18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 HAZ RAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR Saksofoncu Clarence Clemons hayatını kaybetti Kültür Servisi Usta saksofoncu Clarence Clemons, beyninde meydana gelen damar tıkanıklığı sonucu Florida’daki evinde, 69 yaşında hayatını kaybetti. Rock şarkıcısı Bruce Springsteen’in saksofoncusu, E Street Band müzik grubunun üyesi Clemons, son yıllarda dizinden ve sırtından operasyon geçirmişti, önümüzdeki hafta yine ameliyat olacaktı. Bruce Springsteen ise CNN’e yaptığı açıklamada, “üzüntüden yıkıldığını” ifade ederek, “Clarence’ın çok güzel bir hayatı oldu. O benim için çok değerli bir arkadaş, bir ortaktı” dedi. 17 Sana zaman diyorlar... ‘Bak, bu fotoğrafta zaman donmuş. Ama biz bugünden bakıyoruz ona, şimdiki zamanın içinden, geleceğe taşıyoruz onu, fotoğrafın geleceğine. Onun geleceği bizim şimdimiz. Dördüncü boyutu, zamanı unutmadan bakmak gerek yaşama...’ yeri yoktu. Üstelik kimseye boyun eğmişliği, kendi çıkarlarını kovalamak gibi bir kaygısı da olmamıştı. O yüzden rahattı. Cumhuriyet gazetesinden ayrılmak zorunda kaldığı dönemde, en büyük basın patronlarının önüne boş sözleşme koyup “Rakamı siz yazın” dediği, onun da bunu her zamanki nezaketiyle, teşekkür ederek reddettiği bilinirdi. İnsanlar kendi bugünlerinden hareketle geçmişle hesaplaşmaya kalkınca, işin içine kin giriyor, hınç giriyor, husumet giriyor, gerçek saptırılmış bir gerçek haline geliyor, lunapark aynalarındaki gibi… İlhan Selçuk’un aynası düzdü, sadeydi, olduğu gibiydi. Kralın soytarısı da panayır şaklabanı da ona yabancıydı. Sanata da böyle bakardı. “Bir sanatçı tarihe tanıklık etmelidir, ama olaylara yukarıdan bakmayı da bilmelidir” demişti bir gün. Sanatçının toplumsal sorunlara duyarlı olmasını bekler, ama sanatın siyasetler üstü kalması gerektiğine inanırdı. Kendisinin sanat ilgisi ise büyük bir çeşitlilik gösterir, bunun içinde Anadolu’ya ait her renk, her tını, her motif, her söz ayrı bir değer taşırdı. İnce nüktedanlığı içinde Bektaşi fıkralarının ise apayrı bir yeri vardı. Hem sohbetlerine hem yazılarına serpiştirirdi bu fıkraları. Öyle çoktular ki, kimi zaman kendisinin de bu fıkralarda payı olduğunu düşünürdüm. En sevdiği fıkralardan birini ise sık sık anlatırdı: “Bektaşi’nin biri ‘Her şey Allah’tan’, ‘Her şey Allah’tan’ diye mırıldanarak dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri, Bektaşi’ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış. Canı fena halde yanan Bektaşi’nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce: Ne bakıyorsun baba erenler demiş, hani her şey Allah’tandı. Tabii demiş Bektaşi, her şey Allah’tan da, ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.” Bilge Oidipus aşmış kendi zamanını, “kutsal ormanın bekçisi” olmuş, karışmış kayıplara. Geçmişi, bugünü, geleceği ömründe harman etmiş bilge İlhan Selçuk, “Karşıda görünen yayla ne güzel yayla / Bir dem süremedim giderim böyle” demiş, Hacı Bektaş’ı mekân bilmiş, ışıklar içinde azad olmuş sisten, pustan, karanlıktan. Ben ise oturmuşum zaman nehrinin kıyısına, önümden geçen fotoğraflara, kendi geleceklerinde yaşayan donmuş zaman karelerine bakıyorum, kâh gülüyorum, kâh ağlıyorum. [email protected] Yıllar önceydi. Bir gün İlhan Abi’yle Cağaloğlu’ndaki Cumhuriyet binasında sohbet ederken söz ilk eşi Mevhibe Hanım (Lavinya) ve Handan Abla ile olan ilişkisine geldi. “Benim ilişkilerim süreklidir. Hayatıma giren her insan kıymetlidir, dostlarımdır. Kimseyle dargın ayrılmadım” dedi. “Peki, ya araya giren zaman?” diyecek oldum. Her zamanki muzip gülümsemesiyle şimdi hatırlayamadığım bir fotoğraf koydu önüme: “Zaman nedir Ayşe Emel? Haydi, şu fotoğrafa bak da söyle bana” diye sordu. Sonra devam etti: “Bak, bu fotoğrafta zaman donmuş. Ama biz bugünden bakıyoruz ona, şimdiki zamanın içinden, geleceğe taşıyoruz onu, fotoğrafın geleceğine. Onun geleceği bizim şimdimiz. Dördüncü boyutu, zamanı unutmadan bakmak gerek yaşama. İnsanlar için de öyle. Onun için araya giren zamanın niteliği senin onu nasıl yaşadığına, aslında kendini nasıl yaşadığına bağlıdır, görecelidir.” Selva Erdener Avrupa sahnelerinde Kültür Servisi Opera sanatçısı Selva Erdener, Belçikalı besteci Wim Henderickx’in yeniden düzenlediği dünyaca ünlü Medea Operası’na solist olarak seçildi. Doğu gırtlağına sahip ve çeyrek ses kullanabilen bir solist olduğu için tercih edilen Erdener, eserin dünya prömiyerinde ve sonraki temsillerinde sergilediği performansla beğeni topladı. Sanatçı, önümüzdeki yıl 10 temsille Avrupalı seyircinin karşısına çıkacak. Ünlü beyaz elbiseye 5.5 milyon TL Kültür Servisi Marilyn Monroe’nun “The Seven Year Itch” (Yaz Bekârı) filminde giydiği, metronun mazgallarında havalanan ünlü beyaz elbisesi, 2.8 milyon Avro (yaklaşık 5.5 milyon TL) fiyata alıcı buldu. Elbiseyi, ismini açıklamayan bir kişi, müzayedeye telefonla katılarak satın aldı. Marilyn Monroe’nun bu elbisesi, oyuncu Debbie Reynolds’un 40 yıllık koleksiyonunun bir parçasıydı. orda bir pus / Sonrası Gündüz!” “Oidipus Kolonos’ta”yı bilir misiniz? MÖ 5. yüzyılda yaşamış Sofokles’in “Thebai Üçlemesi” diye de anılan üç oyunu (“Antigone”, “Kral Oidipus”, “Oidipus Kolonos’ta”) içinde yazım tarihi olarak sonuncusu, deyim yerindeyse Sofokles’in “son sözü”dür. Başına gelen felaketin ardından ömrünü yollarda tüketmiş Oidipus’un erdiği bilgelik içinde “şimdiki zaman”la hesaplaşmasının, “öteki zaman”a adım atışının hikâyesidir. Oidipus’u bilgeleştiren çektiği çile, yürüdüğü yol ve akışına kendini bıraktığı zamandır. Zamanın, çilenin ve yürünen yolda edinilen tecrübenin getirdiği bilgelik İlhan Selçuk’un da en önemli özelliğiydi. Hem insanı gerçekten dinlemeyi bilir, hem de söylediklerinin zaman içinde bir karşılığı mutlaka ortaya çıkardı. Bir gün, “Gerçek aydın olunmadan sosyalist olunamaz” demişti bana. Tartışmıştık tabii. Fazla elitist bir düşünce değil miydi bu? Sınıf mücadelesi, işçiler, köylüler ne olacaktı peki? Eklemişti sonra: “Kendi haklarını toplumun haklarıyla ortak görmeyen insan sosyalist olamaz.” İlhan Selçuk’un derdi başkaydı, onun anladığı “sosyalizm” ve “sosyalist kimlik” bir iktidar biçiminden Oidipus Kolonos’ta Bıçakla ayrılan zaman Evet, İlhan Selçuk zamanı da, kendini de kendince, inandığı doğrulara göre yaşadı, çok sevdiği deyişle, heykelini yonttu “şimdiki zaman”ın hem içinden, hem dışından. Ve sonra Hacı Bektaş’a, Turhan’ın yanına uğurladık onu, tam 1 sene önce. Bir sene… İlhan Abi’nin sevgili dördüncü boyutu akıp geçti yine. Zaman nehrinin kıyısına oturmuş önümden geçen fotoğrafları topluyor gibi hissediyorum kendimi. Anılar, dondurulmuş zaman anları üşüşüyor belleğime. İlhan Selçuk, Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanındaki bir betimlemeyi çok sevdiğini söylerdi: “Zaman sanki ortasından bir bıçakla ikiye ayrılmıştı...” 21 Haziran 2010 öyle bir tarih oldu: Zaman ortasından bıçakla ikiye ayrıldı. İlhan Abi’nin beni trajediden umuda çağıran sesi çınlıyor birden kulaklarımda ve yaşamöyküsünü neredeyse ezbere bildiği Emily Dickinson’dan bir şiir okuyor: “Burda bir yıldız, orda bir yıldız / Kimileri yitirir yollarını / Burda bir pus, çok bir yaşam biçimiydi. Alçakgönüllü, hoşgörülü, emeğe saygılı, memleketine sevdalı, aydınlanmacı, devrimci bir yaşam biçimi… Sanatla, edebiyatla, müzikle, toplumsal sorunlarla, hem yurt hem dünya meseleleriyle iç içe bir kimlik… Onun sosyalizm anlayışında, insan ve insana dair her şey çok öndeydi. Hangi görüşten olunursa olunsun “ahde vefa” gibi, “bir kahvenin hatırı” gibi, sonradan yollar ayrılsa bile paylaşılmış anıların değerini bilmek gibi, bugünün reel politika batağında hiç yeri olmayan değerlerin en azından kadrinin bilindiği bir kuşağın en birikimli temsilcilerindendi İlhan Selçuk. Kuşakları bağlamak Bu özelliğini bilgeliğiyle birleştirince, fikir ve basın hayatında kuşakları birbirine bağlamak gibi önemli bir işlevi de yerine getirmişti. Cumhuriyet gazetesinin Türk basın hayatında adeta bir okul olmasında onun bu konumunun belirleyici bir etkisi olmuştu, kim ne derse desin, kızsın veya kızmasın... Kimler gelip geçmişti o binadan… Fikir, insanlığın önüne hiç geçmemişti ama. 12 Eylül darbesinde mağdur olan gazeteciler için de kriz dönemlerinde işten çıkarılan gazeteciler için de hep liman oldu Cumhuriyet. İlhan Selçuk kin tutmazdı, onun aydın kimliği algısında bunun STANBUL MÜZ K FEST VAL ’NDE BUGÜN ‘Seyahat Günceleri’ Kültür Servisi Süreyya Operası, 6. Leyla Gencer Şan Yarışması’ndaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken genç yıldız Anna Lapkovskaja’yı ağırlıyor. Berrin Erengül’ün sponsorluğunda bu akşam saat 20.00’de Süreyya Operası’nda gerçekleştirilecek “Seyahat Günceleri” başlıklı konserde, genç yıldıza piyanist Tamas Kery eşlik edecek. Nürnberg ve Berlin Unter den Linden ulusal operalarından davetler alan, geçen aylarda BİFO eşliğinde Verdi Requiem’deki göz alıcı performansıyla İstanbullu izleyicileri kendine hayran bırakan Anna Lapkovskaja, Rusya’dan İspanya’ya uzanan bir repertuvarla festivale ilk kez konuk oluyor. Anna Lapkovskaja Ölümün soğuğundan şiirin sıcağına Cemal Süreya’nın ‘kırın tek şairi’ dediği Cahit Külebi’yi 14 yıl önce bugün yitirmiştik GONCA ÖZMEN Tamas Kery 1917 yılında, Tokat’ın Zile ilçesine bağlı Çeltek köyünde doğan Cahit Külebi, 20 Haziran 1997’de Ankara’da öldü. Köy kökenli olması nedeniyle yakından tanıyıp özümsediği, “dul bir kadın kadar Karacaoğla sıcak” bulduğu kırsal yaşamı, n seslenecek ’a “bacanak” diye Anadolu halkının duyarlığını, sokadar cand runlarını ve acılarını gerçekçi söyleyişi o an bir la bir çizgide, özgün konuizlek her okuyu n Külebi’nin şiirlerin şum i ve benzetmelere dayalı olarak işsevgisinde uzda, doğa ve insa ledi. ki coşkusu n , lirizm İstanbul’a kamyonlarla taalay, kimi zaman da i, ince şınan kavunların kokusunu, karşılar biz hüzün dağ çeşmelerinin, mavi rüzi. gârların ve “Sivas Yollarında” geceleri giden kağnıların sesini duyurdu; köylerin, kasabaların “Hikâye”sini anlattı. Halk şiirinin durmaz; şiirin dokusunda erir. söylemsel özellikleri, sesi ve mo Şiiri, “dil çalgısında yorumlanan tiflerinden, konuşma dilinin ola bir musiki” olarak görür Külebi. naklarından yararlanarak modern bir Onu, “kırın tek şairi” sayan Cemal şiir yarattı. O, şiirlerinde kendinden Süreya, “Cahit Külebi’de temel söz ederken bile, uzak çağrışımlar öğe müziktir. En olağan durumdan yararlanarak lirizmine toplum da en inanılmaz müziği uygulayan sal bir boyut kazandırmayı başardı. bir tutumu vardır” der. Karacaoğlan’a “bacanak” diye Külebi, duyarlı, içten, yapmacıkseslenecek kadar candan bir söylesız ve etkileyici söyleyişiyle; oldukça yalın dili ve özlü anlatımıyla şiiri yişi olan Külebi’nin şiirlerini her mize yeni bir ses, müzik ve renk ge okuyuşumuzda, onun doğa ve insan tirmiştir. “Şiir Yöntemim” adlı sevgisindeki coşkusu, lirizmi, sıkça şiirinde, kendi şiirini şöyle anlatır: başvurduğu ince alay ve kimi zaman “Saçılır kır çiçekleri / Ağzımı aç da derinden duyumsattığı hüzün tığım zaman. /…/ En çok yur karşılar bizi. Bu nedenle olsa gerek, dumdan söz ettim / Doğayla in Orhan Veli, “Külebi’nin şiirlerisanla içli dışlı /…/ İlk ustam oldu ni okumaya doyamıyorum” derbenim halk /…/ Köylü diliyle tür ken Cemal Süreya onun şiirlerini bitiriş ustalığına dikkati çeker: “Hiçkü çağırdım.” Yer yer romantizme, kimi za bir şair bir şiiri bitirmeyi Cahit man anılarına uzanan bir duyarlık Külebi gibi bilemez.” Nâzım dışında, Türk şiirinin dıla deyiş ve deyimlere yeni bağlamlarda yeni anlamlar yüklediği, az şarıda pek tanınmadığından söz sözcük kullanarak zengin çağrı eden İlhan Berk ise bir söyleşisinşımlar yarattığı şiirlerinde, kullandığı de Dağlarca, Anday, Külebi gibi kimi yerel sözcükler bile yabansı şairlerin yapıtlarının Neruda, Rit sos, Seferis, René Char, Paz, Paul Celan, Georg Trakl gibi şairlerinkilerin yanına rahatça konabileceğini belirtir. Külebi, ne yaşadığı dönemde şiirimizde ortaya çıkan yönsemelerden, değişim ve dönüşümlerden de Batı şiirinden de pek etkilenmemiş, şiirinin ana çizgisini, sesini ve kendine özgü havasını korumuştur. Anadolu ve halk için duygusal güzellemeler, övgüler düzmediği gibi, yapay acı ve politik başkaldırı şiirleri de yazmamış; yaşanandan, somut gerçekliklerden söz etmiştir. “Kalıcı değiliz şu dünyada,” diyen ve “şairler gençken ölse daha iyi” dizesini yazan Külebi, son söyleşilerinden birinde, Enver Ercan’a, yazın dünyasının kendisine ve şiirine gerekli ilgiyi göstermemesi nedeniyle kırgınlığını dile getirmiş; “Altmış dokuz yaşındayım, sağlığımda bana gösterdiği tavır belli olan yazın çevremizin ölümümden sonra da ilgi göstereceklerini sanmıyorum” demiştir. O, artık aramızda değil, ama şiirleri yanı başımızda. Bu bağlamda Cahit Külebi’yi yanıltmak, şiirlerini bir kez daha okumak için haziran iyi bir ay bence. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle