18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 26 TEMMUZ 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Libya’nın Kötü Kaderi ve Türkiye Türk Basını Nereye Gidiyor? Türk basınında gerçek yazara artık yer yok mu? Ne yazdığını, niçin yazdığını, kimin için yazdığını bilen, okurlarını, dürüst; gerçekçi, yurtsever bir anlayışla aydınlatmaya çalışan yazarlar birer birer ayaklanıyor mu? İki değerli yazar, yalnız gazete yazarı değil gerçek bir şair, gerçek bir düşünür, artık her gün yazamayacak... Hürriyet’in yönetimi böyle uygun görmüş!.. Ben de bir süre bunu yaşadım. Hasan Cemal takımı Cumhuriyet’i bambaşka bir doğrultuya sürüklemek istediklerinde, başta İlhan, Uğur, Ali ve ben karşı çıkmıştık. Kişiliği, niteliği, Atatürk’ün aydınlık devrimciliğinden uzaklaştırılan bir gazetede bizlere yer yoktu! Ali Sirmen, Uğur Mumcu ve ben Milliyet’in o günlerdeki yöneticilerinin çağrısı üzerine Milliyet’te yazmaya başladık. Üç dört yıl sürdü. Yazılarımızı Cumhuriyet’teki gibi, kendi anlayışımız çizgisinde sürdürdük. Sonra İlhan Selçuk’un direnmesiyle yeniden canlanan, eski kişiliğine kavuşan Cumhuriyet’e döndük. O gün bu gün, “Evet Hayır”ları 1959’dan beri kendi çizgisinde sürdürüyorum. Kırklı, ellili, altmışlı, yetmişli ve seksenli yaşlar da bozmadı, engellemedi çizgimi!.. Cumhuriyet’te Nadir Nadi’nin, İlhan Selçuk’un çizgisini de... Bugünkü Türk basınında köşe yazarlarından geçilmiyor! Gazetecinin görevi, haber toplamak, haber bulmak, haberi doğru dürüst biçimde okura ulaştırmak. Gerekirse haber çıkarmak, haberi derinleştirmek... Yorumu ancak yazar yapar, makaleyle, fıkrayla... Şimdi her gazete muhabiri, bir köşenin yazarı! Yazdıkları da çoğunlukla belli çıkarlara dayanan şeyler; hükümettekileri övmek, gerici tutumları hoşgörmek, hatta desteklemek!.. Değerli yazarları köşelerinden uzaklaştırma olayı, bende üzüntü yarattı. Bir de korku! Kendim için değil, ben sıramı savdım, savıyorum! Daha genç ve değerli yazar dostlar için... Türk basını da bir yerlere doğru sürükleniyor! Göz göre göre bir karanlık çıkmazın derinliklerine doğru... Türkiye yanlıştan dönmelidir. Temel hedef Libya’nın toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Türkiye bu hedefe sadık kalmalıdır. NATO müdahalesinin BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun hale getirilmesi ve artık sonlandırılması için Türkiye harekete geçmelidir. Libya’daki taraflarla yeniden ilişki kurularak önce ateşkes, sonra siyasi diyalog süreci tesis edilmelidir. Kardeş Libya halkının tümüne sahip çıkarak Türkiye yeni Libya’nın birlik ve bütünlük içinde oluşmasına yardımcı olmalıdır, bölünmesine değil. Faruk LOĞOĞLU CHP Adana Milletvekili L ibya’da uluslararası toplumun gözleri önünde bir trajedi yaşanmaktadır. Ülkede aylardır kardeş kanı dökülmekte, NATO harekâtı amacından saparak Kaddafi’yi devirme operasyonuna dönüşmekte ve daha da kötüsü ülke bölünmeye gitmektedir. Bu utanç verici gidişata en fazla ve en başta dur demesi gereken Türkiye ise Libya’nın parçalanmasına ve masum bir halkın birbirini kıymasına seyirci kalmaktadır. Hatta kimi adımlarıyla ülkedeki kutuplaşmayı ve bölünme eğilimlerini pekiştirmekte, özgün ve bağımsız bir politikanın en gerektiği Libya konusunda üçüncü ülkelerin taşeronu durumuna düşmektedir. CHP, ortak bir geçmişe sahip olduğumuz kardeş Libya halkına karşı Türkiye’nin bu tutumunu yanlış ve haksız bulmaktadır. Libya’da neler olmaktadır? Mezhep ve etnik ayrışmanın olmadığı Libya’da neyin kavgası verilmektedir? Halkın özgürlük ve eşitlik taleplerinin yerine getirilmesi neden bir iç savaşı gerektirmektedir? Evet, Kaddafi otoriter ve baskıcı olmuş, özgürlükleri kısıtlamış ve toplumun demokrasi ve insan hakları özlemini görmezlikten gelmiştir. Fakat, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarına eğilerek de halkın günlük yaşamlarında rahat etmelerini sağlamıştır. Bununla beraber, Libya’da Kaddafi dönemi kapanmakta ve kapanmalıdır. Katılımcı, eşitlikçi ve daha özgür bir Libya kurulmalıdır. Ancak yeni Libya’ya ulaşmanın yolu bir iç savaş da olmamalıdır. BM Güvenlik Konseyi siviller korunsun derken “ülke içindeki çatışmalara taraf olun” veya “Kaddafi ve ailesini yok edin” dememiştir. NATO sivil halkı koruyamadığı gibi çatışmaların sürüp gitmesine seyirci kalmakta, denizlerde hayatlarını kaybedenlere kayıtsız davranmakta, taraf haline gelerek şiddetlenmesine katkıda bile bulunmaktadır. Barış çok uzak görünmektedir. Türk Hükümeti, NATO müdahalesinin BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun biçimde sürdürülmesini sağlamamakta ve bu yanlışlara ortak olmaktadır. Taşeron politika Asıl talihsizlik Türkiye’nin Libya’yı bölme gayretlerine karşı duyarsız kalması, hatta bunu kolaylaştırıcı taşeron politikası izlemesidir. Hükümetimiz, ülkedeki olayların başından beri tutarsız davranmıştır. Önce NATO’nun müdahalesine karşı çıkmış, sonra buna razı olunmuştur. Başbakanımız, “Muhaliflere silah verilmesin” demiştir, hemen sonrasında Kaddafi cephesini tamamen dışlayarak muhalefetle yoğun ilişkiler içine girilmiştir. “Trablus’ta büyükelçiliğimiz, Bingazi’de başkonsolosluğumuz var; Trablus’ta temsilcilikleri kapatan İngiltere ve Avustralya’nın çıkarlarını bile biz koruyoruz” diyerek övünürken kısa bir süre sonra Libya’daki büyükelçiliğimiz kapatılmıştır. Müslümanlara sahip çıkmayı kimseye bırakmayan AKP, bu sefer NATO operasyonlarının ramazan ayı boyunca da sürmesine imza atmıştır! Ama durum aslında daha da vahimdir. Zira Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu’nun Libya politikasında iki hatası vardır ki ne anlaşılır, ne affedilir türdendir. İlki Bingazi’ye yaptığı ziyaret sırasında sadece muhalif liderlerle görüşmekle yetinmemiş, ayrıca bir açık hava mitingi düzenleyerek halka Arapça hitap etmiştir. Bu olaya basınımızda övgü ifadeleriyle yer verilmiştir! Oysa, Türkiye bu adımıyla, Kaddafi’yle ilişkilerini tamamen koparmış, Libya’da doğrudan taraf haline gelmiş ve çatışmaların sürdüğü bağımsız bir ülkenin içişlerine mutlak ve ölçüsüz bir müdahalede bulunmuştur. Böyle bir davranışın uluslararası hukukta yeri yoktur. Bir yabancı bakan gelip ülkemizin duyarlı bir kentinde bir açık hava toplantısı düzenleyecek ve iç meselelerimize dair üstelik yerel dille yanlı bir konuşma yapacak olsa, acaba Sayın Dışişleri Bakanımızın tepkisi ne olur? İkinci yanlış ise İstanbul’daki Libya Temas Grubu toplantısında alınan ve muhalefeti Libya’nın meşru temsilcisi olarak tanıyan karara Türkiye’nin katılmasıdır. Bu, Libya’yı taksim kararıdır. Kendi halkının rızası olmadan bir ülkeyi bölmeye kimsenin hakkı yoktur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Libya’da başkaları gibi bizim petrol peşinde olmadığımızı vurgulamıştır. Ancak gündemi Libya’nın petrolü olan çevrelere Türkiye karşı çıkmamakta, aksine buna vasıta sayılabilecek bir politika izlemektedir. Bowling... “Basından sansürün kaldırılışını” kutladık... İstanbul’da yürüyüş yapıldı; önde Vali... Ankara’da bowling turnuvası düzenlediler... Baktılar; labut niyetine bir atışta kaç gazeteciyi deviriyor imam... Son altı yılda 300 gazeteci ve yazar iktidar baskısıyla kovuldu... Onları kovan 40 civarında editör de kovuldu... Editörleri kovan patronlar da ya imha edildiler, edilmeyenler iktidara biat ettiler, birer sığıntı gibi geçinip gidiyorlar... 70 gazeteci mahkum olmadıkları halde hapiste... “Basından sansürün kaldırılışını” kutladık... Utanmadan... AB, Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını altı kez açıkladı... ABD bile endişesini bildirdi... Yeryüzündeki hemen hemen tüm basın kuruluşları, AKP iktidarının basın özgürlüğünü yok ettiğini dünyaya duyurup kınadılar... Ama bizimkiler “Basından sansürün kaldırılışı” nedeniyle bayram yaptılar... Gazetecilerin halini anlatan en iyi şeyle: Bowling yarışmalı... Cumhurbaşkanı... Başbakan... TBMM Başkanı... Hükümet Sözcüsü AHA... Bunlar da “Basından sansürün kaldırılışı nedeniyle” bizi tebrik ettiler... Meslek büyüklerimiz ise “teşekkür” ettiler... Ne yapacaksınız?.. Oysa gazete çıkartacak kadar gazeteciyi toplayıp içeri tıktıklarından, içeridekiler bir gazete çıkarttılar... Adı; Tutuklu Gazete... Soner Yalçın yazısında “Gazetecilik yaptık ve bedel ödüyoruz” diyordu... Aslına bakarsanız tutuklu olan dışarıdakiler... Gazeteci cemiyetleri, Basın Konseyi, genel yayın yönetmenleri, editörler, yazıişleri müdürleri, yazarlar... Bu dönemin ilk sorumlularıdır... Çünkü iktidarlar basını susturmak isteyebilirler... Sesini yükseltenleri bir yolunu bulup yok edebilirler... Ama basın sorumluluğunu idrak edebilen, özgürlüğünü savunacak kadar yüreği olan, meslek onurunu götürüp iktidarlara teslim etmek istemeyen gazeteciler direnirler... Yollara düşerler... Dünyayı ayağa kaldırırlar... Yer gök inler çığlıklarından... Çalmadık kapı, başlarını vurmadıkları taş kalmaz... Hiç olmazsa “Sansürün kaldırılışının 103’üncü yılı” diye bayram yapmazlar... 24 Temmuz’u “Bowling Bayramı” ilan edin bari... Ki uysun... Yanlıştan dönülmeli Türkiye yanlıştan dönmelidir. Temel hedef Libya’nın toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Türkiye bu hedefe sadık kalmalıdır. NATO müdahalesinin BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun hale getirilmesi ve artık sonlandırılması için Türkiye harekete geçmelidir. Libya’daki taraflarla yeniden ilişki kurularak önce ateşkes, sonra siyasi diyalog süreci tesis edilmelidir. Kardeş Libya halkının tümüne sahip çıkarak Türkiye yeni Libya’nın birlik ve bütünlük içinde oluşmasına yardımcı olmalıdır, bölünmesine değil. fes antik kentine kanal projesi, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne ilk kez 1993 yılında Selçuk ilçesinin CHP’li belediye başkanı tarafından getirilmişti. Proje, Efes antik kenti limanının bir kanalla denize bağlanması, kanal açıldıktan sonra teknelerle limanın gezilmesini öngörüyordu. Genel müdürlük olarak projeyi destekledik, ancak kulağa hoş gelen projenin önemli bir eksik yanına dikkati çektik! Burasının dünya miras listesinde olan önemli bir antik kent olduğunu, yapılacak her E Efes Antik Kentine Kanal Projesi Kenan YURTTAGÜL türlü kazı çalışmasının Efes Kazı Heyeti Başkanlığı’nca yapılacağını, ancak kazı çalışmaları tamamlanınca projenin hayata geçebileceğini bildirdik. Söylediklerimiz, kanalı bir yıl gibi kısa bir süre içinde açmak isteyen belediye başkanının hoşuna gitmemişti. Eski Anıtlar ve Müzeler Gnl. Müd. Öfkesini, Selçuk Belediyesi’nin dergisinde, bu satırların yazarının adını vererek dile getirdi. Şimdi yine Selçuk ilçesinin CHP’li belediye başkanlığı bu projeyi yeniden gündeme getiriyor... Bu ülkede kültürel mirası kim koruyacak? Bu proje için hiç görüş bildirmeyen Avusturya Bilimler Akademisi’ne ve Arkeoloji Enstitüsü’ne bağlı Efes Kazı Başkanlığı mı? Sadece kendi kazılarının dışında hiçbir kültürel miras tahribatına ses çıkarmayan, bana dokunmayan yılan yaşasın mantığıyla hareket eden Türk arkeoloji profesörleri mi? Kim? Efes antik kentine, Efes Kazı Heyeti Başkanlığı’nın ve arkeoloji profesörlerinin göstermediği hassasiyeti, yanlış bilgilendirildiğini düşündüğüm Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın göstereceğini umuyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle