15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 8 N SAN 2011 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AB Fransa ve Türkiye’nin Almanya Çıkarması Falso BİR politikacımız bir ülke için “Trilyon borcu var, neredeyse mendil açıp dilenecek; bütün fabrikalarda üretim durdu, fabrika satılacak, alıcısı yok” dedi. Acaba bu sözler ona ve kendi ülkesine ne kazandırmış oldu? Elbet, “Ayıp etmiş” der, geçebilirsiniz. Keşke bu sözleri söyleyen, Türkiye’nin başbakan yardımcısı ve devlet bakanı; ülke de komşumuz Yunanistan olmasaydı. Üstelik iyi konuşan, sözcüklerini tartan, meramını anlatmayı iyi beceren bir kişi olarak bilinir bu politikacı. “Niçin böyle yaptı acaba” diye sormaz mısınız? Hele, bu sözler Okyanus ötesinde, ta Amerika’da edilmişse. Belki oralarda birileri münasebetsiz bir şeyler söylemiş, kim bilir herhalde Ege’yle, Kıbrıs’la ilgili insanı kızdıracak sorular sormuş ya da Ankara’nın Avrupa kapılarını yumruklayışından yakınmıştır. Ama yine de “lâ havle ve lâ kuvvete” deyip yutkunması, içinden ne geçerse geçsin onu kendine saklaması gerekmez miydi? akın, Türkiye’yi ve Türkçeyi çok iyi bilen Atina’daki muhabir Yorgo Kırbaki’nin aktardığına göre, Ta Nea adlı büyük gazetenin deneyimli bir yorumcusu ne yazmış: “Bir beyefendinin temel terbiyesi, yanındakinin zayıflıkları ve güçlükleri karşısında, içinden inanmasa bile, sempati ve desteğini dile getirmesini gerektirir” dedikten sonra, “kültürsüz bir Anadolulu” diye bir yargıya varmış. Sadece “Anadolulu” deseydi, bazı Yunanlıların kendilerini “Avrupalı uygar” ve Türkleri “Asyalı barbar” saydıklarını düşünerek, bu coğrafya teriminin gerisinde ince bir “köylülük” yakıştırması yattığını sezer ve kızabilirsiniz. Aslında kılı kırk yaran bu çeşit inceliklere kapılınca varılamayacak sonuç yoktur. Örneğin, “Anadolulu demiş, ama kültürlü diye eklemiş” düşüncesiyle teselli bulabilir ya da bu ekleyişin tek başına Anadoluluğun kültürsüzlük anlamına geldiğini fark edip büsbütün üzülür, hatta bir kulaç daha derine inerek “Adam antik dönemi, İyonya’yı falan ima edip bize hakaret ediyor” diye büsbütün bozulabilirsiniz. Kompleksliliğin sınırı yoktur. Özellikle Yunanlı komşumuzla paylaştığımız şu coğrafyada. u sütun kadar başka hiçbir sütun, komşunun Atina’nın Ege ve Kıbrıs konularındaki niyetleriyle hesapları konusunda kuşkuculuğun da ötesine geçen bir tutum sergilememiştir belki. Ama o iş başka, insanların kendi ülkeleri ve ulusları açısından besledikleri duygular ve gurur ölçüleri başka. Devletler arası ilişkilerde böylesine belirgin duyarlılıklara saygı göstermeyiş, çoğu zaman diplomatların da işini zora sokar. Bu zora sokuş sıradan kalabalıkların kabalığından kaynaklanınca ziyansız sayılsa da, bir komşunun basınında “görgüsüzlük” diye yorumlanan tutumlar iktidara yakın çevreden gelince hangi perdelerin yıkılıp viran edildiğini kestirmek kolay değildir. Fransa’nın yanlış politika uygulayıcısı Sarkozy’den sonra Alman Başbakanı Angela Merkel’in de Türkiye’ye ve Türk halkına gösterdiği sevgisizlik, bölgesinde bir güç haline gelen Türkiye’yi kırıyor. TAVAK’ın yaptığı araştırmanın ortaya çıkardığı diğer bir görüş de Türk toplumunun artık Avrupa Birliği’nden hiçbir beklentisi olmadığına yöneliktir. Prof. Dr. Faruk ŞEN B ürkiye’nin Fransa, Almanya ve AB ile olan ilişkileri ciddi bir şekilde gündemde yer aldı. İlk olarak artık önümüzdeki seçimlerde iktidarda göremeyeceğimiz Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye’ye çok aşağılayıcı bir ziyaret yaptı ve 4,5 saat içinde Avrupa Birliği’ne yönelik Türkiye’ye neredeyse hakaret eden söylevlerden sonra kendi ülkesine gitti. Sarkozy’nin ciddi bir şekilde sıkıntısı var. Son aylarda Fransa aşırı sağının büyük ölçüde gelişmesi Sarkozy’nin başkanlık şansını azaltıyor ve sosyalistlerin Fransa’da iktidara gelme şansı artıyor. Fransa şu anda OECD ülkeleri içinde en az büyüme hızını gösteren, işsizliğin arttığı ve yanlış politikaların uygulandığı bir ülke konumunda. Son yanlışı da bugüne kadar taparcasına destek verdiği Libya’nın Kaddafi’sine hemen yüz çevirerek büyük ölçüde şansı olmayan, yeni kurulan alternatif hükümeti tanımasından kaynaklanıyor. Bu nedenle Libya’ya en hızlı saldırıyı Sarkozy yaptı. Aynı gelişmeleri Almanya için de söyleyebiliriz. Başbakan Tayyip Erdoğan Düsseldorf’ta 16 bin Türk’e hitap etti. Konuşması Alman politikacılar tarafından çarpıtıldı. T TAVAK Vakfı Başkanı ve REMA Yöneticisi Tayyip Erdoğan’ın söylevlerinde iki cümle çok önemli. İlk olarak “Asimilasyona hayır ve uyuma evet” diyen Tayyip Erdoğan, dünyadaki bütün dilbilimcilerinin kabul ettiği bir görüşü de savundu, “İlk önce anadil öğrenilir sonra ikinci dil gelir” açıklamasını yaptı. Buna göre Almanya’daki Türklerin ilk önce analarının dili olan Türkçeyi, daha sonra Almancayı öğrenmeleri gerektiğini belirtti. Başta Hür Demokrat Parti Başkanı ve Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle olmak üzere bütün politikacılar Tayyip Erdoğan’a saldırdı. Vize konuşmasında da Hannover’de Merkel, Erdoğan’a olumsuz bir tavır aldı. CHP ve Almanya Bir hafta sonra ikinci gelişmeyi de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bochum toplantısında gördük. Bochum’da 6 bin kişiye hitap eden Kemal Kılıçdaroğlu, Türklerin Avrupa’ya göçünün 50. yılının önemini vurguladıktan sonra Almanya’da yaşayan Türklere büyük ölçüde moral verdi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da konuşması, gerek hazırlanış gerekse sunuş açısından iyi bir görünüm içindeydi. Bir hafta içinde Türkiye’nin iki önemli liderinin Almanya’ya gelip Türk toplumuna hitap etmesi Almanları huzursuz etti. Kendilerinin sahip çıkmadığı Türk toplumuna Türkiye’nin başbakanı ile Türkiye’deki muhalefet parti liderinin art arda iki konuşma yapması Almanya’yı etkiledi. Özellikle TAVAK Vakfı’nın son yaptığı araştırmanın FOCUS’ta yayımlanması ve Türk toplumunun yüzde 32’sinin Fransa’yı, yüzde 25’inin de Almanya’yı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giden yolunda engel olarak görmesi hem Alman hem de Fransızları düşündürmeli. Yavaş yavaş bu iki ülke Türkiye’yi tamamıyla kaybediyor. Bundan zararlı çıkacaklar arasında Türkiye olmayacak. Avrupa Birliği son Avrupa Parlamentosu Raporu ile de Türkiye’ye saldırıya devam ediyor. Bu gelişmeler çerçevesinde Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri dar bir boğaza girmiş bulunuyor. Fransa’nın yanlış politika uygulayıcısı Sarkozy’den sonra Alman Başbakanı Angela Merkel’in de Türkiye’ye ve Türk halkına gösterdiği sevgisizlik, bölgesinde bir güç haline gelen Türkiye’yi kırıyor. TAVAK’ın yaptığı araştırmanın ortaya çıkardığı diğer bir görüş de Türk toplumunun artık Avrupa Birliği’nden hiçbir beklentisi olmadığına yöneliktir. Bu gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki 10 yıl hakikaten ciddi bir darboğaz yaşayacak olan Avrupa Birliği yavaş yavaş Türkiye’yi unutmalıdır. Avrupa’daki Türk karşıtlığı, Türk insanını uyandırıyor. Yavaş yavaş “Sen bizi tanımıyorsan, biz de seni tanımıyoruz” tavrını takınıyor. Össe Yeme... Kaç gündür Össe Yeme ve gizli şifre ile yatıp kalkıyorum... Elimde kâğıt, kalem... İşte, dönen dolabın gizli şifresini çözmek üzere alt alta yazıyorum şıkları: a Hoca... b Ampul... c Siyaset... d Tarikat... e İmam... f Rezalet... Çözmeye bakıyorum, çözersem diyelim ki sınavı geçtim demektir... Muhterem karım “Kazandın mı?” diye başımda bekliyor... Önce büyükten küçüğe doğru, sonra küçükten büyüğe doğru sıralıyorum şıkları... Çakışan olursa, doğru cevap... Diğer büyüklerimiz gibi dönen dolabı çözmek, sahtekârlığı ortaya koymak için, bu kez baş harfleri yan yana yazınca sanki çözdüm gibi, bir şeye benziyor: “HASTİR...” Demek ki çözemedik... Çünkü çözülmez de ondan... Kim çözebilir?.. Çocukların adını sınav kâğıtlarının üzerine yazmışlar, fotoğrafını koymuşlar, kim kimdir, kim necidir belli... Dışarı sızmasın diye de Össe Yeme basımevinin etrafını telle çevirmişler... Gizli kameralar var... Polis bekliyor... Sinyal karıştırıcı... Pencere yok... Kapı kilitli... Peki hiç düşünmediniz mi; kapısında süngülü askerlerin beklediği Genelkurmay’ın kozmik odasına girmeyi başaran güç... Kapısında kendisinin beklediği yerden çıkamaz mı?.. Bu rezaletin anlattığı en önemli şey bence; kendi düşüncelerinin dışında hiç kimseye yaşama hakkı tanımamakta geldikleri nokta... Nasıl ki kendi bürokratlarını getirdiler... Nasıl ki kendi sermayelerini yeşerttiler... Nasıl ki kendi medyalarını kurdular... Nasıl ki üniversitelere kendi hocalarını, illere kendi valilerini, hariciyeye kendi diplomatlarını, yüksek yargıya kendi hukukçularını koydular... Aynen öyle... Kendi kadrolarını yetiştiriyorlar... Var mı anlamayan?.. Asıl sorun ise: Össe Yeme’de olanları görüp de, yine bön bön oturup, çocukların yaşamlarının çalınmasına izin verecek misiniz?.. Öyleyse yeme... Ya da Arnavutçası: “Össe Yeme...” stanbul Atatürk Kültür Merkezi Oğuz ÖZLEM Ankara Devlet Bale Sanatçısı K B işiler aynı toplumda yaşamalarına rağmen ayrı diller kullanarak konuşma yerine, anlamadan, hissetmeden ve sevgisiz gürültü üretiyorlar. Atatürk Kültür Merkezi bugün dünyada konuşulan ve asırlardır konuşulup tek bir kökene indirgenmiş gerçek anlamdaki evrensel sanatla ve sanatçılarla her zaman iç içe olmuştur. Yıllarca sahnesinde sergilenen uyumlu, dengeli ve estetik güzelliklerle insanlarımızın şekillenmesi, kültürlenmesi beraberliğinde entelektüel bir kimlik de vermiştir. Atatürk Kültür Merkezi, Türkiye’nin Batılı anlamda tek opera binasıdır. Bu sahneyle ve sanatçılarıyla, sanat ürünlerini ülkenin insanlarına ve dünya insanlarına sağlıklı bir şekilde sunmuş ve medeniyet yolunda Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük katkı sağlayarak bu alanda dev adımlar attırmıştır. Görünüm türü ne olursa olsun Ankara’daki Devlet Konservatuvarı gibi yokluk ve sıkıntı ortamında binbir zorlukla yapılmış Atatürk ilkelerinin bir devamıdır. nkara Devlet Konservatuvarı Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkıp daha sonra çok amaçlı sanat ve kültür merkezi yapma düşüncesi hemen akıllara Ankara Devlet Konservatuvarı’nı getiriyor. Yüce Atatürk demokratik ve laik bir toplumun oluşmasında büyük katkısı nedeniyle Ankara A Devlet Konservatuvarı’nı yıllar önce yaptırmıştır. O mucizevi Cumhuriyetin hemen sonrasında bu güzellikleri süsleyen insanlara erdem ve tedbir aşılayan, rezillikten uzaklaştıran, topluma ahlaki değerleri sunan Türkiye’nin bu güzel yüzlü sanatçıları yıllar önce apar topar çıkarılmıştı. Buranın tarihsel yüzüne yakışır bir yapıya dönüştürüleceğini söyleyen zihniyet daha sonra sanatçıları ve sanatseverlerin sonsuz üzüntüsüne neden olmuşlardı. O güzel okulum Türkiye’nin çağdaş ve modern oluşumundaki nitelikleri sayesinde zamanımızda bile kısıtlama ve üzüntülere rağmen ürünleri Türkiye’nin dört bir yanında ve dünyada gurur kay naklarıdır. Bugün Mamak Belediyesi tarafından işgal edilen bu tarihi bina tamamen tarumar edilmiştir. Batı anlayışıyla yapılan enstrümantal çalışma odaları, konser, orkestra ve bale salonları, yemek ve yatakhaneler köfteci, kokoreççi ve düğün salonlarına dönüştürülerek karamizah haline getirilmiştir. Türkiye’nin büyük ayıbı olan yerin eski güzelliğine ve yüceliğine getirilme duygularının var olduğuna, bu çalışmaların bitmediğine inanıyorum. Bu duygular ve karamsar düşünceler doğrultusunda Atatürk Kültür Merkezi’nin artık trajik hale gelmiş yıkma isteğinin karşılığında Atatürk’e yakışır, onun ilkelerinde bir opera yapma isteği tavana vurduysa ne mutlu biz sanatçılara ve sanatseverlere. On dört milyonluk bu dünya güzeli tarihi metropole ikinci bir opera binası yapılması bile devede kulak misali olur. Bu olmasa bile bu arzulu fırsat kaçmaz deyip 1995’te devletin açtığı opera binası yarışma sonrası 2001’de projesi bitirilen ve inşaat ihalesi hazır olan Ankara Opera Binası planlandığı gibi hipodrom alanında yapılır. Artık minyatür hale gelmiş seyirci ve sanatçı mekânlarının yüzölçümünün küçüklüğünden seyirci ve sanatçının birbirine karıştığı sanat ortamı nedeniyle senelerce nice yabancı rejisör ve koreografın eserlerini koymadan gitmesi başkente yakışmayan bir olaydır. Bu tarihi ve şirin opera binası ve İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nin yerlerini muhafaza ederek restore edilmesi ve gündemlere konu olan opera gerçeği ümit ederiz sanatçı ve sanatseverleri ve küçümsenmeyecek çoğunlukta bir toplumu şaşırtan bir sürprizle sona erer. Dünyanın en yoksul, suyu, elektriği olmayan Afrika’nın doğusunda Burkina Faso, başkenti Ouagadougou’da bu işi başarıyor. Sanatçısı, seyircisi yok ama orada bir opera binası var. O bizim opera binamız deyip onunla gurur duyuyorlar. Hukuksal olarak bu havayı iyi koklayan ilgili kurum ve kuruluşlar, sanatçılar ve sanatseverler defalarca bu tarihi ve ilk gözağrısı gerçek opera binasının yıkılmaması için yazdılar ve çizdiler, kim bilir 27 Kasım 1970 tarihinde saat 21.30’da Atatürk Kültür Merkezi yanarken gözleri yaşlı insanların o kahreden üzüntüsünü, yıkılırken tekrar yaşamasını istemiyorlardır. anatçının görevi Sanatın ve sanatçının bu ülkede görevini yerine gerirebilmesi için yeşerdiği ve boy attığı ortamın özgür olması gereklidir. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellikler sorumluluk duygularıdır. Bu kültürü almış insanın sanatın bir lüks, boş zaman değerlendirmesi olmadığını ve bilhassa sanatçının, bilgili, duyarlı, kişilikli ve sorumluluk duygusuna sahip demokrat ve laik bir toplumun kültürünün oluşumundaki katkılarını anlatmak yüklendiği önemli bir görevidir. Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olmuş, senelerce okulun ekmeğini yemiş, daha sonra Atatürk Kültür Merkezi’nde “oh dünya varmış” diyerek o güzel sahnesinde söyleyen, çalan ve dans eden o unvanlı sanatçıların böyle bir değerin yıkılma aşamasında sessiz kalmaları üzücüdür. Diğer bir üzüntü defalarca gelip çeşitli eserleri keyifle seyrettikleri ve dinledikleri burası hakkında anlı şanlı köşe yazarlarının (bir ikisi dışında) müspet veya menfi net bir şey yazmamaları anlamlıdır. Bu anlamlılık artık eğriyi doğruyu ve güzeli ayırt etmeden Atatürk Kültür Merkezi hakkında ahkâm kesenlere de gün doğmuştur. Halbuki bu zor anlarda sanatçısıyla, sanatçıya olan sevgiyle duygularımızı bir rüzgâr misali yelkenlere doldursak, büyük Atatürk’ün estirdiği rüzgârlara pupa yelken destek versek olmaz mı? S C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle