23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 1 EYLÜL 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ünlüler Gidince Somali’yi Anladık? Yönetenler dünden bugüne yalnız “ünlüler”i görüyor ve dinliyorsa, bizim de “ünlüler”den beklentimiz olmalı; belki aralarından biri aşımızı ekmeğimizi eksiltenlere, güneşimizi rüzgârımızı kesenlere, Türk Devrimiyle hesaplaşanlara, “Hişt!” diyebilir. Sizce diyen çıkar mı? Sevgi ÖZEL ünyanın neresinde insanlar açsa, savaşlar ve türlü nedenlerle ölüyorsa içimiz yanar. İnsan olmak, acıyı paylaşmanın ötesinde bir duygudur; ama salt duygu olarak kaldığında “insanlık”tan söz etmek zordur. Ne yazık ki çoğumuz, çok uzun zamandır, herkesin her yerde insanca yaşaması için üstümüze düşeni yapmıyor; kendimizi görmüyor; lafla peynir gemisi yürütmeye çalışıyoruz. Oysa insanın acısını insan alır. Avrupa’nın limon gibi sıkıp posasını bıraktığı eski sömürgesi, kara Afrika’nın kara yazılı ülkesi Somali, çok uzun zamandır yoksulluğun tanımı diyebileceğimiz bir ülkedir. Bugün Afrika’da çoğu, yakın zamanlara dek soylu ve demokrat Avrupa’nın sömürgesi olan başka ülkeler de yoksulluk, eğitimsizlik ve inanç sömürüsüyle yüz yüzedir. Çoğumuz Alan Paton’un “Ağla Sevgili Yurdum” romanını unutamayız; yüzyıllarca kölelikle baş etmeye çalışan Afrika’nın, iliklerine dek sömürülen parçası Somali, şimdi hem kuraklığın kölesi, hem kendi kendini yok eden iç savaşın kurbanı durumunda; orada çocuklar ölüyor. Somali, bu kuraklığı neden yaşıyor; yıllar yılı her açıdan kuraklaştırılan bu ülkeye, yöneticilerimizin, “ünlüler”imizin duyarsız kalmaması doğrudur. Bütün televizyonlarda şu sıra yalnız Somali var. İftarda, sahurda yardım çağrıları yapılması, elbette sevindirici... Dileriz, yapılan yardımlar amacına ulaşsın ve anaların memesinden ağı değil süt aksın. Devlet olanaklarıyla Somali’ye gidip gelen “ünlüler”e takılı aklımız; Fazıl Say’ın “ünlü kişi”yle Aydınlıktan Karanlığa mı, Yoksa Karanlıktan Aydınlığa mı? Bu karamsar tablo karşısında gerileyecek, umutsuzluğa kapılacak ve mücadeleden vaz mı geçilecektir? Elbette hayır. Nadir Nadi’nin yine 1968’deki öngörüsüne dönersek, bu tertipler, bu çabalar “Atatürkçülüğü ve Cumhuriyet devrimini” yok etmeye yetmeyecektir. Yetemeyecektir. Deniz BANOĞLU tatürk öleli otuz yıl olmuştur. Ölümünün otuzuncu yıldönümünde bugün hâlâ O’na öfkelenenler, dinmez bir öç alma hırsı ile sinsi sinsi hâlâ O’na diş bileyenler aramızda varsa bu Atatürkçülüğün öldürülemediğinin en kesin belirtisi sayılmak gerekir. Bir adamın eseri, ölümünden otuz yıl sonra yaşama savaşı verebiliyorsa, o eser artık öldürülemeyecek demektir. Düşmanlar istedikleri kadar kızsınlar, tepinsinler, nasıl etsek de Atatürkçülüğü söndürsek diye tertipler düşünsünler,hevesleri kursaklarında kalacak, muratlarına eremeyeceklerdir.” Cumhuriyet 10 kasım 1968 D “sanatçı” ayrımına katılmamak olanaksız. “Ünlüler”imiz Somali’ye gittiklerini biliyorlardı; ama nereye gittiklerini yeterince bilmediklerini, beyazcama yansıyan resimlerle gezi dönüşü verilen demeçlerden anladık. Somali’nin, sömürüle sömürüle bir deri bir kemik kaldığını, o coğrafyada dün ve bugün neler yaşandığını pek bilmedikleri açıktı. Somali için dünyayı ayağa kaldırmayı amaçlayan yöneticilerimiz de bu konulara pek girmiyorlardı. Bir TV, Somalili çocukların Kuran dersini uzun uzun gösterirken pek çok TV’de çocuk gömütleri yer alıyordu. Dünyanın neresinde açlık ve yoksulluk varsa, ülkelerin ve dünyanın geleceği olan çocuklar tehlikedeyse, oraya hep birlikte koşalım; ama bu arada kendimize de bakalım. “Ünlüler”imiz keşke Somali’ye ilişkin azıcık bilgi toplayıp gitselerdi; yeraltı ve üstü varsıllıkları talan edilen her yer, zamanla Somali olur. karken bile umarsızlığı görüyor ve ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Irmakları kurutacak, ovaları çölleştirecek kimi uygulamalar yapılırken adalet ve demokrasi herkesi kucaklamazken, “ünlüler”imizin çoğu niçin gözsüz kulaksızmış gibi susuyor; inanın anlamakta zorlanıyoruz. Bizim çocuklarımız Binlerce kurban verilen büyük depremler yaşamasına karşın hâlâ deprem bölgelerine ev yapan; suya ateşe can kaptıran; eğitimsağlıkhukuk sistemini çağcıllaştıramayan; laikliği içselleştiremeyen; aydınlarını, karşı görüşü susturan; bir yanımızı kanatan kirli savaşını bitiremeyen bir ülkenin “ünlüler”ini ve sözde aydınlarını anlamaya çalışıyoruz. Somali için dökülen gözyaşının içtenliğine inanıyoruz; ağızlardan bal akıyor; ama bizim çocuklarımız da bal kavanozuna Somalili çocuklar kadar uzak... Açlıkla, ölümle yüz yüze olan her yere koşmalıyız; ancak birkaç adım ötemizdeki yoksulluğu, umarsızlığı da görmeliyiz. Yaşam, uzun zamandır yöneticilerin dediği ballı börekli gibi akmıyor. Somali için ağlayan “ünlüler”in hepsi, yalnız bugün değil, uzun zamandır yöneticilere herkesten yakın duruyorlar. Kendi yoksulluğunun ayrımında olmayanlar; Türkçeyi bozanlar; başta müzik olmak üzere sanatın kimi dallarını “deforme” ederek “performans” sergileyenler; kendi ışıltılı dünyasını gelen ağam giden paşam mantığıyla kuranlar; devletin en parlak şölenlerinde, aşlı işli çağrılarında hep başköşede değil mi? Yönetenler dünden bugüne yalnız “ünlüler”i görüyor ve dinliyorsa, bizim de “ünlüler”den beklentimiz olmalı; belki aralarından biri aşımızı ekmeğimizi eksiltenlere, güneşimizi rüzgârımızı kesenlere, Türk Devrimiyle hesaplaşanlara, “Hişt!” diyebilir. Sizce diyen çıkar mı? “A imam hatip liseleri vb gibi toplumsal siyasal gelişmelerle devam ettiğini belgeliyor. Dahası yine aynı kitapta ve Orhan Karaveli’nin son yapıtı “Ali Kemal”deki tarihi gerçekler ve adlar, (ki yakın tarihi bilenler, araştıranlar ve bizlerin de yakından bildiği üzere) bu düşmanlığın demeyelim ama, Cumhuriyet karşıtlığının daha da gerilere gittiği gerçeğini ortaya koyuyor. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, Atatürk’ün yanında oldukları halde, bir türlü Halifeliği gözden çıkaramayan yazarlar, siyasetçiler, mandacılığa gönül bağlamış olan gazeteciler, siyasiler vb. Ve Nadir Nadi’nin “sinsi sinsi “ diye tanımladığı “diş bileyenler” günümüzde artık, o sinsiliği üzerlerinden atmış durumdalar. Yavaş ama emin adımlarla geldiler, şimdi kozlarını açık oynuyorlar. Yazarı ile, gazetecisiyle, siyasetçisi, devlet adamı, polisi yargısı, sözde adaletçisiyle.. Türban eylemi ve mağduriyetiyle başlatılan bu “karşı devrim atağı” ileri demokrasi, küreselleşme gibi kimi sözde zamanımızın moda söylemleriyle Cumhuriyeti yok etme, devrimlerin altını oyma ve 2023 “çılgın projeleriyle” tam noktayı koyarak, mutlak otoriteyi garanti altına almaya kadar geldi dayandı. Gelişmişliği doğayı, yeşili katlederek gökdelen dikmek, AVM(Alışveriş merkezi) açmak, İstanbul gibi tarihi bir kentin altını üstüne getirmekle eş değer gören bir hükümet, bununla da yetinmeyip “devlet üstesinden gelemiyor” gibi bir gerekçeyle, Cumhuriyetin o yokluk döneminde ülkesine kazandırdığı tesisleri Kozlarını açık oynuyorlar Ülkemizde yoksulluk Ülkemizin her bölgesinde yoksulluk kol geziyor; aş iş derdi gün güne ağırlaşıyor; işçiler sokağa atılıyor; diplomalılar iş bulamıyor; bir parça et gönderen olur diye emeklisi emeksizi Kurban Bayramı’nı bekliyor; çocuklar çikolatayı salt TV reklamlarında görüyor. Ülke gitgide “muhafazakâr”laşırken, iktidardakine canını vermeye hazır “ünlüler”imiz, bırakın Anadolu’yu, burnunun ucundaki Somali’nin ayrımında bile değilken... Yardım duyguları bu denli kabarık, eli bu denli açık, “ünlü”sü bu denli bol bir ülkede, pencereden ba Cumhuriyet gazetesinin bir dönem yöneticisi ve başyazarı olan Nadir Nadi’nin 1968’de kaleme aldığı bu yazı ,1996’da 13. üncü baskısı yapılan Ben Atatürkçü Değilim adlı kitabında da yer aldı. 1968’de 30 yıl, 2011’e geldiğimizde aradan tam 73 yıl geçmiş.. Peki bu 73 yılda değişen ne..? Hiçbir şey. Daha doğrusu Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı konusunda hiçbir şey.. Devrim karşıtlığı ara vermeden süre geldi. Kademe kademe ve 2002 seçimlerinden sonra tavana vurdu.… Ne var ki, Nadir Nadi’nin 1968’deki bu gözlemi, aslında çok daha gerilere gidiyor. Hukukçu, yazar, siyasetçi Çetin Yetkin’in “Karşı Devrim 19451950” kitabındaki belgelere dayanan anlatılar, Cumhuriyet devrimleri karşıtlığının 1938’de Atatürk’ün ölümüyle başladığını, 1945’ten ve 50’lerden sonra Marshall planı, Köy Enstitüleri’nin kapatılması, özelleştirme adına yabancılara satarak da Türkiye’yi bitirdi, Peki bu karamsar tablo karşısında gerileyecek, umutsuzluğa kapılacak ve mücadeleden vaz mı geçilecektir ? Elbette hayır. Nadir Nadi’nin yine 1968’deki öngörüsüne dönersek, bu tertipler, bu çabalar “Atatürkçülüğü ve Cumhuriyet devrimini” yok etmeye yetmeyecektir. Yetemeyecektir. Gerçi kayıplar inanılmaz derecede büyüktür, kayıpların geri kazanımlarını sağlamak belki zaman, hatta epey zaman alacaktır. Ama geç de olsa, geç de gelmiş olsa, uyanış başlamıştır. Tekelcilerin direnişi, sağlıkçıların, emekçilerin yollara düşmesi, “Anadolu bizim vermeyiz” sloganı ile binlerce yurttaşın gerçekleştirdiği müthiş ve tarihe geçesi eylemi, HES’lere karşı yurttaş direnişi, sanata kültüre yabancı olmaktan öte adeta diş bileyen bir iktidara karşı sanatçıların başkaldırışı, Türkiye Gençlik Birliği’nin Atatürk’ün gençliğe seslenişini somut girişimlere dönüştürmesi, yurtsever insanımızın Cumhuriyet Güç Birliği Platformunda el ele vermesi, işbirlikçi medyaya karşın, hâlâ yurtsever yazarların,gazetecilerin , yurttaşların ellerinden kalemlerini bırakmadan onlarca değil, yüzlerce “belge niteliğindeki” kitaplarıyla karanlığı aydınlatmaları… ve belki Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmediği kadar çok sayıda Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili yapıtların (onu gözden düşürmeyi hedefleyen kimi filmlere karşın) peş peşe yayınlanması.. Nedir ? Evet nedir bu ? Bu bir uyanıştır. Bu bir karşı duruştur. Cumhuriyet aydınlığının inançlı kuşakları bu çıkışı er ya da geç gerçekleştireceklerdir. Bu nedenle artık “küskün ve kararsız” olma lüksümüz yoktur, olmamalıdır. Karanlıktan aydınlığa çıkmanın tek yolu bilinçli yurttaş olma ve vatandaşlık sorumluluğumuzu asla ve hiçbir zaman unutmamaktır. Kadınlar Ne Yapmalı?.. acımasızca kenara itildiğini gören diğerleri, elbette siyaset kuir aracın iki yandaki te zemeyen devlet, ülkesinin gele rumuna güven duymayacak ve kerleklerinin aynı çapta ceği için karar mekanizmaların nitelikli kadınlar siyasetten uzakolması gerektiğini hepi da yer almak isteyen kadına na laşarak meydanı erkeklere bıramiz biliriz. Zira bir taraftaki te sıl faydalı olacağını artık dü kacaklardır. Erkeklerin ülkeyi ne hale getirdiği ise ortadadır. kerlerin çapı belli oranda küçük şünmek zorundadır. Ülkenin bugün içinde bulunKarar mekanizması derken olduğunda araç düz gitmeyecek duğu ağır şartlar ve sorunlara kaçapı küçük olanların yönüne kastettiğimiz siyaset kurumlarıdoğru fasit daire çizecektir. Bir dır. Zira sivil toplum örgütleri, dınların sebep olmadığı tüm gertoplumu oluşturan iki cinsten meslek odaları ve sendikaların, çekliği ile karşımızdadır. Hal böyleyken seçim zamanbiri de eğer toplumla ilgili me katılımcı demokrasi ülkemizde larında bazı sivil toplum örgütselelerin içinde değilse o toplu tam işlemediğinden ülkenin idamun fasit daire çizmekte ve ye resinde söz sahibi olduğunu söy lerinin kadın adayları desteklemek için yürüttüğü reklam kamrinde saymakta olduğunu rahat leyemeyiz. Her şeyi göze alıp siyaset yap panyalarıyla, meselenin esasılıkla söyleyebiliriz. Gelişmiş ülkelerde bile durum pek parlak de mak isteyen kadına, toplumca nın halledilemeyeceğini artık ğilken ülkemiz açısından vahim yüklenen yukarıda saydığımız görmek zorundayız. Çözümün, siyasi partiler ile olduğunu söylemek herhalde görevlerin dışında bir de ekonomik kaynak yaratmak gibi zor bir devletin, TC’nin bir sosyal devyanlış olmayacaktır. let olduğunu hatırlamasında sakBurada akla iki soru gelmek görev daha düşmektedir. Zira siyaset yapmak isteyen bir lı olduğunu bilmem söylemeye tedir. Birincisi, Durum neden böyledir? İkincisi, Bu sorun na kadının çok nadiren, zengin bir gerek var mı? İşte tam da bu noksıl çözülebilir? İlk soru için pek ailesi, eşi veya iyi para kazandı tada kadınlara büyük görev düşçok açıklama yapılmıştır. Dinsel, ğı işi vardır. Hatta para kazandığı mektedir. Onlar, mensubu oldukları sisosyolojik, ekonomik nedenler bir işi varsa dahi, siyasetin içine yasi partileri bu konuda çötek tek sıralanmıştır. Meselenin girdikten sonra büyük olazüm üretmeye zorlayarak nedenleri hususunda yeürettikleri çözüm yollarırinde olan saptamalar, Çözümün, siyasi partiler ile devletin, TC’nin nı partilerine kabul ettirmaalesef ikinci sorunun mek, bunu parti tüzük ve bir sosyal devlet olduğunu hatırlamasında halline katkı sağlayaprogramlarına sokarak ve mamıştır. saklı olduğunu bilmem söylemeye gerek var somut olarak hayata geBugün ABD ve İngilmı? şte tam da bu noktada kadınlara büyük çirmek, meselenin ikinci tere’de dahi erkekler görev düşmektedir. ayağında TBMM’de, seüzerinde yapılan araşçim kanunu değişikliği tırmalar, kadından bekveya diğer yasa tekliflesılıkla o işini veya lenenlerin her toplumda aynı olduğunu göstermesi açı iş çevresini büyük ölçüde yitire riyle, kamuoyunun da desteğini cektir. Zaten maaşlı çalışan için alacak şekildeki bu çalışmaları sından ilginçtir. O toplumlarda da bizdeki gibi siyasette aktif görev almak he yürütmek zorundadırlar. Aksi halde bugün olduğu gikadından; iyi bir eş (burada ka men hemen imkânsızdır. Bu nesıt evdeki tüm sorumluluğun te denle onlar ancak emekli olduk bi kendi sağlıkları, analıkemmizlik, yemek, çamaşır, ütü, ço tan sonra siyasete girmektedirler. zirme gibi haklarıyla ilgili kocuk bakımı gibi kadına ait ol Serbest çalışan için ise zamanı nularda dahi, erkeklerin çıkardımasıdır), mükemmel anne, aile nın en az yarısını siyasete ayır ğı yasalarla bağlı olmaya, dışabütçesine ekonomik katkı, cinsel ması gerekeceğinden müşterile rıda çalışmalarına ve evde ev kaanlamda ise cazibesini yitirme rini teker teker kaybetme riski her dınlığıana ve eş olarak birçok görevi de yerine getirmelerine mesi ve eşinin her talebine cevap zaman mevcuttur. Büyük bir özveri ve disiplin rağmen Meclis komisyonlarında vermesi beklenmektedir. Bu beklentilerin farkında olan içerisinde onuruyla çalışıp siya ve genel kurulda erkeklerin oykadın da maalesef kendisine bi seten belli görevlere, hak ederek larıyla geçen kanunlara göre çilen bu kadar fazla rolü yerine gelen bir kadına kimin ekibinde emeklilik hakkı için erkeklerle getirmek için insan üstü bir ça olursa olsun partisinin sahip çık aynı süre çalışmaya ve daha birçok adaletsizliğe boyun eğmeye baya girişmekte ve bu arada asıl ması gerekir. Bu yapılmadığında ve parti devam edeceklerini bilmeleri gekatkı sunması gereken meseleleri ihmal ederek o alanları erkeğe bı içindeki erkek egemen güçlerin rekir. Özetle, siyasi partileri ve devrakmaktadır. Ancak bunun için herhangi bir çatışmasında, kazanan ekip sadece kendi adamı leti, siyasette daha fazla söz sakadınları suçlayamayız. Burada suçlu arayacaksak gö diye belki de hiç siyasi çalışma hibi olabilmek ve maddi olarak revlerini yerine getirmeyen, ana sı ve tecrübesi olmayan kişileri desteklenmek için harekete geyasada tarif edilen “sosyal dev tepeden inme göreve getirdiğin çirmede çoban ateşini yakma let” birinci sıradadır. Çalışan de, siyaset yapan ve pek çok be görevi yine biz kadınlara düşkadının kreş meselesini bile çö del ödeyen o kadınların bir anda mektedir… Meral Ç L Avukat B C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle