15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 N SAN 2011 CUMARTES [email protected] 14 KÜLTÜR Lucy Walker’ın ‘Çöplük’ belgeseli bugün 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösteriliyor Çöpler arasında sanat Belgeselde, Brezilyalı fotoğrafçı Vik Muniz atık işçilerinin fotoğraflarını büyütüp geri dönüştürülen binlerce çöple süslüyor. Çöpten yaratılan yapıtlar Londra’da bir açık arttırmada satılıyor. Elde edilen gelir işçilerin ihtiyaçları ve örgütlenmesine harcanıyor. Lucy Walker Nakıp Ali Nakıp Ali’yi 42 yıl önce 1 Nisan’da yitirmiştik. Bütün Antepliler bilir Nakıp Ali’yi. Neredeyse bugünün çocukları bile. Kitaplarımda, başka yazılarımda çok söz ettim ondan. Bugün de gazetemizin okurlarına tanıtmak, bir sinemasever olarak boynumun borcu… Nakıp Ali, Güneydoğu Anadolu’da sinema açan ilk kişiymiş. Ahşap Asrî Sinema (sonradan “altı beton, üstü beton Nakıp Sineması” oldu) açılınca, Antepliler bu yeniliğe büyük ilgi göstermişler. Nakıp Ali, “Sinemam öğrencilere bedava. Büyükler de gece okuluna yazılıp müdürden kâğıt getirirlerse, onlara da bedava” demiş. Koca koca adamlar, sinemaya gidebilmek için gece okuluna yazılıp okuma yazma öğrenmişler. Böylesine bir okuma yazma seferberliğinin komutanıydı Nakıp Ali. On iki yaşındaydım. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimimi sürdürmem için babam İstanbul’a göndermişti beni. Yaz tatillerinde, yarıyıl tatillerinde gidiyordum Antep’e. 1949 Ocak’ında yarıyıl tatili için Antep’teydim yine. Kentte son günümdü. Ertesi akşam trenle İstanbul’a dönecektim. O gece annemle babam sinemaya götürdüler beni. Nakıp Ali’nin sinemasına. “İki film birden” izledik. Sinemadan çıkarken, Nakıp Ali (Ali Nakıpoğlu) beni gördü. “Nasıl, beğendin mi filmleri” diye sordu. “Beğendim ama, gelecek program çok güzel. Onu kaçıracağım” dedim. “Niye?” dedi Nakıp Ali, “Önümüzdeki hafta oynatacağız”. “Ben yarın akşam İstanbul’a gidiyorum” dedim. “Talihine küs” dedi Nakıp Ali. Ertesi sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. Açtım. Bir adam, “Nakıp Ali seni istiyor” dedi. Sinemaya gittim hemen. Nakıp Ali kapıdaydı. “Gel, otur” dedi. Salonda bir koltuğa oturttu beni. Görmek istediğim filmi on iki yaşındaki o çocuk için, sadece benim için oynattı. Türkiye’de ilk sinematek İstanbul’da kurulmadı. Antep’te kuruldu. “Gaziantep Sinema Tiyatro Derneği”ydi adı. (O zamanlar, 50’lerin sonlarında, “sinematek” sözcüğünün varlığından bile habersizdik.) Sevgili Orhan Barlas’la, “Anteplilere güzel filmler izlettirelim” diye bu derneği kurmuştuk. Rauf Kutlar da bizi destekleyince, Nakıp Ali’ye gittik. Nakıp Ali, “Hayırlı bir iş yapıyorsunuz, sinemam sizin. Ne zaman isterseniz kullanın” dedi. Adana’ya film almaya gittim. İşletmecileri dolaştım. İstediğim filmleri bulamıyordum. Sanat filmi deyince neler neler koyuyorlardı önüme. Sonunda akıllı bir işletmeci, “Haa” dedi, “sen edebî film istiyorsun”. Yanımda Carol Reed’in Adalar Sürgünü’yle döndüm Antep’e. Derneğimizin açılış gecesi geldi çattı. Nakıp Ali’nin sineması tıklım tıklımdı. Kültürle ilgili bir etkinlik olduğu için, Vali’nin önerisiyle, Milli Eğitim Müdürü bir konuşma yapacaktı filmden önce. Müdür sahneye çıktı. İçkiliydi. “Sayın Vali, Sayın Vali’nin hanımı, Sayın Savcı, Sayın Savcı’nın hanımı” diye söze başladı. Sonra, “Bunlar bir dernek kurmuşlar. Film gösterip halkın kültür düzeyini yükselteceklermiş. İnsan sinemaya niçin gider? İnsan sinemaya baldır bacak görmek için gider” dedi, indi. Donakalmıştık. Birdenbire Nakıp Ali fırladı sahneye. “Ben” dedi, “bu bölgenin en eski sinemacısıyım. Tahsilim yok. Ama bildiğim bir şey var. İnsan sinemaya gider ve orada görmek istediğini görür. Kimileri sinemaya güzel şeyler görmek için giderler. Onlar güzel şeyler görürler. Kimileri de sinemaya baldır bacak görmeye giderler. Onlar da sadece baldır bacak görürler”. Alkışlar arasında film başladı. Ertesi gün Orhan Barlas’la oturup bir bildiri kaleme aldık, Milli Eğitim Müdürü’nü kınadık. Bildirimizi de Vasıf Güllüoğlu’nun baklavacı dükkânının camekânına astık. Boşuna zahmet etmiştik aslında. Nakıp Ali’nin söylediklerine ne ekleyebilirdik ki! AYŞEGÜL ÖZBEK “Çöpe atılan ve geri dönüşüme giden bir tek kutunun bile önemi çok büyük. Çünkü 99, yüz değildir ve bir kutu büyük bir değişim yaratacaktır.” Bu sözler Rio de Janerio’daki “Jardim Gramacho” (Gramacho Bahçeleri) isimli dünyanın en büyük çöplüğünde çalışan atık işçisine ait. Yaygın deyişle “çöp toplayıcısı”, Valter dos Santos, geri dönüşüme gönderilen bir kutunun öneminden söz ederken yaptığı işin insanlar tarafından fark edilmesini arzuluyor ve sürekli çöp “üreten” insanlar için kendi önemini vurguluyor, Lucy Walker’ın bu yıl Oscar’da da yarışan belgesel filmi “Çöplük”te (“Waste Land”). Müzikleri Moby’ye ait olan ve İstanbul Film Festivali’nde bugün son kez gösterilecek “Çöplük”, Brezilyalı ünlü fotoğrafçı Vik Muniz üzerinden ilerliyor. Walker ve Muniz işbirliğiyle ortaya çıkan filmde Muniz, Jardim Gramacho’daki atık işçilerini fotoğraflayıp bu eserleri dev boyutlu hale getiriyor. Ve geri dönüştürülen binlerce çöple süslüyor. Atık işçileriyle birlikte çöpten yaratılan bu eserler, Londra’da bir açık arttırmada satı lıyor ve Brezilya’nın önemli galerisinde sergileniyor. Elde edilen gelir de işçilerin ihtiyaçlarına ve örgütlenmesine harcanıyor. Muniz, “Sanat insanların hayatlarını değiştirebilir mi ya da hayatı daha yaşanır kılabilir mi?”, bunu keşfe çıkıyor. Bu fikir, “Çöpe attığımız her şey birden kendiliğinden yok olmuyor” diyen Walker’ın aklına 10 yıl önce gittiği New York çöplüğünde düşmüş: “Oradaki imajın gücü ve bir zaman bizim olan şeylerin hemen yok olmadığı, orada kaldığı ve birileri tarafından ayrıştırıldığı fikri beni çok etkiledi.” Yaratılan eserlerin bir sihirbazlık numarası gibi olduğunu ve değersiz olan şeyin sanatla nasıl değerli hale geldiğini söylüyor: “Değersizmiş gibi gözüken çöpün fotoğraflarını çekip inanılmaz paralara satıyorsunuz. Burada aslında biraz değeri sorgulamak gerekiyor.” Her şehrin büyük çöplükleri olduğu, “gelişmiş” veya “gelişmekte olan” ülke ayrımının yapılamayacağı bir gerçek Walker için: “ABD’de durum daha vahim aslında. Çünkü daha fazla çöp var. Her şey paketli ve insanlar daha fazla tüketiyor. Rio ile tek farkı sadece burada geri dönüşüm bilincinin az olması. Etkileyici olan şeyse Brezilya’daki insanların bu geri dönüşüm sürecini kendi elleriyle yapıyor olması.” Filmde gördüğümüz ve hikâyesi ni dinlediğimiz 7 karakter var. Jardim Gramacho Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nin başkanı Tiaı, işçilere her gün yemek yapan İrma, iki çocuk annesi 18 yaşındaki Suelem, çöpten kazandığı hayatla geleceğini kestiremeyen İsis... Her gün kamyonlar dolusu çöpün içinde her sınıftan insanların hayatlarını ayrıştırıyorlar. Hangi poşette nasıl bir hayat var? Atık işçilerine özel bir analiz: “Çöpün fakirse, sen de fakirsin.” Sürekli çoğalttığımız çöpü ayrıştıran işçilerin derdi görünür olmak ve yaptıkları işin değer görmesi. Bu iş hem zahmetli hem de ciddi bir çevre bilinci gerektiriyor: “İngiltere’de bir sözümüz vardır. ‘Azalt, tekrar kullan ve geri dönüşüm yap.’ Her ne kadar bunun üzerinden para kazansalar da tüketim arttığında onlar bundan mutlu olmuyor. Kesinlikle çevre konusunda bir bilinçleri var. Daha az çöp atılmasını ve geri dönüşümün uygulanmasını, insanların bu konuda bilinçlenmesini istiyorlar. Brezilya’ya gittiğimde aslında hangi tip insanlarla karşılaşacağım, çevre konusunda ne düşünüyorlar ve nasıl davranacaklar diye endişelendim. Ama beni karşılarına alıp uzun uzun bu çöplerin çevreye ne kadar zararlı olduklarını anlattılar. Bu insanlar kesinlikle bencilce yaklaşmıyorlar.” (Bugün 19.00’da yönetmenin katılımıyla Fitaş 1’de) 28. ANKARA MÜZ K FEST VAL ’NDEN LK ZLEN MLER Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim SALT iki sergiyle açıldı Kültür Servisi Beyoğlu’ndaki yeni kültür kurumu SALT, iki sergiyle kapılarını açtı. Belli bir küratörün olmayacağı sergilerde araştırmaprogramlar ekibi kurulacak. İlk sergi “Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim” 2007 yılında kaybettiğimiz Hüseyin Bahri Alptekin’in üzerinde durduğu temalar ile kullandığı farklı yöntemlerin deneyimlenebileceği bir ortam sunuyor. Sanatçının tüm arşivine ve kişisel kütüphanesine ev sahipliği yapan SALT, sergiyi Alptekin’in hayatı ve eserleri üzerine yürüttüğü araştırmalardan yola çıkarak hazırladı. 7 Ağustos’a kadar açık kalacak sergide, Alptekin’in hayatında rol oynamış Can Altay, Gülsün Karamustafa, Gabriel Lester, Camila Rocha ve Nedko Solakov’un, Alptekin’in hayatı, işleri, araştırdığı ve üzerinde düşündüğü temalar etrafında şekil bulan yeni eserleri de yer alıyor. 1 Haziran’a kadar sürecek “Laboratuvar” sergisi ise Almanya’da yaşayan ve gelecek vaat eden genç sanatçılara verilen “ars viva2010/11 Ödülü”nü kazanan sanatçılar Nina Canell, Klara Hobza, Markus Zimmermann ve Andreas Zybach’ın işlerinden oluşuyor. Başkentte bir bahar sevinci Sevda ve Cenap And Vakfı’nın özverili çabaları bu yıl da kendini gösterdi. ERHAN KARAESMEN Bu yıl 28’incisi gerçekleşen uluslararası Ankara Müzik Festivali başkentin anlamlı ve önemli bir sanatsal etkinliğidir. Kentin hemşerileri için Ankara Müzik Festivali bir bahar sevincine açılış gibi bir şeydir. Kamu sektörü ve Ankara Büyükşehir Belediyesi kaynaklı desteklerin AKP iktidarı boyunca arka arkaya kırpılmış olmasına karşın, sanata saygılı çeşitli özel sektör destekçileri bu festivalin yaşaması için maddi katkıda bulunmaya bereket versin hâlâ devam etmektedirler. İstanbul’daki her çeşit sanatsal etkinliğin kolayca sağlayabildiği büyük destekler Ankara’da mevcut olmamakla birlikte başkentin bu güzel olayı yine de dönmeye devam etmektedir. Festivalin entelektüel sanatsal sorumluluğunu ve yükümlülüğünü başından beri sırtlamış bulunan And Vakfı’nın özverili gayretleri bu yıl da kendini göstermiştir. Sanatsever Ankara dünyası bu vakfa ve yöneticilerine bir kez daha teşekkür borçludur. Maddi olanakların kısıtlılığı çok prestijli müzik gruplarının ve solistlerin Ankara festivaline getirtilebilmesini son yıllarda zorlaştırmıştır. Buna karşılık bir 510 sene öncesiyle kıyaslanmayacak kadar yoğun bir izleyici kitlesi ilgisi festivale yönelmiş bulunmaktadır. Bu çok memnuniyet verici bir unsurdur. Ancak, ülke içindeki orkestralarımızın katkısıyla dört senfonik konserin gerçekleşeceği de biliniyor. Bu etkinliklerden ilki, festivalin açılış programında yer alan Eskişehir Senfoni Orkestrası’nın konseriydi. Bilimsel kurum yöneticisi ve belediye başkanı olarak kuvvetli hemşerilik duyguları ile bağlı olan Yılmaz Büyükerşen hocanın sosyokültürel alanda yarattığı ve yön lendirdiği bir ilginç ve anlamlı olay geçen akşam dinlediğimiz bu Eskişehir Senfoni Orkestrası’nın kuruluşu olmuştu. Yıllardır Eskişehir’de sürekli konserler veren ve bir yerel orkestra için alkışlanacak bir 60 kişilik kadroya sahip olan bu grubu Ankaralılar geçen akşam mutlulukla keşfederek dinlediler. Kendi adıma orkestranın etkinliklerinden yıllardır bir miktar olmakla birlikte bir konserde ben de ilk kez dinleme fırsatı yakaladım. Gürer Aykal gibi ülkenin önde gelen orkestra şeflerinden birinin Eskişehir’de hafta içinde yöneterek bir çeşit Ankara festivalinin açılış konserine daha da özel hazırladığı bu güzel topluluk hepimizi tatmin etti. Konserde yerli bestecilerimizi ön plana çıkaran bir programla müzik yapıldı. Son yapıt Ahmet Adnan Saygun ustanın 1. Senfoni’siydi. Bu senfoninin canlı bir alkış takdiriyle karşılanan yorumundan sonra ilginç bir olay yaşandı. Senfonik eserlerin seslendirilişini izleyiciler canlı tepkilerle halelendirseler bile bu eserlerden bir iç bölümün ya da daha kısasından bir alt bölümün bis olarak çalındığına çok az tanıklık edilir. Geçen akşam Gürer Aykal açıklamasını da yaparak bu senfoniden bir küçük bölümü orkestra ile birlikte bis olarak seslendirdi. Haklı sevinç çığlıkları ve alkışlar sahneye doğru yöneldi. Müzikseverler için alabildiğine keyifli dakikalar yaşandı. Saygun ustadan bahsetmişken kendisinin dört önemli sanatçı dostu ile birlikte anıldığı Türk Beşleri kavramı üzerinde de bir küçük ekleme yapmakta yarar görüyorum. Sanat kültüründen ve ulusal kültür gelişmeleri tarihi bilgisinden hiç nasibini almamış bazı medya sunucularının yakın bir geçmişte bu ustalardan çok saygısız ve incitici bir dille bahsetmiş olduğu hatırlanıyor. Yurtdışında uzun bir seyahatte oluşum dolayısıyla zamanında bilgilenip tepki gösteremediğim bu olayla ilgili üzüntü ve esef dolu duygularımı bu fırsatta dile getiriyorum. NG L ZCE ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH İş İngilizcesi (Business English), İngilizce iş görüşmelerine (Interviews) hazırlık Gramer ve kişiye özel konuşma dersleri Kadıköy / stanbul TEL: 0532 701 80 41 (0216) 418 94 51 Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, Bir çocuk daha okusun diye 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 www.yekuv.org [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi 00158007287986476 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle