19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 13 özel Cumhuriyet okurları, açılan insanlardır. Bilgiye merakları tükenmez. Makina Yüksek Mühendisi Turhan Yurdun, işte böyle bir Cumhuriyet okuru. 24 Temmuz’da yayımlanan “Elif’in Kırkıncı Yıldızı” başlıklı yazım üzerine, tarihle coğrafyanın çakıştığı bir yeryüzü gizemi, ‘40. Paralel’ hakkındaki araştırmasını göndermiş. Vardığı sonuçlar, gerçekten şaşırtıcı bir olaylar dizini: Homeros’un “İlyada” destanından yola çıkarak yapılan kazılarda varlığı kanıtlanan Truva antik sitesi, tam 40. Paralel üstünde yer alıyor. Hitit başkenti Hattuşaş da tam ‘40. Paralel’ üzerinde. Frigya uygarlığının yazılı kanıtı Yazılıkaya, ‘40. Paralel’ üzerinde. Anadolu’daki Ermeni uygarlığının görkemli kalıtlarından Ani harabeleri, ‘40. Paralel’ üzerindedir... Batı Asya’dan göç eden Türk boyları, Süleyman Şah önderliğinde Batı Hazar’dan Fırat kıyılarına gelir. Süleyman Şah nehri geçerken hayatını kaybeder ve Caber Kalesi’ne defnedilir. Oğullarının bir kısmı Selçuklu hükümdarının izniyle Çubuk Ovası’na yerleşir. Çubuklu Ovası, tam ‘40. Paralel’ üzerindedir. Anadolu Selçuklu hükümdarının izniyle OğuzKayıKınık boyları Söğüt’e yerleştirilir. Ertuğrul Gazi Bey’in önderliğindeki boy, 400 topak çadırı ile bölgeye yerleşir ve büyür. Aynı tarihte yaparken, gerekse savaşırken, zaten hep ‘40. Paralel’ çevresindedir. Yıl 1921. Söğüt, Gündüzbey Köyü. Metristepe. İntikamtepe. Yunan ordusu yakarak, yıkarak ilerlemektedir. Ordusu dağıtılan Türk halkı, sınırlı olanaklarıyla milis güçleri oluşturmuştur. Silah olarak kullanılabilecek ne varsa; yaba, kazma, balta, bıçak, satır, av tüfeği vb Söğüt meydanına yığılır. Milis gücünün adı “Ertuğrul Taburu”dur. İlk sıcak temas Gündüzbey köyünde başlar. 3500 kişilik taburdan sabaha sadece 5060 yiğit kalır. Geri birliklerden gelen yardımla düşman önce Metristepe’de ve sonra İnönü yakınlarındaki (sadece 2 km.) İntikamtepe’de bozguna uğratılır. Gazi Mustafa Kemal’in, İsmet Paşa’nın zaferini “Siz sadece düşmanı yenmekle kalmayıp milletin makus talihini de yendiniz” sözleriyle kutladığı savaşın başlangıç yeri tam ‘40. Paralel’ üzerindedir. 1923 yılına gelinir. Savaş yıllarındaki karargâh kenti (gerçekte kasaba boyutunda) Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’ne başkent olur. Ankara, tam da ‘40. Paralel’ üzerindedir... Ve yeni başkentte, devleti devlet yapan kurumsal yapılar, Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Meclis, Başbakanlık, Bakanlıklar ve Elçilikler, nasılsa ‘40. Paralel’ üstüne denk getirilmiştir. Atatürk’ün yeryüzündeki son mekânı Anıtkabir, ‘40. Paralel’ üzerindedir. “Dalından kuşku duyd uğun ağacın gölgesinde soluklanma!” ANON M B LGE ay Türkiye, daha birkaçSuriye öncesine kadar can ciğer kuzu sarması olduğu 40. Paralel Fotoğraf: DANIEL COLAGROSSI Şeyh Edebali de eski adıyla İt Burnu, yeni adıyla Uludere köyünde yaşamaktadır. Söğüt tam ‘40. Paralel’ üzerindedir. Yıl 1402. Yıldırım Bayezid orduları, Timurlenk’in ordusu ve filleriyle savaşır. Yıldırım Bayezid, Çubuk Ovası’ndaki savaşı sağ ve sol cenahta yardımcı kolların saf değiştirmesiyle kaybeder. Fetret devri başlar. Çubuk Ovası nerededir? Elbette ‘40. Paralel’ üzerinde... Yıl 1462. Fatih Sultan Mehmet, engin bir tarih bilgisine sahiptir. Homeros’u okumuştur. İstanbul’un fethi sonrası Çanakkale taraflarına gider, İlyada’da tarif edilen ve Truva’nın bulunması olası yerleri gezerken “Hektor’un intikamını aldım” der. Bu sözleri söylerken, elbette ‘40. Paralel’ üzerindedir... Yıl 1912. Trablus gazisi Mustafa Kemal Balkan savaşı sonrası Truva’yı gezer ve bölgeyi inceler. Arazi yapısı hakkında olası savunma için bilgi alır ve çizimlerini yaparken tam ‘40. Paralel’ üzerinde durmaktadır. 1915 yılına gelindiğinde, Miralay Mustafa Kemal Çanakkale’de savaşmaktadır ve düşmanın asıl amacının Anadolu’yu istila etmek değil, İstanbul’u geri almak olduğunu biliyordur. Çanakkale Zaferi sonrası, “Hektor’un intikamını ben de aldım” dediği iddia edilir. Gerek savaş planlarını ile savaşın eşiğinde. Zaten Başbakan Erdoğan da övgüyle söz ve ahbaplık ettiği Beşşar Esad’la dünden bugüne papaz oldu. Gerek AKP hükümetinin, gerekse Türkiye’nin üstündeki “Made in USA” baskı ne yamansa, kardeşlikten düşmanlığa 180 derecelik dönüş, ışık hızıyla gerçekleşti. Merak ediyorum: Beşşar Esad düne kadar özgürlükçü demokrattı da mı ahbap olundu ki, dünden bugüne diktatör kesildi diye düşman olunuyor, bir... Bugün Beşşar Esad’ı Suriye’nin başından, halkının silahlı protestolarını silah şiddetiyle bastırıyor diye göndermek isteyen AKP iktidarının polisi, Türkiye’deki silahsız halk mitinglerini, öğrenci eylemlerini, sokak yürüyüşlerini, HES protestolarını nasıl bastırdı ve bastırıyor ki... Suriye’deki gibi bir ayaklanmayı gülsuyu sıkarak mı bastırır, iki. Yarın öbür gün sıra kendisine geldiğinde ve halkına karşı şiddet kullanmak ithamıyla “iktidardan git” çağrısı yapıldığında ne yanıt verir, üç... Dostum Kosta’nın Dayanılmaz Hüznü Geçen hafta bir arkadaşımla üç günlüğüne Midilli’ye (Lesbos) gittik. Bu benim oraya üçüncü gidişim; denizi, iklimi, doğası, insanları güzel bir ada. 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilip 1913’te Londra Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmış. Yeni Cami, hamam, Türk evleri gibi o dönemden kalmış tek tük yapılar var. 1923/24 mübadelesinde adadaki Türk nüfus Batı Anadolu’dan aynı sayıdaki Rum nüfus ile “takas” edilmiş. Biz adayı Midilli olarak adlandırıyoruz, oysa adanın adı Lesbos, Midilli (Mitilini) adanın en büyük kenti, orada, merkezde “Orfeas” adlı şirin bir otelde kaldık. Bir akşam çevreyi dolaşırken küçük bir döner (giros) lokantasının kaldırıma çıkarılmış tek masasının boş olduğunu görünce oturduk, bira söyledik. İçeriden bir müşteri Türkçe konuştuğumuzu duyunca ayağa kalkarak Yunan şivesiyle Türkçe “Hoş geldiniz! Hoş geldiniz!” diye seslendi. Neyse, karşılıklı bardaklar kalktı, kırk yıllık dostlar gibi kucaklaştık gözlerinin içi gülen, sevecen yüzlü bu adamla. Masamıza geldi, oturdu. Hesaplar ondanmış. Adı Kosta imiş, Türkçe dağarcığının “hoş geldiniz” sözcükleriyle sınırlı olduğunu, bir kez Ayvalık’a gittiğini, hayran kaldığını anlattı yarım yamalak İngilizcesi ile. Esas İstanbul’u merak ediyor, fakat gidemiyormuş. Nedenini sorduk, “Keçilerim” dedi, “onları bırakamıyorum, ben olmasam kim sağacak onları?” Hak verdik. Sonra birden sustu, yüzünü derin bir hüzün kapladı. “Ne oldu” diye sorduk, “yanlış bir şey mi söyledik?” “Hayır” anlamına başını salladı, biraz duraksadı, istavroz çıkardı, sonra ağlamaklı bir sesle anlatmaya başladı. Babası ona o “uğursuz” keçileri miras bırakacağına birkaç bin zeytin ağacı bıraksaymış hayatı çok farklı olurmuş. O zaman değil İstanbul’a, dünyanın öbür ucuna bile gidebilirmiş. Pek bir şey anlamamıştık. Kosta’yı biraz da bolca içtiği şarapla katmerlenen hüznüyle baş başa bırakarak kalktık. Tam yola koyulurken lokantanın sahibi Michaelis geldi yanımıza. “Kosta haklı” dedi, “burada zeytinciler iyi para vuruyorlar. Avrupa Birliği 17 Avro ödüyor ağaç başına…” İstanbul’a dönünce kısa bir araştırma yaptım. Michaelis’in söylediği doğruydu. Midilli Adası 12 milyon 700 bin zeytin ağacıyla Yunanistan’ın toplam 160 milyon olan toplam zeytin ağacı varlığının yüzde 8’ine sahip. Nüfusu ise 87 bin. Yunanistan genelindeki 2 bin 500 yağ fabrikasında yılda 420 bin ton zeytinyağı ve 100 bin ton yemeklik zeytin üretiliyor. 850 bin aile zeytincilikle uğraşıyor. Ortalama aile büyüklüğünün 4 kişi olarak hesaplandığı Yunanistan’da toplam 3 milyon 400 bin olan zeytinci nüfusun 11 milyon 300 binlik genel nüfusun yüzde 30’unu oluşturuyor. Bu oran Midilli’de daha yüksek. Midillili zeytincilere verilen yıllık AB teşviki 21.590.000 Avro tutuyor; bugünkü kur ile bu 54.800.000 TL yapıyor. İyi para, öyle değil mi? Bunun somut yansımalarını adayı gezince görüyorsunuz. Evler onarılmış, yollar düzeltilmiş. Kimi evler pansiyona, butik otele dönüştürülmüş. Giriş katlarında lokantalar, barlar, tavernalar açılmış. Dolayısıyla turizm gelirleriyle birlikte kazançlar ikiye, üçe katlanmış. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Arslan Başer Kafaoğlu 1989’un eylül ayıydı; Mimarlar Odası’nın Mardin’de düzenlediği “Anadolu, Kültür ve Kalkınma” sempozyumundaydık... UNESCO’nun tüm ülkelere önerdiği “Kalkınmada Kültür 10 Yılı 1987/97” eylem planından esinlenilen etkinliğin çağrısında özetle deniyordu ki: “Kültürün göz ardı edildiği tüm kalkınma politikalarında toplumsal refahın gelişmesinden söz edilemez.” Her ikisi de yaşamayan Aziz Nesin ile Kürt yazar Musa Anter, kültür yoksunu sözde kalkınmanın sömürgeciliğe yaradığını anlatırlarken 28 Temmuz’da yaşamını noktalayan Arslan Başer Kafaoğlu da aynı gerçeğin ekonomipolitikası için diyordu ki. “Örneğin GAP’ta üretilen elektrik batıda yoğunlaşan sanayiye aktarıldığı için, en büyük kalkınma projemiz, bulunduğu yöredeki yoksullaşmaya engel olamıyor. İşsiz insan ise kültürünü yaşatmak bir yana, yurttaşlık bilincini bile koruyamıyor.” 22 yıldır aklımdan çıkmayan bu “gerçekçi” değerlendirmeyi Mardin’deki sempozyuma armağan eden ekonomi duayenimizi yitirdiğimizden beri düşünüyorum: “Türkiye’yi yönetenler, ülkenin yüz akı bir beyninden yararlanmamış olmanın talihsizliğini acaba fark etmişler midir?” İlerleyen yıllarda konuşmalarını hep “not alarak” dinledim. Kitapları rehberimiz oldu. Yurt sorunlarına duyarlılığını paylaşan emektar eşi Türksen Başer Kafaoğlu’nun düzenlediği “çevre” etkinliklerine katkısı ise unutulamaz... Doğayı koruyabilmek için, sömürgecilerden yana kalkınma siyasetlerinin de sorgulanması gerektiğini vurgulaması olağanüstü aydınlatıcıydı. Yatırımcıların çıkarları, halkın çevre hakkını çiğneyen siyasetleri egemen kıldığında, yaşam kaynaklarını gözeten bir kalkınma nasıl mümkün olabilirdi ki? Bu nedenle “Sürdürülebilir Kalkınma” lafı da kapitalizmin değil, toplumculuğun ve ulusal çıkarların “sürdürülmesi” hedeflendiğinde anlamlı olabilirdi... Mazeretim ne kadar önemli ve haklı olursa olsun, cenazesine gidememiş olmanın burukluğundan asla kurtulamayacağım. Cumhuriyet’te Orhan Erinç’in yazısını kutsuyorum. “Mahalle ağabeyi”nin ardından diyordu ki: “Arslan Ağabey, ekonomiden ve bağımsızlıktan verilen ödünlerin ve yanlışların engellenmesi için var gücü ile çalışıyordu.” (30 Temmuz 2011) Evet, “bağımsızlık” Kafaoğlu’na göre ekonomideki ulusal başarının öncelikli koşuluydu. Politikacıların ondan hep uzak durmalarının, değerini bilmezliklerinin nedeni de bu değil midir? Sevgili Türksen Hanım’a başsağlığı ve sabır, Arslan Hocamıza da ışıklar içinde bir sonsuzluk diliyorum... Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir saptama var; “Yunanistan çöküyor, ama halk kendi âleminde; yiyor, içiyor, eğleniyor” deniyor. Yanlış değil, hele söz konusu zeytinciler olunca… Bakalım bu zevki safa devri daha ne kadar sürecek. Bilemiyorum. Kimse bilemiyor. AB’nin ne zaman, ne yapacağı belli mi olur? Benim aklım ise dostum Kosta’da; yüzüne yansıyan o dayanılmaz hüzün gözlerimin önünden gitmiyor. Ah, bir yolunu bulup da İstanbul’a geliverse… BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY Devrim’in Son Ustası Yakın tarihimizi ele alan son filmlerin belki de en anlamlısı “Devrim Arabaları”ydı... Yazarı ve yönetmeni Tolga Örnek, 27 Mayıs’ın ürünü o yurtsever anayasanın ruhuyla üretilmiş “ilk yerli otomobil”imizin Türk işçi ve mühendislerince 130 günde nasıl yaratıldığını beyaz perdeye aktarmıştı... Tabii, hemen ardından emperyalist otomobil devlerince nasıl sabote edildiğini de... Cemal Gürsel’in isteğiyle Eskişehir’deki Cer atölyelerinde gerçekleştirilen o “efsanevi” başarının hayatta kalan son mühendisi İsmail Hakkı Erdem’i de 5 Ağustos’ta yitirdik. Eskişehir’deki cenaze töreninde bugünkü anlı şanlı otomotiv firmalarımızdan hiçbir temsilci yoktu... Dahası Sanayi Bakanlığımız bile ne denli ulusal değere sahip bir kahramanımızı sonsuzluğa yolcu ettiğimizin farkında değildi. Teşekkürler İsmail Hakkı Usta ve diğer tüm “Cer” ekibimiz... Umarız gün gelir, sizin o destansı çabalarınızla Cumhuriyet tarihimize geçen, motoru dahil tüm yönleriyle “yerli otomobil”imizin ve onu yaratan “devrimci” ruhun kıymetini bilen iktidarlara kavuşuruz... HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Antalya’nın Ke 1 mer ilçesine bağlı turistik bir belde. 2/ 2 Karışık renkli... Et 3 rüsklerde savaş tan 4 rısı. 3/ Bir nota... Bir bölgenin görül 5 meye değer yerleri 6 ni dolaşmak için ya7 pılan gezi... Suudi Arabistan’ın plaka 8 imi. 4/ Kırgızis 9 tan’da eski bir Türk 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kenti. 5/ Kimi nesnelerde var olduğuna inanılan iyi 1 İ S K A R P İ N lik kaynağı... Kısa boylu, 2 S U A R E Ç A D şişman ve göbekli kimse. 3 T R AM İ M İ 6/ Eski Mısır’da güneş 4 İ M A İ D E N tanrısı... Köydeki işlerin el 5 H A K İ OC A K birliğiyle bitirilmesi. 7/ 6A S U R İ L E R Kanser hastalığına eskiden L İ F verilen ad. 8/ İftihar etme, 7 R U L E T F A övünme... “Beni kuyu 8 E R A M İ L A K L A G E R larda merdivensiz bırak 9 tın” (Ü. Y. Oğuzcan). 9/ Giysilerde, omuzların dik durmasını sağlamak amacıyla konulan parça... Bir soru sözü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Artvin’in Hopa ilçesinde, “tabiatı koruma alanı” kapsamına alınan bir orman bölgesi. 2/ İzmir’in bir ilçesi... Letonya’nın plaka imi. 3/ Eski dilde su... Lütesyum elementinin simgesi... Myanmar’ın (Birmanya) eski başkenti. 4/ Tasavvufta Tanrı’nın doğrudan bilgisine götürdüğüne inanılan manevi yol. 5/ Bartın’ın bir ilçesi... Vizon adlı değerli kürkün elde edildiği hayvan. 6/ Karadeniz Ereğlisi’nde bir şelale. 7/ Utanç duyma... Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı turistik bir belde. 8/ “Ölüm bahar ülkesidir bir rinde” (Y. K. Beyatlı)... Bir şeyin esas tutulan yüzü. 9/ Gelenek... Vücutta biriken azotlu bileşik. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle