19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 3 MAYIS 2011 SALI 6 SAĞLIK Genetiğiyle oynanmış gıdaların etiketlerinde ürünün içeriği hakkında herhangi bir bilgiye yer verilmiyor GDO’lu ürünler gizleniyor ÇOCUKLARDA SALDIRGANLIK S BEL BAHÇETEPE Özel okullarda şiddet daha fazla İstanbul Haber Servisi Psikiyatr Dr. Muzaffer Uyar, özel okullarda eğitim gören öğrencilerin saldırgan davranışlarının devlet okullarına oranla daha fazla olduğunu söyledi.Panik Atak Dostları Derneği (PANDOST), İstanbul’daki özel ve devlet okullarından toplam 720 öğrencinin katıldığı bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarını açıklayan Muzaffer Uyar, özel okullarda araştırmaya katılan öğrencilerin yüzde 73.74’ünün kendilerine ya da çevrelerine uygulanan direkt saldırganlık davranışına tanık olduklarını, devlet okullarında bu oranın yüzde 50 olarak görüldüğünü belirtti. Uyar, cinsiyet farklılıkları dikkate alındığında özel okullarda araştırmaya katılan erkek öğrencilerin yüzde 80’i, kızların ise yüzde 67.5’inin direkt saldırganlık davranışına maruz kaldığını söyleyerek, “Devlet okullarında oran erkeklerde yüzde 60, kızlarda yüzde 40 olarak bildirilmiştir. Altıncı sınıf öğrencilerinin saldırganlık davranışı, hem özel okullarda, hem de devlet okullarında diğer sınıflara oranla daha sık gözlenmiştir” dedi. Araştırmada ortaya çıkan diğer sonuçlar şöyle: “Öğrencilerin maruz kaldıkları saldırganlık davranışını (aile, öğretmen, arkadaş vs.) bildirme oranlarına bakıldığında devlet okullarında araştırmaya katılan öğrencilerin yüzde 8.75’i saldırganlık davranışını bildirmiyor ve sessiz kalıyorken, özel okullarda bu oran yüzde 20 olarak görülmektedir. Okul içerisinde herhangi bir şekilde alay konusu haline gelme/getirilmeyle ilişkili sonuçlara bakıldığında, özel okullarda araştırmaya katılan öğrencilerin yüzde 83’ünün kendileri ve çevresindekilerin, gerek lakap takılarak, gerekse etnik köken veya dinsel tercihinden dolayı alay konusu olduğu gözlemlenmiştir. Devlet okullarından alınan sonuçlara bakıldığında bu oran yüzde 98.8 olarak bildirilmiştir.” Piyasada bulunan genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) neler olduğunun tam olarak bilinmediği, “içeriğinde GDO olan ya da GDO’lu bir üründen üretilmiş” gıdaların etiketinde açıkça yazılması gerektiği, ancak yazılmadığı belirtildi. TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şubesi Başkanı Bilge Ölmez, “GDO’lu gıdaların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmiyor, ancak hayvanlar üzerinde yapılan çok sayıda deneyde iç organların küçülmesi, sindirim sisteminin bozulması, bağışıklık sisteminin çökmesi, kan yapısının bozulması gibi hastalıkların ortaya çıktığı görülmüştür” derken Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, “GDO konusunda ak da kara da ne yazık ki biyoteknolojik şirketlerin müsaade ettiği ölçüde oluyor” diye konuştu. Ekimi en yaygın olan GDO’lu bitkilerin “soya, mısır, pamuk, kanola, buğday, ayçiçeği, pirinç, domates, patates, papaya, yerfıstığı” gibi ürünlerin olduğunu belirten Ölmez, “muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzun” da denemeleri Türkiye’de 32 çeşit GDO’lu ürün var. Söz konusu gıdaların etiketlerinde, ‘Genetiğiyle oynanmıştır’ ibaresinin yazılması yasal bir zorunluluk olduğu halde, uyarıyı dikkate alan yok. Tüketici hakları “Binde 9 ve üzerinde GDO içeren gıda ürünlerinin ‘GDO içerir’ şeklinde etiketlenmesi gerekir. Bir ürünün içerisinde GDO olup olmadığını bilmek tüketicinin en doğal hakkıdır. Biyogüvenlik Kurulu’nun onayladığı genlerin bulunduğu gıdalar güvenilir kabul edilmelidir.” nin yapıldığını bildirdi. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdaların günlük tüketim maddeleri arasında yer aldığını ifade eden Ölmez, “Örneğin bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ve pamuk GDO’lu olma riski taşıyan ürünlerin başında geliyor” iddiasında bulundu. Ölmez, geçen yıl yürürlüğe giren Biyogüvenlik Yasası’na göre hazırlanan yönetmelikte, ürünler binde 9 ve üzerinde izinlendirilmiş GDO’lu bir bileşen içeriyorsa etiketlerinde GDO’lu bileşen içerdiğine dair ibare yazılmak zorunda olunduğunu anımsatarak özetle şunları kaydetti: “Henüz raflarda bununla ilgili ambalaj bilgisine rastlamak mümkün olmadı. Risk, özellikle de ambalajlı ürünlerde olduğu için etiketi tüketici olarak iyi okumamız gerekiyor. Tüketicilerin yapması gereken, şüphelendikleri ürünlerle ilgili ALO 174 Gıda Hattı’nı arayarak, mutlaka Tarım Bakanlığı’nın konu ile ilgilenmesini, kendisine bilgi verilmesini sağlamak olmalıdır. Tüketici dernekleriyle bilgi paylaşımında bulunulması, sürecin yasal zeminde izlenmesi toplumsal farkındalığı arttıracaktır. Çılgın Procemiz! evzuat uygulanmıyor’ Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı ve GDO’ya Hayır Platformu’ndan Ahmet Atalık, ülkemizde 32 çeşit GDO’ya hayvan yemi ve insan gıdası olarak tüketilmek üzere izin verildiğini anımsatarak “Marketlerde, halen ‘GDO’ludur ya da GDO içeren üründen elde edilmiştir’ ibaresini göremiyorum. Bakan bu konuda denetimlerin yapıldığını söylüyor. Ancak piyasada hep mi binde 9’un altında ürünler, bu da bana inandırıcı gelmiyor. Bir mevzuat çıkarıldı ve bu uygulanmıyor” dedi. ‘M Bu yazı belki de pazar gününe uygun düşecekti! Ama gündem o kadar hızlı değişiyor ki, hazır çılgın proceler tartışılırken, bizim bu procemiz güme gitmeden yazayım dedim! Çünkü bu ciddi bir çılgın proce, çünkü muhatap bulamıyoruz; belki Kanal İstanbul falan derken bu da aradan çıkar! Ayrıca pazara kadar kim öle kim kala! Belki bir Allahın kulu kent yetkilisi (ağırlıkla Topbaş tabii!) bunu hemen bir haftada çözer, biz de bu “çılgın procemiz” ile adanın hayır duasını almış oluruz! Procemiz, Büyükada’da at pisliklerini ıslah etmeyi öngörüyor! Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz veya dikkat etmediniz hiç... 1) Büyükada’nın ana yolları, yaz ve kış, özellikle yazın artan at pisliği ve kokusundan geçilmez. 2) Bazıları bu kokuları geçmişin ve köylerin (orada da yok ya!) nostaljisi olarak beğeniyor, özlüyor ve derin derin içine çekiyor olabilir... Ciğerlerine, koku almaçlarına ve burunlarına afiyet olsun da, bizlerde bu kokular doygunluk düzeyini Ağrı Dağı kadar aşmış durumda, teşekkür ederiz, artık almayalım diyoruz... 3) Adaların çok eski tarihini bilmem, ama ilk zamanlarda, atların iki dışkısını da serbest ve özgürce yola yaptığını söyleyebiliriz... Tıpkı bir zamanlar İstanbul at arabaları gibi... 4) Büyükada’da bir tarihte bir önlem olarak, atların popolarının arka tarafına, yere paralel bir bez parçası takılmış.. Ağır şeyler yola değil de bez üzerine düşsün (veya rastlantısal olarak beze takılsın!) diye! Öbür hafif ve sulu şeyleri ise atlar yine özgürce yollara bırakıyorlar... 5) Normalde, bu bez parçasına takılanları, faytoncuların arabacıların, bu amaçla ayrılmış yerlere (meselâ durak yerlerindeki bidonlara) usturuplu bir şekilde boşaltmaları gerekir. Kimisi şüphesiz bunu yapıyordur.. 6) Ama yollardaki henüz üzerlerinde taze taze dumanları tüten kitlelere bakılacak olursa, faytoncularınarabacıların belki de büyük çoğunluğu, hemen burnu dibinde tüten kokuların dayanılmazlığı olsa gerek, ayakkabısının ucuyla, bezin altına isabetli bir vuruşla temizlemektedir. Bu yöntemle kendi sorunlarını en hızlı çözüyor. Böylece, bir de bezleri temizleyip kokulu kitleleri bidonlara dökme zahmetinden de kurtuluyor... Allah var, bu pratik buluşlarına şapka çıkarıyoruz! 7) On yıllardır, bu şey sorununa hiçbir yetkili çare üretmedi. Veya düşündü de faytoncularıarabacıları aşmadı, aşamadı! Ne de olsa faytoncular da bir seçmen kitlesi! Bir grup insan olarak üç yıldır proce üretmeye soyunmuş durumdayız... İlk procemiz teknolojik ağırlıklıydı ve yatırımlar gerekiyordu.. Bundan vazgeçtik.. İkinci procede, Venedik ve Viyana’daki faytonların bu soruna buldukları çözümü gündeme getirdik (Bunlar da her şeyi bizden önce keşfediyor!) Adalı bir işadamı bunun farkına vardı! Fotoğraflar çekti (yukarıda bir örneği var), Viyana’da bunları dikeni buldu, onun da Türk olduğunu gördü, bir çiftine 350 Avro para ödedi, sonra da geçen yıl Adalar Belediye Başkanı ile görüşmeye gittik... “Çılgın proce”mizi anlattık, fotoğrafları gösterdik, ooo çok güzel dedi.. Bu arada, bu torbaları İstanbul’da 25 TL’ye aynı sağlam ve geçirmez bezden dikecek insanlar da bulundu... Resimde gördüğünüz gibi, atlar düz bir beze değil, bir kovaya yapıyorlar! Bez torbanın içine uygun büyüklükte bir kova koyuyorsunuz.. Dahası, kovayı sürekli temiz tutmak için, içine bir de naylon poşet geçiriyorsunuz... At tüm ihtiyaçlarını bu ‘paketin içine’ yapıyor.. Arabacılara düşen görev, naylon poşeti alıp bidonlara atmak! Hepsi bu kadar! Bu proce gerçekleşti mi, hayır.. Birtakım değişiklikler yapmak için çılgının çılgını olmak gerekir herhalde... Belediye Başkanı’na iki torba ve kovalar da hediye edildi... Hesaplandı, ihtiyaç olan 1000’e yakın torbanın dikilme masraflarının da karşılanacağı açıklandı! (Daha ne olsun, yeme de yanında yat!) Ama yapılamadı! Ada ulaşımı büyükşehiri mi ilgilendiriyormuş, yoksa faytoncular mı istememiş, bunu öğrenemedik! Evet bizim bu çılgın procemizi gerçekleştirecek bir yetkili aranıyor! İstanbul Haber Servisi Türkiye’de ruhsatlandırılmayı bekleyen yeni ilaç sayısının 293’e ulaştığı bildirildi. Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) Başkan Yardımcısı Engin Güner, ilaca erişimi güçlendirmek için çalıştıklarını belirtti. AİFD’in açıklamasında 33 firmanın katılımı ile yapılan anket sonuçlarına yer verildi. Ankete göre, ruhsatlandırılmayı bekleyen ilaçların 61’i kalp damar hastalıkları, 53’ü sinir sistemi, 40’ı kanser, 33’ü enfeksiyon, 24’ü de sindirim sistemi ve metabolizma alanında yeni tedavi olanakları sunuyor. Ruhsat başvurusu yapılan bu ilaç laçlar ruhsat bekliyor laçlar ruhsat bekliyor ların ortalama bekleme süresi Türkiye’de toplam 772 günü bulurken, AB ülkelerinde 210 gün olarak gerçekleşiyor. Türkiye’de halen 99 sertifika başvurusu incelenirken, 84 başvuru Sağlık Bakanlığı Teftiş Heyeti’nin gündemine alındı. 18 başvurunun tarihleri belirlenirken, denetimi yapılmış 21 başvurunun denetim raporunun yazılması bekleniyor. 25 başvuru için denetim onaylanırken, Şubat 2011’e dek Üretim Kalite Sertifikası verilen ilaç sayısı 4’te kaldı. Güner, ruhsatlandırmadaki gecikmeleri en aza indirmek için ellerinden gelen katkıyı yapmaya hazır olduklarını vurguladı. DRARDAN GELEN KAN Mesane kanseri belirtisi olabilir İstanbul Haber Servisi Mesane yani daha çok bilinen adıyla idrar torbası kanserinin görülme sıklığı giderek artıyor. Erkeklerde kadınlara göre 2.5 kat daha fazla görülen hastalığın en önemli belirtileri idrardan kan gelmesi olarak ifade ediliyor. Kastamonu Devlet Hastanesi Üroloji Uzmanı Op. Dr. Kadir Önem, sigaranın hastalıkta risk faktörü olduğunu vurgulayarak “Hastalığın risk faktörü sigaradan uzak durun. İdrarından kan gelen hasta gecikmeden bir hekime başvurmalıdır, erken tanı hayat kurtarır” dedi. Depresyon yaşlıları vuruyor KRON K YORGUNLUK TAK BE ALINDI İstanbul Haber Servisi Kronik yorgunluk, stres ve ergonomik bozukluklar gibi iş hayatının en sık rastlanan sağlık problemlerinin yerinde çözümüne yönelik geliştirilen mobil “İşte Sağlık” uygulaması ile bir hastanenin verebileceği birçok hizmet, kurumların ve kişilerin ayağına götürülüyor. Acıbadem Mobil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Özgür Turgay, 2 yıl önce kurdukları “İşte Sağlık” hizmetinin, işgücü kayıplarını önlemek, çalışanın memnuniyeti ve performansını arttırmak amacını taşıdığını söyledi. Turgay, işgücü kayıplarının da neredeyse yarısınının engellenebilir nedenlerden oluştuğunu kaydetti. Psikiyatr Dr. Derya pekçioğlu, yaşı ilerleyen kişilerde ortaya çıkan depresif ruh halinin intiharla sonuçlanabileceğine dikkat çekti. İstanbul Haber Servisi Araştırmalar yaşlıların yüzde 1520’sinde depresyon görüldüğünü ortaya koyuyor. Psikiyatr Dr. Derya İpekçioğlu, yaşlılarda görülen depresyonlarda intiharların yaşanabileceğine dikkat çekti. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Kliniği’nden İpekçioğlu, yaş ilerle dikçe fiziksel ve ruhsal hastalanma riskinin arttığını belirtti. İpekçioğlu, yaşlılarda “Demans (bunama), depresyon, anksiyete bozuklukları, psikotik bozukluklar (hezeyanlı bozukluk, geç başlangıçlı şizofreni gibi) duygu durum bozukluğu, yaşlı ihmali” gibi psikiyatrik tabloların görülebileceğini kaydetti. İpekçioğlu, “Hastalık riskini azaltmak için fizik egzersiz yapmak, sağlıklı beslenmek, düzenli sağlık kontrolleri yaptırmak, yaşamın içinde aktif olmayı başarmak, üretkenlik sağlayan aktivitelerde bulunmak, streslerden uzak durmak gerekmektedir” dedi. Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEM R Sağlık deyince neler geliyor aklınıza sevgili okurlar. Günde en az birkaç cinayet, şiddet, intihar, cinsel taciz, ceset parçaları, koparılan kol ve bacaklar ve utanılası ensest haberleri okuyorsunuz. Ülkemizde ne kadar kolaylıkla insan canına kıyıldığına dehşetle tanık oluyoruz. Annesini öldüren genç adam, “Ne var bunda, dedemden kalan paradan istedim, vermedi, cezalandırdım” diyor büyük bir soğukkanlılıkla. Bir başka genç, “Sokakta yalnız yürüyen bir bayan gördüm, ilişki teklif ettim reddetti, başını taşla ezdim” diyor. O da gayet soğukkanlı. Açık gezen, örtünmeyen kadınları fahişe ilan eden ilahiyatçılar ve yayımlanmayan kitaba tutuklama kararı veren hâkimlerin de, ülkemizdeki basın özgürlüğünün Amerika’dan ve Avrupa’dan ileri olduğunu ileri süren politikacının da, yurtsever onlarca insanı yıllarca hapiste tutan Ergenekon savcı ve hâkimlerinin de, nihayet maç sonucundan memnun kalmayınca koltukları, lavaboları paramparça eden futbol seyircilerinin de kendilerinden ve yaptıklarından memnun olduklarını söyleyebiliriz. Bütün bunlara belli başlı bir tepki göstermeyen milyonları da katabilirsiniz. Peki bütün bunlar çok cid Sağlık Deyince di bir toplum sağlığı sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu? Yaygın bir toplumsal algılama kusuru sergilemekte olduğumuz bence kuşku götürmez. Daha saymakla tükenmez kanıt var. Son süratle çatışıyor kavgalaşıyoruz, kutuplaşıyor, cepheleşiyor, boğaz boğaza geliyoruz. Üstelik cepheler birbirini yok etmek kararlılığında. denetime tabi tutuluyorlar. Hekim emeği ucuzlatılıyor. Kamuda bulunmayan özellikler özel hekimlikte aranıyor. Bunlar hep planlı girişimlerdir. İktidarın her şeyi kendi denetimi altında tutma planlarıdır. Tıp fakültelerinin yapısı da değiştiriliyor. Artık yetkili başhekimler var, dekandan daha yetkili. İzinler ondan alınıyor. Devlet hastaneleriyle bağlantılar kuruluyor. Marmara Tıp Fakültesi’nin tabelasında artık Sağlık Bakanlığı da yazılı. Tıp fakülteleri borçlandırılıyor. Onlar da hükümete bağlı hale getirilecek. Televizyonlarda da gerçek bilim insanlarından çok tıbbın sahte peygamberlerini dinliyoruz (deyim Dr. Mustafa Çetiner’in). Yürekli bir avukatın girişimleriyle tehlikeli bir gıda listesinin Tarım Bakanlığı’nda var olduğunu ama açıklanmadığını öğreniyoruz. Halk sağlığı açısından son derece önemli olması gereken bu açıklamaya yasal engeller var. Bunun, markaları açıklamak yasağı olduğu anlaşılıyor. Ama sözünü ettiğim avukat yargı yolu ile bu listeyi elde etmiş. Fakat o da Tarım Bakanlığı’yla Sağlıkta dönüşüm ve tıp fakülteleri Bu nedenle ben tabip odalarının, hekimlerin çok haklı olarak şiddetle karşı çıktığı, yürüyüşler düzenlediği sağlıkta dönüşüm sisteminin toplumda yarattığı sakıncaları yukarıda sıraladıklarıma göre ikinci planda görüyorum. Özelleşme gittikçe gelişiyor. Nitelik niceliğin önüne geçiyor, sağlık harcamaları artıyor. Ancak bunun çoğunluğunu ilaç harcamaları oluşturuyor. Özel hastanelerin payı yüzde 8’den yüzde 40’a yükseldi. Bu Sosyal Güvenlik Kurumu bütçesinin üçte biri demek oluyor. Halkın ödediği sigorta primi ve katkı payı artıyor, her şey özelleşirken hekimler kamulaştırılıyor. Özel olarak çalışmak isteyen doktorlar çok çarpıcı ve olağanüstü bir Tehlikeli gıdalar listesi ilgili bir yönetmeliği kabul ettirinceye kadar o listeyi gizlemek zorunda. Tıpta sürüp giden aldatmacalardan söz edecektim yer kalmadı. Sevgili okurlar yazının başlangıcındaki satırlara dönmek istiyorum. Bunları bugün TV’lerde tartışılan pek çok konudan ve sorundan daha önemli ve öncelikli görüyorum. İktidardakilerin ve Başbakan’ın ileri sürdüğü gibi bu birbirinden vahim olaylar münferit vakalar (Zeynep Oral’ın kulakları çınlasın) sayılabilir, göz ardı edilebilir mi? Çok ama çok ciddi, çok vahim salgın eğilimi gösteren epidemi gibi yaygınlaşan ilkellikler, hastalıklar, patolojiler, çılgınlıklar bunlar. Kanunlar çıkarılarak, idam cezasını geri getirerek önlenebilir mi? Bunları ileri sürenleri hayretle, şaşkınlıkla dinliyorum. Bunca ihmale uğramış, bunca eğitim yoksunu bırakılmış, gelişmesine engel olunmuş milyonları ve yaptıklarını kutsamaktan (içtenlikten ne kadar yoksun) vazgeçip ve elbette oy kaygısını, oy avcılığını geri plana itip TV’leri kullanarak (futboldan haftada 10 saat alsanız yeter) adam gibi bir halk eğitimi, bilgilendirme programları gerçekleştirilmeli. Bundan uzak durmak, 60 yıldır el birliği ile sürdürülen halk ve demokrasi karşıtlığına devam etmek ve halkı kutsamak değil ona ihanet etmek anlamına gelecektir. Ağabeyim Orhan Başak’ı aramızdan ayrılışının 3. yılında hasretle anıyoruz. B. Avşar Başak ve Ailesi C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle