19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 MAYIS 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA SAĞLIK AKP iktidarının sağlık politikaları, hekimler, hemşireler ve diğer sağlık çalışanlarını hastalar ile karşı karşıya getirdi 17 Biyokimyasal belirteçler araştırılıyor Sağlık çalışanı şiddet mağduru S BEL BAHÇETEPE GENÇLERE D KKAT Madde kullanımı artıyor Dr. Hasan Eraydın, “Madde kullanımıyla ortaya çıkan belirtiler çok çeşitli olmamakla birlikte, aile tarafından iyi izlendiğinde fark edilebilir” dedi. İstanbul Haber Servisi Madde kullanımının gençler arasında arttığı belirtiliyor. Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) Başkanı Dr. Hasan Eraydın, madde kullanan çocuğun, okul başarısında gerileme, tutarsız davranışlar ve saldırganlaşma, kavgacı bir yapıya bürünme, vücudunda kesik ve çizikler görülmesi gibi belirtiler verebileceğini belirterek, “Madde kullanımıyla ortaya çıkan belirtiler çok çeşitli olmamakla birlikte, aile tarafından iyi izlendiğinde fark edilebilir” dedi. AHEF Başkanı Dr. Eraydın, ailelere çocuklarının madde bağımlısı olduğunu nasıl anlayabileceklerine yönelik ipuçları verdi. Eraydın, madde bağımlılığının ergenlerde olmak üzere çocuk ve gençlerde çok yaygın olduğunu vurgulayarak, gençler arasında en sık alkol, tütün, esrar, amfetamin, uçucu maddeler, kokain gibi bağımlılık yapıcı maddelerin kullanıldığını söyledi. Özellikle ergenlik döneminde bağımlılıkla ilişkisi olmayan benzer tipte davranışların gençlerde görülebilebileceğini bu durumun madde kullanımının fark edilmesini zorlaştırdığını anımsatan Eraydın, ailelerin erken dönemde madde bağımlılığını fark ederek çocuklarıyla iletişimlerini daha sağlıklı hale getirmelerinin önemine dikkat çekti. AKP iktidarının sağlık politikaları hekimler, hemşireler ve diğer sağlık çalışanlarını hastalar ile karşı karşıya getirdi. Hekim ve sağlık çalışanlarının yüzde 64’ü meslek hayatlarında en az bir kez kendilerine yönelik şiddete tanık oldu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu denli şiddete maruz kaldıklarını belirten sağlık çalışanları, “Her an şidddete maruz kalacağız korkusuyla mesleğimizi yapamıyoruz, psikolojik, fiziksel şiddet boyutunu her geçen gün arttırıyor” dediler. “Hastanızın durumu iyi”, “muayenesiz reçete yazamayız”, “birlikte kullanması sakıncalı ilaçları yazamayız” dedikleri için ya da hasta yakınlarının “hastamızla ilgilenmiyorsun” iddialarıyla psikolojik, fiziksel şiddete maruz kalan hekim ve sağlık ça Hekim ve sağlık çalışanlarının yüzde 64’ü meslek hayatlarında en az bir kez kendilerine yönelik şiddete tanık oldu. Sağlık çalışanları, “Her an şidddete maruz kalacağız korkusuyla mesleğimizi yapamıyoruz” dedi. lışanları, ölüme varan ciddi şiddet olayları ile karşı karşıya kalıyorlar. Sanal ortamdan da tehditler aldıklarını belirten sağlık çalışanları, zaman zaman da hastane yönetiminin psikolojik şiddet uyguladığını söylüyorlar. koyuyor. Raporda, kadınlar arasında şiddete maruz kalma oranının yüzde 58, erkekler arasında yüzde 26 olduğu, en fazla şiddete uğrayan grubun da yüzde 81 ile kadın pratisyen hekimler olduğu kaydediliyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, şiddetin son yıllarda ciddi biçimde arttığını, bunun en önemli nedenlerinin AKP’nin uyguladığı sağlık politikaları ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın söylemlerinin olduğunu savundu. Bilaloğlu, rakamların daha yüksek olduğunu düşündüklerini belirterek “Sağlık alanında gün içinde şiddet bir meslek riski olarak vardır ama 66 hekime saldırıldı İstanbul’da 3 yılda 66 hekim fiziksel ve sözlü saldırıya uğrarken, Ankara Tabip Odası’nın bu yıl açıkladığı şiddet raporu da çalışma yaşamları boyunca en az bir defa şiddet içeren olaya tanık olduğunu söyleyen sağlık çalışanı oranı yüzde 96 olduğunu, bunların yüzde 64’ünün en az bir defa şiddete maruz kaldığını ortaya bunun rastlanma sıklığı frekans olarak çok artmıştır” dedi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören de performansa dayalı ücretlendirme ile “çok hasta, az muayene süresinin” ortaya çıktığını, şiddet olaylarının da özellikle acil servislerde yaşandığını anımsatarak “Acillerde nöbet ertesi izinlerin olmaması, katkı ücretinin alınmaması ile buralarda yoğunluğun artmasına neden oluyor. 2002’den bu yana Sağlıkta Dönüşüm Programı ile Sağlık Bakanlığı’nın doktorlarla ilgili ‘Doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız’ gibi bazı söylemleri hekim ile hastaları karşı karşıya getirebiliyor. Performansa dayalı çalışma sistemi ortadan kalkmalı, acil ünitelerindeki yoğunluk azaltılmalı, güvenlik tedbirleri arttırılmalı, acillerde yeterli doktor bulundurulmalı” diye konuştu. Bir damla kanla kanser tanısı TEK RDAĞ (AA) Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. , Mustafa Kemal Sezgintürk, meme kanserinin kan tahlili ile teşhis edilebileceğini bildirdi. Doç. Dr. Sezgintürk, meme kanserinin akciğer kanserinden sonra dünyada görülme sıklığı en yüksek olan kanser türü olduğunu belirterek erken teşhis ile hastanın büyük oranda yaşama şansına sahip olduğunu söyledi. Sezgintürk şöyle konuştu: Yanlış müdahalede bulunulması felçlere, kalıcı sakatlıklara hatta ölümlere neden olabiliyor ‘Toplum ilkyardımı bilmiyor’ lkyardım eğitmeni Dr. Barış Mutluer, ülkemizde ilkyardım ile ilgili yönetmeliklere uyulmadığını belirtti. S BEL BAHÇETEPE Görülme oranı en sık kanser türlerinden olan meme kanseri erken tanıyla başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor. TARAMA TESTLER İşyerlerinde zorunlu olmasına karşın “ilkyardım eğitimi verilmiyor”, çalışanlar ilk yardımı bilmiyor, cezalar yetersiz, denetimler az. İlkyardım eğitmeni Dr. Barış Mutluer, “Toplum olarak ne yazık ki ilkyardımı bilmiyoruz. Kazalar sonrası yapılan yanlış müdahaleler felçlere, kalıcı sakatlıklara hatta ölümlere neden olabiliyor” dedi. Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın değişik yıllarda yayımladığı yönetmeliklerde her kamu, özel kurum ve kuruluşunda personel sayılarına göre ilkyardımcı bulundurulması, bu doğrultuda ilkyardım eğitimi verilmesi gerektiği belirtilirken, buna uyulmadığı görülüyor. Dr. Mutluer, ilkyardım teknikleri ve yanlış bilinenler ile ilgili şu bilgileri verdi: Bilinçsiz kalp masajı: Kalbin durduğu ve solunumun olmadığı durumlarda kalp masajı yapılır. Yönetmeliklerde her kamu, özel kurum ve kuruluşunda personel sayılarına göre ilkyardımcı bulundurulması gerektiği belirtilirken, buna uyulmadığı görülüyor. Kalp masajı mutlaka ilkyardım eğitimi almış kişilerce yapılmalıdır, yanlış yapılan kalp masajı ölüme neden olabilir. Kırık ve çıkıklar: Özellikle yaralanma kişinin omurgasında ise kesinlikle hareket ettirilmemelidir. Eğer kemik ucu dışarıdaysa steril bez ile yara kapatılmalıdır. Yanıklar: Yanan bölgeyi soğuk suyla yıkamak ve buz kompresi yapmak ve yanık derecesi yüksekse sağlık kurumuna gitmek gerekir. Burun kanaması: Burun kana masında baş arkaya yatırılmamalıdır. Burun kanamasında burun kanatları 10 dakika boyunca sıkılmalı, eğer kanama durmuyorsa sağlık kurumuna gidilmelidir. Boğaza yabancı cisim kaçması: Boğaza yabancı cisim kaçan birisinin sırtına vurmak, soluk alımını daha da zorlaştırabilir. Kazazedeyi bir elle göğsünden destekleyerek öne eğmek ve kürek kemiklerinin arasına 5 kez sert şekilde vurmak gerekir. Bebeklerde ise bebeği sol elin üzerine alarak orta parmağınızla çenesini açıp, başını hafif aşağıya eğerek sırtına 5 kez vurmak gerekmektedir. Böcek sokmaları: Böcek sokmalarında o bölgeyi kesip kanatmak, emmek yanlıştır. Isırılan bölge bol su ve sabunla yıkanmalıdır. Suda boğulma: Suni solunum yapılmalıdır. Kazazede asla kusturulmamalıdır. Elektrik çarpması: Kalpteki ritm bozulabilir mutlaka hastaneye gidilmelidir. Kafa travması: Kişi kesinlikle yerinden oynatılmamalı, bulunduğu pozisyonda kalması sağlanmalıdır. Talasemiden korunun İstanbul Haber ServisiKalıtsal kan hastalıklarına karşı evlilik öncesi tarama programları hayati önem taşıyor. Uzmanlar, kalıtsal kan hastalıkları içinde en sık görülen “Akdeniz anemisinin (talasemi)” ülkemizde sık görüldüğünü, akraba evliliklerinin risk faktörünü arttırdığını belirterek “Kan hastalıklarının kesin tedavisi kemik iliği nakli. Bu hem zor hem de mali külfeti var. Oysa evlilik öncesi yapılacak tarama programları ve birtakım testlerle bu hastalıkların ortaya çıkması engellenebilir” dediler. Türkiye’de 1 milyon 500 bine yakın talasemi hastasının bulunduğu tahmin ediliyor. Taşıyıcıların da Trakya, Marmara, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sıklıkla bulunduğuna dikkat çekiliyor. Gaziosmanpaşa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Avni Atay, kalıtsal kan hastalıklarının başında da talaseminin geldiğini, Akdeniz ülkesi olan ülkemizde özellikle kıyı bölgelerinde hastalığın sık olarak görüldüğünü söyledi. Hastalığı taşıyan annebabanın tespitinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Atay, bu nedenle evlilik öncesi mutlaka tarama testleri yapılması gerektiğini vurguladı. Çok sayıda sorunlarının olduğunu belirten biyologlar, mağduriyetlerinin giderilmesini istedi “Kandaki biyokimyasal belirteçler, herhangi bir dokuda kanser olup olmadığını açıklayan moleküllerdir. Bu özel biyokimyasal belirteçlerin kanda varlığı tespit edilebilirse ilgili kanser türünün varlığı yüzde 100’e yakın oranda doğru bir şekilde tespit edilebilir. Üzerinde çalıştığımız proje ile meme kanseri, biyokimyasal belirteçler sayesinde, kan tahlili ile teşhis edilebilecek. Hastadan doku alınmasına gerek kalmadan, kandan bir damla örnekle, biyokimyasal belirteç ile kanser var mı, yok mu belirlenecek. Bu biyokimyasal belirtecin miktarından yola çıkarak kanserin aşaması bile belirlenebilir.” Sezgintürk, sözlerini şöyle tamamladı: “Bizim amacımız şu anda prototipini geliştirdiğimiz yöntemi rutine uyarlayabilmek.” Biyologlar özlük haklarını istiyor İstanbul Haber Servisi Sağlıkta Dönüşüm Yasası tasarı metninde, İş Güvenliği Yönetmeliğinde, Biyogüvenlik Yasası’nda, Veterinerlik Hizmetleri Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu içinde biyolog olmadığı, biyologlara önem verilmediği belirtilerek biyologların çok sayıda sorunu olduğuna dikkat çekildi. Türkiye Biyologlar Derneği’nden yapılan açıklamada, Türkiye’de fenedebiyat fakültelerinde biyoloji bölümlerinde halen Prof. Dr. Coşkun Özdemir Sosyal engelli kavramı üzerinde yıllardır ısrarla duruyorum. Önceleri sakatlar diye anılan, daha sonra özürlüler diye adlandırılan, son yıllarda engelliler olarak söz edilmesi tercih edilen bu çok kalabalık gruba ilgi II. Dünya Savaşı’ndan arta kalan milyonlarca sakat kişi ve çocuk felci geçirip kasları zayıf düşerek hayatta kalan yüz binlerce insanların varlığının algılanması ile başlamıştır. Bu ilgi, rehabilitasyon olarak anılan bir kavramın doğmasına yol açtı. Rehabilitasyon sağlığını şu ya da bu derecede, yani kısmen yitirmiş insanların geri kalan güçleri ile mümkün olan en iyi yaşam koşullarına kavuşturmayı amaçlıyor. Rehabilitasyon kavramı yıllar içinde topluma entegrasyon, yaşam kalitesini yükseltmek, üretime katılmak, ulaşılabilirlik (accesability), sosyal engelli gibi yeni kavramlarla desteklendi. Bugün özellikle gelişmiş ülkeler engelli insanlara onurlu bir yaşam sağlamak için çok etkin organizasyonlar gerçekleştiriyorlar. Beni bu ülkelerde gördüklerim ve izlediklerim arasında en çok etkileyen şey yukarı Toplumun yüzde 20’si Türkiye Biyologlar Derneği, Türkiye’de fenedebiyat fakültelerinde biyoloji bölümlerinde halen ortalama 25 bin öğrencinin okuduğunu, her yıl ortalama 6 bin öğrencinin bu bölümden mezun olduğunu belirtti. ortalama 25 bin öğrenci okuduğu, her yıl ortalama 6 bin öğrencinin bu bölümden mezun olduğu belirtildi. Açıklamada, kamuda meslek unvanının 1933 yılında alındığı, dünyada gelişmiş tüm ülkelerde ve AB ülkelerinde çevre, tarım ve sağlık sektörleri başta olmak üzere profesyonel meslekler içinde önem sırasına göre en ön sıralarda yer alan biyologların ülkemizde işsiz durumuna düştüklerine dikkat çekildi. Açıklamada, şöyle denildi. “Biyologlar Devlet Memurları Kanunu’nun sağlık hizmetleri sınıfında yer verilen meslek grubu olmalarına karşın neden ‘Sağlıkta Dönüşüm Yasa sı’ kapsamında isimleri bile geçmemektedir? Ülkemizde en az 4 yıllık fakültelerde okuyarak mezun olan diğer tüm mesleklerde olduğu gibi neden biyologlar yaptıkları çalışmalara imza atma yetkisine sahip değildir. Özlük haklarımızın hak ettiğimiz şekilde düzenlenmesi, biyologlar ve halen okumakta olan biyoloji bölümü öğrencileriyle çocuklarının geleceğinden endişe duyan aileler için çok önemli bir hale gelmiştir. ” yet edilen, dayak yiyen, ahıra kilitlenen, aç bırakılan, kuma gidip perişan olan, dul kalıp namus bekçileri tarafından saldırıya uğrayan kadınlar, yoksulluk içinde kıvranan, varlığı ile övündüğümüz insan haklarının, kadın hakları ve eşitliğinin, demokrasinin hiç ulaşamadığı milyonlar, seçimlerde, ramazanlarda sadaka dağıtılan eğitim yoksulu yığınlar. Bunların hepsini sosyal engelli saymak doğru değil midir? Çaresizlik içindeki kadınlarımız için kadın sığınma evleri var ama ne kadar yetersiz. Kadınların en çok eziyet çektiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise hiç destek yok. Engellilerin Türkiye’de 8.5 milyon olduğu ifade ediliyor. Bu doğru değil, sosyal engelli anlayışını reddetmezsek, çok daha fazladır. 1415 yaşında evlendirilen genç kızlarımızı erkek egemen toplumumuzdaki aile yapısını ve orada bu genç kızların yaşam koşullarını düşünün. Yalnız ruh hastalarını değil, sosyal, ekonomik, kültürel, geleneksel, töresel nedenlerle ruh sağlığı, ruh dengesi bozulmuş milyonları düşününüz. O zaman engelli sayısının nüfusumuzun oldukça yüksek bir yüzdesine ulaştığını kabul edeceksiniz. alerjik Yine Sosyal Engelliler da andığım sosyal engelli kavramı oldu. Bu yazıda onu işlemek istiyorum. Sosyal engelli, benim yıllar önce ilk kez Danimarka’da karşılaştığım, öğrendiğim ve gelişme halindeki bir ülkede yaşayan bir insan olarak yürekten benimsediğim bir kavram oldu. Bunu sık sık yineliyorum. Danimarka’da 40 yıl kadar önce rehabilitasyon kursu yaparken dünyanın dört bir tarafından gelmiş olan biz kursiyerleri bir güzel binaya götürdüler. İçeri girdiğimizde 30 kadar sevimli çocuğun yardımcılar eşliğinde kahvaltı ettiğini gördük. Ortada engelli filan yoktu. Bizim şaşkınlığımızı görerek hemen açıkladılar; burası evlenmemiş annelerin barındığı bir yerdi. Anneler işe gitmişlerdi. Çocuklar bakım altında idiler. Engellilerle ilgilenen rehabilitasyon organisazyonları bu anneleri korumaya alıyor, onlara iş buluyor ve çocuklarına sahip çıkıyordu. Bu genç kızlar evlenmeden anne oldukları için aileleri ve toplumla bir sürtüşme içine giriyor ve toplumda zor durumda kalıyorlardı. Yani onlar, sosyal engelli idiler ve diğer engelliler gibi korunmayı, desteklenmeyi hak ediyorlardı. Evet, ben çok yineliyorum, yazık ki pek dikkati çekmiyor ama bakınız Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) engelli tanımında “fiziksel, ruhsal, zihinsel nedenlerin yanı sıra sosyal nedenler” de yer alıyor. Yukarda belirttiğim gibi bizim bu anlayışı, bu yaklaşımı yürekten benimsememiz gerekir. Düşünmeliyiz ki memleketimizde ne çok ne kadar çok sosyal engelli var. Ne var ki böyle zengin gelişmiş bir ülkeden örnekler alarak bu servisleri ekonomik sosyal ve kültürel açılardan çok farklı ve yazık ki çok yoksunluklar içinde bulunan yurdumuza aktarmak olası değildi. Kurs sonunda yazdığım raporda bunu belirtmiştim. Danimarka zengin bir ülke onların engellileri de bizden çok farklı konumda bulunuyorlar. Ama bizim kendi koşullarımızda mutlaka bir çözüm aramalı ve bulmalıyız. Bizim töre cinayetlerine kurban giden ne kadar çok genç kızımız var. Dışlanan, horlanan, yalnızlığa terk edilen, baskı altına tutulan, tüm özgürlükleri elinden alınan, ezi C MY B C MY B stanbul Haber Servisi Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Alerji ve Klinik İmmünoloji Klinik Şefi Doç. Dr. , Adile Berna Dursun, alerjik sorunların tüm dünyada ciddi bir sağlık sorunu olduğunu belirterek “Toplumun yüzde 20’sinden fazlası alerjik hastalıklara yatkın. En çok aeroalerjen (polen, akar gibi), besin, ilaç, arı zehiri ve mesleki alerjilere rastlanıyor. Alerji nedeniyle her yıl önlenebilir ölümlerle karşılaşılıyor” dedi. Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği’nin girişimiyle, dünyadan yaklaşık 10 bin kişinin katılacağı Avrupa Alerji ve İmmünoloji Akademisi’nin (EAACI) 30. yıllık kongresi, 1115 Haziran arasında İstanbul’da Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak. EAACI 2011 Kongre Bilimsel Komite Üyesi Doç. Dr. Dursun alerjinin, kaşıntı, burun akıntısı ve hapşırmayla kendini gösterdiğini anımsatarak alerjide aileden gelen kalıtsal yatkınlığın önemini vurguladı. Kronik bir hastalık olan alerjinin, genetik bir zeminde çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıktığını, yaşam kalitesini bozduğunu, okul ve işgücü kaybına neden olduğunu dile getiren Dursun, “Tanı aşamasında en önemli nokta hasta ve hasta yakınından alınan öyküdür. Deri, kan, solunum fonksiyon, besin veya ilaç testleri bu öyküye göre yapılır ve test sonuçlarıyla ilişki kurularak kesin tanı konur” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle