16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 7 N SAN 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Deprem ve Seçim... Geçip Giden, Gitmeyen... Ben onuncu yılı yaşadım. 1933’ün 29 Ekim’ini, on beş milyon gençle birlikte... Onuncu Yıl Marşı seksen yedinci yılda hâlâ yaşıyorsa bunun bir anlamı olmalı! Gerçi resmi törenlerde pek anımsanmıyor, ama hâlâ yaşıyor, yaşayacak... Ne kadar yok edilmek istense de yaşayacak... Cemal Reşit Rey’in bestesi, Faruk Nafiz’le Behçet Kemal’in dizeleri ölüm nedir bilmeyecek! Ama İkinci Cumhuriyet diye uyduruk bir istek yaşam kazanırsa, yeni bir marş yazılacak mı? Kim yazacak onu, hangi besteci, hangi şair? Yok öyle birileri! Haklıydım, AKP iktidarında bu bayramlar kutlanmamalı, diye yazdığımda. Atatürk’ün devrimci cumhuriyeti, sevmeden, benimsenmeden kutlanır mı? Sözler, övgüler yanlış olur, yalan olur... Sen 1923’te kurulmuş bir cumhuriyet devrimini bozmak, yozlaştırmak, yok etmek istersen, hem de, yanıltıcı söylevlerle halkı oyalamaya kalkışırsan buna kim inanır, kim değer verir? Yalnız yandaşlar, yalnız özel çıkar hesapçıları!.. Mustafa Kemal hepimize uygarlığın gerektirdiği hakları yasalarla verdi, hele kadınlarımızı o başıbozuk çirkinliklerden kurtardı, okuma yazma, dünyayı anlama, kendini hür hissetme hakkını kazandırdı. Atatürk kimseye başını aç ya da kapat demedi ama örneklerle uygarlık nedir, nerdedir, nasıldır, öğretti. Türk kadınının köle olarak kalmayacağını biliyordu. Ama kötü tohumlar atılmış bir kez, oraya buraya, o tohumlardan insanlar yetişmiş, yetiştirilmiş. Mustafa Kemal’i bilmeyen, bilmek, anlamak istemeyen, dünyanın en geri, en ilkel insanları, kendileriyle birlikte ulusu da bir kabile, bir aşiret, daha doğrusu son günlerin modası olan bir cemaat halinde yaşatmak istiyorlar! Söz de, yazı da bitti diyenler çoğalıyor, umutlar tükenmeye başlıyor! Bunu önlemenin tek yolu, Atatürk’ün partisi CHP’nin altı okun çizdiği yoldan ayrılmaması, uygarlık savaşımını tüm gücüyle sürdürmesidir... Yanlışlıklara düşmeden! Seçim yaklaşıyor. Vaatler uçuşuyor, yok yok. Sanki seçimden sonra hiçbir sorunumuz kalmayacak. Alabildiğine özgürlük, çağdaş bir demokrasi, herkese aş ve iş... stanbullu dinliyor; memnun, mütebessim... Siyasetçi her şeyden bahsediyor ama stanbulluyu bekleyen deprem tehlikesinden söz etmiyor. Onun can ve mal güvenliğine sahip çıkmıyor. T Prof. Dr. NAC GÖRÜR İTÜ Maden Fakültesi kalmayacak. Alabildiğine özgürlük, çağdaş bir demokrasi, herkese aş ve iş... İstanbullu dinliyor; memnun, mütebessim... Siyasetçi her şeyden bahsediyor ama İstanbulluyu bekleyen deprem tehlikesinden söz etmiyor. Onun can ve mal güvenliğine sahip çıkmıyor. Böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyor. Aziz İstanbullum da bundan memnun. Bu konuda hiçbir talebi yok. Belki de kader bellemiş afeti. Kaderine doğru sessiz sedasız gidiyor... İstanbul’un sorunu çok: Altyapı, yol, park yeri, ulaşım, taşkın yapan dereler, çevre kirliliği, göç, gecekondulaşma, vb. Bunlar elbette çok önemli. Siyasiler bu konuları önemsiyorlar, bunlar üzerinde harıl harıl çalışıyorlar, konuşuyorlar, çözüm üretiyorlar, projeler geliştiriyorlar... Ama iş depreme gelince hiç konuşmuyorlar. Bu konuda vaatleri yok. Hiçbiri çıkıp da İstanbul’u ve Marmara Bölgesi’ni depreme hazırlayacağız demiyor. On binlerce insanın hayatı bizim için önemlidir demiyor. Halbuki beklenen deprem tüm bu projeleri ve geleceğimizi etkileyebilecek nitelikte. Marmara Bölgesi’nde ve İstanbul’da binlerce parlayıcı, patlayıcı ve zehirli kimyasal üreten, işleyen, depolayan ve nakleden sanayi tesisi ve işyeri mevcut. Bunlar yerleşim alanlarıyla iç içe. ıpkı bundan önceki genel ve yerel seçimler gibi... 12 Haziran 2011 seçimlerine yaklaşıyoruz. Siyasiler meydan meydan dolaşıyor. Her salı grup toplantılarında heyecanlı nutuklar atıyorlar. Aziz milletim etkileniyor, heyecanlanıyor, geriliyor, hak veriyor. Gündem dolu; demokrasi, özgürlük, baskı, Mısır, Libya, Japon depremi, tsunami, nükleer sızıntı... İstanbul ve Marmara Bölgesi depremi bekliyor. Saat işliyor. O felaket gününe doğru adım adım yaklaşıyoruz, çaresiz ve hazırlıksız. Hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Hiç kimse o gün nelerin olabileceğinin farkında değil. Milyonlarca insanın can ve mal güvenliği bir bilinmeze emanet edilmiş. Korunmak için, zararı azaltmak için kim ne yapıyor, bildiğimiz yok. Ara sıra deprem oldukça korkuyor, sokaklara dökülüyor, televizyonlarda uzmanları konuşturarak rahatlıyoruz. Gerçekten bugüne kadar nelerin yapılıp yapılmadığı, yapılmadıysa niçin yapılmadığı kimsenin umurunda değil. Yetkililere sorarsan bir şeyler yapılıyor. Ama ne miktarda ve hangi hızla?.. Doğru dürüst kayıt ve envanterleri bile yok. Deprem sırasında bu tesislerin zarar görmesi halinde nelerin olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Yıkıntı molozlarıyla birlikte bunların neden olabileceği çevre felaketinin boyutları araştırıldı mı? Sanayicilerin ve bu arada TÜSİAD’ın hiç sesi çıkmıyor. Her konuda hükümete rapor sunan TÜSİAD deprem konusunda büyük bir sessizlik içerisinde, sanki en büyük tehdit sanayi tesislerine ve ekonomiye olmayacakmış gibi... Neredesin Gülüm?.. Dün ilk kez gördüm... Sevdalı söğüt ilk yapraklarını açmış... Erik tomurcukları ürkek çocuklar gibi başlarını uzatmış, patlak gözlerle bakıyorlar dünyaya... Dallarında küçük küçük tomurcuklar var gülün... Serçeler çitlere sıra sıra dizilip aşk şarkılarını söylemeye başladılar... Yakında sarı gagalı bebekleri doluşacaktır bahçeye... Doğa bir bahara daha uyanıyor... Bir tek... Bir tek sen yoksun gülüm... Senenin yine bu günleriydi belki, baharın başıydı aklımda kaldığına göre... Çiçek çiçek açmıştın cumhuriyet meydanlarında... İşte “Demokrasinin baharı” demiştim... Ilık özgürlük rüzgârları esiyordu... Benim yine nakliye günlerimdi, ama gözüm arkada kalmayacaktı, ben görsem de görmesem de... Kırmızı gül yapraklarından küçük bayraklar... Kucağında bebeğin pembe tomurcuk gibi... Elinden tutmuştun fidan boylu sevgilinin... Babanın oğluna koca çınar gibi sarıldığı gün... Küçük kız bahçenin sarı gagalı serçe bebeği... Şen kavak dalları gibi sallanıyordu pankartlar bir sağa, bir sola... Baharda bahçe gibiydi cumhuriyet meydanları, hep birlikte şarkı söylemiştik: “Görecek günler var daha...” Ağlamıştım o gün... Bahar yağmuruydu sanki yanaklarımızda... Biz hepimiz bir arada... Baharda bahçe gibi... Dün bunları düşündüm... Demek ki o bir yalancı bahardı... Bağ bozumu gibi, terk ettiğimiz meydanlarda, sağasola uçuşup durdu büyük kâğıtlara yazılmış umutlarımız... Çoğumuz erken açan çiçekler gibi yandı... Saçak altlarına sığındı marşlar... Hapishane şarkıları geliyor sadece akşamları ışıksız evlerden... Serçeleri vurdular... Zor günler bu günler... Kara bulutlar altında, güneşini yitirmiş mevsim gibiyiz... Boynumuz iki büklüm... Ve sen yoksun... Neredesin gülüm?.. Yöneticileri uyarmaya çalıştım Son on bir yıl Marmara Denizi’nden kaynaklanacak depremi inceleyen ekibin bir ferdi olarak hem halkımı hem de yönetimleri uyarmaya çalıştım. İtiraf ediyorum ki bunda hiç başarılı olamadım. Bu ülkede kimse deprem tehlikesine inanmıyor. İnansa da göz ardı ederek, bulduğu bilim dışı birtakım düşüncelere dayanarak kendini rahatlatmaya çalışıyor. İnşallah ve maşallahlarla kendine bir şey olmayacağını zannediyor. Üstelik de bunu Japon depreminin tüm gerçekliğiyle gözler önüne serildiği bir zamanda yapıyor. Buradan aklıselim olan herkese soruyorum: Hangi çağdaş ülkede, seçim arifesinde, siyasi partilerin bir kentin sorunlarıyla ilgili vaatlerde bulunduğu bir dönemde, o kentte on binlerce insanın can ve mal güvenliğini, tüm tarihi ve kültürel mirasını ve ekonomisini yok edebilecek bir sorun göz ardı edilebilir? Gene soruyorum; velev ki böyle bir konu siyasilerce göz ardı edilmiş olsun. Hangi çağdaş toplumda böyle bir yaklaşım tepki duyulmadan kabul görebilir? gruplaşarak, Avrupa’da Fransız, Alman ve İngiliz yarıdevlet şirketleri yeni bir konsorsiyum kurmuştur. Finlandiya’da üçüncü nesil reaktörlerin ilki olan Olkiluoto3 dört senelik bir gecikmeye rağmen inşasına devam edilmektedir. Rusya Batı nükleer endüstrisi ile yarışabilmek için yeni ve basınçlı suyla çalışan VVER1000 tipi reaktör geliştirerek Bulgaristan, Tayvan, İran ve son alarak Türkiye’de kurulacak Akkuyu Nükleer Santralı ile küresel nükleer enerji marketinde payını almak için Rusya devletinin kredi imkânlarını kullanıyor. Fakat Rus nükleer endüstrisi Doğu ülkelerinde sertifika, lisanslama ve VVER tipi reaktörün teknolojik ve inşaat standartlarına uygulanan kolaylıkları hem BulgaristanBelene hem de kendi ülkelerinde RusyaBalakovo’da bulamadı. stanbul’un sorunu çok Seçim yaklaşıyor. Vaatler uçuşuyor, yok yok. Sanki seçimden sonra hiçbir sorunumuz S on on beş yılda Japon nükleer endüstrisi, Amerika’da son otuz yılda ABD nükleer denetim kurumu (NRC) tarafından sertifika ve inşaat lisansı verilen dört nük Japonya’daki Doğal Felaket Prof. Dr. Hayrettin KILIÇ leer reaktörün sahibi olan General Electrik ve Westinghouse şirİstanbul Aydın Üni. Bilim Kurulu Üyesi ketlerini satın alması sayesinde; ilki 1997 yılında General Electrik ABWR tipi, ikincisi 1999 yılında Westinghouse AP600 tipi, üçüncüsü 1997 yılında Westinghouse System 80 + tipi ve dördüncüsü 2006 yılında yine Westinghouse AP1000 tipi reaktörlere verilen bütün tasarımlisansişletme haklarına Hithachi ve Toshiba şirketleri sahip olmuştur. Böylece Japonya iki hafta öncesine kadar küresel nükleer endüstri piyasasında ilk sıraya geçmişti. Soğuk savaş sırasında Batı’da Amerika ve Avrupa, Doğu’da Sovyetler, Pakistan, Çin, Hindistan, Güney Kore, Kuzey Kore ve Japonya’ya uzanan ülkelerde ikiüç sene gibi kısa zamanlarda kurulan bütün sivil ve askeri nükleer tesislerin gerçekbilimsel Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporları yoktur. 1980 yıllarında dünyadaki nükleer başlıklı silahların sayısının 74 bine ulaşması ve soğuk savaşın sona ermesi ile doğada bulunmayan fakat nükleer santralların çalışması sırasında zincirleme nükleer reaksiyonlar sonucunda yaratılan Plutonyum239 stoklarının 160 tona ulaşmasından sonra, yaklaşık 400 sivil nükleer santralın askeri görevleri sona ermiştir. Son otuz yılda, nükleer santralların kurulmasında kapsamlı ÇED raporlarının ilk koşul olarak gerekliliği Batı ülkelerinde gündeme gelmesi ile örneğin Amerika’da 30 yıldır yeni bir nükleer santral yapılmamıştır ve Avrupa’daki nükleer santralların sayısında büyük bir artma olmamıştır. ölge halkının direnişi Türkiye’de kurulması onaylanan VVER1200 tipi nükleer santralın bir küçük kardeşi olan VVER1000 (tek farkı reaktör kazanının biraz daha büyük olmasıdır) Balakova’da kurulması için başlatılan proje, bölge halkının 15 yıl süren referandumlu direnişi, Rusya’nın en deneyimli ve bağımsız nükleer bilimcileri/mühendisleri tarafından hazırlanan rapor sayesinde 2005 yılında iptal edilerek Rusya’nın nükleer enerji programından çıkarıldı. Ayrıca İran’da kurulan VVER1000 tipi reaktör son altı ayda yapılan deneme operasyonlarında, ana sirkülasyon pompalarında kontrol edilemeyen titreşimler neticesinde geçici olarak kapatılmıştır. Japonya’da yaşanan doğa felaketinden sonra büyük kayıplara uğrayan Japon nükleer endüstrisinin küresel nükleer marketteki yerini hangi ülkenin dolduracağı sorusu gündeme gelmiştir. Japonya’nın geçici de olsa kaybettiği nükleer enerji teknolojisi boşluğunu, Rusya, Fransa, Güney Kore ve Çin, yeni geliştirdikleri nükleer reaktörlerle önümüzdeki yıllarda Ortadoğu’da Arap Emirlikleri ve Türkiye üzerinden dolduracaklar. B ükleer Rönesans’ Soğuk savaş sırasında gelişen ve büyük kârlar kazanan Avrupa ve Amerikan nükleer enerji endüstrisi iflas etmemek için Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun desteği ile son yirmi yılda başlattığı “Nükleer Rönesans” programında öngörülen ve bu yüzyılda kurulması düşünülen 200700 yeni nükleer reaktörün bir ütopyadan ileri gidememesinden sonra, nükleer endüstri kendi içinde global ölçekte ‘N C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle