17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 HAZ RAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 15 Türkiye KamuSen’e göre yurttaşın yoksullukta sarıldığı çay ve simit artık lüks tüketim maddesi oldu Simide de göz diktiler Dokuz yıllık AKP iktidarında memurun aylık 1110 adet daha az simit alabildiğini vurgulanan araştırmaya göre 2002 yılında bir memur maaşı ile 5 bin 310 bardak çay alınıyorken 2011’de bu rakam 3 bin 90 bardağa düştü. Memur maaşları simit karşısında yüzde 42 değer kaybetti. Ekonomi Servisi Türkiye KamuSen’in araştırmasına göre, 2002’de maaşıyla ayda 2655 simit alan memur, bugün ortalama maaşıyla ancak 1545 simit alabiliyor. Türkiye KamuSen Araştırma Geliştirme Merkezi tarafından oluşturulan memursimit endeksine göre, 9 yıllık dönemde memur, aylık 1110 adet daha az simit alabiliyor. 2002’de bir memur maaşıyla 5 bin 310 bardak çay alınıyorken 2011’de bu rakam 3 bin 90 bardağa düştü. Türkiye KamuSen Genel Başkanı İsmail Koncuk, vatandaşın yoklukta sarıldığı çay ve simidin artık lüks tüketim maddesi olduğunu vurgulayarak işsiz vatandaşların simitle dahi karnını doyuracak durumda olmadığını dile getirdi. Araştırmaya göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının kasım ayında ortalama memur maaşı 531 TL, asgari ücretse net 184 TL idi. Bu dönemde bir adet simitse 0.2 TL’den satılıyordu. 2011’e gelindiğinde ortalama memur maaşı 1545 TL, asgari ücretse 630 TL olurken simit fiyatları aynı dönemde 5 kat artarak 1 TL’ye ulaştı. 2002’de asgari ücretli maaşıyla 920 simit alırken bugün ancak 630 simit satın alıyor. Buna göre son 9 yılda, memur maaşları simit fiyatları karşısında reel olarak yüzde 42, asgari ücretse yüzde 31.5 değer kaybetti. İktidara gelmeden önce seçim meydanlarında sürekli simit hesabı yaparak, işçi, memur maaşlarının ve asgari ücretlerin düşüklüğünü ortaya koyan yetkililer; iktidara geldikten sonra memurun elinden aylık 1110; asgari ücretlidense 290 simidi almış oldu. 2002’de kahvehanelerde ve çay ocaklarında 0.1 TL’den satılan bir bardak çayın fiyatı bugün 4 kat artarak 0.5 TL’ye yükselmiş durumda. Denetim Unutulunca… Özellikle seçim propagandası sürecinde, tümüyle göz ardı edilen, daha açığı tamamıyla unutulan, konulardan biri de tüketicinin korunmasıdır. Oysa konu, en genel anlamda sermayenin denetimi ve piyasa süreçlerinin işlerliğinin sağlanması yönleriyle, yalnızca tüketicileri ilgilendirmiyor; tüm ekonomik ve toplumsal yapıyı kapsıyor. Türkiye demokrasisinin en önemli sorunlarından biri de piyasanın ve onun ana dayanağı olan mal ve hizmet üretimi süreçlerinin kamusal ya da halk adına denetimidir. Geleneksel olarak, merkezi ve yerel yönetimler, sermayeyi, yatırım yapsın da nereye ve nasıl yaparsa yapsın anlayışıyla karşılar. Üretimi ve iş bulmayı arttırma olanağı yeni sermaye yatırımlarına bağlı olduğuna göre bu yaklaşımın kendine göre sağlam bir dayanağı var. Ancak böyle olunca da ne tarihsel ve doğal çevrenin korunması duyarlılığı akla geliyor, ne de üretilenin niteliği ve ne de bu bağlamda tüketicinin korunması önemseniyor. Günümüzde, özellikle gıda maddeleri ve kullanılan ilaçların niteliği konusu, teknolojik gelişmelerin hızı ve uluslararası ticaretin de yaygınlaşmasıyla küresel bir özellik kazanmakta ve bu durum kamusal denetim gereğini çok daha artırmaktadır. Kaldı ki, bir de, ekonominin piyasanın işleyişinden kaynaklanan sorunları var; piyasa, kendi haline, diğer bir deyişle denetimsiz, bırakıldığında kaynakların etkin ve verimli kullanımını sağlayamıyor. Bu nedenlerle, piyasayı, daha doğrusu sermayeyi düzenleme ve denetleme süreçlerinin işletilmesi gerekiyor. Geleneksel olarak merkezi ve yerel yönetimlerin piyasayı denetimlerine ek olarak yeni kurumsal düzenlemelere gidiliyor. Son 1520 yıl boyunca, şekerden telekomünikasyona, elektrik piyasasından bankacılığa hemen her ekonomik faaliyet alanı için kurulan ve bugün sayıları 23’e ulaşan bağımsız düzenleme ve denetleme kurum ve kurulları oluşturulmuş bulunuyor. Düzenleme ve denetleme kurullarının, her türlü siyasal ve toplumsal dış baskıdan ve çıkar ilişkisinden uzak ya da bağımsız çalışmaları, bu konuda görece başarılı olan ülke örneklerinin de kanıtladığı gibi, ana kuraldır. Ancak ülkemizdeki uygulamalarda bu kurala hemen hiç uyulmadığı da bir gerçektir. Geçtiğimiz günlerde üç Rus turist rehberinin ölümüyle sonuçlanan kaçak içki olayı, denetim yetersizliğinin en somut ve yeni göstergelerinden biridir. İçki yasağı konusunda AKP iktidarı paralelinde ne kadar duyarlı olduğunu çıkardığı ve Danıştay’dan dönen yönetmelikle kanıtlayan TAPDKTütün ve Alkol Piyasası Denetleme Kurulu, bu konuda bugüne kadar kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapmamıştır. Çok önemli olan insan yaşamı boyutu yanında, yerli ve yabancı yatırımcı ve tüketici çevrelerde ekonomik ve toplumsal yönleriyle çok olumsuz etkileri olabilecek olan bu ölümcül gelişme, ne bu kurulu atayan AKP hükümetinin ne de muhalefetin gündeminde önemine uygun bir yer bulabilmiştir. Oysa, kaçak içki olayı, büyük bir olasılıkla, buzulun su yüzüne çıkan dokuzda biri gibidir ve içki kaçakçılığının gerçek boyutu bilinmemektedir. Bu durumun halk sağlığı açısından nasıl ölümcül sonuçlar doğurabileceği ve korku ortamı yaratabileceği ise çok açıktır. Sakın kaçak içki kullanımının yaşanan bu sonuçları, içkiyi tümüyle yasaklamak isteyen AKP anlayışının toplumsal altyapısını oluşturma amacıyla gerekçe olarak kullanılmasın! Kaçak içki, çok sayıda kaçaktan yalnızca biridir. Çaydan mısıra, mazottan yedek parçaya kadar, piyasanın çok sayıda kaçak mal ile dolu olduğu herkesçe biliniyor. Onca düzenleme ve denetleme kuruluna ve genişleyen medyaya karşın, denetimsiz piyasa, herkesin bildiği bilinmeyen kaçakçılık olaylarını yaşıyor. Sorun tüketici piyasasıyla sınırlı kalmıyor. Anlı şanlı kentlerde üstelik lüks yapıların, şu ya da bu biçimde kaçak bir tarafı var; hemen her yörede dere yataklarını kaçak yapılar dolduruyor; yetmiyor, ormanlar, yaylalar ve kıyılar kaçak yağmasının yeni konuları oluyor; toplam işgücü içinde de her beş çalışandan ikisi kaçak çalıştırılıyor. AKP iktidarının piyasa ve sermaye için denetimsiz bir ortam yaratma girişimleri yıkıcı sonuçlarını veriyor. Ülke seçim sonrasına bu çok yaşamsal konuyu, halk adına güçlü bir denetim süreci oluşturmayı tartışmadan giriyor. Oysa, piyasayı ve sermayeyi denetimsiz bırakan bir demokrasi gerçek anlamda demokrasi olamıyor; demokrasinin kendisi yerine eğribüğrü bir karikatürü çiziliyor. Müsteşarlığa giden kaçıyor Ekonomi Servisi Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nda (SSM) son dönemde işe alınan uzman yardımcılarının büyük bir kısmının henüz üç yılını doldurmadan işten ayrıldıkları ve başka kamu kurumlarında göreve başladıkları ortaya çıktı. AA muhabirinin SSM’nin 2010 Faaliyet Raporu’ndan derlediği bilgilere göre, son yıllarda yaklaşık maliyeti 25 milyar dolara ulaşan yerli helikopter, yerli savaş uçağı, yerli gemi, milli tank, insansız hava araçları, yerli uydu, milli piyade tüfeği gibi birçok başarılı projeyi hayata geçiren SSM, iş yoğunluğuna rağmen personel sayısını arttıramadı. Kurumda 2004’te proje başına üç personel çalışırken bugün her proje üzerinde neredeyse bir kişi çalışıyor. Raporun “öneri ve tedbirler” bölümünde bu durumun, SSM’nin sağladığı özlük hakları ile ilgili olduğu belirtilerek “3238 sayılı Kanun’un içeriğinin güncellenmesine ve çalışanların özlük haklarının benzeri seviyedeki kurumlar ile eşit hale getirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır” denildi. TZD: Ölümlerin sorumlusu Tarım Bakanlığı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin, Bodrum’da sahte içki nedeniyle üç Rus vatandaşının ölmesinin iki temel nedeni olduğunu belirterek, “Türkiye’de içki fiyatlarının çok yüksek olması kaçakçılığa veya sahteciliğe yol açıyor. İkinci neden de denetimlerin yetersiz olması” diye konuştu. Yetkin “Ölümlerin sorumlusu Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’dır” dedi. Yetkin, Türkiye’de üst düzeyde gıda üreten işletme sayısı 55 bin, gıda ürünleri satan işyeri sayısı ise 400450 bin civarında iken sektörü sadece 5 bin kişinin denetlediğine dikkat çekti. Yetkin’e göre Türkiye’de denetim yapmak için 10 gıda mühendisinin görev beklediğini aktardı. Çalışanlar en çok eşler arası problemler nedeniyle desteğe ihtiyaç duyuyor. Komşuda erken seçim gündemde Ekonomi Sevrisi Yunanistan’da hükümetin, Avrupa Merkez Bankası (AMB)Uluslararası Para Fonu (IMF) Troykası ile varılan paket anlaşma çerçevesinde hazırladığı orta vadeli bütçe planıyla ilgili belirsizlikler sürerken, başkent Atina’da erken seçim konusu yeniden gündeme geldi. Yunan medyası, ekonomik kalkınma programı çerçevesinde hazırlanan orta vadeli bütçe planının parlamentoda onaylanmaması durumunda Yunanistan’da 24 Temmuz’da erken seçim yapılacağını kaydetti. Hükümet yanlısı Ethnos gazetesi “Hepsine onay, aksi halde iflas tehdidi altında seçim” başlıklı haberinde, iktidar milletvekillerinin üç yıllık bütçe planını parlamentoda onaylamaması durumunda, Başbakan Yorgo Papandreu’nun ülkeyi seçime götürmekte kararlı olduğunu yazdı. Gazete, “Önümüzdeki üç gün belki de, memorandumun imzalanmasından sonra hükümet için en zor günler olacak. Birçok bakan, özellikle işten çıkarmalar ve vergi muafiyeti konusunda hükümete açık çek vermeyeceklerini belirterek, ekonomi kurmaylarından açık cevaplar bekliyor” ifadelerini kullandı. Çalışanın ruh hali bozuk ANKARA (AA) Artan rekabet şirketlerin kâr kaygılarını tırmandırırken çalışanlar üzerindeki baskı da artıyor. Yapılan araştırmaya göre, çalışanlar en çok eşler arası problemler, çocuk psikolojisine yönelik sorunlar, sağlık sorunları, işyeri ve iş arkadaşlarıyla ilgili problemler, stres, depresyon ve hukuki sorunlar konusunda danışmanlık desteği alıyor. Çalışanlara destek programı sağlayan Avita şirketi genel müdür yardımcısı Faruk Ertuğ, Türkiye’de tüm çalışanların yılda yaklaşık yüzde 3640’ının destek aldığını söyledi. Avita’ya 2010’da yapılan çağrıların yüzde 17’si psikolojik destek, yüzde 25’i hukuki bilgi, yüzde 6’sı mali bilgi, yüzde 21’i tıbbi bilgi ve yüzde 31’i genel bilgi desteğinden oluştu. Ertuğ, merkezi arayan kişilerin kendileri bildirmediği sürece kesinlikle ad soyad dahil herhangi bir bilgiyi sormadıklarını da aktardı. Geçen hafta dünya ekonomisinin üzerinde kara bulutların birikmeye, “ekonomik toparlanma”nın yavaşlamaya başladığına dikkat çekmiştim. Bu hafta o bulutlar daha da kalınlaşırken görüntü de belirginleşmeye başladı. Yavaşlama belirtileri dünya ekonomisinin hemen her köşesinden geliyor. Ama yaklaşan fırtınanın merkezinde, toplam hasılaları dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 55’ine ulaşan ABD ve AB ekonomileri, öncelikle dünyanın en büyük ülke ekonomisi ABD var. ABD ekonomisinin en temel göstergeleri ikinci bir “resesyona” işaret ederken ekonomi basınında, uzun bir aradan sonra, az sayıda da olsa, yeniden “depresyon” olasılığına değinen tartışmalara da rastlanıyordu. Esas olarak ABD ekonomisini irdelemek istediğimden, AB üzerinde kısaca, beş Morgan Stanley ekonomistinin Global Economic Forum’da cuma günü yayımlanan ortak yorumunu aktararak duracağım. Ekonomistler yorumlarına, Avro bölgesinde bu ayın ilk üç ayında görülen beklenmedik derecede güçlü büyüme oranlarından hareketle 2011 büyüme hızı beklentilerini yüzde 1.7’den 2’ye yükselterek başlıyorlar. Ancak hemen arkasından, Avro bölgesinde bulutların toplanmaya başladığına işaret ederek devam ediyorlar. MS ekonomistlerine göre tüm ölçümler bir yavaşlamaya işaret ediyor. Avro bölgesinde siparişler düşüyor, hem cari üretim, hem de üretimi arttırma planları küçülüyor. Ekonomistler Avro ülkeleri arasındaki performans farklarına da dikkat çekiyorlar. Belçika ve İspanya’da üretim trendin çok altında seyrederken Almanya’nın üretimi hâlâ trendin üstünde. Ancak Fransa’da ani bir gerileme, Almanya’da da giderek artan bir yavaşlama eğilimi görünüyor. Kısacası dünya hasılasının yüzde 27’sini üreten bölgenin ekonomik manzarasında ufuklar giderek kararıyor. ‘ kinci Resesyon’, Belki Depresyon... 01/06; Altucher, Market Watch, 02/06) da bu alanda beklentilerde bir iyileşme olmadığını gösteriyor. Althucher bu nakit fonların yakında şirketlerin, kendi hisselerini almaya başlamasıyla yine borsaya dönmesini bekliyor; yani üretime değil spekülasyona... Bu arka plan üzerinden, geçen hafta ilk mini şok çarşamba günü hem imalat sanayi verilerinin hem de istihdam verilerinin talep yetersizliğinin artmakta olduğunu göstermesiyle yaşandı. Satın Alma Müdürleri İndeksi’nin sert bir gerilemeyle nisan ayında 60.4’ten mayıs ayında 53.2’ye düşmesi (50 durgunluk anlamına geliyor) yeni siparişlerin ise 10 puan gerileyerek 51 seviyesine inmesi imalat sanayiinin duraklamaya başladığını gösteriyordu. Aynı gün gelen özel sektör istihdam verileri, yeni yaratılan işlerin, nisan ayında 177.000’den mayıs ayında 175.000’e gerilediğini ortaya koydu. Aynı gün başta ABD borsaları olmak üzere dünya borsaları bu verilere tepki olarak sert düşüşler sergilediler. Standard & Poor’s 500 indeksi yüzde 2.3 Kısaca Avrupa Dünya hasılasının 28.8’ini üreten ABD ekonomisine gelince, yeni bir resesyon riski olasılıklar içine girerken geçen hafta yaşanan iki “mini” sarsıntı piyasalardaki kırılganlığın ve tedirginliğin giderek arttığını gösteriyordu. ABD ekonomisinin yüzde 70’ini tüketim harcamaları, yüzde 10’unu konut sektörü, yüzde 10’unu da imalat sanayisi oluşturuyor. Tüketim harcamaları büyüme oranları geçen yıl yüzde 4 dolayındayken bu yıl yüzde 2 düzeyine inmiş durumda. Konut sektörü hâlâ 2007 düzeyinin yüzde 75 altında seyrediyor. Kısacası ABD ekonomisinin yüzde 90’ında resesyona, hatta depresyona benzer bir ortam yaşanıyor. Madalyonun bu yüzünde yetersiz talep (eksik tüketim) varken öbür yüzünde bir aşırı birikim sorunu hiç hafiflemeden devam ediyor. Mali sektör dışındaki firmaların gelirlerinden biriktirdikleri 2 trilyon dolarlık sermayeyi, yeni yatırımlara ya da üretime, yönlendirmeden nakitte tutmaya devam ediyor olmaları (Reich, Financial Times Kırılgan ve tedirgin Dow Jones Sanayi İndeksi de 280 puan gerileyerek günü yüzde 2.2 düşüşle kapadı. Geçen haftanın ikinci sarsıntısı cuma günü istihdam verileri gelince yaşandı. Ekonomistler tarım dışı sektörün mayıs ayında 125.000 yeni iş yaratmasını, işsizlik oranının da yüzde 9’dan yüzde 8.9’a gerilemesini bekliyorlardı. Gelen veriler yeni yaratılan işlerin 54.000’de kaldığını, resmi işsizlik oranının da yüzde 9’dan yüzde 9.1 çıktığını ortaya koydu. Belli ki ekonomik durum sanılandan çok daha kırılgandı. Bu verileri, Federal Rezerv’in piyasalara parasal desteğinin (QE2) bu ay sona erecek olmasıyla birleşince, “Peki ekonomik toparlanmayı şimdi ne ayakta tutacak” sorusunu gündeme getirdi. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki anlaşmazlıklar da bir QE3 (yeni bir parasal genişleme) olasılığının en azından şimdilik söz konusu olmadığını gösteriyordu. ABD’de ve İngiltere’de indeksler çok sert bir gerileme yaşadılar. Dow Jones borsa açılır açılmaz 121 puan birden düştü. Avrupa Maliye bakanlarının Yunanistan’a yönelik yeni bir yardım paketi üzerinde anlaştıklarına ve ABD hizmet sektörünün performansını ölçen Arz Yönetimi Enstitüsü İndeksi’nin (ISM) nisan ayında 52.8’den mayıs ayında 54.6’ya yükselmesiyle ilgili haberlerin olumlu etkisiyle 115 puan toparlandı ancak bu hava daha fazla devam etmedi ve indeks günü 97 puan ya da yüzde 0.79 gerileyerek tamamladı. S&P 500 ve FT 100 indekslerin de DJ’yi adeta gölgesi gibi izlediler. Uluslararası yatırım firması RIT Capital Partners (RCP) Yönetim Kurulu Başkanı Jacob Rotschild’e göre “dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu riskler çok belirgin ve küresel”, Merkez Bankaları’nın “parasal ve mali uyarıcıyı geri çekmesi, ki bu çok yakında gerçekleşecek, küresel büyüme üzerinde olumsuz etki yapacak. Aslında bu etkilerin marttan bu yana başladığını düşündüren belirtiler var” (Bloomberg, 03/06). Gerçekten de piyasaların kendi kendilerini gaza getirdikleri “ekonomik toparlanma” neredeyse tümüyle QE1 ve QE2 olarak bilinen bu mali ve parasal uyarıcıların üzerinde yaşanıyordu. Diğer bir deyişle, ABD ve Avrupa’da aşırı üretim krizini destekleyecek talebi yaratan kredi köpüğü etrafa büyük bir finansal pislik bulaştırarak patladıktan sonra, önce finans ve banka sektörünü kurtarmak sonra da talebi desteklemek işini bu QE1 ve QE2 ile üstlenmişler, bu arada sürdürülemez devlet borçları üretmişlerdi. Ama, bu sırada yeni talep yaratacak ya da sermaye birikiminin yeniden kârlı bir biçimde başlayabilmesine olanak verecek temizlik (yaratıcı yıkım) gerçekleşememiş, hatta, toplumsal maliyeti çok büyük olacağından bu önlenmişti. Şimdi yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Üstelik bu kez, devlet hazinesi de tamtakır... Krizden çıkış ise hâlâ galaksiler kadar uzak... Çok belirgin ve küresel C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle