15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 N SAN 2011 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Seçimle Gelen Seçimle Gider... Bilimciler KİM ne zaman ve nasıl çıkardıysa, “bilim insanı” diye bir söz çıktı ortalığa. Eskiden “bilim adamı” denirdi, herhalde feminizm eğilimli hanımlar itiraz etmiş olmalı ki, “insan deyip her iki cinsi kapsasın” istenmiştir. Türkçenin harika öneki olan “ci”den yararlanıp niçin “bilimci” dememişler ki? Ayıp mı olurdu acaba? Simitçi gibi bilim satan kişi anlamına mı gelirdi? Dişçi, dahiliyeci, maliyeci, hariciyeci oluyor da, bilimci niçin olmasın? Sadece bilim peşinde olanlar mı insan sayılacak? Neden “sanat insanı” denmiyor örneğin? Kaldı ki, bilimcilerin en yoğun olduğu yer sayılabilecek üniversiteler şu sıra başka bir konuyla, yani “yükseköğrenime geçme” sınavlarıyla herkesten çok ilgilenmeli, önlerine gelecek öğrencilerin niteliği, seçilme ve sıralandırma yöntemleri konusunda en çok onların söz hakkı olmalı. “YÖK var” demek yetmez; orası, kuruluş, seçiliş atanış açısından üniversiteler dünyasını tam anlamıyla temsil etmiyor. Belki, liselerden üniversiteye geçişin nasıl olması gerektiği konusunda bir “şura” düzenleyip ya da Üniversitelerarası Kurul’la kapışmak yerine ciddi bir görüş alışverişine girişerek ve bunu kurumsallaştırarak sorunun çözümüyle daha ciddi olarak uğraşılmasını sağlayabilirdi. Olmadı ve özerklik sınırlarını da zorlayıp üniversiteleri belli bir disiplinle düzen içinde tutmaya ve öğrenci seçişin yönetimine ve neredeyse mekanik sayılabilecek yönlerine öncelik verildi. ysa, eğitim âleminin belki de en önemli konularından biri budur: Kimler niçin ve nasıl girmelidirler üniversiteye? Meslek yüksek okulları şimdi olduğu gibi üniversite statüsü içinde “ön lisans” kurumları olarak mı kalmalıdır, yoksa “Plato” örneğinde olduğu gibi tek tük istisnalar genelleşmeli midir? Yükseköğrenim öncesindeki değişik liseler düzeni ne ölçüde yararlı olmuştur? Eskiden uygulanan “olgunluk” sınavını teknolojik olanaklarla daha pratik bir eleyiş basamağına dönüştürmek ve sonrasını üniversitelerin, hatta fakültelerinin kendi koşullarına uygun değişik seçme yöntemleri uygulamasına gidilebilir mi? Daha bir yığın sorun var ki, en çok üniversiteleri ilgilendirir. ilimciler bunları siyasilere ve medyacılara mı bırakmalıydı? Hatalar olmasaydı tarih hiç tekrarlar mıydı kendini? Tarihi, dinleyip bellediğimiz gibi değil, eleştirel bir gözle yeniden okuyup yorumlamalıyız. Karmaşık olayları tek nedene, masum sanığa, sandığa, ABD veya AB’ye indirgemeden... Hiç kolay değil kuşkusuz. BOZKURT GÜVENÇ D O B emokratik olmasını dilediğimiz Cumhuriyetimizde seçim eğik düzlemine girdik. Toplumca merak ediyoruz, seçimi kim kazanacak? Liderler, sözcüler hemen her gün her yerde konuşuyor. Anketler, yoklamalar açıklanıyor. Kapalı, açık oturumlar, yorumlar yapılıyor. Resmen değilse bile genel seçim kampanyası açıldı ve sürüyor. Güvenli ve güven veren bir seçim, demokrasinin tartışılmayan önşartıdır. Evet, ama yeterli mi? Hemen demokrasinin ikinci sorusu geliyor gündeme: Seçimle gelen seçimle gider (mi?) Gitmezse, demokrasi bir otokrasiye dönüşür mü? Temsili demokrasilerde geleni de gideni de seçen seçmendir. Onun için cumhuriyetler, Siyasal Parti ve Seçim yasalarını demokrasinin olmazsa olmaz koşulu sayar. Aslında geleni gideni belirleyen seçim sandığı ya da seçmen oyu da değil; iktidarların ve iktidara aday muhalefet partilerinin seçimler arasında yaptıkları ya da yapamadıklarıdır. Siyasi iktidarların görevde kalma hakkı muhalefetin görevi devralma talebi kadar meşrudur. Bu yüzden muhalefet eleştirecek, iktidar savunacaktır. Nasıl, nereye kadar? Seçim sürecini yasal sınırlar içinde yönetmek görevi yüksek yargıda görünürse de; etik değerler içinde tutmak görevi yine seçmene düşer. Birey ve grup olarak seçmen ilgisi zamanmekânda büyük değişmeler gösterir. PotomacRoma Kulübü araştırmasında görüldüğü gibi (1) aileden toplum ve dünyaya, bugünden geleceğe doğru azalır; gelecekten günümüze doğru artar ve yoğunlaşır. Onun için seçim sonucunu bugünden tahmin etmek için belki erkendir; ama bu kararı son haftaya ve sandığa bırakmak sanki çok geç olabilir. Ortası, doğrusu nerede, ne zamandır kestirilemez. Seçimden seçime bu süreç değişebiliyor. Seçim süreci boyunca, tarafsız haber, sınırlı yorum medyanın değişmeyen sorumluluğudur. Demokratik idealler böyle olsa da, gerçekler (uygulama ve davranışlar) farklıdır. Bu ikilemin ve belirsizliklerin ardına gizlenmeden, kimin kazanacağı sorusunu ve tahminlerini bir yana bırakıp, kamuoyumedya ilişkisi üzerinde durmalıyız. Kamuoyu mu yoksa kamuoyları mı? Böyle bir oy’un ya da oydaşmanın var olmadığı, sürekli yaratıldığı görüşü de savunulabilir. Çünkü medya, kamuoyunu yaratır, yarattığını da yansıtır. Söz ister istemez, Yaşar Kemal’in bu sütunlara yansıtılan “sözün gücü”ne, düşünce özgürlüğü ve özgürlük korkusuna geliyor (2). Asıl sorun düşünce değil, iletişim ve basın özgürlüğüdür. gökten düşmedi. Seçip seçilerek geldiler bugünlere. Geçmişte seçmen kişiliği ile bilincinin oluşmasında basınımıza sorumluluklar düşmüştü, bugün de düşüyor. Bu anlamda basın, Yaşar Kemal’in vurguladığı gibi, zanaat değil sanattır. Beğenmediğimiz yönetimlerden nasıl kurtuluruz, sorusunun yanıtı bellidir: “Nasıl seçtikse öyle, oylarımızla!” Seçmen sorumluluğumuzu hatırlamanın en etkili yolu budur. Son haftanın gündemindeki siyasal sorunlara göre değil; ileriye, dünyanın ve toplumun geleceğine bakarak karar vermeliyiz. İnsan falcı değildir. Geleceği bilemez ama olup bitenleri izleyerek pekâlâ sezebilir. Kâhinlerin yaptığı da bu değil midir? Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Bilen ün kazanır, yanılanlar unutulur. Köpekbalığı... Ne zaman yakalanmış büyük bir köpekbalığı haberi görsem medyada, bir Türk kafasını balığın ağzına sokuyor... Sonra bekleyen öbürleri de sırayla kafalarını balığın ağzına sokuyorlar... Balıkçı “Çek abi...” diyor... Balığın büyüklüğünü anlatmak için mi?.. Türk’ün cesaretini anlatmak için mi?.. Yoksa ikisini birden mi: “Balık büyük ama, Türk de cesur...” İşte yine askerlere “veriştirme” günleri... Balığın ağzına benzeyen ekranda kafalarını görüyorum... Sırayla çıkıyorlar... Cesur (!) insanlar... “Çek abi...” Hiç korkuları yok... Askerler, hepimiz gibi 163 subayın hapiste tutulmalarını “anlayamadıklarını” kendi sitelerinde yayımladılar... Ben de anlamadım aslında: Diyelim ki mahkemenin çağrısına uyarak yurtdışından uçağa atlayıp gelen subayların “sonra kaçarlar” diyerek hapishaneye kapatılmalarını siz anladınız mı?.. Kaçacak adam, kaçacağı yerden yollara düşüp niye gelsin?.. Anlamayan bir kişi daha var: Muhalefet şerhi koyan mahkemenin başkanı... Böyle zamanlar, bulunmaz yalakalık olanakları sağlar iktidara şirin gözükmek isteyen yalakalara aslında... Uzatıyorlar kafalarını... Korkmuyorlar... Sırıtıyorlar... Genelkurmay açıklamasının demokrasiye yakışmadığından başlıyorlar, demokrasiye müdahale olduğundan çıkıyorlar... Oysa bildiri ne bir müdahale, ne bir tehdit, ne bir uyarı... Belki bir sitem... Ama “Haddini bil” diyen de var... “Sesini kes” diyen de... Ne zaman yakalanmış bir köpekbalığı görsem, bir cesur Türk kafasını balığın ağzına sokuyor... Sonra sıradaki... Cesur insanlar... Demek ki korkmuyorlar... Balıkçı “Çek abi...” diyor... Deneme yanılma Beşer şaşar da seçmen yanılmaz mı? Tabii yanılır, iyi ki de yanılır! Zaten deneyip yanılarak öğrenmiştir çoğu bildiklerini. Yaptığı her yanlıştan öğreneceği yeni doğrular vardır. Tarih bize (soran bizlere) yarın ne yapacağımızı değil, bugünlere nerelerden, nasıl geldiğimizi söyler. Tekerrür eden tarih değil hatalardır. Hatalar olmasaydı tarih hiç tekrarlar mıydı kendini? Tarihi, dinleyip bellediğimiz gibi değil, eleştirel bir gözle yeniden okuyup yorumlamalıyız. Karmaşık olayları tek nedene, masum sanığa, sandığa, ABD veya AB’ye indirgemeden... Hiç kolay değil kuşkusuz. Zaten daha kolayı, iyisi ve doğrusu bilinmediği için vazgeçemiyoruz demokrasiden. Kime oy vereceğimi, kimin kazanacağını bilmiyorum. Sadece, seçilen ve seçilmeyenin, seçenin ve seçmeyenin ve de özgür basın çalışanlarının böyle bir tarih ve demokrasi yorumundan çıkaracağı bazı dersler bulunduğu inancımı paylaşmak istedim. 1) Ekonomik Büyümenin Sınırları, İÜ, İşletme Fakültesi, 1978. 2) Cumhuriyet, 30 Mart 2011. (Çağdaş Gazeteciler Ödül Töreni konuşması, 2011). Temel güvence Düşünce hep özgürdü; dile getirildiği, yazıldığı ya da üzerine not düşüldüğü zaman suç olur. Düşünce suçlamaları korku yaratır. Korku suskunluğu “tehlikeli cesareti” davet eder. Böylece “Her toplum layık olduğu rejimle yönetilir” söylemi doğrulanmış olur. Onun için özgür basın düşünce ve iletişim özgürlüğü demokrasinin temel güvencesi sayılır. Onun için basın özgürlüğünden korkan rejimler, basını, yazarları, düşünen yurttaşları korkutup sindirmeye çalışırlar. Suya sabuna dokunmuyorsan, korkacak bir şey yok derler. Söz dönüp dolaşıp seçime ve seçmene geliyor. “Basın özgürlüğünden doğan sorunların çözümü, daha çok basın özgürlüğü” ise, özgür basını koruyup kollamak demokratik bir yurttaşlık görevi oluyor. Ne var ki yurttaşlar, masaldaki üç elma gibi C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle