18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 30 TEMMUZ 2011 CUMARTES 2 Bir tesellileri daha vardır; onunla övünmeseler de bilirler ki, sararan kitap sayfalarında bıraktıkları düşünceler arkadan gelenlere ışık tutmayı sürdürecektir. Yoklukları fark edildikçe yaşar onlar. zalan bu türün tam öbür ucunda çoğalan yeni bir tür var: Sevgili öldürengiller. Hatta, tabancayla öldürmeyi yeterli bulmayıp tek operasyon olarak ya da kurşunun hemen ardından boğaz kesenler. O türün anlaşılmaz özelliği, genellikle “Çok seviyordum, ondan öldürdüm” demeleridir. Böyle öldürüşün artışı hastalıklı yönüyle çok düşündürücü. Vampirler gibi kurban kanı içilse, olay bu denli şaşırtıcı olmazdı ve filmlerde olduğu gibi “sevgiye doyamayışın marazi belirtisi” sayıp geçerdiniz. Ama, “çok sevileni” koyun kesercesine kesmek? Söyleyecek söz, açıklayacak neden bulamıyor insan. Belki, binlerce yıl öncesinin tuhaf uygarlıklarında insan kurban edişin bu topraklara bıraktığı bir mirastır bu. Peki, niçin hep kadınlar, toplum düzeni olarak onlara çektirdiklerimiz yetmiyormuş gibi? u uçlar arasında yalpalayan bir toplumu sıradanlıktan kurtarıp büyük ve iyi düşünülmüş bir ulusal hareket başlatmanın tam zamanı gelmiş de olabilir. Medya, hiç değilse bu beklentiyi yansıtamaz mı? OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkİş 59 Yaşında Türk ş bir siyasi duruş sahibi olmalıdır. Bununla bir siyasi parti ile örtüşmeyi, özdeşleşmeyi değil, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda siyasete yön vermeyi anlatmak istiyoruz. Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Türler Bilmecesi İNSAN denen canlılar familyasının nadir türlerinden biridir Kafaoğlu gibilerinki. O türdekilerin temel özelliği, öbür türlerin genellikle es geçtiği konuları kendilerine dert edinmeleri ve son nefeslerine kadar o dertlerle sarmaş dolaş olmalarıdır. Çanakkale’nin Ezine ilçesi Geyikli beldesinde o derdi yaşarken kalp ve böbrek yetmezliğiyle rahatsızlanıp dün İstanbul’da toprağa verilen çok değerli iktisatçı düşünür Arslan Başer Kafaoğlu o türdendi. Niçin öyledirler, pek bilinmez. Belki genlerinde vardır. Osmanlı’nın son demlerinde cepheden cepheye, bozgundan bozguna sürüklenmiş dedelerin, İstiklal Harbi’nde işgale uğrayıp baş kaldırarak Millicilere katılan babaların, devlet hizmetinde dirsek çürüten ağabeylerin geni. Tuhaf olan şu: Böylesine çileli bir geçmişten geldikleri halde o türün insanları kendi çocuklarının da aynı yolu tutmasını isterler; ama son dönemlerin hengâmesinde torunların çoğu zaman değişik yollar seçmesine de üzülmezler, genlerinin sağlamlığından emindirler. A T Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr. Gör. B ürk işçi hareketinin en büyük üst örgütü olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türkİş) 31 Temmuz 1952 yılında Ankara’da kuruldu. İşçi sendikalarının tüm ülkede çalışan işçileri örgütleme olasılığı, onların çok etkili ve güçlü kuruluş olarak kabul edilmesini zorunlu kılmaktadır. İşçi sendikalarının en üst örgütü olarak Türkİş’in varlığı da bu nedenle ayrı bir önem kazanmaktadır. Her ne kadar bugün ülkemizde sendikaların çatısı altında örgütlenmiş olan işçileri temsil eden üç ayrı üst düzey örgüt varsa da Türkİş, üye sendikalar açısından en çok üyeye sahip konfederasyon konumundadır. İşçi hareketimizin üst düzeydeki bu bölünmesi, birçok demokratik ülkede rastlanan biçimde, ideolojik çizgilere dayalı bir bölünmedir. Kuruluş tarihi itibarıyla ikinci sırada olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) işçi sorunlarının tek başına toplusözleşme masalarında çö zülemeyeceği ve mutlaka sendikaların bu sorunların çözümü için politika ile yakından ilgilenmeleri ve siyasal ortama ağırlık koymaları gerektiği inancı ile kurulmuştur. Üçüncü konfederasyon olan Hakİş, AKP iktidarı ile birlikte gelişme gösteren, dinsel motifli ve iktidar yanlısı bir tutum izleyen, AKP iktidarının ve yeşil sermayenin desteklediği bir örgüttür. Geleceğini ve büyümesini siyasal iktidarın geleceğine bağlı olarak planlayan bir üst düzey işçi kuruluşudur ve üyesi sendikaların ne kadar bağımsız olduğu elbette tartışma konusudur. Böyle sendikalar ve üst kuruluşlar “güdümlü sendikalar ve üst kuruluşlar” olarak anıldığından endüstriyel ilişkiler folkloründe ciddi olarak eleştirilmişlerdir. Kuruluşunun 59. yılında Türkİş de aynı tuzağa düşmek üzeredir. AKP hükümeti, bir siyasi parti için akıllı ve başarılı yaklaşım olarak sayılabilecek, ülkede siyaset üzerinde etkili olabilecek demokrasinin temel kurumlarını kendi yandaşları aracılığı ile yönetmek çabasındadır. Böylece kendi siyasal, sosyal ve ekonomik görüşlerine karşı olabilecek direnç noktalarını ortadan kaldırmak istemektedir. AKP’nin görüşlerinin çoğulcu demokratik ilkelerle, sosyal adaletin gerçekleşmesi çabalarıyla, sosyal devletin kurulması ve güçlendirilmesiyle ne kadar örtüştüğü ortadadır. AKP siyasetine teslim olan örgütlerin sayısının giderek artması Cumhuriyet’in geleceği için endişe vericidir. Böylesine tartışmasız teslimiyetin toplumun direnme gücünü nasıl kırdığını ve toplumu nasıl bir felakete götürdüğünü Hitler dönemi Almanya’sı yaşadı ve sonuçları insanlık tarihinin en büyük ayıbı olarak sergilendi. Diyeceğimiz o ki örgütler siyasal iktidarlarla olan ilişkilerinde son derece dikkatli olmalı ve bağımsızlıklarının korunmasına özen göstermelidirler. Örgütlerin başındakiler kendi günlerini kurtarmak için değil örgütün ve üyelerinin geleceğini güvenlik altına almak için politika oluşturmak zorundadırlar. Türk sendikacılığında filizlenmeye başlayan “siyasi iktidara teslimiyet” eğilimlerinin ne kadar önemli sonuçları olabileceğine dikkat çekmek istiyoruz. Bugün ülkemizde çalışanlar, AKP iktidarının olumsuz tutumundan dolayı emekçiler, çalışma yaşamlarında yeterince korunmamaktadır. Çalışanların önemli bir bölümü hiçbir yasal güvencesi olmadan kayıt dışında çalıştırılmaktadır. Özelleştirmeler, yaygınlaşan taşeron (alt işveren) uygulamaları çalışanların ve sendikaların geleceğini karartmaktadır. Çalışanların kıdem tazminatı gibi kazanılmış haklarının yok edilmemesi, iş güvencesinin genişletilmesi, güvenli istihdamın sağlanması, örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, işyerlerinde endüstriyel demokrasi uygulamasının başlatılması konularında sendikalara yeni ve önemli görevler düşmektedir. ILO’nun öngördüğü gündemde adil küreselleşme için hükümetlerin ve politikalarının şeffaf olması, evrensel çalışma ilkelerinin uygulanması, istihdam yaratılması, sosyal korumacılık, fakirliğin azaltılması, cinsiyet eşitliği gibi sorunlar öne çıkmaktadır. Bu yeni dönemde sendikalar analiz yapma yeteneklerini, örgütlenme çabalarını, sosyal ve ekonomik tartışmalarda çalışanları etkili biçimde temsil edecek siyaset güçlerini, ekonomik ve sosyal adaleti sağlamak için mutlaka kendilerini geliştirmek zorundadırlar. Kuruluşunun 59. yılında Türkİş’e büyük görevler düşmektedir. Yıllardır eğitime önem vermeyen Türkİş, Samsun’da bulunan eğitim merkezini devreye sokarak tüm sendika yöneticilerini küreselleşen dünyanın yeni koşullarına göre eğitmelidir. Sendika yöneticileri Marksizmi, sosyal demokrasiyi, kapitalizmi bilmeli ve ekonomik verileri okuyabilmelidir. Türkİş bir siyasi duruş sahibi olmalıdır. Bununla bir siyasi parti ile örtüşmeyi, özdeşleşmeyi değil, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda siyasete yön vermeyi anlatmak istiyoruz. İşçi hareketinin daha fazla bölünmeden bütünlüğünün sağlanması gerekir. Sendikaların siyasi iktidar karşısında bağımsızlığına özen gösterilmeli ve bu özen kanıtlanmalıdır. Yıl sonunda yapılacak Türkİş Genel Kurulu’nda bu yolda bir değişim yaşanmalı ve yeni bir sendikacılık anlayışı kabul edilmelidir. Şu gerçek asla unutulmamalıdır: Sendikacılık tarihi, sendikal özgürlüklerin üstüne şal örten siyasilere destek veren sendikacıları değil, çalışan insanların aydınlık geleceği için cesur adımlar atan yöneticileri yazacaktır. Tercih... ÖSYM sınavlarında bizim Hatço İtalya seyahati kazandı... Yeme, içme, konaklama... Şu günlerde “tercihini” yapıyor: Yarım pansiyon mu, tam pansiyon mu?.. Çoğu evde “tercih” telaşı var... Hukuk fakültelerini isteyenlerin, iyice düşünüp taşınıp dişçiliği işaretlemeleri gerekiyor... Ki veterinerliğe girebilsinler... O yıllarda benim tercihim pilot olmaktı, sınavları kazanamayınca çok ağlamıştım... Meğer yüksekten korkuyormuşum... Akrofobi... Şimdi her şey değişti, aileler toplanıp konuşuyorlar, eş dost aranıyor, hangi meslekte karar kılınırsa o meslekten bir tanıdık bulunuyor, açıp ona soruyorlar: “Doktor olmak istiyor, tıbbı tercih etsin mi?..” Tanıdık doktor, doktorluğun tarihi gelişiminden başlayıp anlatıyor... Açıp halaya, amcaya, enişteye de “doktorluk tercihini” danışıyorlar... Sonuçta çocuk gidip okuyor: “Harita ve kadastro”da... ÖSYM sınavlarında; yanıt vermedikleri sorulardan iyi puan alanların, girmedikleri sınavı kazanmalarından sonra... Bizim Hatço, ÖSYM sınavında İtalya seyahati kazandı... “Bütün sorulara yanıt verdim” dediği için sıfıra yakın puan alınca, İtalya’ya okumaya gönderiyorlar, ÖSYM sayesinde... Türkiye’nin tercihidir tümü aslında... Çocuklarını, acı veren bir makinenin dişlileri arasına atıp paramparça etmek... Yaşamlarının en masum döneminde, sistemi ele geçirmiş kirli adamların çıkarlarının birer küçük parçası yapmak... Büyüklerin tercihidir... Dönüp bir bakın; ÖSYM sınavlarında onca rezaletten, onca kepazelikten, onca skandaldan sonra bile üzerine alınıp da yüzü kızaran var mı?.. Ya da hesap soran?.. Ne dolaplar döndü, bilemeyiz... Kimlere yol açıldı, kimler amacına ulaştı, kimler kazandırıldı, kimlerin yaşamı karartıldı, belli değil... Çünkü kamuoyu böylesini tercih ediyor... Ve evlerde masum duygular kâğıtlara kapanıp “tercihlerini” yapıyorlar şu günlerde... Unutmayın... Tercihe “Kamu yönetimi” yazın ki... “Bostan bitkileri”ne gidersiniz... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle