23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 AĞUSTOS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 IMF, küresel ekonomide risklerin arttığını belirterek hükümetlerin büyümeyi güçlendirmek için adımlar atmasını istedi Tehlikeli viraja girildi IMF Başkanı küresel ekonominin toparlanma rayından çıktığına dikkat çekerek aşağı yönlü risklerin arttığını söyledi. ECB Başkanı Trichet Avrupalı bankalara bilançolarını güçlendirme çağrısında bulunurken Obama ve Merkel ise küresel ekonomiyi destekleme sözü verdi. Ekonomi Sevrisi Küresel ekonomiye dönük endişeler artıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, “Bu yaz ortaya çıkan gelişmeler tehlikeli bir dönemde olduğumuzu gösterdi. Kırılgan toparlanmanın rayından çıktığını görüyoruz. Bu yüzden şimdi harekete geçmeliyiz” uyarısını yaptı. Kansas City Fed’in ABD’nin küçük bir kasabası Jackson Hole’da düzenlediği toplantıda konuşan Lagarde, küresel ekonomide aşağı yönlü risklerin arttığını, bu risklerin, güvendeki kötüleşme ve siyaset yapıcıların gerekli kararları alma inancına sahip olmadıkları ya da basitçe alma niyeti bulunmadıkları algısının artmasıyla daha da ağır Küresel ile Yerel Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA), Fenerbahçe’nin bu yıl Şampiyonlar Ligi’ne katılmasını Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) eliyle engelledi. UEFA uluslararası bir kuruluş; bir anlamda küresel bir oluşum. TFF ise yerel bir yapılanma. Fenerbahçe ile ilgili kararın öyle olmasını UEFA istiyor; TFF yerine getiriyor! Özetle, Fenerbahçe, bu ikilinin Türk futbolunda “şike yapıldığı” konusunda yetkilerini kullanmalarında “örnek oyuncu” seçilmiş bulunuyor. Şike konusu yaklaşık iki ay önce patlak verdi. Ancak olay soruşturma aşamasında. Değil kesinleşmiş bir karar, “açılmış bir dava” bile yok. Yalnızca kanıtsız bir suçlama var. Ceza hukukunun evrenselleşmiş “suçluluğu kesinleşinceye dek herkes suçsuzdur” ilkesi, yok sayılıyor. Şike olayının, nerede başlayıp nerede biteceği belli değil. Bu bilinmezlikler içinde küresel organ geliyor ve Fenerbahçe’yi, kendi oyun alanına sokmuyor. UEFA, benzer olaylarda “başka hiçbir ülkede uygulamadığı” bir yaptırımı Fenerbahçe’ye uyguluyor; uygulayabiliyor. Bu konudaki belge ve kanıtlar nasılsa UEFA müfettişinin çantasında bulunuyor; ancak bu ülkenin kamuoyundan saklanıyor. Böylelikle, henüz karar alınmadan, şike konusunda diğer kulüpler baştan aklanmış oluyor. Bir adamını gönderiyor; soruşturmayı yürüten savcı ile görüştürüyor; sonra da Fenerbahçe’nin ipinin çekilmesini, TFF eliyle yapıyor! Üstelik karar, kura çekimine saatler kala alınıyor! UEFA’nın yaptığı ve yaptırdığı, küresel saldırı karşısında bu ülkenin yasal ve kurumsal yapısının ne kadar eksik ve yetersiz olduğunun yeni bir kanıtıdır. Bu ülkenin hukuk sistemi, teknik anlamda etkin işlemiyor. Davalar, ayları geçtik, yıllarca uzuyor. İnsanlar yaşamlarını tutuklu sanık olarak tamamlıyor. Ek olarak, hukuk sistemi kişisel sorumlulukla kurumsal sorumluluğu birbirinden ayırmada geleneksel olarak sorunludur. Bu nedenle geçmişte çok sayıda dernek ve siyasi parti kapatıldı. Fenerbahçe de milyonlarca taraftarıyla bir kurumsal yapı. Bu kurumsal yapının cezalandırılması bu kadar kolay olmamalı, eğer Fenerbahçe’ye bir ceza verilecekse en azından kesinleşmiş yargı kararları sonrasında kesilmeliydi. Kurumsal yapı daha da sakat. TFF örneğinde görüldüğü gibi kurumsal yapılar, katılımcı “demokratik süreçlerin” sağlam dayanaklarından yoksundur. Kurumların “oluşumu” çatıda, siyasetin de karıştığı dar bir çevrede kotarılıyor. Bu nedenle de kurumlar, küresel rüzgâra, sorgulamadan, incelemeden, yerliyi koruyacak biçimde direnmeden kolayca boyun eğiyor; teslim oluyor. Bu ülkenin yasal ve kurumsal yapılarının “düzeltilmesi”; yani, işlerliğinin ve etkinliğinin sağlanması, hemen her zaman dış kaynaklıdır ya da dış baskılarla oluyor. Ekonomisini IMF eliyle düzeltmeyi alışkanlık haline getiren Türkiye, yarım asırlık onca acı deneyden sonra bu işi “IMF gibi yapmayı” iyice özümsediğinden ve küresel sermayenin istemlerine tamamıyla uyduğundan son yıllarda bu kuruma başvurma gereği duymuyor. Ancak ülke aynı başarıyı (!) “ekonomi dışı” alanlardaki yasal ve kurumsal yapılanmalarda gösteremiyor. Çünkü buralarda işin temeli “hak ve özgürlüklere” ve bunların “kurumsal yapılarla güvence altına alınmasına” dayanıyor. Türkiye, bu konuda yerkürenin en ilkel ülkelerinden biridir. Onlarca insan sudan sebeplerle aylarca tutuklu kalıyor; geçtik toplantı ve yürüyüş haklarının kullanımını, sınırsız olması gereken düşünceyi açıklama hakkına da gerçekten sınırsız cezalar kesiliyor! Ya ekonomik ve sosyal haklar? Başta basınyayın sektörü olmak üzere, pek çok önemli işkolunda tümüyle yok denecek düzeydeki sendikacılığın olduğu kadarıyla da varlığını sürdürmesi, yetki barajı nedeniyle, tümüyle hükümetin insafına kalmış bulunuyor. Siz bu ülkede, son haftalarda İspanya ve İtalya’da olduğu gibi, futbolcular derneği ya da sendikası boykot uyguladığından liglerin başlayamadığı bir Türkiye’yi, gerçek değil, düş olarak bile düşünebiliyor musunuz? Bu ülkede futbolun tanrıları, kralları ve imparatorları buna izin verir mi? Bu tür girişimde bulunanlar, bir türküdeki gibi “gör başına neler gelir” demiyor mu? Türkiye, yasal ve kurumsal yapısını hak ve özgürlükleri çağın hukuk kurallarına uygun olarak güvence altına alacak biçimde düzeltmezse, düzeltmeler küresel yapılıyor; sporun her dalında küresel ölçekte en başarılı spor kulübünü, küresel güç kapının önüne koyuyor! Üstelik, elini kana bulamıyor; bunu senin elinle yapıyor. Yazık oluyor! Bayramınızı kutlarım... F YAT ST KRARI ÖNEML Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı JeanClaude Trichet, ECB için fiyat istikrarının kesinlikle önemli olduğunu söyledi. Trichet, “En önemli görevlerimizinden birinin enflasyon beklentilerimizi gerçekleştirmek olduğunu düşünüyoruz. Bunun güven için kesinlikle önemli olduğuna inanıyoruz. Bu güven sonuçta ekonomide büyümenin korunmasının bir parçası olarak zor koşullarda yardımcı oluyor” dedi. Avrupalı bankalara bilançolarını güçlendirme çağrısında bulunan Trichet, bir likidite krizinden söz etmenin ‘açıkça yanlış’ olduğunu, çünkü ECB’nin, altı ay kadar sınırsız nakit önererek bankalara destek için gerekli adımları attığını ifade etti. Jackson Hole’daki toplantıda Fed Başkanı Ben Bernanke ve Trichet sohbet etti. Christine Lagarde laştığını vurguladı. Lagarde, merkez bankalarına, kırılgan küresel toparlanmayı korumaları için faiz oranlarını düşük seviyelerde tutmaları ve ‘alışılmadık’ adımlar atmayı düşünmeleri çağrısında bulundu. Gelişmiş ekonomilerin borçlarını kontrol altına almak için uzun vadeli planlar oluşturması, ancak aynı zamanda toparlanmayı tehlikeye atmamak amacıyla çok hızlı kemer sıkma önlemleri uygulamaması gerektiğini ifade eden Lagarde, “Makroekonomik politikalar büyümeyi desteklemeli. Para politikası, resesyon riskinin enflasyon riskinden daha önemli olması nedeniyle daha uyumlu kalmaya devam etmeli” ifadesini kullandı. Gelişmekte olan ülkelere de sorumluluk düştüğünü, bazı ‘anahtar’ ülkelerin iç talebi düşürdüğünü ve para birimlerinin değerlenmesini önlediğini söyleyen Lagarde, bu tür önlemlerin gelişmekte olan ekonomilerin küresel büyümeye büyük katkı vermesini engellediğini bildirdi. Lagarde, “Herkes şunu anlamalı, ayrışma bir efsane. Gelişmiş ekonomiler resesyona girerse geliş mekte olan piyasalar bundan kaçamayacak” dedi. Lagarde, Avrupalı bankaların, Avrupa’nın borç krizinin daha fazla ülkeye yayılmasını önlemek adına sermaye arttırımına gitmesi gerektiğini aktardı. Öte yandan ABD Başkanı Barack Obama ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, küresel ekonomideki gelişmeleri ve Avro bölgesinin borç krizini görüştüler. Obama ve Merkel’in telefonda yaptıkları görüşmede küresel ekonominin desteklenmesi için harekete geçme sözü verdiği belirtildi. Bankalara güven azalıyor ANKARA (AA) Araştırma şirketi GFK Türkiye’nin “RepMan Türkiye İtibar Endeksi”ne göre, Türkiye halkı 67 puan ile holdingleri itibar sıralamasında birinci sıraya yerleştirdi. Bankacılık sektörü ise itibarı en düşük sektör olarak, endekste 50 puan ile sıralamada sonuncu oldu. Holdingler ve hızlı tüketim, akaryakıt, telekomünikasyon, otomotiv, bankacılık, ulaşım (havayolları), ulaşım (otobüs) olmak üzere 7 sektörün itibarı “tanınma, yönetimle ilgili özellikler, ürün/hizmet kalitesi ile ilgili özellikler, çalışanlar ile ilgili özellikler, finansal sağlamlık, sosyal sorumluluklar, duygusal bağlılık” gibi 7 ana başlıkta değerlendirildi. Endekste, Türkiye şirketler ortalaması da 60 puan olarak belirlendi. Diğer yüksek itibarlı sektörler, 66 puan ile telekomünikasyon sektörü, 65 puan ile hızlı tüketim sektörü, 63 puan ile ulaşım (otobüs) sektörü oldu. Araştırmaya göre, kurumların sahip olduğu itibar puanlarını almasında en etkili ve en fazla ortak algının olduğu konuların “ürün ve hizmet kalitesiyle ilgili özellikler” ve “yönetimle ilgili özellikler” olduğu göze çarptı. Ekranlar, gazete sayfaları Libya haberleriyle dolu. Bir olgu bombardımanı altındayız. Hepimiz Libya’da ne olduğunu “görüyoruz”. Ama “deneyimi yaşayıp da anlamını kaçırmak” (T.S.Eliot) da var. Hem biz hem de Libya halkı için... Bu nedenle ben olgulardan çok, “anlam arayışları”, Libya olayı gelişirken yaşanmakta olan tartışmalarda öne çıkan noktalar üzerinde duracağım. Rusya’nın Akkuyu nükleer santralına ilişkin sismik araştırması sürüyor Takvim 2012’ye sarktı BAHADIR SEL M D LEK Çevreciler ve yöre halkı nükleer santrala karşı geniş çaplı eylemlerini sürdürüyor. (Fotoğraf: ARŞİV) ANKARA Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tarih olarak geçen mayıs ayını verdiği Akkuyu nükleer santralının temelinin atılması, 2012 yılına kaldı. Rusya’nın Akkuyu ve çevresindeki depremselliğe ilişkin yürüttüğü sismik çalışmanın 2012 yılı başından önce sonuçlanmayacağı öğrenildi. Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesinde kurulması planlanan Akkuyu nükleer santralına ilişkin takvim gecikme sinyalleri vermeye başladı. Santralın kurulacağı bölgede, zemin etüt çalışmalarının ve tsunamiye karşı deniz tabanında yapılan sismik araştırmalar geçen temmuz ayında başladı. Çalışmaların, 2012 yılı başından önce tasorunlarla karşılaşılmayacağına değiniyor. mamlanması beklenmiyor. Bu çalışmalar tamamlanıp raporlar alınmadan lisans başvurusu yapılmayacak ve santralın temeli atılmayacak. Oysa, Erdoğan geçen mart ayında Moskova’ya yaptığı ziyaret sırasında santralın temelinin nisan sonu ya da mayıs başında atılacağı bilgisini vermişti. Çalışmaların en erken 2012 yılından önce sonuçlanması beklenmiyor. Santralın yapımına Türk firmaları da katılacak. Bu çerçevede Enerji ve Çevre Yatırımları şirketi (ENVY) ile sözleşme imzalandı. Yalnız reaktör ve ilgili donatım Rus uzmanlarca yapılacak. Moskova yönetimi, Türkiye’nin 1976’da verdiği yer lisansının güvenirliğini kabul etmemişti. Bu nedenle Rusya santralın inşaat sahasında kapsamlı bir araştırma başlatmıştı. bağlamda, ABD, Libya’ya müdahale etmeye şu üç koşulun bir araya geldiğinden emin olduktan sonra karar vermiş: (1) Değişim için savaşmaya, ölmeye hazır bir grubun varlığı (yerli kapasite); (2) Arap Birliği’nin müdahale çağrısında olduğu gibi, bölgesel olarak kabul gören bir meşruiyet; (3) Müdahalenin yükünü, Fransızlarla ve İngilizlere gerçek bir biçimde paylaşmak. Zakaria’ya göre, ABD’nin desteği olmasa (Tomahawk füzeleri), kimse Kaddafi’nin hava kapasitesini bu kadar hızlı yok edemez, bu operasyon başarılı olamazdı. Bu yeni model iki şeyi gerçekleştiriyor: Dışarıdaki koalisyonla aynı amaçları paylaşan bir yerel koalisyon ve gerçek bir yük paylaşımı. Bu koşullarda ABD, eski, her şeyi kendi yapan, tüm yükü üstlenen modelden farklı olarak gereken yerde gerektiği kadar müdahale ediyor. Obama yönetiminin Ulusal Güvenlik Konseyi iletişim danışmanı Ben Rhodes de Libya müdahalesinin iki yaklaşımdan kaynaklandığını anlatıyor: “Rejim değişikliği amacının yerel bir güç tarafından benimsenmesi, ABD tarafından benimsenmesinden daha etkili ve meşru olacaktır.” “Bütün yük ABD tarafından üstlenilmeyecektir.” (Foreign Policy 24/08) Bu tartışmalardan benim anladığım şu: Libya halkı, özgürlük mücadelesi verdiğini düşünürken, ABD dış politika çevreleri, onların sırtından planladıkları rejim değişikliği projesi modelinin başarısını, gelecekte bir şablon oluşturabileceğini tartışıyorlar. Çarşamba günü “Geçici Konsey, Libya’yı stabilize edebilir mi?” tartışmalarına bakarak devam edeceğim. ABD ve Avrupa medyasında, El Cezire yayınlarında egemen olan Libya “anlatısı” şöyle: Kaddafi diktatörlüğüne karşı bir ayaklanma başladı. Kaddafi, isyancıları, “Eğer silah bırakır, teslim olursanız genel af çıkaracağım. Yoksa hepinizi kapı kapı dolaşarak bulup imha edeceğim” sözleriyle tehdit edince, Birleşmiş Milletler’in koruma sorumluluğu (R2P) ilkesine uygun koşulların oluştuğuna karar veren ABD, Fransa, İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’nden, sivillerin korunması için “gereken her şeyin” yapılmasını onaylayan bir karar çıkarttılar. NATO, Libya’daki isyancıları, Kaddafi’nin uçaklarına, roketlerine karşı, havadan korumak için devreye girdi. Bu koruma sayesinde isyancılar gittikçe güçlendiler, geçen hafta da Kaddafi rejiminin merkezi Trablus’a girdiler... Şimdi Libya’da, demokratik, dünya ekonomisine açık bir rejim inşası süreci başlayabilir. Libya’da yaşananlar Libya halkının özgürlük mücadelesinin bir başarısıdır. NATO yalnızca koruma işlevini yerine getirerek bu başarıyı çabuklaştırmıştır. Bundan sonra olacaklar yeni Libya yönetiminin demokrasiye geçiş sürecinin hedeflerine tabi olacaktır. Medyada anlatılanlar bunlar. Dış politika alanında uzmanlaşmış nlatılanlar’ ve tartışılanlar ‘A yayınlarda, dış politika uzmanlarının gazete köşelerinde tartışılanlar ise “biraz” farklı. Bu tartışmaları üç başlık altında toplayabiliriz. (1) NATO Libya’da başarılı oldu mu? Libya gelecekte örneğin Suriye için bir “şablon” oluşturabilir mi? (2) Obama yönetiminin Libya politikası yeni bir dış politika doktrinine mi işaret ediyor? (3) Ulusal Geçici Konseyi, Libya’yı stabilize edebilir mi? NATO Genel Sekreteri Rasmussen’e göre NATO en azından üç açıdan başarılıdır. (Foreign Affaires, Temmuz/Ağustos 2001) Afganistan’ın NATO’nun son alan dışı harekâtı olacağını düşünenlere, Libya, “önceden bilinemezlik” halinin, her güvenlik paradigmasının özünü oluşturduğunu göstermiş. NATO ve müttefiklerinin askeri kapasiteden yoksun olmadığını, zaafların siyasi karar mekanizmalarından kaynaklandığını kanıtlamış. Libya, NATO’nun hazır, becerikli ve eyleme geçmeye hazır olmasının ne kadar önemli olduğunu göstermiş. The Economist, NATO’nun hiç sahaya inmeden (özel kuvvetler personeli hariç), hiç kayıp vermeden çok iyi bir zafer kazandığını düşünüyor. NATO’nun ABD, Avrupa, Türkiye, körfez ülkeleri gibi farklı güçleri bir arada tutabilmesi, aralarında bir “modis operandi” kurması da bir başarı. The Economist’e göre bu eşgüdüm ve iş bölümü, gelecekte ortaya çıkacak durumlar için bir şablon oluşturabilecek. NATO’nun sanıldığı kadar başarılı olmadığını düşünenler, örneğin bama’nın yeni doktrini O Libya’yı Seyrederken... Royal United Services Institute’ün Direktörü Michael Clark, harekâta 28 üyeden yalnızca 8’inin katılmış olmasına dikkat çekiyor. Geniş çaplı ittifaklara dayalı askeri operasyonlar artık tarih olmuş. Irak’ta olduğu gibi Libya’da da bir “istekliler ittifakı” söz konusuymuş. (The Guardian, 25/08) Atlantic Council’in Direktörü James Joyner de, The National Interest’te, Libya’nın nasıl yoksul, küçük ve geri bir ülke olduğunu vurguladıktan sonra, NATO’da “birleşik vizyon” eksikliğine, kaynak yetersizliğine işaret ediyor, “Teneke bir diktatörü ancak altı ayda devirebilmek bir başarı sayılmaz. Aksine herkesin aklını başına getirmelidir” diyor. Council on Foreign Relations’un Ortadoğu, Kuzey Afrika uzmanlarından Robert Danin NATO’nun hareketinin kapsamını giderek genişleterek (“mission creep”) sonunda, işi “rejim değişikliği”ne vardırarak, şimdi Libya’ya tümüyle bağlanmış, Kaddafi’den sonra “kırılan devleti” yeniden yapmayı üstlenmek zorunda kalmış olmasından yakınıyor. Buna karşılık, Danin, Suriye’nin çok daha gelişmiş bir toplum olduğuna, orada devlet inşası açısından aynı ölçüde büyük NATO başarılı mı? Kimi uzmanlara göre, Libya operasyonu, Obama yönetiminin yeni bir savunma doktrini geliştirmekte olduğunu gösteriyor. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu Masası, Bush dönemi Direktörü Michael Doran’a göre, Obama’nın, Kaddafi rejimi çökerken, 18 Ağustos’ta Beşşar Esad’a “iktidarı bırak” çağrısı yapmış olması, Haziran 2009 Kahire konuşmasıyla başlayan yönelimin tükendiğinin kanıtı. Bu tükenişte, ABD’nin Ortadoğu’daki aracısı olmayı kabul eden Türkiye’nin ve Obama’nın söyleminin ortağı olmayı vaat eden Erdoğan’ın, beklenenleri yerine getirememiş olmaları da rol oynamış. Doran, şimdi yeni bir modelin inşasının gündemde olduğunu savunuyor. (Foreign Policy, 22/08) Demokrat Parti eğilimli Democracy dergisinin editörü, Newsweek ve The Guardian yazarlarından Michael Tomasky’ye göre, “Dünyanın bir yerinde önemli değişiklikler gündeme gelince hemen içine atlamamak... Gücünü ve etkisini temkinli bir biçimde, başkalarıyla birlikte, Libya’nın Mısır’dan, Suriye’nin de Libya’dan farklı olduğunu bilerek kullanmak” yeni bir doktrinin varlığına işaret ediyor. (Daily Beast, 23/08) CNN Dış İşleri Programı’nın yapımcısı ve Time dergisi editörlerinden, Fareed Zakaria da Tomasky gibi düşünüyor, hatta bu “yeni doktrinin” iyice belirginleştiğine inanıyor. Bu Hammaddeye 100 milyar dolar ANKARA (ANKA) Türkiye’nin 2011’in ilk 7 ayında gerçekleştirdiği hammadde ithalatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 39.3 artarak 100 milyar 329 milyon dolara ulaştı. Türkiye 2010’un tamamında 117 milyar dolarlık hammadde ithalatı gerçekleştirmişti. 2011’in OcakTemmuz döneminde 77 milyar 472 milyon dolar olan toplam ihracat, hammadde ithalatının yüzde 77.2’sini, toplam ithalatın ise yüzde 55.1’ini karşılayabildi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, bu yılın ilk 7 ayında yatırım malları ithalatı yüzde 53.7 artarak 21 milyar 866 milyon dolar, tüketim malı ithalatı da yüzde 38 artışla 17 milyar 830 milyon dolara ulaştı. Hammadde kapsamında sanayi için işlem görmemiş ürün ithalatı ise yüzde 45.7 artışla 9 milyar 634 milyon dolara yükseldi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle