. Son Bakış... Yazar Doğan Yurdakul tutuklu... Ömründe eline silah almamış, sadece kalem tutmuş yazar, Ergenekon terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla hapiste... Eşi Güngör Hanım amansız hastalığa yakalandı, son günlerinde... Ölüyor... Avukatı ve kader arkadaşları, savcılardan, hâkimlerden, siyasi iktidardan izin istiyorlar; Yurdakul eşi ile vedalaşsın, sevdasının elini son kez tutsun, son kez gözlerine baksın diye... Bir an düşündüm... O son bakışı... Gözler birbirine ne der, bilemiyorum... Ne konuşur bakışlar?.. Bir ömür boyu her karşılaştıklarında ayrı bir şey anlatan gözler, o son keresinde ağlamaya dahi vakit bulamadan ne anlatırlar birbirlerine?.. Bir sevda kıvılcımı ile o ilk göz atışın... Bir kumsalda yürürken dönüp dönüp tekrarlanan sevgi bakışlarının... Terastaki çiçeğin açtığını haber veren o sabah gülümsemesinin, güzel günlerin, mutlu anıların toplamı mıdır o son bakış?.. Yoksa yeryüzünde gelmiş geçmiş tüm kahırların, yaraların, acıların toplamı mı?.. O son bakış için izin istiyor yazar... Daha bu yargıçlar, savcılar okuldayken “Bay Pipo”, “Reis” kitapları ile derin devleti ilk deşifre edenlerdendi. Her hukuksuz ara rejimde tutuklandı, hapishanelere konuldu... 12 Eylül’de 200 yıl hapsini istediler... Dün 12 Eylül’ün yıldönümüydü... 12 Eylül darbesinin acımasızlığını, zulmünü protesto edenler, ellerinde pankartlarla eski hapishanelerin önünde faşizmi kınarken... Aynı saatlerde yazar Doğan Yurdakul, bu kez yeni hapishanede sevgilisinin gözlerine son kez bakmak için izin istiyor... Ama izin vermiyorlar... Çünkü... Bu günler 12 Eylül’den beter... Yazar, ölmekte olan sevgilisini son kez görmek istiyor... Son kez elini tutmak... Son kez yüzünü görmek... Son kez gözlerine bakmak... İstediği şey: Bir son bakış... Kararname devletine geçiş Anayasa Mahkemesi geçmişte verdiği kararlarla, içtihatlarına, ilkelerine sahip çıkarsa 3 Mayıs 2011gün ve 6223 sayı yetki kanununu iptal etmesi gerekir. İleri demokrasiye geçtiğimiz için artık hukuk devletine ihtiyaç kalmadı. Artık hukuk devletinden kararname devletine geçmiş bulunuyoruz. AKP çoğunluğu eline geçirdiğine göre istediği konuda istediği düzenlemeyi yapabilir. Yaptığı düzenlemenin hukuka uygun olup olmadığına kendisi karar verir. Anayasa Mahkemesi’nin daha önce iptal ettiği düzenlemeleri (tamgün yasası gibi) yeniden aynen yürürlüğe koyabilir. Yüce mahkeme içtihatları yok sayabilir. Çünkü artık yargı iktidarın yargısına dönüşmüştür. Yetki kanunu ve KHK’leri hararetle savunan AKP yöneticileri, Fazilet Partisi’nde muhalefette iken KHK’lere şiddetle karşı çıkmışlardı. KHK’lere karşı çıkan Anayasa Mahkemesi’ne dava açan Fazilet Partililer arasında Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Salih Kapusuz gibi çok sayıda AKP’linin imzası var. AKP’liler pozisyonlarına göre görüş değiştiriyorlar. CHP yetki kanunu ve bazı KHK’lere karşı Anayasa Mahkemesi’ne dava açarak hukuksal bir görevini yerine getirmiş oluyor. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bugünkü yapısıyla istenen kararları vermesini beklemek gerçekçi değil. Bu durumda yapılması gereken, KHK’lerle yapılan değişiklikleri halka anlatmak, halkın ve STK’lerin tepkilerinin eyleme dönüştürülebilmesi gerekir, yetki kanunu görüşülürken dile getirdiğimiz somut eleştiriler tutanaklarda kaldı. Şimdi yetki kanununa göre çıkarılan kararnamelerin yarattığı tahribatı kamuoyuna anlatmak ve halkın tepkilerini eyleme dönüştürmek gerekir. T miştir. Temmuz 2010 referandumuyla yürürlüğe giren anayasa değişikliğinden sonra Anayasa Mahkemesi’nin yapısını kendi istediği şekle sokunca yetki kanunu çıkarmıştır. Yetki yasasının ve ona göre çıkaracağı KHK’lerin Anayasa Mahkemesi’nce kolay kolay gündeme alınmayacağı ve iptal edilmeyeceğinden emin olduğu için bu yetki kanununu çıkarmıştır. KHK çıkarma yetkisi belli durumlarda ve istisna olarak kullanılacak bir yetkidir. AKP bu yetkiyi her konuda kullanarak TBMM’yi işlevsiz hale getirmiştir. Yetki kanununun çıktığı 23. dönem Meclisi’nde AKP’nin büyük çoğunluğu vardı. 2011’de yapılacak seçimlerden de büyük çoğunluk sağlayacaklarını biliyorlardı. Ancak Meclis görüşmelerindeki tartışmalardan ve kamuoyunun görüşmeleri izleyerek yetersiz de olsa tepki koymasından rahatsız oldukları için Meclis’i işlevsiz kılan yetki kanunu çıkardılar. imsenin bilmediği kanunlar çıkarılıyor Tarihi ve doğal sit alanlarıyla ilgili düzenlemeler Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği tam gün düzenlemeleri, geniş yönetici kıyımları Meclis ortamında şeffaf görüşmelerde kolay kolay yasalaşamazdı. Şimdi kapalı kapılar arkasında, sadece ilgili bürokratlar ve o düzenlemelerden çıkarı olan çevreler dışında kimsenin bilmediği kanunlar çıkarılıyor. KHK, kanun niteliğindedir. İdari yargıya götürülemez. Ancak Anayasa Mahkemesi’ne dava açılabilir. O davayı da 110 milletvekili veya ana muhalefet partisi açabilir. Bazı STK’lerin KHK’ler için dava açacakları yönünde beyanları oluyor. Ne yazık ki K Yetki Kanunu neden çıkarıldı? Anayasanın 91. maddesindeki KHK çıkarma yetkisi 12 Mart’tan sonra 1961 Anayasası’na konulmuştur. AKP iktidara geldiği 2002’den 2011 yılına kadar KHK çıkarmamıştır. Çünkü daha önce çıkarılan yetki kanunlarının pek çoğu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edil Aydın Cesareti ve TÜBA Üyelerinin Tavrı Neşe DOSTER şgüzarlığın, dalkavukluğun, merhametsizliğin, akıl tutulmasının doludizgin ve sınır, kural tanımadan alıp başını gittiği günümüzde bazı sorunları ısıtıp ısıtıp öne sürmenin gereği yok. Hatta paketleyip raflara, derin donduruculara kaldırmak daha da iyi olur. Örneğin 2002’de ülkemizde 300 bin yeşil kartlı yurttaş varken, bunun günümüzde 9 milyona çıkması kimi ilgilendirir? Yine 2002’de en düşük memur İ maaşı ile 30 çeyrek altın alınırken bugün 13 adet altın alınabilmesinin ne önemi var? Makarnamız, kömürümüz, kullanım tarihi geçmiş yiyecek kolilerimiz kapımıza geldikten sonra. Bize ne yeşil karttan, altından, dış borçtan canım! Ama bir konu var ki, değinmeden geçmek haksızlık olur. Bilime karşı vefasızlık olur. Önce şunu soralım: Bir hükümetin bir bilim akademisinde belirleyici konuma gelmesinin dünyada örneği var mıdır? Hükümetin TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) yönetim ve bilim kurullarını yeniden şekillendirerek, bilimi kendi egemenliği, kendi emri altına alma yolunda attığı adımlara Batılı bilim çevrelerinden nasıl bir tepki gelecektir? Bu yeni uygulamayla evrensel ölçülerin daha da uzağına düşülmeyecek midir? Amaç, ülkeyi bilimin aydınlık yolundan uzaklaşarak, Ortaçağ zihniyetini hâkim kılmak mıdır? Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK), TÜBA kuruluş kanunu na ilişkin maddeler değiştirilerek, asli üyelerin rolünün azaltılması ve seçimin YÖK’e bırakılması, bilimsel özerkliğe, bilim kurullarına müdahale değil midir? Durum böyleyken TÜBA üyeleri neden ilk günden istifa etmediler? Doğrusu anlamak da zor, yorumlamak da. İyisi mi bilim dünyasının saygın ve cesur üyelerinin tavrını, uluslararası bilim çevrelerinin değerlendirmelerini bekleyelim. Ya da “yetmez ama evet” deyip, yeni KHK’lerin yolunu gözleyelim. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle