17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 HAZ RAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Türkiye’de geçim sıkıntısı her geçen gün artarken asgari ücretliye 29 liralık zam geliyor Asgariye bir parmak bal Ekonomi Sevrisi Asgari ücrete temmuzda yüzde 5.1 zam yapılacak. Böylece 16 yaşından büyük işçiler için asgari ücret, 28.99 liralık artışla net 658.95 lira olacak. AA’nın haberine göre, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kararı doğrultusunda, 1 Temmuz31 Aralık 2011 arasında geçerli olacak asgari ücrette düzenlenmeye gidilecek. Düzenlemeyle yılın ilk yarısında ‘Suçluyorum!’ Cumhuriyet’in, “Disiplin süreci başlıyor” başlığıyla verdiği haber, CHP’de “… muhaliflerin konuşmalarıyla ilgili kayıtların MYK tarafından inceleneceği ve sonrasında disiplin sürecinin başlatılıp başlatılmayacağına karar verileceği bildirildi” tümceleriyle sona eriyordu (23 Haziran). Seçimlerden yeni çıkmış bir partinin üst yönetiminin disipline sarılması, hangi açıdan bakılırsa bakılsın tam anlamıyla akıldışıdır. Çünkü seçimlerde tüm topluma özgürlük ve eşitlik sözü veren yönetimin, delegelerin olağanüstü kurultay toplanması gibi tümüyle tüzükten kaynaklanan demokratik haklarını kullanmalarını disiplin korkutmasıyla baskı altında tutmak istemesi, tam bir çelişkidir ve büyük bir yönetim yetersizliğinin göstergesidir. Geçmişin, yanlışlığı kanıtlanan disiplin işlemleri neden canlandırılıyor? Seçim sonuçlarının parti içinde, partinin yetkili organlarında tartışılmasını bugüne dek savsaklayan MYK’nin bu konuyu kamuoyunda tartışanları suçlama hakkı olamaz. Özellikle de 12 Haziran sonuçlarının 1980 sonrasında yaşanan en büyük başarı olduğunu savunanlar ki SHP dikkate alınırsa hiç de doğru değil bu başarılarını Kurultay’a taşımaktan neden korkuyorlar? Tartışma, eleştiri ve değerlendirme yapmaktan kaçınmakla CHP yönetimi, demokrasiyi içselleştirmekte de çok yetersiz olduğunu kendisi kanıtlamış olmuyor mu? Bu arada belirtelim ki yürütülmekte olduğu basına yansıyan kurultay toplama girişiminin demokratik tüzük talebini içermesi; kurultayın bu nedenle de istenmesi gerekirdi. Ancak bu konuda asıl görev ve sorumluluk şimdiki yönetimdedir. CHP MYK’si, kurultay toplanmasına, Genel Başkan’ın kamuoyuna verdiği söze uygun olarak, demokratik tüzük girişimiyle birlikte yürütür; buna öncülük edebilirdi; etmeliydi. Kendini demokratikleştiren bir CHP, ülkenin demokratik bir anayasaya kavuşmasının da bayraktarlığını yapar; geleneksel ilerici öncülük özelliğine yeniden kavuşmuş olurdu. Yönetim bunu da görmüyor! Dahası, geçmiş deneyimlerin de kanıtladığı gibi, disiplin sürecinin başlatılması yalnız üst yönetimde yeni bir cadı kazanı kaynatılmasıyla sınırlı kalmaz. Partililer birbirine düşer, giderek parti içi kavgalar başlar. Parti, yeniden kendi içinde kavgalı bir sürece sürüklenir. Ve partinin geleceği bakımından asıl ağır suç budur! Kaldı ki, başta yeni anayasa olmak üzere ülke sorunlarının çözümü için AKP ile uyumlu bir işbirliği yapacağını açıklayan CHP’nin, öncelikle, kendi sorunlarını da disiplin mekanizmasıyla değil, konuşarak, anlaşarak birlik ve beraberlikle çözmesi gerekir. Ana muhalefet olarak etkinlik göstermenin yolu buradan geçiyor. CHP yönetimi bunu da mı görmüyor? CHP MYK bunları neden yapamıyor? Yapamaz, çünkü kendi yaptığı büyük yanlışların kuyusuna düşmüştür. Yanlışlarının başında yanlış kadrolaşma ve ona bağlı düşünsel süreç gelir. Seçimlerde CHP’nin AKP’lileşmesi süreci daha ileri noktalara taşındı. Şöyle ki, milletvekili adaylarının önemli bir bölümü, CHP ile hiçbir ilgisi olmayan sağcı ve cemaatçiler arasından seçildi. Daha da olumsuzu, haklarında yüz kızartıcı suç dosyaları bulunanlar bile aday yapıldı. Aday saptanmasında AKP’den kopya edilen antidemokratik tüzüğü, o partideki kadar bile, örgütler ve Parti Meclisi ile uyumlu bir bağ kurularak uygulanmadı. MYK üyelerinden oluşturulan aday saptama komisyonlarının önerileri hiç dikkate alınmadı. Ya kadın ve gençlik kolları? Önseçim, çok sınırlı tutuldu. Sonuçta CHP adayları, Gürsel Tekin’e yakınlıklarına göre mi saptandı sorusu boşlukta aslı duruyor. Seçim sürecinde sağcı ve cemaatçilerin öne çıkarılması doğal sonucunu verdi; partinin söylemi ya da ideolojisi, esas olarak, sol içerikten tümüyle yoksun bırakıldı. Herkesten oy isteme yaklaşımı çok aşırı noktalara taşındı; emeksermaye farklılığı tamamıyla unutulduğu gibi, özgürlük, eşitlik, toplumsal dayanışma gibi solun çağdaş görüş ve ilkelerini Cumhuriyetin temel değerleriyle buluşturma becerisi de gösterilemedi. Verilen demeçlerle, cemaatlerin CHP’ye teveccühü istendi ve beklendi. Bu iddiamın çok sayıda kanıtı var. Şu cümleye bakar mısınız? (Kemal Kılıçdaroğlu’nun) “ … genel başkan seçildikten sonra dini cemaatlerle de yakınlaşma arayışına girdiğini, ancak beklenen ilgi görülmediği için hayal kırıklığı yaşadığını öğreniyorum”. CHP lideriyle bir günüm, Taha Kıvanç (Fehmi Koru), Zaman gazetesi, 21 Mayıs 2011. Hayal kırıklığı? Yukarıdan beri sıralanan ve çok daha fazlası sıralanabilecek olan gelişmelerin asıl sorumluları, sorumluluk sırasıyla Gürsel Tekin; ona olağanüstü yetkiler veren Kemal Kılıçdaroğlu ve bu olumsuzlukları gideremeyen diğer MYK üyeleridir. Evet suçluyorum! Yukarıdaki nedenlerle seçimlerde toplumun Cumhuriyetçi, ilerici ve solcularına, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşatanları, suçluyorum! Kuraldır, sorumlu ve suçlu olanlar, kendilerini oraya getirenleri, özellikle de örgütü ve delegeleri suçlayamaz, eğer suçluyorlarsa, ortada çok büyük bir sorun vardır! Ve sorunlar disiplin korkusu yaratılarak değil, demokrasiyi özümseyerek çözülür. 16 yaşından büyük bekâr bir işçi için brüt 796.50, net 629.96 lira olan asgari ücret, yüzde 5.1’lik zamla brüt 837, net 658.95 lira olacak. Kesintiler 178.05 lirayı bulacak. 16 yaşından büyükler için yüzde 4.7 arttırılan asgari ücrete, yılın ikinci yarısı için yüzde 5.1 zam yapılacak. Buna göre, halen 16 yaşından büyük bekâr bir işçi için brüt 796.50, net 629.96 lira olan asgari ücret, yüzde 5.1’lik zamla brüt 837, net 658.95 liraya yükselecek. 16 yaşından küçük işçiler için geçerli olan asgari ücret ise gelecek aydan itibaren 25.77 lira arttırılacak. Halen 16 yaşından küçükler için brüt 679.50, net 546.20 lira olan asgari ücret, bu artışla brüt 715.50, net 571.97 lira olacak. Asgari ücretteki artış kapıcı ücretlerine de yansıyacak. Kapıcılar için brüt 796.50, net 677.03 lira olarak uygulanan asgari ücret, brüt 837, net 711.45 liraya yükselecek. Asgari ücretten 16 yaşından büyük işçiler için yapılan kesinti 178.05, 16 yaşından küçük işçiler için 143.53, kapıcılar için 125.55 lirayı bulacak. Asgari ücretin işverene toplam maliyeti 16 yaşından büyük işçiler için 1016.95, 16 yaşından küçük işçiler için 913.67, kapıcılar için 1016.95 lira olacak. Yeni asgari ücretle birlikte sosyal sigortalar primine esas kazancın alt ve üst sınırı da değişecek. Halen asgari ücretin brütü olan 796.50 liraya karşılık gelen prime esas kazancın alt sınırı 837 liraya, 5 bin 177.25 lira olan prime esas kazancın üst sınırı ise 5 bin 440.5 liraya çıkacak. Çillerler ‘şüpheli’ sıfatıyla ifade verecek Ekonmi Servisi Eski başbakanlardan Tansu Çiller ve ailesinin Kuşadası’ndaki çiftliğine yapılan baskında 7 bin 500 şişe bandrolsüz şarap bulundu. Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller’in şüpheli sıfatıyla ifadesi alınacağı öğrenildi. Milliyet’in haberine göre, Aydın Kuşadası Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Grup Amirliği ile Asayiş Büro ekipleri, geçen hafta ihbar üzerine Kuşadası’ndaki eski başbakanlardan Tansu Çiller ve ailesine ait çiftliğe baskın düzenledi. Üzerlerinde bandrol bulunmayan şarapların Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’na da (TAPDK) bildirilmediği belirlendi. Şişeler üzerinde yapılan incelemede bandrolsüz şarapların, 20072009’da üretildiği belirlenirken polis, el koyduğu içkilerle ilgili tutanak düzenleyerek Kuşadası Savcılığı’na gönderdi. Kuşadası Cumhuriyet Savcılığı ise MarAda firması yöneticileri hakkında adli soruşturma başlattı. Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş şarap üretim tesisinde yapılan denetimin polisin değil, TAPDK denetimi olduğunu açıkladı. Vergi sahteciliği teşvik ediyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin, Türkiye’de gıda denetimi ve kontrolünde ciddi sorunlar olduğunu belirterek, “Türkiye’de çok ciddi şekilde gıda terörü vardır. 4 bin 600 denetçiyle 500 bin işyerinin sağlıklı bir şekilde denetlenmeyeceği açıktır” dedi. Yetkin içkilerde çok yüksek vergi oranlarının bulunduğunu ve bunun da sahte içkiyi teşvik ettiğine dikkat çekti. Yetkin, sahte içki konusunda yerel yöneticilerin ve tarım il müdürlükleri yetkililerinin bu konuda denetimlerini arttırması gerektiğini kaydetti. Sütü üretiyoruz ama içmiyoruz ANKARA (AA) Türkiye, dünyanın en büyük 15. süt üreticisi ülke konumunda olmasına rağmen, kişi başı içme sütü tüketiminde arka sıralarda yer alıyor. İçme sütü tüketiminde dünya ortalaması yıllık kişi başı 103 kilogram iken, Türkiye’de yıllık kişi başı 26.2 kilogram içme sütü tüketiliyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre, içme sütü tüketiminde dünya yıllık kişi başı tüketim ortalaması 103 kilogram, Avustralya’da 107, Kanada’da 92, AB’de 89.3, ABD’de 82.6 kilogram. Türkiye’nin 2010’da süt üretimi ise bir önceki yıla oranla yüzde 4 artarak 13 milyon ton oldu. Türkiye’nin süt üretiminin yüzde 92.36’sını inek sütü, yüzde 5.85’ini koyun, yüzde 1.53’ünü keçi, yüzde 0.26’sını da manda sütü oluşturuyor. Türkiye’de 2010’da kayıt altına alınan sütün 1.09 milyon tonu içme sütü, 473 bin tonu peynir, 908 bin tonu yoğurt, 397 bin tonu ayran olarak işlendi. Rapora göre, Türkiye’de süt üretimi son 5 yılda yüzde 8.3 artış gösterdi. Bankaların borcu artıyor Ekonomi Servisi Türkiye’de bankaların yurtdışından sağladığı kredi borcu, nisan sonu itibarıyla 52.8 milyar dolara ulaştı. Bu borcun 20 milyar doları kısa vadeli, 32.8 milyar doları uzun vadeli kredi borçlarından oluştu. Yurtdışından sağlanan kısa vadeli kredi borcu, yılbaşından bu yana yüzde 17.6 artış gösterdi. Türkiye’de mevduatın vadesi 22.5 ay gibi kısa süreli olması nedeniyle, bankalar kredi sağlayabilmek için daha çok yurtdışından borçlanmaya gidiyor. Merkez Bankası’nın zorunlu karşılık oranlarındaki artışı ve BDDK’nin karşılık oranlarındaki düzenlemesi üzerine, bankaların sağlayacağı kredilerdeki düşüşe paralel olarak borçlarında da azalma olması bekleniyor. Esnafa levha cezası kapıda İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Başkanı Yahya Arıkan, yeni yasaya göre; iş yeri vergi levhalarının barkodlu yenileri ile değiştirilmesinin son tarihinin 30 Haziran olduğunu anımsatarak, 2 milyon esnaf ve sanatkâra vergi levhası cezası kapıda olduğunu söyledi. Arıkan, 408 sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’ne göre 1 Haziran 2011’den önce alınan ıslak imza ya da mühür ile tasdik edilmiş tüm vergi levhalarının geçerliliğini yitirdiğini anımsattı. Arıkan, yasa gereği barkodlu yeni vergi levhalarıyla değiştirilmemesi ve denetimde ibraz edilememesi durumunda her bir tespit için yasa gereği 170 lira özel usulsüzlük cezası ödeneceğini kaydetti. “Küresel Kriz”den daha acil konular da var. Örneğin, seçimlerden sonra iyice hızlanan “ileri demokrasi” süreci bizi doğrudan ve “şimdiburada” ilgilendiriyor. Ama geçen hafta, Avrupa Birliği ve Yunanistan, bağlamındaki tartışmaları izlerken birden kafama takıldı. Sakın bu kriz, “o kriz”den daha öte bir şey, insanlığı barbarlığın eşiğine getiren “son kriz” olmasın? Dahası, ya bu soruyla “ileri demokrasi” arasında bir bağ varsa? eleceğe (ulus devlete) dönüş Liberallerin, “ekonomiden çıkartmak gerekir” (Bkz: Kemal Derviş) dedikleri devletin, mali piyasaları kurtarmak için ekonomiye geri dönmüş olmasını kastetmiyorum. Bu konu artık eskidi. Geçen hafta, uluslararası medyada, ulus devletlere, imparatorluklara, savaş olasılıklarına ilişkin rastladığım, bir yıl öncesine kadar, “garipsenecek” yorumları paylaşmayı deneyeceğim. Financial Times yorumcularından Philip Stephens, kısa süre önce, Lizbon yakınındaki Arribada Manastırı’nda yapılan “dar katılımlı bir toplantıda” “Avrupa’nın Westphalia’ya geri dönüşü” başlıklı bir sunuş yapmış. Stephens, perşembe günü köşesinde bu sunuşunu aktarırken, “dünya küreselleşirken siyasetin yerel kaldığına” işaret ediyor: Bir ulus devlet üstü “birleştirilmiş egemenlik projesi” olan AB’de, hükümetler ülke içinden gelen basınçlara, Westphalia (Avrupa’da ulus devletler sistemini başlatan anlaşma) koşullarının getirdiği ulusal bağımsızlıklarını geri kazanmaya çalışarak cevap veriyorlarmış. G Stephens’e göre, “küresel ağırlık merkezi Doğu’ya doğru kaymaya başlamışken, Avrupa’nın gerileme hızını arttıracak bu parçalanma mantıksız”. Yazar, “bunda da bir ironi yok değil: Avrupa’nın şimdi rekabet etmek zorunda olduğu yeni yükselen güçlerin hepsi (...) ulusal egemenliklerini kıskançlıkla koruyorlar” diyor. The Economist’in, geçmişte AB’de “siyasi bütünleşmeye”, “Brüksel”e karşı nasıl kararlı mücadele verdiğini bilenler, bu hafta “Ya Yunanistan batarsa” başlıklı yazısında, derginin AB liderliğine yönelik, “önce Yunanistan’ın kontrollü iflasını örgütlemesi, ülkeye uzun süreli dış destek sağlanması ve daha fazla siyasi bütünleşmeye gidilmesi, bunun için gerekli kurumların tartışmaya açılması gerekiyor” önerisiyle karşılaştılar. İngiltere’nin, geçmişte, Avrupa Birliği’nin siyasi kimlik kazanmasına karşı çıkan, ülkelerinin Brüksel karşısında bağımsızlığını korumaya kararlı, muhafazakâr kesimine yakın iki yayın, bugün, gerekirse daha ileri bir siyasi birliğin kurulması pahasına, AB projesini savunurken, düne kadar projeyi güçlü bir biçimde savunanlar arasında aksi yönde bir kötümserlik söz konusu. The Guardian’ın editörlerinden, Martin Kettle perşembe günkü yorumunda, “Yunanistan, Schengen, NATO, Avrupa rüyasının bittiğini kabul etmenin zamanı geldi” diyordu. Kettle, geçen ay katıldığı bir konferansa tarihçi Niall Ferguson’un yaptığı “Bizim kuşak Avrupa Birliği’nin çöküşüne şahit oluyor” saptamasını aktarıyor. Kettle, AB projesine inanmayan biri olarak Ferguson’un hep böyle provoke edici biçimde Ya Bu Kriz… konuşmasını olağan karşılıyor. Esas şaşırtıcı olan, Sir. Stephen Wall’ın geçenlerde bir seminerdeki, “Avrupa Birliği’nin en yüksek noktasını geçtik (...) Ama artık sona eriyor. Neticede çok az kuruluş sonsuza kadar yaşayabilir” saptamasıymış. Çünkü, Stephen Wall, zamanımızın en etkili AB yanlısı İngiliz diplomatı, Tony Blair’e AB konusunda uzun süre danışmanlık yapmış biri. Kettle, “Wall’ın bu kötümserliği çok çarpıcı, ama daha da ilginci, bu saptamanın bugün artık kulağa o kadar çarpıcı gelmiyor oluşu” diyor. İmparatorluklar çökerken arkalarında, birbiriyle savaşan yerel/bölgesel güçlerin kaosunu bırakırlar. AB de kendini, zorla dayatmayan, ama başkalarının katılmak için sırada beklediği bir “emperyalist olmayan imparatorluk” olarak görüyordu. Bu görüşün mimarı Mark Leonard’ın “Neden 21. Yüzyılı AB Yönetecek” (2005) başlıklı çalışması yayımlandığında aktarmıştım. Wall Street Journal’dan David Cottle cuma günü bu konuya, “Avrupa liderliği, AB’nin imparatorluk projesi olduğunu asla kabul etmez” dedikten sonra, 2007’de bir gün Borroso’nun, “Bizimki ilk emperyalist olmayan imparatorluktur” sözleriyle “ağzından kaçırdığını” anımsatarak değiniyordu. Cottle “her imparatorluk iki belirgin aşamadan geçer” diyor: Yeni toprakların, kaynakların ve işçilerin edinildiği birinci, büyüme aşamasında, çok güçlü ve kârlı olabiliyorlarmış; sonra, bakım, onarım dönemi diyebileceğimiz aşama geliyormuş. Bu aşamada iç çelişkileri ortaya çıkmaya başlayan imparatorlukları ayakta tutmak çok masraflı oluyormuş. Cottle, AB, “Avrupa’da kanlı bir birinci aşama denemesine olanak vermemek için, doğrudan ikinci aşamadan (gerekli kaynakları oluşturamadan, hegemonya sistemini kuramadanE.Y) başlamak zorunda kalmış” bir “imparatorluktur” diyor. Şimdi bu “emperyalist olmayan imparatorluk”, maliyeti giderek artan bir bakım, onarım süreciyle karşı karşıya, yazara göre de, son tahlilde ayakta kalması olanaksız. Şimdi Philip Stephens’in, satır aralarında yaptığı, bir anlamda (kapitalist) sistemin hakikatine ilişkin ilginç saptamalar içeren yazısına dönebilirim. Stephens, “Modern Avrupa devleti 1648 Westphalia Barış Anlaşması’yla doğdu” (...) “Avrupa’nın egemenleri ülke içinde düzeni ve halkın onayını devletler arasında rekabeti körüklemek pahasına satın aldılar”... “Bu sistem 20. yüzyılın ortalarına kadar büyük yıkımlara yol açtıktan sonra, Avrupa liderleri, düzeni sağlamanın bu biçiminin maliyetinin çok yüksek olduğuna karar verdiler... AB projesi böyle gündeme geldi” diyor. Stephens’ın bu saptamaları, Avrupa’nın egemenlerinin, ulus devleti ve ulusalcılığı, mülk sahipleriyle mülksüzleri, zenginlerle Neden ‘ulus devlet’? yoksulları, ağa ile köylüyü, işçi ile patronu aynı toplumsal yapı içinde bir arada, bir düzen içinde tutmanın aracı olarak ürettiklerini, bu düzeni de savaşlar pahasına ve sayesinde sürdürdüklerini de söylemiş olmuyor mu? Stephens böylece, “Westphalia’ya dönüş” saptamasıyla gelecekte gündeme gelecek savaş olasılıklarına dikkat çekerken, Kettle, “gelecekte amaç, devletler arasında savaş, etnik çatışma riskini azaltmak, savunmasızları korumak, sefaleti önlemek olacak” derken, yeniden bir “Barbarlık Eşiğine” gelmek üzere olduğumuzu söylemiş olmuyorlar mı? Peki, AB de egemenler, ülke içinde iktidar düzenini koruyabilmek için, savaş olasılıklarının yeniden gündeme gelmesi pahasına “ulus devlet” sistemine geri dönmeyi göze alıyorlarsa, “ulusçuluğun” adeta yasaklandığı (emperyalist sistemin gereği) çevre ülkelerde, aralarında giderilmesi olanaksız farklar olan sınıf ve grupları bir arada tutmak, bu farklara karşın ortak bir kimlik kurmak nasıl söz konusu olacak? Acaba, bu sorunun bir çözümü taraflara, farklılıkların, bu dünyadan kaynaklanmadığını, aslında birer “İnayeti rabbaniye” olduklarını kabul ettirmekten geçebilir mi? Belki geçebilir, ama bunun için de, burjuva demokrasisinin ve komünizmin (eşitlik, özgürlük talebinin) tarihini, kavramlarıyla birlikte unutturmak, Aydınlanma geleneğinin “hakikat rejimini” yıkarak yerine, bu farklılıkları ilahi adalete havale eden, başka bir “hakikat rejimini” geçirmek gerekiyor. Bu da bizi, “ileri demokrasi”nin (ve siyasal İslamın) faydalarına getiriyor... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle