23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 6 MAYIS 2011 CUMA kultur@cumhuriyet.com.tr 18 KÜLTÜR Türkiye’nin siyasal yüzleşmesi MELTEM YILMAZ ‘Büyük Yüzleşme: Ulucanlar Cezaevi’ adlı belgesel filmin galası, bugün saat 19.00’da, Ankara’daki Anadolu Gösteri Merkezi’nde TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nce hazırlanan, “Büyük Yüzleşme: Ulucanlar Cezaevi” adlı belgesel filmin galası, bugün saat 19.00’da, Ankara’daki Anadolu Gösteri Merkezi’nde yapılıyor. Ulucanlar Cezaevi’nin Cumhuriyet tarihindeki yeri ve kapatıldığı 2006’dan bu yana geçirdiği dönüşümü anlatan belgesel, Ulucanlar’ın toplumsal bellekte yer alan siyasal anlamına sahip çıkmayı amaçlıyor. Türkiye siyaset tarihinde önemli bir yere sahip olan, 1925’te cezaevi olarak kullanılmaya başlanan Ulucanlar; 68’in devrimci önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yanı sıra Necdet Adalı’nın, Erdal Eren’in aralarında bulunduğu, akıl almaz idamlara sahne oldu. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Bülent Ecevit, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Cüneyt Arcayürek, Metin Toker, Fakir Baykurt, Yılmaz Güney, Leyla Zana gibi çok sayıda tutuklu ve mahkuma “ev sa Varoluş bunalımındaki oyuncu ASLI SELÇUK “Somewhere’in senaryosunu kızımın doğumundan sonra yazdım. Anneliğin bende bıraktığı etkiyi anlatmak, bunu da çevresi kadınlarla dolu, kızı ergenliğe adım atan bir erkeğin gözünden yansıtmak istedim” diyor ünlü sinemacı Francis Ford Coppola’nın yönetmen kızı Sofia Coppola. Sofia’nın dördüncü uzun metrajı “Somewhere” (Bir Yerde/2010) yaşamının dönüm noktasındaki bir oyuncunun on bir yaşındaki kızıyla olan karmaşık ilişkisini irdeliyor. 2010 Venedik Film Festivali Altın Aslan ödüllü yapımda yönetmen iletisine sezgisellikle yaklaşıyor, filminin kendisini anlatmasını yeğliyor. Helmut Newton’ın fotoğraflarından, Los Angeles’ı konu alan kült filmler “Shampoo”, “American Gigolo”dan, babakız ilişkisini işleyen “Paper Moon”dan esinlenerek estetik referanslarını kuran Sofia bildiği konuları yeğlediğini söylüyor: “Ayrıcalıklı insanların sıradan insanlardan farklı olmadıklarını düşünüyorum. Coşkularının, duygularının, deneyimlerinin ötekilerden daha değersiz olduğunu da sanmıyorum.” Yeni bir filme hazırlanan Johnny Marco (Stephen Dorff) Los Angeles’taki efsanevi otel Chateau Marmont’a yerleşir. Bu lüks otel ünlerini gittikçe yitiren bunalımdaki yıldızların sığındığı, alkole, uyuşturucuya, sekse boğuldukları altın kaplı bir tutukevidir. Burada adeta çocuklaşan starlar yalnızlıklarını kucak danslarıyla gidermeye çabalarlar. İkiz sarışınların inişe geçmiş yıl dızın libidosunu uyandırmak için yaptıkları dans sahneleri alabildiğine gerçeküstü. Bir sabah Johnny’nin kızı Cleo (Elle Faning) çıkagelir, Cleo’nun ışıltılı varlığı Johnny’nin yaşamını sorgulamasına neden olur. Johnny’nin karakteri ince ayrıntılar taşıyan diyaloglarda belirir. Sonbaharını yaşayan Johnny Marco örneğinde olduğu gibi doksanların parlak yıldızı Stephen Dorff için Somewhere sanki bir diriliş fil mi: “Sofia’nın bana bir armağanıydı, tam zamanında geldi. Birçok oyuncu gibi ben de bir süre otellerde yaşadım. ‘Blade’den sonra bana hep kötü adam rolleri önerildi” diyen Dorff, çocuğu olmadığı için baba rolünde biraz zorlandığını, kız kardeşleriyle olan ilişkisinden yararlandığını açıklıyor: “Somewhere’le özgüvenimi yeniden kazandım, üretime geçtim, ışığı buldum. Başarılı bir oyuncu her zaman iyidir, salt bir zaman için iyi değildir.” Johnny ve kızı Cleo’nun yanı sıra filmin üçüncü karakteri Hollywood’un efsanevi oteli Chateau Marmont. 1929’dan beri kuşaktan kuşağa sayısız oyuncuyu barındıran bu otelde Charles Chaplin, Errol Flynn, Judy Garland, Humphrey Bogart gibi yıldızlar çılgın geceler geçirmişler. “Ertesi günü yalanlayacağınız bir kaçamak için Chateau Marmont’a gidin” tümcesiyle tanınan otelde Jean Harlow kocasını Clark Gable’la aldatmış, Natalie Wood’la Nicholas Ray tutkulu bir gece geçirmişler; Vivien Leigh, Laurence Olivier’yi burada baştan çıkarmış, milyarder Howard Hughes genç kızlarla senelerce bu otelde takılmış, James Dean, “Rebel Without a Cause”un oyuncu seçimlerine burada katılmış, John Belushi uyuşturucu krizine girmiş, ünlü yazar Scott Fitzgerald kalp krizi geçirmiş, Helmut Newton otelin duvarına arabasıyla çarparak yaşamını yitirmiş. Chaplin’den Robert Pattison’a, Marilyn Monroe’dan Marlon Brando’ya, Robert De Niro’dan Johnny Depp, Leonardo Di Caprio’ya dek Hollywood’un değişik kuşak oyuncuları otelde konaklamış. “Somewhere” için babasının “Rusty James”te kullandığı dönem objektiflerini seçen Sofia Coppola, “Oyuncularımın yorumlarına yaslandım, çünkü yalnızlığı ve yalıtılmışlığı yansıtabilmek çok güçtür. Doğaçlama da yaptık. Somewhere bence bir sürgün filmi. Kızım doğduktan sonra Paris’e yerleşince ezbere her taşını bildiğim Los Angeles bana egzotik gelmeye başladı. Ülke özlemiyle bu filmi çektim. Günümüz Amerikan pop kültürünü böylece anıyorum” diyen Sofia Coppola’nın Somewhere’i 20 Mayıs’ta gösterimde. Otoyol gişesinden hayat Antalya Film Festivali’nde en iyi ilk film, erkek oyuncu ve kameraman ödüllerini kazanmış “Gişe Memuru” gösterimde ugün gösterime giren (4’ü yerli: “Devrimden Sonra”, “Küçük Günahlar”, “Ağır Abi”, “Gişe Memuru”; 5’i yabancı: “Copacabana”, “Kıyamet Gecesi”, “Suçlu Kim?”, “Senna” ve “Kırmızı Başlıklı Kız”) 9 yeni film arasından tercih ettiğimiz “Gişe Memuru”ndan memnun çıktık, seyrettiğimiz çoğu ‘ilk film’in tersine. Şiiredebiyattan yetişen, hukuktan mezun ve kısa film yönetmenliğinden gelen, 1981 doğumlu Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği, Dostoyevski’vari bir babaoğul çatışmasını, yalnızlığı ve yabancılaşmayı eksen alan, gerçeklikle fantastiğin yer yer iç içe geçtiği bu ilk film, nemrut bir baba baskısı altında, anne sevgisinden yoksun büyümüş, her gün evden servise, servisten çalıştığı otoyol gişesine gidip gelerek monoton ve bomboş bir hayata talim eden, hasta, yaşlı babasıyla (Zafer Diper) sorunlu, kendi kendine konuşan, hayalperest, rahatsız, asosyal ve yolu çoktan yarılamış, 35’lik gişe memuru Kenan’ın (Serkan Ercan) dokunaklı hikâ B Fotoğraf: UĞUR DEM R len, “Bugün enan Beysü i aynı ölçüde, usuf K Yönetmen Y r ve solcular, sank mcıla nı potada rkiye’de sla e mağdurmuş gibi, ay e getirmek Tü il aynı biçimd or. Buna itirazımızı d ” diyor. ıy erdik alışıl eritilmeye ç eseli çekmeye karar v için bu belg Alp Buğdaycı’nın yaptığı belgesel için Beysülen şunları söylüyor: “İdam, tüm kuralları devlet tarafından belirlenmiş, sistemli bir cinayet. Ulucanlar, bilindiği kadarıyla 17 kişinin idam edildiği bir yer. Biz de bu belgeselde, İttihat Terakki’nin önemli hipliği” yaptı. 29 Eylül simalarından Cavit Bey’le baş1999’da başlatılan “Ulucanlar Celayıp, Fethi Gürcan, Deniz Gezzaevi operasyonu” sırasında ise cemiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, zaevinde 10 kişi öldü, 100’e yakın Necdet Adalı’nın idam hikâyelekişi de yaralandı. rini, tanıkların söyleşileri eşliBelgeselin yönetmeni Yusuf Keğinde anlattık.” nan Beysülen söze,“Ulucanlar CeEkip, çekimleri Ulucanlar Ce(Soldan sağa) Tezcan Karakuş Candan, Ali Hakkan, zaevi, Türkiye’nin görünmeyen, zaevi’nde yapmak için izin alaHazeli Akyol, Yusuf Kenan Beysülen. arka plandaki yüzü; Türkiye’deki mamış, bu nedenle çekimleri Simuhalefetin unutulduğu, unuttunop’ta yapmak zorunda kalmış. rulduğu bir kuyu” diye başlıyor; ye çalışılıyor. Buna itirazımızı dile getirBeysülen, aynı zamanda Ulucanlar Cezakendisini belgeseli çekmeye iten temel nemek için Ulucanlar’ın belgeselini çekmeye evi’nde yatan bir isim, bu nedenle oradaki deni ise şöyle açıklıyor: karar verdik.” acıları içselleştirdiğini söylüyor, izleyiciyi “Bugün Türkiye’de bir şeyler eşitlen“İdam” olgusu belgeselin temel motifi; şaşırtacak öykülerin de bulunduğunu anlatameye çalışılıyor: İslamcılar ve solcular, film, Ulucanlar’da gerçekleşen idamların hi rak devam ediyor: sanki iki taraf da aynı ölçüde, aynı biçimkâyeleri ile tanıkların söyleşilerini izleyiciye “İzleyici bu filmde, idam kararını vede mağdurmuş gibi, aynı potada eritilmetaşıyor. Seslendirmesini Cüneyt Türel ile ren, idamın uygulanması sırasında orada bulunan doktor ile idam edilen 3 kişinin oğullarının ileride arkadaş olduğunu görecek ve şaşıracak. Belgeseli çekmekteki amacımız, Ulucanlar Cezaevi’nin hem toplumsal bellekteki yerine, hem de son 5 yılda yaşadığı dönüşüme ışık tutmak ve mekân üzerinden yaşanan siyasi sürece dair büyük bir yüzleşme gerçekleştirmek.” Ulucanlar Cezaevi’nin, 2006’da kapatılmasının ardından yıkımı gündeme gelmişti, ancak Mimarlar Odası’nın girişimiyle yıkım engellenerek bina korumaya alınmıştı. Ardından, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara Barosu, Adalet Bakanlığı ve Altındağ Belediyesi arasında protokol imzalanarak bir proje yarışması düzenlendi. Ancak bir süre sonra, Altındağ Belediyesi süreci tek başına götürmeye karar vererek yapıyı kendi anlayışıyla “restore” etti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden Hazeli Akyol, “Maalesef keyfi uygulamalarla yapı tahrip edildi. Bugün bakıldığında Ulucanlar, içinde yaşananların izlerinin tamamen silindiği, yapının siyasi anlamının dejenere edildiği bir mekân haline geldi” diyor. yesini anlatıyor. “Gişe Memuru”, Antalya’da kazandığı en iyi ilk film, en iyi erkek oyuncu (Serkan Ercan) ve kameraman (Ercan Özkan) ödüllerini sonuna dek hak eden, anlatımından görselliğine, oturmuş karakterlerinden takım oyunculuğuna dek başarılı bir film. Durmuş, oturmuş ve klasik bir ritim tutturmuş anlatımının yanı sıra gittikçe gerçeklik algısını yitirip hayatla hayalleri birbirine karıştırarak akla hemen Kafka ya da Camus karakterleri gibi edebi referansları getirebilecek Kenan’ı kasılmadan, olduğunca yalın ve basit oynayan Serkan Ercan’ın başını çektiği, baba Hakkı’nın hakkını veren, yılların Zafer Diper’iyle Nurgül rolündeki “Kıskanmak” ve “Atlıkarınca”yla kendini kabul ettirmiş Nergis Öztürk’ün de dahil olduğu oyuncu kadrosunun performansları, sır adışı müzik ve görüntüleriyle kesinlikle görmelere değer, farklı bir iş çıkarmış, genç yönetmen Tolga Karaçelik. Bundan böyle kuşkusuz yeni filmlerini merakla bekletecek, izlenmeye değer bu yönetmene dikkat! Wenders’in gözünden Pina ‘Paris, Texas’ yönetmeninin 3 boyutlu filmi, izleyiciye özel bir seyir deneyimi yaşatıyor 1970’lerde Alman sinemasının çıkışını (Fassbinder ve Herzog’la birlikte) sağlayan yönetmenlerden olup, bir zamanlar “Paris, Texas”, “Berlin Üzerinde Gökyüzü”, “Öylesine Uzak Öylesine Yakın” vb. gibi filmleriyle gönül düşürdüğümüz ama doğrusu belgeselimsi “Buena Vista Social Club”dan beri son on yıldır pek söyleyecek yeni bir söz bulamadan, koyu bir emeklilik rehavetine kapılmış görünen Wim Wenders’in, modern dansa damgasını vurmuş ünlü koreograf Pina Bausch hakkında nicedir bir film yapmak istek ve çabasının ürünü “Pina”yı festivalde kaçırmıştık. 2003’te AKM’de sahnelediği “Nefes” gösterisiyle bizde de özel hayranlar edinmiş, öncü nitelikteki Wuppertal Dans Tiyatrosu’nu kurup yıllarca yönetmiş ve 2009’da ölmüş, özgürlüğü şart koşan çalışmalarında bütünüyle harekete, beden dilinin kullanımına öncelik vermiş bu büyük dansçı ve koreografın “Cafe Müller”,“Kontakthof”, “Ay” gibi ünlü yapımlarından derlenmiş bölümler, yıllarca onunla çalışıp sınırlarını zorladıkları bedenlerini tıpkı bir enstrüman gibi kullanmasını öğrenmiş, her milletten dansçılarının izlenimleri, tanıklıklar, çeşitli arşiv görüntüleri ve Wuppertal kentinin ultra modern mekânlarında, açık havada yapılan, fantastik dans performanslarından oluşturulup bütünlenmiş “Pina”yı şık bir AVM sinemasında yakalayıp 78 kişiyle seyrettik ikinci haftasında. Wenders’in biyografik tarafını işe pek katmadan hikâyeyi bütünüyle dans ve hareketlerin anlatmasına izin verdiği ve kuşkusuz 3 boyut teknolojisiyle zenginleştirdiği, belgeselimsiröportajımsı bu son filmi, özetle ilişkilerin, duyguların dans aracılığıyla ifade edildiği, özel bir seyir deneyimi yaşatıyor meraklısına. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle