17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 HAZ RAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA 17 Çok Yakındır Program ile Çelişen CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un açıkladığı “21. Yüzyılın Anayasası, Çağdaş Bir Anayasaya Doğru” adlı metinden bir bölüm: “Anayasa, Türkçeyi resmi dil olarak korumalıdır. Öte yandan, devlet okullarında ‘anadilin öğretilmesi’ imkânı tanınmalıdır.” CHP tüzüğüne göre kurultay tarafından belirlenmiş ve değiştirilmesi de yine ancak kurultay tarafından gerçekleştirilebilen CHP Programı ise “anadili” konusunda çok farklı bir söylem içinde: “Her etnik kökenden yurttaşımızın, kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde; kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmeleri ve öğretebilmelerine...” CHP programı; anadilin öğretilmesinde “devlet”e bir sorumluluk yüklemiyor. Öğretimi, özel dershaneler ve kurslara bırakıyor. Yani, Batum’un açıkladığı ve CHP’nin anayasa değişikliği konusundaki ana temalarını belirleme savında olan metin, CHP programı ile çelişiyor. CHP Tüzüğü’ne göre, parti programını değiştirmeye yalnızca CHP Kurultayı yetkili. Kurultaydan sonra partinin en yüksek karar organı olan parti meclisi de parti programı doğrultusunda politika ve strateji belirlemeden sorumlu. Peki, “21. Yüzyılın Anayasası, Çağdaş Bir Anayasaya Doğru” adlı çalışma parti meclisinde tartışılmış mı? Hayır, tartışılmamış... Recep Tayyip Erdoğan’ın, CHP lideri için seçtiği sözcüklere bakınız: Edepsiz, ahlaksız, alçak... Hani elinden gelse, bir kaşık suda boğacak. CHP düşmanlığı kalıtsal bir kin gibi. O kini, tarihin tutanaklarında bulabiliyoruz... Bir örnek: Taha Akyol, geçen günlerde Milliyet’te yayımlanan ve 27 Mayıs’ı kınayan yazısında, 27 Mayıs devrimi öncesi DP’nin kurduğu Tahkikat Komisyonu’nun CHP’yi kapatmaya yönelmediğini ileri sürdü. “Menderes Demokrasi Yıldızı?” kitabıyla 2008 Yunus Nadi Ödülü’nü kazanan hukukçuaraştırmacı Şevket Çizmeli de bizim taraftan da Radyo gazetesinin yayınlarını beğenmezsiniz; her şeyi hükümetin sırtına bırakmayın, kanun yapın kanun, açın bir Meclis Tahkikatı tespit edin bunları, biz Amerikalılara kızlarımızı peşkeş çekmişiz, bunları söylemişler mi? Bu namussuzca, hayâsızca söylenenleri tespit edin, bunları getirin Meclis’e. Düşünelim, konuşalım. Ahlaksızlar, namussuzlar sizi kapatıyoruz diye BMM kararı ile kapatalım.’ (Alkışlar)” Tutuklamalar, sorgular, dinlemeler, izlemeler filan derken AKP grubu kararı ile “ahlaksızlar, namussuzlar, edepsiz alçaklar” diyerek parti kapatmalar aşamasına bile geleceğiz. Bidon Kafalılık Bu “bidon kafa” lafı sanırım Yılmaz Özdil’in. Bugüne dek hiç kullanmadım, ama son günlerde miting alanlarında Başbakan’ın her söylediğini sahi sanıp destek çığlıkları atan kalabalıkları görünce başka söz bulamıyorum, “bidon kafalılık”tan başka. Kim ne derse desin! Biliyorsunuz Başbakan son zamanlarda CHP’nin geçmişine taktı, tarihi çarpıtarak oylarını arttıracağını düşünüyor. Örneğin, kitlelere seslenirken diyor ki, “Bilir misiniz, CHP zamanında valiler aynı zamanda partinin il başkanlarıydı!” Kalabalık yuhalıyor CHP’yi. Bu uygulamanın 1935 yılı Mayıs ayında toplanan 4. Kurultay’da “parti örgütünün hükümetle ilişkilerini kolaylaştırmak” amacıyla yürürlüğe sokulmasına karar verildiğini, 29 Mayıs 1939’da toplanan 5. Kurultay sonrasında ise yürürlükten kaldırıldığını bilmiyorlar. Araştırmamışlar, okumamışlar, öğrenmemişler, kafaları boş kalmış. İsmet İnönü’nün 5. Kurultay’da çok partili sisteme geçileceğini de ilan ettiğini, fakat aynı yılın eylül ayında Almanya’nın Polonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlatmasıyla ertelenmek zorunda kaldığını da bilmiyorlar. Başbakan aklı sıra tarih üzerinden siyaset yapacak, fakat tarih bilmiyor. Her olanakta modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu siyasal hareketi olan CHP’nin tek parti rejimini kötülüyor. Bugünden bakıldığında kötülememek olası mı? Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek yürürlüğe sokulan etnik farklılıklara bağlı siyasal oluşumları, dinsel yapılanmaları, sosyalizmi yasadışı ilan eden “Takriri Sükun Kanunu”nu onaylamak mümkün mü? Doğal ki değil. Ağrı’daki, Dersim’deki Kürt ayaklanmalarını orantısız güç kullanarak, on binlerce yurttaşımızı katlederek bastırmak, solculara karşı en akıl almaz eziyetleri uygulamak, en değerli yazarlarımızı, sanatçılarımızı, aydınlarımızı zulümhanelerde çürütmek nasıl bağışlanabilir? Fakat bir de “tarihsel koşullar” diye bir gerçeklik vardır. Geçmiş, “zaman” ve “mekân” kavramları göz önüne alınarak değerlendirilir. O dönemin Avrupa’sına bir bakın! İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da, Almanya’da faşist tek parti yönetimleri iktidardadır. II. Dünya Savaşı ile birlikte Romanya da, Bulgaristan da faşizme yönelmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında İsveç, İngiltere ve faşizmi daha önce benimseyen ülkeler dışında tüm Avrupa Alman orduları tarafından işgal edilmiştir. 19391945 arası İngiltere ve İsveç krallıkları dışında Avrupa’da hiçbir demokratik ülke yoktur. Türkiye’deki “tek parti rejimi” o dönemde bu ülkelerin tümünden daha demokratiktir. Nitekim II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Türkiye’yi savaşın dışında bırakmayı başaran CHP kendi iradesiyle çok partili rejime geçmiştir. Başbakan’ın CHP’yi miting alanlarında kötülemek için diline doladığı “kömür”, “ekmek”, “gaz” karnesi gibi dağıtım uygulamaları sayesinde tüm Avrupa açlıktan kırılırken Türkiye, Avrupa’da 50 milyon insanın canına mal olan savaş döneminde (19391945) kitlesel kırımlara uğramadan ölümcül açlığın üstesinden gelebilmiştir. Başbakan’ın kalabalıkları “tek parti”, “karne” sözcüklerini duyduklarında CHP’yi yuhalıyorlar, düşünmeden, bilmeden, utanmadan. Başbakan’ın son İzmir mitingini izledim televizyonda. Gündoğan Meydanı’nda on binlerce “bidon kafa” toplanmıştı. Bidon kafa diyorum, çünkü yalan yanlış ne duyuyorlarsa alkışlıyorlar, çığlıklar atıyorlardı. Başbakan için bir “alkış madeni” idi o “bidon kalabalık.” “CHP, Adnan Menderes’in öldürüldüğü günü bayram ilan etti,” diyordu örneğin. Kalabalık CHP’yi yuhalıyordu. Oysa doğru değildi Başbakan’ın söylediği. Bir, merhum Adnan Menderes 17 Eylül 1961 günü idam edilmişti. İki, 27 Mayıs’ın “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ilan edildiği tarih 3 Nisan 1963 idi. Üç, o tarihte İsmet İnönü Başbakan olmakla birlikte Bakanlar Kurulu, Demokrat Parti’nin vârisi olduğunu savlayan Yeni Türkiye Partili ve Bağımsız milletvekili ile senatörlerden oluşuyordu. Bir koalisyon hükümetiydi. İnsan kendi türünün zavallılığı karşısında ne yapacağını bilemiyor, en iyisi galiba öfke boşaltıp rahatlamak. Öyleyse sözüm “ıslahlarının gayri kabil” olduklarına artık iyice inandığım o bidon kafalılara: “Şimdi iyi dinle… Yap elini yumruk. Şeytan kulağına kurşun der gibi vur bakayım kafana iki defa… Ne duydun? Donk donk di mi?” Yılmaz Özdil’e sevgiyle, dostlukla. aracılığımızla bu savın doğru olmadığını belgelerle kanıtlama gereği duydu. Dedi ki: “DP Meclis grubunun 7 Nisan 1960 günkü oturumunda Menderes ‘Tedbirler (tahkikat) Komisyonu’nun başarısız olduğunu, radyodaki Vatan Cephesi yayınlarını onaylamadığını söyleyen’ Zeki Eratman’ı (Tekirdağ Milletvekili) sert bir şekilde haşladıktan sonra, CHP’ye karşı daha şiddetli önlemler alabilmek için gruba şöyle seslenmiştir: ‘Bir taraftan şiddet tedbirleri istersiniz bir Size Deniz Getireceğiz... Haberi Zonguldak muhabirimiz Ali Ayaroğlu’ndan duyduk. AKP’li Köksal Toptan, geçen günlerde Gökçebey’de AKP’nin seçim öncesi vaatlerini sıralamış: “Büyük projeler büyük hayallerden doğar, Filyos Vadisi bizim çılgın projemiz olacak. Projeyi gerçekleştirebilirsek deniz Gökçebey ilçemize bağlı Bakacakkadı beldemize kadar gelecek. İnşallah bunu biz başaracağız.” Vaadin boyutunu daha iyi algılayabilmek için Gökçebey ilçesi ile Bakacakkadı beldesinin deniz kıyısına uzaklığının 40 kilometre olduğunu anımsatmakta yarar var! Yeni Yüzyıl Üniversitesi güzel bir işe girişti: Kadın Yazarlar Sempozyumu. Adalar Belediyesi ve Bilgi Yayınevi’nin de katkılarıyla yapılan sempozyumun ilk konuğu Ayla Kutlu’ydu. Kutlu’nun yazınsal önemi üzerine çoğu bilimsel 30’a yakın bildiri sunuldu. Bunlardan biri, meslektaşımız Türey Köse’ye aitti: “Stefan Zweig; Dostoyevski ve Shakespeare’i ‘insanlığın büyük psikologları’ olarak anar. Ayla Kutlu, büyük yazarlara saygı duruşu anlamına gelen bu benzetmeye uygun bir çabayla derinleri deşen ‘bir Yüz Akımız psikolog’ özeni, titizliği, ayrıntıcılığıyla ‘tutsakların’, ‘adanmışların’ öykülerini anlatmıştır. Ayla Kutlu’nun romanı; diliyle, kurgusuyla, o çok düşkün olduğu güzelim oyalar gibi işlediği karakterleriyle zamana meydan okumaktadır.” Bilgi Yayınevi Yayın Sorumlusu Biray Üstüner de Kutlu’nun okurunu sığınaklarında rahatsız ettiğini anlattı: “Doğayı, doğanın üretmeye güdülenmiş sonsuzluğunu, zamanı, zamanın sabrını, yaşanan anın algılanamayan sarmalını, dişiliğin coşkulu yaratıcılığını, gerçeğin masallaşmış kalıntılarını hem döve döve hem okşaya okşaya döker sözcüklere. Kutlu ile şimdiyi geçmişle paylaşırız; geleceğe bakışsızlığımız suçlanır; edilgen duruşumuz utanç yüklenir. Değerbilirlik aşılanır çiçeğe durmuş yaşam ağacımıza. İçimiz sıra yaşadığımız tüm göçleri isimlendiririz; öfkemizi seyreltir, mekânımıza sevgi büyütürüz.” Kirletilmiş gözyüzümüzde, çiğnenmiş yeryüzümüzde, Ayla Kutlu bizim yüz akımızdır. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK [email protected] ‘Dünya Nereye Gidiyor’ Yakıtların atmosfere yaydıkları gazların her geçen gün dünyamızı etkilemekte olduğu yazılı ve görsel medyada vurgulanmaktadır. Yakın bir gelecekte dünyayı zor günlerin beklediğini uzmanlar sürekli dile getirmektedir. Ekonomi Servisi’nin küresel ısınmayla ilgili haberi Cumhuriyet’in 20. sayfasında “Felaket Kapıda” başlığıyla verildi. “Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) henüz yayımlamadığı tahmini verilere göre atmosfere salınan sera gazlarının oranı, geçen yıl tarihin en üst seviyesine ulaştı. İngiliz Guardian gazetesine konuşan IEA Başekonomisti Fatih Birol, tehlikeli ilkim değişikliklerinin yaşanmaması için gereken, atmosferdeki 2 derecelik sıcaklık artışını önlemenin bir hayale dönüştüğünü söyledi.(…) IEA, başta fosil yakıtlardan kaynaklanmak üzere, 2010’da atmosfere 30.6 gigaton karbondioksit karıştığını tahmin ediyor. Bu rakam, 2009’a kıyasla karbondioksit salım miktarında 1.6 gigaton artış olduğu anlamına geliyor. Birol, ‘Bunlar gördüğümüz en kötü rakamlar. Sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmak çok zor olacak. Rakamlar, geleceğin iyice karanlık olduğunu gösteriyor’ dedi.” Yine 31 Mayıs günlü Cumhuriyet’in 20. sayfasında arkadaşımız Osman Çutsay’ın haberi de, “Almanya nükleer treninden iniyor” başlığıyla verildi. “Federal Almanya hükümeti, en son 2022’de nükleer enerjiye tümüyle veda etme kararı aldı. (…) Angela Merkel hükümeti, böylece Japonya’daki Fukuşima felaketinden sonra patlama yapan nükleer karşıtlarının baskısına boyun eğdi. Koalisyon bünyesinde oluşturulan komisyonun kararları doğrultusunda karar alan hükümet, kademeli bir biçimde son atom santralının 2022’de devreden çıkarılacağını bildirdi. Halen devre dışı 7 eski santralın da üretime dönmeyeceği açıklandı.” 20. yüzyıl savaşlarla yüklü mirasını, yanına petrol kuyuları ile nükleer enerji santrallarını da ekleyip daha da zenginleştirerek, 21. yüzyıla devretti. 21. yüzyıl bu yeterince zengin mirasa yeni felaketler eklemekle işe koyuldu. Ben her petrol kuyusu ile her mükleer enerji santralını, Pandora’nın kutusundan çıkan, “felaket yüklü” kötülükler olarak görürüm. 21. yüzyılın daha başında 2010’un Nisan ayında, Meksika Körfezi’nde bir petrol platformu çöktü ve denize sızan petrol bir çevre felaketi yarattı. Uzmanlar, 130 mil uzunluk ve 70 mil genişliğindeki deniz kirliliğinin Louisiana, Alabama, Mississippi, Florida sahillerine bıraktığı etkinin tamamen arındırılmasının yıllarca süreceğini, belki de asla temizlenemeyeceğini söylüyor. Bu felaketin üzerinden gaha bir yıl geçmeden bir felaket haneri de Japonya’dan geldi. 8.9 büyüklüğünde bir deprem ve onun oluşturduğu dev galgalar (tusunami) Fukuşima kentindeki bir nükleer elektrik santralının patlamasına neden oldu. Gazeteler haberi büyük başlıklarla verdiler “Dehşet senaryosu gerçek oldu: Fukuşima Nükleer Santralı patladı.” İnsanoğlu, artık “Dünya nereye gidiyor” diye sormaya başladı. Bu soruya, yıllardır en güzel yanıtı veren, İlhan Abi’yi (İlhan Selçuk) özlemle arıyor, sevgi ve saygıyla anıyorum ve yanıtıyla da noktayı koyuyorum. “Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” HARB SEM H POROY HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEK LER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Belirli bir toplu 1 luğun dışında kimseye bildirilmeyen, 2 yalnızca sınırlı ve 3 dar bir çevreye ak 4 tarılan her türlü bilgi ya da öğretiye 5 verilen ad. 2/ Vadi... 6 Letonya’nın para 7 birimi. 3/ Anlamlı iz... Bir kişinin ya 8 da bir ailenin bü 9 tün kollarını göste1 2 3 4 5 6 7 8 9 ren çizelge. 4/ İçki dağıtan kimse... Borsada, kesin 1 S İ V R İ A L A N vadeli değerlerin kuru ile 2 A R İ N R O R O primli değerlerin kuru ara 3 Z A P S A D E T sındaki farka verilen ad. 5/ 4 A T K A F E S Uyarı... Duman lekesi. 6/ 5 K Ç A P A R M Köpek... Dişi deve. 7/ Dört 6 G A L A T G E kişiden oluşan müzik top7ME L İ K T Ü L luluğu. 8/ Bedenin belden B U C A aşağı bölümlerini yıka 8 I R A K makta kullanılan tuvalet 9 H İ P O T E N Ü S aracı.. Muğla’nın bir ilçesi. 9/ Artvin ilinde, “ulusal park” kapsamına alınan ünlü vadi... Küçük mağara. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İnsan yerleşimlerini inceleyen bilim dalı. 2/ Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konargöçerlerin kıl çadırlarından oluşan yayla yerleşmesi... Kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğuna inanılan cennet ağacı. 3/ Rey... İlgi eki... İlişkin, değgin. 4/ Tıp dilinde kalp atımının hızlanmasına verilen ad. 5/ Kurnaz, açıkgöz... Rusya’da işçi kooperatiflerine ve çiftçi derneklerine verilen ad. 6/ Kahve pişirmeye yarayan kap. 7/ İncir ağaçlarında döllenmeyi sağlayan sinek... İskambilde koz. 8/ Antalya yakınında arkeolojik bir mağara... Lityum elementinin simgesi. 9/ Tuz Gölü’nün batı kıyısında bir göl. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle