17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 EYLÜL 2011 PAZAR 2 Eylülün ortasına gelmişiz... Geçmiştekileri anımsamak istedim birden... Çocukluğun, gençliğin, düş olarak kalanlarını... Hüzün ayıdır derler, ama yalandır. Bir aşk başlar, bir aşk biter. Ya da bitmez, bir leke gibi kalır yaşam süresince. Hastalık ayıdır da derler. Hele bir zamanlar ince hastalık yakasına yapışırdı duyarlı kişilerin... Bir ara yok olmuştu bu ülkede sıtma, verem gibi şeyler! Cumhuriyetin onlu, on beşli yıllarındaydık. Toplumda temelden bir değişme, bir yenileşme günlerindeydik. Geçti gitti hepsi, “On yılda on beş milyon genç”ten geldik, yetmiş milyonluk bir ülkeye; genç mi yaşlı mı belli değil! bambaşka hevesler peşinde koşanların yürek sızlatıcı görüntülerini mi? Çekip gitmek!.. Kişi yaşlanınca nedense hep koşmak istiyor. Olduğu yerde kalmamak, yeni yerlere gitmek, uzaklara, çok uzaklara!.. Belki de içinde yaşadığı toplumun sürüklendiği bir bataklıkta boğulmamak için... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TÜBA’ya Hükümet Müdahalesi ve Demokrasi Demokrasiye vurulan darbelerin önüne geçilmesi için bir şeyler yapmanın zamanı çoktan gelmişken, hâlâ siyasi iktidarın değişimci, demokrat ve de yenilikçi olarak tanımlanarak alkışlanması insanın aklına başka şeyler getiriyor: Her şey güç ve paranın dolayımından mı geçiyor acaba? Doç. Dr. brahim KAYA TÜBAGEBİP Üyesi Eylül Gevezeliği!.. diye kim demişti? Geçenlerde “Biz Ankara’da neler yiyoruz, bekleyin yine ne bombalar patlatacağız” diyen mi? Binsin bir savaş gemisine, dosdoğru yürüsün İsrail’in başkentine... Osmanlı’nın döneminde Akdeniz baştan başa bizim değil miydi? Şimdi niye olmasın. Kanuni’ler yoksa da Tayyip’ler var!.. Eylül saçmalatıyor beni. O korkunç sıcaklar bitti. Gerçi arada bir yine başlıyor, ama güneş etkisini yitirdi... Serince esintiler vakti geldi. Koskoca bir yaz çekip giderken ardında ne bıraktı; acı, hüzün, keder mi? Sayısız şehidin silinmez anısını mı, yoksa bütün bu acıları görmezden gelip Taş Kahve’nin Kırlangıçları... Cunda’daki Taş Kahve’nin yüksek tahta tavanı ile duvarın birleştiği yerde kırlangıçların yuvaları vardır... Kalabalığa, kahkahalara, tavla şakırtılarına aldırış etmeden yüksek pencerelerden girip çıkıyorlar... Yuvalarda bebek kırlangıçların kafaları gözüküyor... Yavrular, nasıl ayırt edebiliyorlarsa, sadece anneleri geldiğinde dördü birden kafalarını uzatıp kocaman ağızlarını açıyorlar... Anne getirdiği yiyecekleri özenle onlara yediriyor... Yuvaların altındaki masada yine o bastonlu yaşlı adam oturuyor... Kırlangıçları ve yaşlı adamı izliyorum... Kim bilir bir zamanlar nasıl dimdik, güçlü ve gencecikti... Belki önemli, belki ünlü, belki özel birisiydi... Zaman zaman başını kaldırıp kırlangıçlara bakıyor yaşlı adam... Çayından bir yudum alıyor, tutamağını okşar gibi bastonunu yokluyor, başını kaldırıp kırlangıçlara mutlu mutlu bakıyor... Onu oraya çeken şu kırlangıçlar bence... Geçmişi ile bağ kurduğu şey... Yaşlı adamın; memleketin kim bilir neresinde, kim bilir hangi zamanda, kırlangıç yuvalı bir evleri olduğunu düşünüyorum... Evin terasında ya da eyvanındaydı yuvalar... Yine böyle köşede, tavana yakın, minik minik çamur damlalarından yapılmış... Büyüklerin sık sık “sakın dokunmayın günahtır” dedikleri, bereket getirdiğine inanılan o yuvaları merak eder aslında çocuk... Elini sürmez ama ömrü boyunca beyninin bir köşelerinde yapılmıştır artık kırlangıç yuvaları... Ve aradan yıllar geçip de her şey ona yabancılaştığında... Tuhaf arabalar, ışıklı oyuncaklar, küpeli oğlanlar, şortlu kızlar, otomatik kahve makineleri, cam ve aynadan binalar, banyo duvarı gibi desenli kaldırımlar, yürüyen merdivenler, plastik duvarlar, açılmaz pencereler... Her şey değiştiğinde, eskiden ona kalan tek şey... Kırlangıç yuvalarının olduğu yere gidip oturur yaşlı adam... Belki de artık olmayan o eski evin hiç olmazsa bir köşesini oraya taşımış gibidir kırlangıç... İnsanlar geçmişteki her şeyi yıkıp yok ettiğinde... Eski yaşamların izleri silinip tükendiğinde... Sanki anıları bizim adımıza saklıyor gibi; Taş Kahve’nin kırlangıçları... Savaş mı istiyoruz? Suriye mi, İsrail mi, İran mı, Yunan mı, Bulgar mı? Ordumuz sınırlarda mı, yoksa Hasdal’larda, Silivri’lerde mi? “Ya bir savaş çıksa ne yaparız biz bu paşalarla” Eylülde hapiste olmak nasıl bir şey? Bunu Balbay’a sormalı, uzun mu uzun mevsimler geçirdi. Şimdi de eylüller yeniden geldi dayandı. Küçük hücresinin penceresinden izledi bizleri, utanç veren görüntülerimizi!.. Bizlerin, evet bizlerin uyuşuk, sersem takımımız!.. Eylül de gider, nicelerinin gittiği gibi! Kala kala bir şiir kalır, Özdemir Asaf’tan, birilerine sunulmuş: “Kendi bahçesinde dal olamayan biri, Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.” İ ktidar partisinin demokrasiyi “araçsal” bir düzlemde kullandığı, son günlerde yaşanan olaylar ışığında iyice netleşiyor. Bu olaylar içinde, bir kanun hükmünde kararnameyle Türkiye Bilimler Akademisi’ne yapılan hükümet müdahalesi öne çıkıyor. 651 sayılı kanun hükmünde kararname ülkenin en temel bilim kurulunun özerkliğine siyasi müdahale olarak ele alınmayı bekliyor. TÜBA’nın web sayfasında rahatsızlığını dile getirdiği bu olay karşısındaki bilim dünyasının sessizliği son derece vahim bir duruma işaret ediyor. 651 sayılı kanun hükmünde kararnamenin TÜBA’yı ilgilendiren bölümüne baktığımızda, akademinin özerkliğinin elinden alındığını görüyoruz. Bu kararnameye göre, TÜBA asli ve asosiye üyelerinin üçte biri Bakanlar Kurulu, üçte biri YÖK ve ancak geriye kalan üçte biri asli üyeler tarafından seçilecek. Aynı zamanda, bu kararname asli ve asosiye üyelerin sayısını da her birinden yüz elli olmak üzere üç yüze çıkarıyor. Bilim insanları için ulaşılabilecek en onurlu konumlardan birisi olan ulusal akademi üyeliği böy lece siyasi güce ve üniversiteler üzerinde baskıcı tavrını gittikçe artıran YÖK’e bağımlı hale getiriliyor. Avrupa’daki ulusal bilim akademilerinin hiçbirinde olmayan bu uygulama iktidar partisinin bütün alanları kontrol ve nüfuz altında tutma amacından bağımsız olarak anlaşılamaz. TÜBA, gerek üyelerini seçerken gerek ödül ve burs sahiplerini belirlerken bilimsel liyakat esasına azami önem ve özen gösteren bir akademidir. Dünyanın da bütün bilim akademileri, üyelerini seçerken, ödül ve burs sahiplerini belirlerken aynı bilimsel liyakat esasına göre çalışan “özerk” kurumlardır. Halbuki 27 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 651 sayılı KHK’nin TÜBA üyelerini belirleme ve akademi başkanını seçme şekli, akademinin özerkliğini sona erdiren ve bilimsel liyakat ilkesini yok sayan bir uygulama getiriyor. Türkiye’deki bilime yönelik uygulamalar genelde özerkliğe yabancı hatta düşman bir nitelik taşımakta. Tepki verilmemesi düşündürücü Üniversitelerin özerkliğinin tamamıyla ortadan kalktığı bugünlerde siyasi iktidarın TÜBA’ya da müdahalesi kaygıyla karşılanması ve eleştiriye tabi tutularak karşısında durulması gereken antidemokratik bir uygulama olduğu halde bilim dünyasının neredeyse hiçbir tepki vermemesi düşündürücüdür. Türkiye’nin bilim özerkliği konusundaki zayıflığı TÜBA’ya vurulan bu darbeyle daha da artacak ve ülkenin saygınlığı bir kere daha zedelenerek dünya bilim camiasından da tamamıyla dışlanabilecektir. TÜBA üyelerinin üçte ikisinin bakanlar kurulu ve YÖK tarafından belirlenmesi esasında Akademi Konseyi’nin bilimdışı bir yoldan şekillendirilmesi sorununu gündeme getirecektir. TÜBA’nın bugüne kadar başarıyla uyguladığı pek çok bilimsel program sekteye uğratılacak ve bilimsel liyakat ilkesi ayaklar altına alınacaktır. Bu programlardan kuşkusuz en önemlisi üstün başarılı genç bilim insanlarının desteklendiği GEBİP programıdır. Her yıl bilimsel liyakat esaslarına göre uluslararası nitelikte bilimsel çalışmalarıyla öne çıkan genç bilim insanlarını seçen bu program, ülkemizde bilimsel çalışmaya odaklanmış üstün başarılı genç bilim insanları için en önemli desteklerden birini ve kazanılabilecek en önemli bilimsel saygınlığı ifade etmektedir. Uluslararası başarı ölçütü Şimdi bu programı yürüten GEBİP Ana Komitesi’nin, Bakanlar Kurulu ve YÖK tarafından atanan üyelerce oluşturulduğunu düşünün. Bu durumda, GEBİP Programı ve Ödülü için bilimsel liyakat esasları ve uluslararası başarı ölçütü hâlâ geçerli olabilir mi? Gerçekten hak etmeyenler bu ödüle layık görüldüğünde artık bu programın ülke bilimi için bir işlevi ve anlamı kalabilir mi? Akademinin gelecekteki üyelerini seçmede de önemli bir havuz oluşturan GEBİP programının kararnamede belirtilen üye ataması şekliyle zaten işlevinin önemli bir bölümü ortadan kalkmış olmuyor mu? Bilimsel liyakat esaslarından ziyade belirli gruplara yakın olmak ya da belirli bir ideolojinin adamı olmak esası belirlerse, GEBİP programının bilimsel bir niteliği kalır mı? Bu program dışında da TÜBA’nın yıllardır başarıyla uyguladığı Bütünleştirilmiş Doktora Programı ve Doktora Sonrası Araştırma Programı da aynı risklerle karşılaşabilecektir. Suskunluğu anlamak güç Başarılı öğrencilere burs sağlayan Bütünleştirilmiş Doktora Programı ve başarılı genç akademisyenlere destek sağlayan Doktora Sonrası Araştırma Programı bilimsel liyakat esasından çok başka ölçütlerle seçim yaptığında programın bilimsel bir katkı sunamayacağı kesindir. Özerk kurumlara müdahaleler konusunda sınır tanımayan siyasi iktidarın demokratikleşme programı olduğunu tartışagelmiş “entelektüel”, “akademisyen” ve “yazar”ların sözü edilen antidemokratik uygulamaya karşı neden suskun olduğunu anlamak oldukça zor! Demokrasi, modernlik projesinin arzuladığı özerklik ilkesinin benimsenmesiyle ancak yaşama geçebilir. Toplumun kolektif olarak özerkliği, bireyin yaşadığı bağlam içindeki özerkliği ve kurumların özerkliği modernlik projesinin temel arzularındandır. Bu noktada da bilim kurumlarının özerkliği demokrasi için olmazsa olmaz bir ölçütü oluşturuyor. Bir bilim kurumunun üretkenliği her şeyden önce kendini yönetebilme, dışarıdan yönlendirmelere karşı koyabilme kapasitesiyle ilişkilidir. Hem üyelerinin belirlenmesinde, hem de bilim politikasının üretilmesinde eğer akademi özerk bir niteliğe sahipse, başarı için önemli ve olmazsa olmaz temel adım atılmış demektir. Ancak, son kararname TÜBA’nın özerkliğini elinden almakla kalmıyor aynı zamanda siyasi iktidara birebir bağımlı bir kurum haline getiriyor. Demokrasiye vurulan darbelerin önüne geçilmesi için bir şeyler yapmanın zamanı çoktan gelmişken, hâlâ siyasi iktidarın değişimci, demokrat ve de yenilikçi olarak tanımlanarak alkışlanması insanın aklına başka şeyler getiriyor: Her şey güç ve paranın dolayımından mı geçiyor acaba? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle