19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 AĞUSTOS 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 UNESCO ve ‘S.O.S stanbul’ korumak için çırpınıyor: Haliç Köprüsü: ‘AH!’ S DE FEST VAL Bir Zamanlarki O Tartışmalar (1) Yine M. Şehmus Güzel’in “Abidin Dino” kitabından bir alıntı ile başlıyorum. Ankara’nın kırklı yıllarının neredeyse sonları. “Milli Şef”in tek parti iktidarı, Türk aydınlanmasının bütün yaratıcılarını bir şekilde yok etmeye neredeyse ant içmiş. Ankara’da aydın adına kim varsa, peşinde polisler. Günün yirmi dört saati. Evlerinin önünde gece gündüz polis (örneğin ayakkabı boyacısı kılığında). Ya da dışarı çıktıklarında, gittikleri her yere peşlerinden gelen “siviller”. CHP iktidarını eleştiren hemen herkesin adı komüniste çıkmış. Ama bu baskı ortamına rağmen sürdürülen çabalar da var: “Sabahattin Ali’nin Marksist kitaplarla dolu çok zengin bir kütüphanesi var. Onunla Marksizm üzerine hararetli tartışmalar yapılıyor. Abidin ile Sabahattin Ali iddialaşırlardı. Anlaşmazlık çıktığında Ankara’nın o soğuk, dondurucu havalarında bile umursanmaz, ta Sabahattin Ali’nin evine kadar gidilir, kitaplar tek tek karıştırılırdı, akla takılan sorunun yanıtı bulunana kadar…” Aynı sayfalarda, Güzin Dino’nun “Gel Zaman Git Zaman” başlıklı anı kitabından da alıntılara yer verilmiş: “Aslında, aralarında çok keskin eleştiri ve incelemeler, tartışmalar, yargılar sürüp gidiyor. Her okunan kitap, dergi, gazete yazısı, şiir, seyredilen her film, dinlenilen her konser tartışılıyor. Scherchen’in Fidelio’yu sahneye koymasından, Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’na, çevrilen kitaplara kadar aralarında, kimi kez sabahlamayı gerektiren, bazen de haftalarca süren tartışmalar çıkıyor…” Bundan sonrası, yine M. Şehmus Güzel’e ait: “Kimi düşünürün, kimi sözleri ya da çevirisindeki bir yanlış sözcük, ortalığı birbirine katabiliyor. Ankara’nın, sıfırın çok altında, buz kesen gece yarılarında, taksilere binilip, kimin evinde çevrilen kitabın asıl metni varsa, oraya cümbür cemaat gidilip ciltler karıştırılıyor, cümle bulunuyor, haklı haksız ayırt ediliyor dostça…” Dediğim gibi. Kırklı yıllar. Attilâ İlhan’ın deyişiyle “kırkların karanlığı” gittikçe koyulaşarak sürüp gitmekte. Köy Enstitülerinin altı çoktan oyulmaya başlamış bile. Ama Ankara’daki küçücük bir “aydın çevresi”, kendisine yöneltilen ve dağıtılmasını amaçlayan bütün baskılara düşüncenin silahlarıyla karşı koymakta, direnmekte. Sonunda dağıtılacaktır. Hele Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle birlikte, gündeme öldürülmek, artık çok somut bir biçimde girmiştir. Dediğim gibi, çevre dağıtılır. Kimileri, Azra Erhat gibi, üniversitedeki görevinden atılır. Ya da Sabahattin Eyuboğlu gibi, yeni cumhuriyetin çağdaş kültür temelleri için ışık tutan “Tercüme Bürosu”ndaki görevinden daha pasif bir göreve kaydırılır. Kimileri, Nâzım gibi, zaten yıllardır hapistedir. Adana’daki sürgün yıllarının ardından, ciğerlerinden ağır hasta olan ve askerlik yapamayacağına dair çürük raporu bulunan Abidin Dino askere alınmış, dokuz aylık bir askerlikten çok daha ciddi hastalıklarla geri dönmüştür. Ankara’da, neredeyse ölümle pençeleşmektedir. Ve nihayet kimileri de, örneğin Niyazi Berkes veya Pertev N. Boratav gibi, işsiz kalınca yurtdışına çıkmışlardır. Bunlar, daha sonra Batı’nın en seçkin bilim kurumlarının kadrolarında yükseleceklerdir. Evet, tek parti dönemi muradına ermiş, “aydınlar çevresi” dağıtılmıştır. Ama onlardan geriye çok değerli bir miras, filizlenme aşamasında bulunan bir gelenek kalmıştır: Bilgiye bilgilenmenin rehberliğindeki tartışmalar ile ulaşma geleneği. Böyle miraslar, sonradan doğru sahiplenildiğinde, hiçbir karartma girişiminin engelleyemeyeceği, sürekli ışık yuvalarına dönüşür. Peki, böyle bir sahiplenme gerçekleşti mi? Haftaya birlikte göreceğiz. Büke ve Başar’la ‘Klasikten Caza’ Festivalle ilgili bilgi için: www.sidefestival.com Kültür Servisi Piyano sanatçısı Burçin Büke, Side 11. Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali kapsamında müzikseverleri Chopin’den Duke Ellington’a uzanan bir yolculuğa çıkarmaya hazırlanıyor. 11 Ağustos Perşembe günü saat 21.30’da Apollon Tapınağı’nda gerçekleşecek “Klasikten Caza” konserinde Büke’ye Volkan Hürsever (kontrabas) ve Deniz Dündar’ın (davul) ve saksafonu ile Kürşat Başar eşlik edecek. İlk konserini 10 yaşında veren piyano sanatçısı Burçin Büke, 1982 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldu. Kuzey Almanya Radyo Orkestrası, Langenhagen Festival Orkestrası, Lanciano Festival Orkestrası, Hannover BigBand Orkestrası gibi dünyaca ünlü orkestralarla turneler gerçekleştiren Burçin Büke, dünyanın sayısız ülkesinde verdiği konserlerde son derece olumlu eleştiriler alıyor. Karşımda iki genç Hande Akarca ve Barış Altan. İkisi de geçen yıl kurulan “İstanbul S.O.S” sivil toplum girişiminin gönüllüsü... Önüme koydukları 1 Ağustos 2011 tarihli “Haliç Metro Geçiş Köprüsü” dosyası günlerdir elimden düşmüyor. Anımsayacaksınız, bu girişim, bugüne dek “İstanbul’da neler oluyor farkında mısınız?” diye haykırmak, kamuoyunu bilgilendirmek, gerçekleri açıklamak için sayısız kampanya düzenlemişti. Çalışmalarına sayısız meslek odası ve çeşitli STK’ler de katılıyor. Bu kez Zeynep Ahunbay, Cemal Kafadar gibi bilim insanlarının da desteğini alarak, Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne dikkatleri çekmek üzere seferber oldular, alternatif üreten çalışmalarını ortaya koydular. Ama önce kısa bir “geriye dönüş”: BB tarafından halen yapılması öngörülen eğik askılı köprü. Eğik askılı köprüden vazgeçilerek yapılması önerilen alçak profilli düz köprü. dı ‘Altın Boynuz’ diye… Dünyanın eşsiz değerdeki İstanbul tarihi yarımadası, TaksimYenikapı metro hattında Haliç geçişi nedeniyle nicedir tehdit altında. Bu geçiş, ortası raylı, iki yanı yayalara açık bir köprü olarak tasarlanmış. 460 metresi deniz üzerinde olmak üzere 900 metrelik bir köprü bu. Projenin onaylandığı 2005 yılından beri yurtiçinde ve dışında tartışmaların ardı kesilmedi. Geçen yıl ihale tamamlandı ve inşaat başladı. Ama bu arada UNESCO Dünya Miras Komitesi de köprünün “Dünya kültür mirasına bir tehdit oluşturduğunu” defalarca çeşitli raporlarla ortaya koydu. Değişiklik istedi. Köprü projesi, Kadir Toptaş ve Mimar Hakan Kıran’ın eseri. Haliç’in adı yabancı dillerde “Altın Boynuz” ya, o nedenle köprünün 65 metrelik ayakları üzerinde yükselen sütunların üst uçları boynuz gibi kıvrık ve de altın rengindeydi. “Zevk meselesi” deyip başka yorum yapmayayım! A Dormen’den müzikal eğitimi Kültür Servisi Haldun Dormen’in temmuz ayı süresince Şişli Belediyesi işbirliği ile düzenlediği “Müzikal Workshop”un katılımcıları, derslerden edindikleri performansları, yarın saat 21.30’da Feriköy Haldun Dormen Sahnesi’nde sergileyecekler. “Müzikal Workshop”ta katılımcılar, “Lüküs Hayat”, “Hisseli Harikalar Kumpanyası”, “Yaygara 70”, “Kantocu” gibi yerli ve “Damdaki Kemancı”, “Sefiller”, “Evita” gibi Batı müzikallerinden sahneleri Haldun Dormen ile canlandırma fırsatı bulmuşlardı. Yarın yapılacak “Müzikallere Selam” gösterisinin ardından katılımcıların sertifikalarını da alacakları bir tören gerçekleştirilecek. Bu proje, Mimar Sinan’ın şaheseri Süleymaniye’yi, Topkapı’yı ve Haliç’in tüm siluetini kapatıyor, eleştirileri... UNESCO’nun raporları... İstanbul’un tarihikültürel miras listesinden çıkarılma durumları... Doğruya doğru, UNESCO raporu etkili oldu: Yüksek sütunlar yarı yarıya alçaltıldı... Altın renginden vazgeçildi... Ancak yapılan değişiklikler yeterli değil ki UNESCO hâlâ köprünün tarihi silueti ve çevreyi tehdit ettiğinde ısrarcı... İstanbul S.O.S hâlâ “Köprüye karşı değiliz ama hiç olmazsa bu alanda buradaki uzmanların da görüşü alınsa... Bari yükseklik azaltılsa… Alternatif görüşe kulak verilse…” diye çırpınıyor. ‘Belleksiz Medya’ Bu arada tuhaf bir oyun oynanıyor: İstanbul S.O.S, kentimizi tarihi mirasımızı koruma konusunda baskı yapan UNESCO raporlarının, kararlarının Türkiye’de medyada çarpıtılıp, eksik ve yanlış duyurulduğunu iddia ediyor. “UNESCO yaptıklarımızı beğendi”, “İstanbul, Dünya Miras Listesi’nden düşürülmüyor”, “Her şey o kadar iyi yapılıyor ki İstanbul artık UNESCO gündeminden çıktı” kampanyaları her yıl tekrarlanıyor. Ve belleksiz medya bunları yutup yayımlıyor! Nitekim kararların İngilizcesiyle Türkçesinin farklı olduğunu dosyada görüyorum. Hakan Kıran’ın “UNESCO’yu bir haftada ikna ettim” sözü üzerine de İstanbul S.O.S soruyor: “UNESCO’nun defalarca rapor yazdığı, uzmanları seferber ettiği bir konuda açıklama yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek proje müellifi bir mimarın sırtına mı yüklendi? Belediye Başkan’ımız İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasını, tarihi yarımadamızın kaderini yakın dostu olduğu bilinen bir mimarın eline mi bıraktı? Mimar Hakan Kıran İstanbul adına konuşma ve uluslararası önemli bir kuruluş olan UNESCO nezdinde İstanbul’u temsil etme yetkisini kimden aldı? Bu konuda bir atama kararı var mıdır? Varsa gerekçeleri nelerdir?” stanbul’a kıymayın efendiler İstanbul, Haliç, Süleymaniye, Topkapı... Dünya mirası tarihi yarımada... Yüzyıllardır İstanbul’da, bozmaya ne denli uğraşsak da, bozamadığımız bir miras... Şimdi bir kapris mi, inat mı, dediğim dedik mi, hangi sözcüğü seçeceğimi bilemedim, siz seçin uğruna geri dönüşü olmayan bir şekilde bozmak… İstanbul’a kıymayın efendiler diye haykırmak istiyorum. UNESCO korumak için çırpınıyor, biz bozmak için! Elimdeki dosyada Prof. Nuray Aydınoğlu’nun alternatif köprü tasarımı da var: Bugüne dek yapılanı yok saymayan bir tasarım mümkün... Eğik askılı köprü yerine alçak profilli düz köprü. Ortaya ek bir ayak yapılarak, kolayca gerçekleştirilebilecek bir köprü... Üstelik yükselen sütunlar, asma halatları ile hiçbir şekilde tarihi dokuyu gölgelemeyecek bir iş... Ama elbet ilk şart diyaloğa açık olmak... Bunların konuşulabilmesi... Sivil toplum kuruluşlarının, uzmanların söyleyeceklerine kulak vermek... Bir de şeffaflık… Biliyorum çok şey istedim. Ama İstanbul’u çok seviyorum, ondan! Can Baba’nın ‘tohum’ hayali MEHMET EM N BERBER Türk edebiyatının usta şairi Can Yücel, 12 Ağustos’ta 12. ölüm yıldönümünde anılacak DATÇA Türk edebiyatının “Baba” şairi Can Yücel, 12. ölüm yıldönümünde, 12 Ağustos’ta Eski Datça’da anılacak. Eşi Güler Yücel, şairin üç vasiyetinden sonuncusu olan “tohum bankası” projesini de yaşama geçirmek istediklerini söyledi. Eşinin kendisine yaşamını yitirmeden önce üç vasiyet bıraktığını, bunlardan ilkinin Datça’da toprağa verilmek, ikincisinin de adının bir “kârhane”ye verilmemesi olduğunu bildiren Güler Yücel, şöyle konuştu: “Aklı evvel bir galerici adını resim galerisine vermek istemişti. Şiddetle karşı çıkmış, ‘Kârhaneye adımı vermeyin’ diye vasiyet etmişti. Son vasiyeti de tohum bankasıydı. Türkiye’nin kendi tohumlarının korunduğu, gelecek nesillere aktarılabileceği bir tohum bankası projesinin kurulmasını çok isterdi. Bugüne kadar bu vasiyeti gerçek olmadı. Türkiye’nin ilk yavaş kenti Seferihisar’da katıldığım bir tohum takasında bu vasiyeti gerçekleştirmek üzere girişim başlattım. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer de bu projeye olumlu yaklaştı. Bu yıl 12 Ağustos’ta yapılacak olan anma törenlerinin, tohum bankası projesi konusuna ayrılmasına karar verdik. Çok geniş katılımlı bilimsel bir toplantı olmasını arzuluyoruz.” Yücel, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın 12 Ağustos’ta konuyla ilgili bir konferans vereceğini de söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle