15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 8 N SAN 2011 CUMA [email protected] 16 30. ULUSLARARASI KÜLTÜR STANBUL F LM FEST VAL ‘Emek’siz bir festival coşkusu Michael Winterbottom’ın ‘ çimdeki Katil’i, iflah olmaz ‘kara film’ tutkunlarının ilgisiz kalamayacağı bir yapıttı. Peter Mullan’ın ‘Serseriler’i, etkileyici bir aile, aşk, hüzün ve yalnızlık dramıydı. Nisan yağmurlarıyla birlikte, ıslak Beyoğlu sokaklarında bir kez daha (zaten 30 yıldır hayatımıza karışmış olan) ‘Emek’siz bir festival coşkusunu ve koşuşturmacasını yaşadığımız şu son günlerde, her cins ve her türden filmlerle kuşatıldık yine, seç seç beğen al! Mecburen seyrettiğimiz (DVD’ler dahil) onca filmden akılda kalanları bu hafta yazalım deyince önceliği dün gördüğüm “İçimdeki Katil” aldı. Son 15 yılın İngiliz sinemasında farklı türlere el atmasıyla, değişik tarzları denemesiyle tanınan (ve 2006’da “A Cock and Bull StoryUyduruk Bir Öykü”yle Altın Lale’yi de kazanmış olan) Michael Winterbottom’ın ünlü polisiye yazarı Jim Thompson’un aynı isimli ‘pulp’ romanından uyarladığı “The Killer İnsideİçimdeki Katil”, içerdiği sert şiddet, vahşet sahneleriyle ve belirgin kadın düşmanlığıyla tepki çeken, tartışmalara yol açan ama bizim gibi iflah olmaz kara film tutkunlarının da kesinlikle ilgisiz kalamayacağı bir ‘film noir’ denemesiydi. 1950’lerin kocaman Amerikan arabalarından geçilmeyen, küçük bir Teksas kasabasındaki (sorunlu çocukluk anılarının hiç peşini bırakmadığı) şerif yardımcısı Lou Ford’un (abisi Ben’den daha iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor Casey Affleck) polis kimliği ve yetkileriyle işlediği suçları, irkiltici canilik ve sapıklık serüvenlerini klasik kara film kalıplarıyla aktaran filmi, efendi ve nazik görünüşünün altında soğukkanlı, gaddar bir sadist katilin gizlendiği Lou’yu başarıyla oynayan, sadomazo ilişkilerin bebek yüzlü canavar antikahramanı C. Affleck sürüklüyordu baştan sona. Dilber Jessica Alba’nın Kate Hudson’ı sollayan cazibesiyle süslenmiş, ateşli sevişme görüntülerinin yanı sıra iğrenç kadın dövme sahneleriyle de donatılmış “İçimdeki Katil”, kara film atmosferi Kara film özleyenlere ni özleyenleri hoşnut bıraktı sonuçta. Oyunculuktan yönetmenliğe geçmiş İskoç Peter Mullan’ın “Orphans” ve “Günahkâr Rahibeler”den sonraki üçüncü filmi “NedsSerseriler”, 1970’lerin Glasgow’undaki büyüme sancıları içindeki bir işçi mahallesi çocuğu ve yeniyetmeliğin karmaşık sorunlarıyla kuşatılmış, iyi bir öğrenciyken (Conor McCarron) çevre koşullarıyla gitgide serseriliğe ve suça meyleden bir gencin dönüşümünü mizahi bir dille anlatıyordu. Yine vaktiyle festivalde “Naked”iyle keşfettiğim İngiliz Mike Leigh’nin daha sonra sinemalara düşeceğini umduğum son eseri “Ömrümüzden Bir Sene”, mutsuzluğunu içkiyle avutan, tatminsiz, huzursuz ve acınası dostların ağırlandığı, yıl lanmış, yaşlı bir çiftin sıcak yuvasına odaklanan, ustanın 40 yıllık birikiminin ürünü, etkileyici bir aile, aşk, hüzün ve yalnızlık dramıydı. Türk asıllı, Belçika doğumlu genç usta Kadir Balcı’nın ilk uzun metrajı olan “Turkuaz”, ölen babalarını İstanbul’da defnettikten sonra Gent kentindeki hayatlarını sürdüren üç kardeşin çatışmalı ilişkilerinin hikâyesiydi. Gerald HustacheMathieu’nün yönettiği, Uluslararası Yarışma filmlerinden “Pupupidu”, yerel TV’de hava durumunu sunan, sarışın reklam yıldızının (Sophie Quinton) ölümünü taşrada araştıran Parisli, tıkanmış bir polisiye yazarının (JeanPaul Rouve) soruşturmasını komik bir şekilde hikâye eden, enerjik bir Fransız yapımıydı. İran asıllı, Kaliforniyalı senaristyönetmen Massy Tadjedin’in, genç bir karıkocanın sadakatihanet ekseninde geçen ve bugün sinemalarda gösterime giren “Last NightSon Gece”si, Keira Knightley, Eva Mendes, Sam Worthington, Giullaume Canet gibi oyuncularına karşın pek bekleneni veremiyordu. 1996’da Amerikalı ressamyönetmen Julian Schnabel’in, aşırı eroin dozundan genç yaşta ölmüş, New Yorklu graffitici ressam JeanMichel Basquiat’nın sıradışı hayatını ele aldığı ilk filminden yıllar sonra, Basquiat’nın yakın arkadaşı Tamra Davis’in imzasını taşıyan “Radiant ChildHarika Çocuk”, eski röportaj, belge ve tanıklıklarla destekli, doyurucu bir belgeseldi. STANBUL F LM FEST VAL ’NDE BUGÜN ‘ÖZGÜRLÜK YOLU’ BUGÜN REXX’TE GÖSTER LECEK SOTHEBY’S’ N ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI MÜZAYEDELER N N ÜÇÜNCÜSÜ DÜN YAPILDI Claire Denis’den ‘iki film birden’ Kültür Servisi İstanbul Film Festivali’nde bugün, şairsinemacı Claire Denis’nin Ozu filmlerini anımsatan, genel atmosferi öykü anlatımının önünde tutan, önceki çalışmalarının izinden giden “35 Tek Oda” adlı filmi, saat 11.00’de Fitaş Salon 4’te. Yine Claire Denis’nin yönettiği, Isabelle Huppert’ın rol aldığı “Beyaz İnsan” saat 21.30’da Beyoğlu Sineması’nda. 2011 Berlin Jüri Büyük Ödülü’ne değer görülen, Béla Tarr ile Ágnes Hranitzky’nin yönetmenliğini üstlendiği “Torino Atı”, saat 16.00’da Beyoğlu Sineması’nda sinemaseverlerle buluşuyor. François Ozon’un en muzip filmlerinden “Sitcom”, saat 16.00’da Rexx Sineması’nda, 2011 Berlin En İyi Yönetmen Ödüllü “Uyku Hastalığı” ise saat 16.00’da Atlas Sineması’nda izlenebilir. Peter Watkins’in yönettiği “Paris Komünü” ise bugün Pera’da saat 11.00, 13.30, 16.00’da üç ayrı gösterimde izleyicinin karşısına çıkacak. Yaşama tutunmak ASLI SELÇUK Picnic at Hanging Rock (Hanging Rock’ta Piknik/1975), Gallipoli (Gelibolu/1981), Witness (Tanık/1985), Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği/1989), The Truman Show (Truman Şov/1998), Master and Commander’ın(Dünyanın Uzak Ucu/2003) yaratıcısı Peter Weir yedi yıl sonra The Way Back’le (Özgürlük Yolu/2010) setlere geri döndü. Slavomir Rawicz’in The Long Walk adlı romanından ve gerçek olaylardan, tanıklıklardan uyarlanan film bir epik savaş dramı. 1940 yılında 2. Dünya Savaşı’nda yedi savaş tutuklusu Rusya’daki Gulag kampından kaçıp Sibirya tundralarını geçerler, Himalaya dağlarına tırmanarak Go bi Çölü’nü aşarlar, 10 bin kilometre yürüdükten sonra Hindistan’a ulaşırlar. Özgürlük Yolu, bir yol, kaçış, her şeyden önce de yaşamda kalma, yaşama tutunma öyküsü. Kaçaklar aralarındaki dayanışmayı yoğunlaştırdıkça kurtulma şansları o denli artar. Ustalıklı, yetkin bir klasik gerçekleştiren Weir, insanın fiziksel ve ahlaki bulgularını başarıyla sergiliyor, doğanın insan üstündeki ağırlığını duyumsatıyor. Yaşamak için direnmek, ilerlemek gerek diyor. İnsanı vurgulayan öyküler anlatmayı seven Weir’ın, Rawicz’in romanındaki yaşamda diretkenlik teması çok ilgisini çekmiş: “Bu insanlar Hindistan’a dek nasıl yürüdüler? 1930’lardaki Büyük Bunalım’da insanların otobüse binecek parası bile yoktu, bu yüzden işe, okula yürüyerek giderlerdi. Yaşamı sürdürmek olgusu sürgit güncelliğini koruyor. Genç Batılılar modern kent toplumunda psikolojik ve tinsel anlamda yaşamda olabilmeyi nasıl başaracaklar? Sabah neden uyanılır, bizi buna ne güdümler? Filmde her iki ol gu da var, bu kaçaklar bedensel ve zihinsel boyutta yaşamda kalmaya çabalıyorlar.” Kendini bir kurgu adamı, profesyonel bir yalancı olarak tanımlayan Weir, bu trajik olayları yaşayanlara saygı amacıyla Gulag’dan kaçanlarla görüşüp gerçeği ön planda tutmuş. On yıl bu kamplarda kalanlar mizah duygularını hiç yitirmemişler, hijyene önem vermişler. Onlara göre yaşamak mekanik bir insana dönüşmenin ötesinde bir olgu. Yiyecek tek lokma bile yokken insanlıklarını yine de korumuşlar. Gulag’la ilgili birçok belgesel izleyen Weir olabildiğince gerçeğe ulaşmayı yeğlemiş. “Matisse yaşamı süresince resmini özetleyen en doğru çizgiyi, en yalın fırça vuruşunu aradı. Ben de onu izledim. Bu dramı en yalın, en içten biçemde çektim. İşkence, savaş, kamptan kaçış sahneleri yok. Gerilim yaratmadım. Yalınlık ulaşılması yine de en güç, karmaşık şey. Bazen bu arayış tüm bir yaşam sürüyor” diyen Weir fazlalıklardan arındığını, yaşlandıkça yalınlığı aradığını belirtiyor. Özgürlük Yolu’nda ucuz gerilim, uçurumlardan atlamalar yok. Günümüzde salt blockbuster’ların, çizgi roman uyarlamalarının, fantastik kahramanlık öykülerinin çekildiğini söyleyen Weir, izleyicinin de değiştiğini vurguluyor. Özgürlük Yolu’nu yetişkinler için bir dram olarak tanımlayan sinemacı, gençlerin filmini izlemeyeceklerini, günümüz Amerikan sinemasının gençler için filmler ürettiğini irdeliyor; “Sürekli çocuksu bir kavram olan iyiyle kötünün kapışmasını anlatıyorlar. Ben de sonunda Coppola gibi bağımsız sinemacı oldum, yaşamda kalma savaşımı veriyorum, yönetmenin kurgusu avantajı hâlâ elimde” diyen Weir’ın Özgürlük Yolu’nun bütçesi 29 milyon dolar. Yaratıcı sinema yapmak için para bulmanın gittikçe zorlaştığını belirten Weir stüdyolardaki karar vericilerin işlerini kaybetmek istemediklerini belirtiyor. Özgürlük Yolu’nda, Jim Sturgess, Colin Farrell, Ed Harris, Saoirse Ronan, Mark Strong oynuyorlar. Tüm filmlerinde yabancı bir dünyayı keşfetme temasını işleyen Peter Weir, sinemanın ona öykülerin içinde yolculuk etme olanağı verdiğini söylüyor, ona göre “sanatçılar birer yolcu, yönetmenler de göçebelerdir”. Özgürlük Yolu, bugün 21.30’da Rexx’te, 13 Nisan 21.30’da Atlas’ta gösterimde. Burhan Doğançay, “Whispering Wall II”, tuval üstüne akrilik, 142,9x193cm., 1985. Doğançay’a 692 bin TL Kültür Servisi Sotheby’s Müzayede Evi, “3. Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi”ni dün Londra’da gerçekleştirdi. Pek çok tanınmış sanatçının yapıtlarının satışa sunulduğu müzayedede, Burhan Doğançay’ın “Whispering Wall II” adlı yapıtı 277.250 sterline (yaklaşık 692 bin TL) satıldı. Toplam 102 eserin yer aldığı müzayedede, Mübin Orhon’un 1963 yılına tarihlenen ve 50 yıldan fazla bir süre Daniel Gervis koleksiyonunda yer alması nedeniyle sanat piyasasında daha önce görülmemiş olan dört tablodan biri olan “İsimsiz” tablosu 241.250 sterline (yaklaşık 602 bin TL) satılırken, Taner CeyTaner Ceylan, “1879”, tuval üstüne lan’ın ilk kez bu müzayedede görüyağlıboya, 170x180 cm., 2011. cüye çıkan çalışması “1879”, 50 bin ile 70 bin sterlin arasında bir fiyata alıcı bulması beklenirken 229.250 sterline (yaklaşık 572 bin TL) satıldı. İlk yıl 1.3 milyon sterlin, ikinci yıl ise 2.4 milyon sterlinlik satış yapan ve İstanbul’da ofis açan ilk uluslararası müzayede evi olan Sotheby’s bu müzayedede 2.332.175 sterlinlik bir satışa ulaştı. E MÜZAYEDED LK 10 1. Burhan Doğançay / “Whispering Wall II” / 277.250 sterlin (yaklaşık 692 bin TL). 2. Mübin Orhon / “İsimsiz” / 241.250 sterlin (y. 602 bin TL) 3. Taner Ceylan / “1879” / 229.250 sterlin / (y. 572 bin TL) 4. Burhan Doğançay / “İsimsiz” / 151.250 sterlin (y. 378 bin TL) 5. Mübin Orhon / “İsimsiz” / 97.250 sterlin (y. 243 bin TL) 6. Bedri Rahmi Eyüboğlu / “Öpücük” / 91.250 sterlin (y. 228 bin TL) 7. Mübin Orhon / “İsimsiz” / 85,250 sterlin (y. 213 bin TL) 7. Yüksel Arslan / “Arture 424, L’Homme 65 ‘Hypnose” / 85.250 sterlin (y. 213 bin TL) 9. İhsan Cemal Karaburçak / “Yelken Senfonisi” / 75.650 sterlin (y. 189 bin TL) 10. Nejad Melih Devrim / “İsimsiz” / 70.850 sterlin (y. 177 bin TL) Mimar Sinan etkinlikleri Kültür Servisi Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde bugün saat 11.00’de Mimar Sinan konferansı düzenlenecek. Prof. Erhan Karaesmen’in yönlendirdiği konferans sonrası yarın Edirne Selimiye Camii ve Alpullu Köprüsü’nü kapsayan bir gezi düzenlenecek. Bilindiği gibi nisan ayı Mimar Sinan’ın anılması için çeşitli konferans, tartışma, sunuş ve teknik gezi etkinliklerinin yer aldığı bir dönemdir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle