17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 HAZ RAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 5 milyona ulaşan işsiz sayısıyla Türkiye, 224 ülkeden 108’inin nüfusunu geride bıraktı Ülkeler dolusu işsiz Üniversiteli işsiz üçe katlandı: D SKAR’ın araştırmasına göre Türkiye’de işsiz sayısı 20032010 arasında, 19932000’e göre iki kat, üniversiteli işsiz sayısıysa üç kat arttı. Güncel işsizlik oranı da yüzde 17.68’e çıktı. Ana sorun işsizlik ve terör: Türkiye KamuSen’in yaptığı CHP Uçağı Neden Havalanamadı; Nasıl Havalanır? Seçimlerde CHP’nin aldığı sonuç başarı göstergesi sayılamaz. Bu durumda geleceğe umutla bakılabilmesi için başarısızlığın gerçek nedenlerinin irdelenmesi ve çözüm yollarının bulunması gerekiyor. Alınan sonuç konusunda pek çok neden sıralanabilirse de sorunun asıl kaynağı, CHP yönetimi ile üye ve örgütlerinin buluşmaması; bu ikisi arasındaki uyumsuzluktur. Bunun ana nedeni de CHP’nin iç işleyişi, yani tüzüğü bakımından AKP’ye benzetilmesidir. Gerçekte, CHP’nin giderek AKP’lileştirilmesi yeni bir olgu değil. Biliyor musunuz? Bugün yürürlükte olan CHP Tüzüğü, AKP Tüzüğü’nün neredeyse aynısıdır ve Aralık 2008’de onaylanmış; ancak, 12 Eylül 2010 halkoylamasından sonra yargı kararıyla uygulamaya konulmuştur. Şimdiki CHP üst yönetimi CHP’nin tüzüksel olarak iyice AKP’lileştirilmesine iki katkı yaptı. Birincisi, milletvekili adaylarının önemli bir bölümü, CHP ile hiçbir ilgisi olmayan sağcı ve cemaatçiler arasından seçildi. İkincisi, aday saptama süreci örgütlerle birlikte yürütülmedi. Örgütlerin önseçim yapılsın yönündeki istekleri hiçe sayıldı. Milletvekilliklerinin yalnızca yüzde 20’si gibi bir bölümünü kapsayan ve küçük illerde önseçime gidildi. Kısa bir inceleme kanıtlar ki önseçim yapılan yerlerde göreli olarak daha başarılı sonuçlar alındı. Oysa, CHP’yi AKP’den ayıracak temel farklılıklardan biri aday saptanmasında tüm üyelerin ya da en azından örgütlerin söz sahibi yapılması olmalıydı. Ayakla oynanan taş oyununda, ilk kareden başlamak diye bir kavram vardır. Önce partide demokrasisonra ülkede demokrasi diyerek ta 2004’te birlikte yola çıktığımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun, son kurultayda verdiği söze uygun olarak yapması gereken, demokratik tüzük için hızla kolları sıvamaktır. Parti içi demokratikleşmeyi gerçekleştirecek tüzük değişikliğinin ana ilkeleri çok açıktır. Özetle, demokratik bir CHP Tüzüğü, öncelikle parti üyeliğinin güçlendirilmesini ilke edinmelidir. Üye yapısı, her sandık çevresinin ekonomik ve toplumsal durumunu yansıtmalı; üst yönetim eliyle üyelik sınırlandırılmalıdır. Üyelerin parti içi eğitimi ve parti çalışmalarına etkin katılımı sağlanmalıdır. Örgüt içi seçimler çok önemlidir; bunların sağlıklı yapılması için gerekli düzenlemeler ve yaptırımlar tüzükte yer almalıdır. CHP’de her düzeydeki örgüt içi seçimlerinde, blok liste yerine bileşik oy pusulası ve çarşaf liste uygulaması ilke edinilmelidir. Aday olma hakkına sınırlama getirilmemeli; özellikle genel başkanlık seçimlerinde yaşanan yüzde 20 delege imzası gereği gibi partiyi içinden bölen ve seçimleri anlamsız kılan yıkıcı uygulamadan vazgeçilmelidir. Seçimle işbaşına gelen örgütler yine ilke olarak seçimle gider kuralı uygulanmalı; örgütlerin başarılı olup olmadığının saptanması önceden nesnel ölçülere bağlanmalıdır. Milletvekilliği için yüzde 5’lik ya da kadın adaylar için sınırlı bir kontenjan uygulaması dışında, her tür seçim için aday saptanmasında, kural olarak üyelerin tamamının katılımıyla önseçim yapmalıdır. Seçim sonuçlarından ders alınıp, örgüt yapılanmasında AKP’li kalarak “yeni CHP” oluşturulamayacağı gerçeği kavranırsa, asıl bu, CHP’nin (ve ülkenin siyasal) geleceği açısından çok önemli bir kazanım olacaktır! CHP’de değişimin yönü ileriye, ilericiliğe doğru olmalı; Cumhuriyetin kuruluş değerleriyle çağdaş sol değer ve ilkelerin birliğinin sahiplenilmesine dayanmalıdır. Bunu gerçekleştirecek olan da CHP’lilerdir. Yeniden, birinci kareden, yani demokratik tüzükten işe başlamak ve bunu, hiç savsaklamadan, hemen yapmak; parti içi sorunları demokratik yoldan aştıktan sonra ülke siyasetinde etkili olmak gerekiyor! ankette, Türkiye’nin en önemli sorununun işsizlik ve terör olduğu ortaya çıktı. Sendika, yeni kurulacak hükümetin, toplumun önceliklerini dikkate alması gerektiğini vurguladı. Ekonomi Servisi Türkiye’nin işsiz sayısı dünya ülkelerinin yarısının nüfusundan fazla. Aralarında Norveç, İrlanda, Ermenistan ve Arnavutluk gibi ülkelerin de bulunduğu 108 dünya ülkesinin nüfusu, Türkiye’nin işsiz nüfusu olan 5 milyonun altında. Nüfusu Türkiye’nin işsiz nüfusunun altında olan ülkeler, tüm dünya ülkelerinin yüzde 48’ini oluşturuyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSKAR) hazırladığı Mart 2011 İstihdam Raporu’nda, işsiz sayısının 20032010 arasında, 19932000’ye göre iki kat, üniversiteli işsiz sayısının üç kat arttığı belirtildi. Başta umutsuzluk olmak üzere çeşitli nedenlerle son üç aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve işe başlamaya hazır olan umudu kesik işsizlerin de hesaba katıldığı, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 17.68 oldu. Bir saat bile çalışsa işsiz sayılmayan, yetersiz ve eksik zamanlı istihdam edilen gizli işsizler ilave edildiğinde bu oran yüzde 22 düzeylerine ulaştı. İşsiz sayısı resmi olarak 2 milyon 816 bin olarak açıklanmışken, rapora göre umutsuz işsizlerle 5 milyon, gizli işsizlerle 6 milyon 131 bin düzeyinde işsiz sayısına ulaşıldı. İşsiz sayısı Mart 2008 dönemi ile karşılaştırıldığında 284 bin, umudu kesik işsizler dahil edildiğinde 634 bin kişi artmış oldu. Yeni hükümet üstüne düşeni yapmalı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye KamuSen tarafından gerçekleştirilen ankete göre, Türkiye’de yurttaşların yüzde 72’sinin öncelikli sorununun işsizlik veya terör olduğu ortaya çıktı. KamuSen Araştırma Geliştirme Merkezi, Türkiye genelinde 1385 kişiye anket yaparak “Türkiye’nin öncelikli sorununu” sordu. Ankete katılanların 517’si Türkiye’nin en önemli sorununu “işsizlik” olarak görürken bunu 470 kişiyle “terör” izledi. Buna göre, işsizliği sorun olarak görenlerin oranı yüzde 37.3, terörü sorun olarak görenlerin oranı ise yüzde 34 olarak hesaplandı. Türkiye’nin en önemli üçüncü sorunu yüzde 9.6’lık oranla “siyasi çekişmeler ve kavgalar” oldu. KamuSen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Türkiye’nin en önemli sorununun işsizlik ve terör olduğunu, yeni hükümetin önceliklerini, bu gerçeği göz ardı etmeden belirlemesi gerektiğini kaydetti. Koncuk, “Milletimizin talepleri ortadayken bu sorunları görmezden gelerek başka konulara odaklanması toplumdan kopmak anlamını taşır” dedi. Daha fazla sömürü Raporun sonuç kısmında, Türkiye’nin işsizlik sorununu son 8 yıldır ağır bir biçimde yaşadığı vurgulanarak işsizlikle mücadelenin, işsizlik rakamlarıyla mücadeleye dönüştüğüne, çözüm önerilerinin işveren çevrelerinin beklentilerine göre şekillendirildiğine işaret edildi. Raporda şu görüşlere yer verildi: “Yaşadığımız süreçte, işsizlik emeğin kazanılmış haklarına saldırının bir aracı haline getirildi. İşin yoğunlaştırılmasını ve daha az kişi ile daha çok iş üretilmesini, yani sömürüyü arttırmayı hedefleyen esneklik uygulamaları, kuralsız çalışmanın yaygınlaştırılması, işsizliğin çözümü olarak topluma dayatılıyor. İşsizliği, sömürüyü arttırmak için kendine bir fırsat olarak gören sermaye kesimlerinin ideolojik saldırılarına Türkiye teslim olmasın.” Papandreu güvenoyu istedi Ekonomi Servisi Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, hükümetin, ülkenin mali krizden çıkmasına yönelik köklü değişiklikler yapmaya hazırlandığını belirterek, oluşturulan yeni kabineye güvenoyu istedi. Papandreu, ülkenin mali krizden kurtulması için, borçların ve bütçe açığının milli bir konu olduğunun herkes tarafından kabul edilmesi gerektiğini belirterek “Önce kendi evimizin önünü temizlemeliyiz” dedi. Yunanistan’ın 2012’de kredi alamaması riskinin önceden tahmin edilemeyen bir sorun olarak ortaya çıktığını savunan Papandreu, “Bu da, kafamızı kuma gömerek değil, yüz yüze gelerek başa çıkmamız gereken bir sorundur” diye konuştu. Papandreu, hükümetin, ülkenin mali krizden çıkmasına yönelik aralarında anayasa değişikliği olmak üzere bir dizi büyük değişiklikler yapmayı planladığını belirterek, yeni kabinenin önceliklerini şöyle sıraladı: Kamu kuruluşlarında değişiklikler. En alt düzeyde bir yaşam düzeyini güvence altına alacak sonuç verici sosyal bir devlet oluşturulması. Bu arada Yunan medyası Yunanistan’da, mali krizle mücadele çerçevesinde hazırlanan orta vadeli bütçe planını parlamentoda onaylatmakta sıkıntı yaşayan Papandreu’nun, liderler arasında uzlaşma sağlanamaması üzerine istifa etmeye karar verdiği, ancak kardeşi Niko ile üst düzey bazı parti yetkililerinin müdahalesi üzerine son anda vazgeçtiğini yazdı. Derin bir ekonomik, siyasi, hatta toplumsal kriz... Genel grev, başkent Atina’da büyük gösteriler… BBC’ye göre, “devlet, devlet olma işlevlerini kaybetmeye başladı”; Financial Times’daki bir yoruma göre “hükümet sokakların kontrolünü kaybediyor”. The Economist kurtarma paketlerinin işe yaramadığına dikkat çekiyor. Kathimerini baş yazısında “Yunanistan tarihinin hiçbir aşamasında, liderlikten bu kadar yoksun kalmamıştı” diyor. Karşımızda yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin isyan halinde olduğu bir ülke var. Yunanistan, bir uçurumun iki yakasını birleştiren dar köprünün üzerinde kafa kafaya gelen iki keçinin durumunu anımsatıyor. Bir tarafta Avrupa Birliği merkezinin (Almanya, Fransa, AB Merkez Bankası) ve uluslararası mali sermayenin (IMF, Almanya, Fransa vb. ülkelerin bankaları), alacaklarını tahsil etmeye yönelik neoliberal kemer sıkma ve özelleştirmelerle yoluyla mülksüzleştirme, işsizleştirme, yoksullaştırma politikaları, halkı susturma programı var. Yunan “oligarşisi” de bu programı destekliyor. Bunların karşısında, bankalar kurtarılacak diye, işini, aşını toplumsal haklarını ve refahını kaybetmek istemeyen halkın isyanı var. Bu çatışma giderek evrensel bir boyut kazanıyor: “Köprünün üzerinden uçuruma kim düşecek?” sorusunun cevabı kapitalizmin yapısal krizinin gideceği yönü gösterecek... Geçen yıl Yunanistan’ın borçlarının gerçek çapı ortaya çıkınca, Avro projesinin geleceğini tehdit eden bir mali kriz patlak verdi. İrlanda’dan sonra Yunanistan’ı da etkileyen kriz, C MY B C MY B Son durumun kısa bir özeti AB’de, merkez ülkelerin, üretim/sermaye fazlalarını, ihracat ve krediler (borçlandırma) yoluyla çevre ülkelere göndermelerine olanak veren, bu (emperyalist) merkezperiferi modelinin iflas ettiğini gösteriyordu. Borç köpüğü patlayınca, Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerden alacaklı durumda olan Alman ve Fransız bankalarının kurtarılması gerekti. Bu nedenlerle AB merkez ülkeleri (öncelikle Almanya ve Fransa) ve Avrupa Merkez Bankası, IMF’nin de katılımıyla, 80 milyarı AB üyelerinden, 30 milyarı IMF’den gelecek, 110 milyar Avro’luk bir kurtarma paketi hazırladılar. Bu pakete karşılık Yunanistan hükümeti acımasız bir kemer sıkma politikası yoluyla, borçlarını ödeyecek konuma gelmeye çalışacaktı. Bu paket halkın kararlı bir muhalefetiyle karşılaştı. Bu hafta The Economist’in işaret ettiği gibi, İrlanda’nın ikinci kez kurtarılması gündeme gelince, krizin aşılabileceğine ilişkin güven de kaybolmuştu. İrlanda daha önce, Yunanistan’a sunulanlara benzer koşulları içeren bir paketle kurtarılmıştı. Ancak borçlarını ödeyecek konuma gelmek bir yana, koşulları daha da ağırlaşmıştı. Şimdi Portekiz’in borç ödeme ve borçlanma sorunlarıyla karşılaşması, bir III. kurtarma paketinin daha gündeme geldiğini gösteriyordu. Tüm bunlara ek olarak Dominique Strauss Kahn skandalıyla IMF bir başkanlık krizine yuvarlanmış, Alman Maliye Bakanı’yla Avrupa Merkez Bankası Başkanı arasında çıkan tartışma zirvedeki çatlağı gözler önüne sermişti. Almanya, bundan sonra Köprüde ki Keçi… kurtarma paketlerinde, alacaklı bankaların da sorumluk üstlenmesini, kimi kayıplara katlanması gerektiğini savunurken Fransa buna karşı çıkıyordu. Böylece, AB merkezi sorunlarını aşamazken Yunanistan adım adım iflas, hatta Avro’dan çıkma noktasına yaklaşıyordu... Yunanistan’ın iflası halinde piyasaların tepkisi, Portekiz hatta İspanya’yı dahi bu noktaya itebilir, mali piyasalardaki spekülasyon humması ve panik, dünya mali sistemini yeniden bir çöküş olasılığı ile karşı karşıya bırakabilirdi. Cuma günü, yapılan MerkelSarkozy zirvesinde, Sarkozy’nin geri adım atarak özel mali kuruluşların eğer isterlerse kurtarma paketlerine katılabileceklerini kabul etmesi (zararların bir kısmını gönüllü olarak üstlenme seçeneği), piyasalarda, “tepedeki sorunlar aşılıyor” algısı yaratarak haftanın pozitif bir tonla kapanmasına olanak verdi. Mali kriz başladıktan sonra Avrupa’da İrlanda ve Yunanistan’a yönelik devreye giren kurtarma paketleri, bankaları desteklemeye, kurtarılan ülkenin kemer sıkarak borçlarını ödemeye yönlendirilmesine dayanıyordu. Böylece, neoliberal paradigma iki kez iflas ediyordu. ‘Paradigma’nın iflası Birincisi, devlet, piyasaların serbestçe işleyerek fazlayı temizlemesini önleyecek tedbirleri aldı; piyasa kurallarına göre batması gerekenleri kurtardı. İkincisi, İrlanda ve Yunanistan’a mali sermayenin gereksinimlerine uygun olarak neoliberal kemer sıkma politikaları dayatıldı. Ancak, bu ülkelerin borç yükü daha da arttı, borç ödeyecek kaynakları üretebilecek bir büyüme başlamadı, aksine ekonomik daralma ağırlaşarak devam etti. Yunanistan iflas noktasından geri döndürülemedi, bu kısırdöngünün, Portekiz ve İspanya’ya sıçrama olasılığı gündemden çıkarılamadı. Mali sermayenin, çıkarlarını sonuna kadar, toplumsal sonuçlarına aldırmadan izleme, yarattığı krizin maliyetini tümüyle devletin ve ekonominin üzerine yıkma manevraları ekonomik yaşamı felç etmeye, kapitalizmin sorgulanmasını gündeme getirmeye başladı. Şimdi Yunanistan’da, köprünün üzerinde kafa kafaya gelenlere dönersek. Bir tarafta mali sermaye, IMF, Yunan hükümeti eliyle daha faza kemer sıkma (ücretlerde, emeklilik fonlarında kesinti, kamu da geniş çaplı işten çıkarmalar vb.), imara uygun değerli toprakların satılmasına kadar uzanan özelleştirme politikalarında ısrar ediyor. Buna karşılık halk da direnmekte ısrarlı ve kızgın. Halk, dünyanın en büyük bono fonu yöneticisi PIMCO’nun CEO’su El Erian’ın da Financial Times’daki yorumunda vurguladığı gibi, “bir yarar sağlayacağını ilişkin hiçbir kanıt olmadan daha fazla fedakârlığa katlanma istemiyor”. Halk yalnızca muhafazakâr ve sosyalist partiyi kızgın değil; sendikaları, komünist partisini, diğer sol örgütleri de suçluyor, bu örgütlerin pankart, slogan ve bayraklarıyla, meydanlara mitinglere girmesini istemiyor. Onlara, “bu protestolara birey olarak katılacaksınız” diyor. Halbuki meydandakiler birey olarak davranmıyorlar, “özyönetim komiteleri” kuruyor, tartışma grupları oluşturuyor, kolektif bir yaşam yaratıyorlar. Yunanistan’da geleneksel olarak “oldukça” büyük bir komünist partisi var; kendi eylemlerini yapıyor, bayraklarını açıyor ama, bu “devrimci krizde”, birleştirici bir programla, güven verici bir platformla çekim merkezi oluşturarak toplumsal muhalefete önderlik edemiyor. Rusya’da 1905’te Sovyet (halk meclisi) ilk kez ortaya çıkmaya başladığında komünistler önce bu yeni yapılara, mücadele araçlarına kuşkuyla yaklaşmış, sonra durumu kavrayarak bu “özyönetim” organlarına uyum sağlamayı başarmışlardı. Yunanistan ve İspanya’da da benzer bir süreç yaşanıyor. Komünistler, anarşistler, meydanlarda kendiliğinden oluşan “özyönetim komitelerine” ve tartışma ortamlarına, “bireyler” olarak geliyor, katkılarını herkes gibi yaparak düşüncelerinin geçerliliğini yeniden kanıtlamak durumunda kalıyorlar. Böylece, onlar uzun yıllar sonra yeniden “tarihin maddesiyle” doğrudan ilişkiye geçmeye ve ondan öğrenmeye, bu arada meydandakilerin siyasi bilincini işçi sınıfından yana ve ırkçılığa karşı yükseltmeye başlıyorlar. Yeniden köprü metaforuna dönersek eğer bu “keçi” direnir, ayakta kalmanın yeni yollarını (söylemlerini ve örgütlenme biçimlerini) üretebilirse, diğer “keçi”nin köprüden düşme olasılığı da yeniden tarihin gündemine girebilir... Bankalar hız kesecek Ekonomi Servisi A Bank Genel Müdürü Hamit Aydoğan, bu yıl, bankacılık sektöründe istihdamın hızlı artmayacağını belirterek bankaların alacağı sayının sınırlı kalacağını, geçmişe göre şubeleşmenin biraz daha yavaşladığını söyledi. Aydoğan, AA’ya yaptığı açıklamada, bankacılık sektörünün bu yıl büyümesini sürdüreceğini, özellikle kredilerdeki büyüme beklentisinin yüzde 25 civarında olacağını aktardı. Büyüme sürse de sektörün istihdamdaki eski hızının görülmeyeceğini dile getiren Aydoğan, “İstihdam hızlı artmayacak. Bankaların alacağı sayı sınırlı kalacak. Geçmişe göre şubeleşme biraz daha yavaşladı. Yılda 5060 şube açan büyük bankalar şimdi bu oranı düşürdü” dedi. Aydoğan, yeni açacakları şubelerde müdür ve yardımcılarıyla birlikte toplam 110 kişi istihdam edeceklerini aktardı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle