19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 3 MAYIS 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Benim Yerim Dolmaz’ stanbul’u ‘Ucubeye’ Döndürecekler! “Ucube” yıkıldı! Başbakan Tayyip Bey’in içi rahat etsin! Kültür Bakanı Ertuğrul Bey, görevini sonuna kadar yaptı... İkisini de kutlamak isterim! Sanata, kültüre, güzelliğe düşmanlıklarını kanıtladılar... Picasso’nun bir sergisinde yaşananları anımsadım birden: Bir seyirci bakmış bakmış tabloya, “Bu ne biçim balık” diye küçümsemiş.. Picasso’nun yanıtı: “Beyfendi o balık değil, resim.” Başbakanımız dokuz yılda dünyanın gezmedik yerini bırakmadı. Her gittiği dış ülkede bir yerleri gördü? Ama bir kez, bir sanat galerisini gezdi mi? Bir baleye, bir konsere gitti mi? Sanatla, kültürle, edebiyatla ilgili bir kitap okudu mu? Gençken de bütün bunları yaşadı mı, yaşamak istedi mi? Yanında kızını, eşini de götürdü. Birlikte gezdiler, tozdular, yediler, içtiler, çağrılara gittiler; Cumhurbaşkanlarını, eşlerini gördüler, tanıdılar, konuştular (hangi dilde, bilmem!). İngiltere Kraliçesi’yle bile tanıştılar. Sarayları gezdiler, zengin sofralarda ağırlandılar... İngiliz kraliçesi Elizabeth ne demiş: “Aman Türkler bir daha buralara gelmesin.” Bu tür bir sözü öteki devletlerin büyükleri de söylemiş olabilirler! Sanatçı Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı” yıkıldı, toza çevrildi... Yetmez, daha nice “ucubeler” var Tayyip Bey’in görmediği... İstanbul’u bölecek ya, ikiye mi üçe mi... Orasını burasını delecek ya!.. Bir gerçek ucubeye döndürecek ya güzel kentimizi! Az kaldı, bunu da yapacak, hele son seçimleri bir kazansın!.. Vaatlerin en ufak bir ciddiyeti olsa, en azından bu seçimlerde o üç beş milyon yurtdışı insanını temsilen ciddi yerlerde her parti adaylar gösterebilirdi. Ama insanlar gözden ırak, anayasal haklarından ırak. Ancak kendilerinden bir şey istenince anımsanıyorlar. Bu elli yıldır böyle. Göçün ellinci yılında da değişen bir şey yok. Yüksel PAZARKAYA day listeleri açıklandıktan sonra özellikle CHP saflarındaki bazı eski milletvekillerinin tepkileri, Meclis’te kesinlikle olmaması gereken bir zihniyeti gözler önüne serdi. Bu kişiler televizyonlarda iki, üç dönem milletvekili olmalarına karşın, bu kez aday gösterilmemelerini sindiremiyorlar. Bir yandan “küskün değilim” derken, hemen ardından “ama kırgınım”ı eklemekten geri kalmıyorlar. Efendim, ne büyük deneyimleri varmış da, partiye şimdiye dek ne büyük hizmetlerde bulunmuşlar da… Sanki deneyim ve hizmet yalnız Meclis’te yapılır. Onlar tersini söyleseler de bu sözler, bu kişilerin, artık partilerinin seçim başarısı için çalışmak istemediklerini ima ediyor. En kötü milletvekili, bunu meslek edinendir. Milletvekili, adı üstünde, ulusun çeşitli kesimlerinden her türlü meslek erbabından bir ya da iki dönem seçilerek topluma ve ülkeye özel hizmet veren kişidir. Politikacı profesyonel olabilir, ama milletvekili profesyonel oldu mu, bu işi meslek olarak para için A yapmaya başlar. Böyle milletvekiline hiçbir demokratik toplumun gereksinimi olamaz. Ama ne yazık, çoğunluk bu işi mesleğe çevirince, hizmet yarı yolda kalıyor. Aday gösterilmeyen bazı kişiler ya da seçilmesi güç sıradan gösterilip istifayı marifet sananlar, kendilerini herkesten önemli görenlerdir. Hele benim şöyle büyük birikimim ve deneyimim var, diye tutturanlara, ustalarımdan Bertolt Brecht’in şu sözünü anımsatmak isterim: “Bir makamda yerinin doldurulamaz olduğunu söyleyen kişi, o makamdaki görev ve sorumluluğunu yerine getirmemiştir. Her makam ve görevde, sorumluluklardan biri de yerine geçecek halefleri en iyi biçimde yetiştirmektir. Bunu yapmayan suçludur.” Bana kalırsa, milletvekilliğini yasayla en fazla iki dönem olarak sınırlamalıdır. O zaman ülkesine hizmet etmek isteyenler daha fazla öne çıkacaktır. Ayrıca bu değişim değerli ve yararlı kişilerin daha fazla önünü açacaktır. Adaylık konusuna bakarken, kısaca bir noktaya daha değinmek isterim. Yurtdışında yaşayan yurttaşların seçme ve seçilme hakkı en az dört, beş seçimden bu yana anayasaya girmiş bir haktır. Her seçim öncesi, yurtdışındaki yurttaşlara bu seçim için düzenleme yapmak zaman bakımından mümkün değil artık, ama gelecek seçimler için herkesin bulunduğu yerde oy kullanması sağlanacaktır, boş vaadi verilir. Bu kez de öyle oldu. Yine bir aylık süre içinde rastlantıyla ülkeye girip çıkanlar gümrükte oy kullanabilecek. Bir de belli partilerin kümeler halinde taşıyarak satın aldıkları oylar atılacak. Seçmenin eğilimi de öylece saptırılacak. Seçim geçince, yine dört yıl her şey unutulacak. Oysa başka ülkeler oldum olası yurttaşlarına konsolosluklarda ve bulunulan ülke yetkililerinin gösterdikleri yerlerde sandık kuruyor. Bir de isteyen oyunu belli bir süre içinde mektupla verebiliyor. Başka ülkeler yapıyor, ama biz beceremiyoruz. Yapmak istemiyoruz. Vaatlerin en ufak bir ciddiyeti olsa, en azından bu seçimlerde o üç beş milyon yurtdışı insanını temsilen ciddi yerlerde her parti adaylar gösterebilirdi. Ama insanlar gözden ırak, anayasal haklarından ırak. Ancak kendilerinden bir şey istenince anımsanıyorlar. Bu elli yıldır böyle. Göçün ellinci yılında da değişen bir şey yok. Yolcudur Abbas (2)... Sekiz ay kadar önce bir başka gazetede ilk “Yolcudur Abbas” yazısını yazmamdan iki hafta sonra referandumda yüzde 58 “evet” çıktı... “En tutturamayan gazeteci” olarak tebrik etmeye geldiler... Ev doldu taştı... Bu nedenle röportaj bile verdim; “tutturamamanın yolları...” Oysa referandumda yüzde 58 oy alması dahi Abbas’ın gidişinin önemli bir parçasıydı... Mağduru oynama olanağı alındı elinden, ne yüksek yargı kaldı, ne asker, ne önünde bir engel, ne bir bahane... Ve soruyorlar insanlar: “Evet denildi de ne oldu?..” “Bir sürü sözünden bir teki bile nerede?..” “Biz, yüksek yargıyı değiştirip de Yüce Divan’dan kurtulsun diye mi evet dedik?..” Ne yapalım... Cahili, eğitimsizi, bilinçsizi, beleşçisi, avantacısı çok olan toplumlarda gidişler biraz yavaş oluyor... Abbas’ın gitmesi ya da kalması ile ilgili kararı halk asıl şimdi verecek... Israr ediyorum... Bu ikinci “Yolcudur Abbas” yazım... Çünkü; bu kadar skandaldan, rezaletten, yolsuzluktan, yoksulluktan, hukuksuzluktan, korkudan, haksızlıktan, sahtecilikten, kandırmacadan sonra... Hiçbir şey olmamış gibi orada oturtmazlar adamı... Nasıl ki gelişinde her iki kişiden birisi AKP’ye oy verdiği halde, aradık, taradık da “Ben AKP’ye oy verdim” diyen kimse çıkmadı ve yazarlar “Peki kim oy verdi?” diye yazılar yazdılar... Gidişi de öyle olacak Abbas’ın... Bu kez “utananlar” değil, “korkanlar” önemli unsurdur... O zaman “utangaçların” saklı oylarıyla gelen, bu sefer “korkutulanların” saklı oyları ile gidecek... Doğrusunu isterseniz seçimler; gelişlerin ya da gidişlerin sadece tespitidir... Giden gitmiştir aslında... Bakın etrafınıza... Kaldı mı Abbas?.. Çılgın Bir Projemiz Var... irkaç arkadaş, “Biz politikacı olsak çılgın proje üretebilir miyiz?” diye konuşuyorduk. Biri, “Bizden birinin politikacı olmasını düşünmek bile çılgın projedir” dedi. Öteki, her zaman, her konuya hep ölçülü yaklaşanımızdır. B Sevgi ÖZEL Bireysel ya da birlikte yapılacak her işi, her eylemi ayrıntısıyla tasarlamayı, etkisini, yankısını, bütçesini hesaplamayı seven sorumluluk sahibi biridir. Hepimiz ona baktık: “Ben politikacı olsam” diye başladı; arkasından neler sıralayacağını biliyorduk. Gülüştük. Kızdı; ama susmadı. Bizimki gibi bir ülkede bütün haksızlıkları ortadan kaldırma isteği başlı başına çılgın bir tasarı olduğu için, arkadaşımıza saygı gösterip dinledik. Biraz sonra tartışma sulandı. 90 yıllık Cumhuriyet kazanımlarıyla iyi kötü demokrasi deneyimi olan ülkemizin seçim alanları gelmişti gözümüzün önüne. Bu arkadaşın politikacı olması, onun için gerçekten çılgın proje olurdu. O ağır ağır konuşuyor; araya girmemize aldırmıyor, çılgınca değil ama olup bitenler düşünüldüğünde çıldırtan şeyler söylüyordu. Bu yüzyılda alanların bir yanına kadınları, öteki yanına erkekleri dolduran politik anlayış yükselirken; kadınların baskı ya da öykünme yoluyla örtünmesine çanak tutulurken; kadınlar öldürülürken; çocuklar açken; nedense bütün “tesis” açılışlarını seçim dönemlerine raslatıp devletin olanakları kullanılarak oy istenirken; işsizlik yazgıya dönüşmüşken; gençlerin geleceğini karartma pahasına sınav yolsuzluğu bile yapılabilirken; içi çocuk ve gençle dolu, bakımsız okullara birkaç bilgisayar koymak, bilgi eksiği içindeki kötü kitapları bedava vermek çağ atlamak sanılırken; inanç ve köken farkı acımasızca sömürülürken… Bunca haksızlığın, hukuksuzluğun önünde durmak için direnmekten daha büyük çılgınlık olabilir miydi? “Olabilir” dedi bir başkası; “Ben politikacı olsam Anadolu’nun göbeğine deniz getirirdim!” diye ekledi. Ankara’ya deniz getirmek; kaypak politikacılara yakıştırılan bir şakaydı. Arkadaş önerisinde direndi. Nasıl olacaktı? Kalktı, atlası açtı; eline bir cetvel, bir kalem aldı. Karadeniz’in güzel ili Sinop’tan başladı, Ankara’nın üzerinden geçti, Akdeniz’in güzel ilçesi Kaş’a dek uzanan bir çizgi çekti. “İşte” dedi, “Karadeniz’i Akdeniz’e böyle bağlarım! Genişliği, derinliği iyi hesap edilecek bir kanal açtık mı, tamam! Buradan çıkacak toprakla Ege’nin bütün koylarını doldurur, yeni alanları çatır çatır satarım! Tamam mı?” “Ama Sinop’tan Kaş’a dek kaç il, ilçe, köy, dağ, göl, sit ya da orman alanı yok olacak?” “O kadar olacak” dedi ve ekledi: “Kanalın geçtiği kıyılar kalkınacak. Doldurulan Ege koylarında turizm çıldıracak. Düşünsenize, Ankara’da kanala bakan bir balkonda oturmuş çay içiyorsunuz!” Birbirimize baktık; neden olmasın? Ormanlar yok ediliyor; dereler kurutuluyor; tarihsel kentlere su yürüyor; altın aramak için dağlar delik deşik, nükleer deliliği başımızda… Battı balık… Çılgın projeyi geliştirmeye başladık. Kanal boyunca yeni kentler kurduk; aldık verdik; sattık savdık. Oh! Bilmem kaç yıl sonra balkonda oturmuş kanala bakarak çay içiyoruz. Kanalda Karadeniz’le Akdeniz balıkları buluşmuş; yepyeni balık türleri oluşmuş… Kuzeyden güneye gemiyle geçiyoruz; kuzeye yaklaşırken tuzu az, güneyde tuzu bol suda yüzüyoruz… Biri düşümüzü bozdu; aşağı yukarı aynı yaşlardayız. Proje yirmi yılda tamamlanırsa, birkaçımız göremeyebilir, birkaçımız görsek bile… Gerisini düşünmek istemedik. Tartışma sonunda, projenin ortak akıl ürünü olduğunda anlaştık; sonradan kopya çeken olmasın; çoktandır her yerin kulağı olduğundan bir çılgın kullanmaya kalkmasın diye yazıya geçirmeye ve adından başlayarak tüm haklarını yasayla güvence altına almaya karar verdik. Bir de basın yoluyla duyurmaya… Bu görevi ben üstlendim; okuyunca bizlere çılgın sözcüğünün eşanlamlısıyla seslenseniz bile; kabul ediyoruz! Biz, bir avuç yazar deliyiz! Bizim de bunun gibi, bundan daha çılgın projelerimiz var! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle