17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 N SAN 2011 SALI CUMHUR YET SAYFA DİZİ Amerikalı yazar, medeniyetin, küresel terör ve sömürgeleşme üzerine inşa edildiğini söylüyor 9 Vltchek: Batı uygarlığı savaşlardan besleniyor ‘VLTCHEK’ N ‘GERÇEK’ DÜNYASI Kendini genç bir Ernest Hemingway olarak gören Çekoslovakya doğumlu ABD’li yazar Andre Vltchek, RusÇin karması ressam bir anne ile nükleer fizikçi Çek bir babanın oğlu olarak 1962 yılında Stalingrad’da dünyaya geldi. Çocukluğu, soğuk savaş yıllarında Prag’da geçti. Sonra ABD’ye yerleşerek, Yahudi kökenli bir piyanistle evlendi. Amerika’nın insanlık dışı emperyalist politikalarından bıkarak ülkeyi terk etti. Savaş muhabiri ve yazar olarak 130 ülke dolaşan Vltchek, Der Spiegel, Asahi Shimbun, The Guardian ve birçok uluslararası yayında yazmaya devam ediyor. Birçok belgesel filme de imza atan yazarın ülkemizde BilimGönül Yayınları’ndan “Küresel Terör, Sömürgeleşme ve Batı Yalanları”, “Batı Terörü ve Propagandası”, “Okyanusya: Pasifik Adalarındaki Vahşi Batı Sömürgeciliği” isimli kitapları çıktı. ‘Okyanusya’ kitabında, Pasifik Adaları’nın zengin doğal kaynakları sebebiyle sömürgeci güçlere olan bağımlılığını, yerel memurların yozlaşmışlığını, nükleer denemelerin ada insanlarına bıraktığı acı mirası anlatan yazar, uluslararası ormancılık firmalarının ormanları yok etmesine, ABD’nin hizmetindeki paralı ordunun zorbalıklarına ve Tuvalu gibi küresel ısınma yüzünden sular altında kalma tehlikesi olan adalara dikkat çekiyor. “Küresel Terör, Sömürgeleşme ve Batı Yalanları” kitabında ise Afrika, Okyanusya, Asya ve Ortadoğu bölgelerinde, Batı tarafından desteklenen askeri darbelerden, işgallerden söz eder. Mentoru ve yakın dostu Noam Chomsky, Vltchek’in “Batı Terörü ve Propagandası” kitabı önsözünde şöyle yazar: Vltchek çok az sayıda insanın bildiği gerçek dünyayı hepimizin gözlerinin önüne seriyor. Özellikle Batı’nın utanç veren tarihi kökleri açığa çıkıyor. Batı’nın diğer devletler üzerindeki vahşetleri Vltchek’in bir yazarda nadir rastlanan kavramasıyla okuyucuya gösteriliyor. 1970’lerin Japonyası’nda geçen ‘Aurora’ adlı kurgusal romanının son redaksiyonu için İstanbul’u seçen Andre Vltchek’le Arnavutköy’de başlayan bu sohbet röportaj, Pera Müzesi’nde, ‘Ara Cafe’de ve ada vapurunda çay molalarıyla devam etti, Arkeo Pera kitabevinde bir sergide soluklandı, KaraköyKadıköy hattındaki vapurda isli Haydarpaşa’nın gölgesinde demlendi, Silivrikapı, da bir sema gösteriminde başımızı döndürdü, Vltchek’in Fransa, Ruanda, Kenya, Tayland, Hindistan, Japonya seyahat hattında devam etti, Çin’de sonlandı… Arnavutköy’ün arka sokaklarında yürüyoruz Vltchek’le. 3. çıkar köprüsüne karşı bir semt girişimi olarak kurulan ‘Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği’nin örnek olan eylemlerini ve hızla kaybolan tarih dokusunu anlatıyorum. Balıkçı lokantalarıyla ünlü Arnavutköy’ün her köşesinden besili bir kedi çıkıyor karşımıza. Kedim Fidel’le tanışıyor, ‘Che’ adını verdiği Lima’daki kedisinden bahsediyor, gülüşüyoruz. Evimin köşesinde 30 sene önce Ulaş Bardakçı’nın öldürüldüğü yeri gösteriyorum. “…makineli tüfekle o kadar çok taradılar ki, karnından asfalt gözüküyordu…” diye anlatan o günün tanığı komşumun sözlerini aktarıyorum. Türkan Saylan’ın evinin önünde duraklıyoruz. ‘Çağdaş’ kelimesine bile tahammül edemeyen yasakçı zihniyetin eğitime vurduğu darbeden ve buna karşılık 60 yıl önce Köy Enstitüsü mezunu babamın gördüğü aydınlanmacı eğitimden bahsediyorum, şaşırıyor… Vapurla karşı sahile geçiyoruz, çayını yudumlarken kendisine ilk sorumu soruyorum... Buket Şahin: 2010 Yılı Nobel Barış Ödülü Çinli Liu Xiaobo’ya verildi. Ödülün Liu Xiaobo’ya verilme sebebinin insan haklarıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını ifade ediyorsunuz. 2010 Nobel Barış ödülü ve Batı medyasının Çin’i karalama taktiğini nasıl açıklıyorsunuz? Andre Vltchek: Çin sistemi komünisttir ve kendi dinamikleri içinde demokratiktir. Hatta Avrupa ve ABD sistemlerinin demokrasi anlayışından çok daha demokratiktir. Batı’ya göre Çin kültürel olarak çok daha zengindir. Kültür ve sanatın dejenere ve yetersiz olduğu, yatırımcıların talep oyunlarına teslim olmuş Avrupa’yla karşılaştırılınca, Çin sanatı çok gelişmiştir; toplumun şekillenmesi ve ileriye gitmesi için kendini yeniler, yollar arar. Çin sanatı hem kendi ülkesini hem de yabancı emperyalizmi çok sıkı eleştirir. Sanat insanlar için çarpışır, öncülük yapar. Ne zaman Çin veya Venezüella’ya gitsem Batılı sanatçılar için çok üzülürüm. Amaçlarını kaybetmiş, kendilerini soyutlamış, kendi Kavga Siyaseti Herkes açılımdan, barıştan, uzlaşmadan söz edip dursa da siyaset kavga üzerinden yürüyor. Örneğin ben Başbakan’ın muhalefete veya medyaya gerçekten de bu kadar kızgın olduğunu düşünmüyorum. Demirel’e, Özal’a yapılan muhalefeti, onlar hakkında yazılıp çizilenleri hatırlıyorum da bugünkü muhalefet süt dökmüş kedi gibi... Medya herhalde bugüne kadar görülmemiş bir uyum içinde... Çiller’e, Mesut Yılmaz’a, hatta doğru dürüst iktidara gelmediği halde Ecevit’e, Baykal’a bile yazılanları düşünüyorum da bugünkü gazetelerde yazılanlar onların yanında solda sıfır kalır. Yalnızca dönemin en çok satan dergisi Gırgır’ın kapaklarında Demirel’in, Türkeş’in, Erbakan’ın nasıl çizildiğine dönüp baksanız yeter. Eskiden gazetelerde, yalnızca uygulanan politikaları eleştirmek bir yana, başbakanların, bakanların, belediye başkanlarının yolsuzluklarıyla ilgili her türlü duyum, şaibe, rivayet bile haber olurdu. Bırakın onları, aileleri, yakınları da sürekli gözlem altındaydı. Yapılan işlere şimdiki gibi destek çıkan, hatta kraldan çok kralcı olan bunca gazete, kanal olmadığı gibi hükümet aydınlardan, gazetecilerden, sivil toplum örgütlerinden sürekli fırça yerdi. Hatta kimi zaman, sırf patronlarla hükümet anlaşamadığı için olur olmaz manşetler atıldığı, yıpratma kampanyaları düzenlendiği de uzak bir geçmiş değil. Şimdi durum tam tersi. Medyanın büyük bölümü zaten hükümeti savunmak için neredeyse çırpınıyor. Eleştiri yapanlarsa oldukça dikkatli. Üstelik muhalefet partilerinin konuşmaları dışında, sivil toplum örgütlerinden, aydınlardan, iş dünyasından da ses çıktığı yok. Zaten ses çıkartmaya kalkışanın da başına ne geleceği belli değil. O zaman böyle bir durumda hükümet sözcülerinin bunca öfkeli olmasının nedeni ne? Herhalde siyasetin kavga temelli sürdürülmesinden herkes memnun. Daha ılımlı, daha geniş katılımlı, kendi adamlarına değil de bütün halka yönelik politikalar demek ki fazla işe yaramıyor. Ama kavga üzerinden siyaset oy getirse de temeldeki sorunların çözülmesinde bir işe yaramayacağı gibi kamplaşmayı, keskin bir bölünme duygusunu topluma yerleştiriyor. “Herkesin bir başkasına sağırlaşması”, günümüzde pek sevilen deyimle, “ötekileştirme” iyiden iyiye yaygınlaşıyor. Vltchek’le, Nobel Barış Ödülü ve Çin, postmodernizm ve kültür emperyalizmi, ılımlı slam ve Endonezya, Troçki’nin Istanbul’daki sürgün yılları, 12 Eylül’den Silivri’ye, Pramoedya’dan Obama’ya kadar Türkiye’nin gündemiyle örtüşen birçok konuyu konuştuk… ABD’li yazar Andre Vltchek, yeryüzünün geleceğini Şili’ye ait bir atasözüyle değerlendiriyor: Adalet gecikebilir, ama mutlaka bir gün gelecektir. halkından boşanmış görünürler. Umurlarında olan tek şey göstermelik bir hareketlilik, yaşlanmaya ve yalnız kalmaya dair sorunsallıklar, egoist klişelerdir. Bütün bunların, doğal olarak piyasa fundementalistleri ve küresel Batı diktatörlüğünün çok başarılı olarak uygulanan oyununun sonucu olduğunu anlamalıyız. Buket Şahin: Batı’nın bu sistematik oyunlarına gelmemekle ve emperyalizmin son oyunu küreselliğe meydan okumakla Çin hükümeti bence de akılcı bir politika izliyor... Andre Vltchek: Batı, yüzyıllardır dünyayı yağmalıyor, gezegendeki bütün kıtaları kontrol etmeye çalışıyor, propaganda özünde barışçıl ve kökleri Batı’dan çok daha derinlere ve eskilere giden bir kültüre sahip Çin’e karşı uygulanamaz. Çin bu oyunu bozacaktır. Buket Şahin: 2009 yılında Venezüella’nın başkenti Caracas’ta düzenlenen ‘Medya Terörüne Karşı Latin Amerika Buluşması’nda halkın medya çarpıtmalarına karşı nasıl bilgilendirileceği tartışılmıştı. Kaleme alınan ortak ‘Caracas Deklarasyonu’nda Latin Amerikalı uzmanlar medya terörünün egemenlik Vltchek, Çin’de yurtseverlik ve halka hizmet hırsının ön planda olduğuna dikkat çekiyor. sistemini geliştiriyor. Farzedelim ki, hâlâ emperyalizmin kurallarına uymayan bir ülke var ve Batı bu ülkeyi çizmesinin altına almak istiyor... Batı’nın yapması gereken nedir? Propaganda kampanyasını başlatarak ülkeyi tahrik eder. Yıllar süren bu uygulamadan sonra, baskı altındaki söz konusu ülke saldırganlaşır, yüzleşir. Bunun üzerine Batı, yok insan hakları, özgürlük, özerklik, yok demokrasi falan gibi bahanelerle işgalini meşrulaştırmaya çalışır veya muhalefeti desteklemeye başlar... Bu sistem Kore’de ve Güney Amerika ülkelerinde yıllarca kullanılmıştır. Bu tip provokasyonlar çok büyük olan, kurma stratejileri ve hegemonyası üzerine karar almışlardı. Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinde böyle bir kolektif çalışmanın olduğunu sanmıyorum... Andre Vltchek: Ben zaten ABD ve AB arasında şiddet açısından bir fark görmüyorum. Aksine Chomsky’nin dediği gibi ABD, AB’nin sömürgecilik ağacının yalnızca bir dalıdır, uzantısıdır. ABD yeni bir şey yapmıyor. Şu an da daha edepsiz ve saldırgandır. Yalnızca şekli değişiktir. Özü ise Avrupa’dan geliyor. Çin’e seyahat eden herkes Batı’daki medya kampanyasının bir yalan olduğunu bilir. ‘BBC ‘KÜRESEL TERÖR, SÖMÜRGELEŞME VE BATI YALANLARI’ K TABINDAN ...Dinlerin beraberinde getirdiği feodalizm ve baskıcılığın Dalay Lama gibi insanları kısıtlamadığı bir dünyada yaşasak nasıl olurdu? Dünyanın en eski ve büyük uygarlığı Çin büyük bir gülümsemeyle, dileyen vatandaşlarına bağımsızlık veren ve yurttaşlarının gereksinimlerini düşünen tek ülke olmasaydı iyi olmaz mıydı? Benim bildiğim dünya böyle değil. Özellikle Çin’in bulunduğu AsyaPasifik Bölgesi’nde barbarlık sınır tanımıyor. Tüm dünyadaki çatışmalı bölgelerde haber yaptıktan sonra dünya basınının ‘Tibet’teki bağımsızlık hareketlerini bastırdığı için’ Çin’e histerik bir şekilde ve barbarca nasıl saldırdıklarını gördüğümde donakalıyorum. Çin’in Ermera’ya giriştiği toplu katliamın ertesine tanık olmuştum. Hemen hemen herkes tutuklanmış, ordu girerek küçük kızlar ve büyük anneler de dahil olmak üzere herkese tecavüz etmişti. Bölgede bulunduğum için ben de tutuklanmıştım. Güvenli bir bölgeye ulaşır ulaşmaz ABD, Avustralya ve Avrupa’daki büyük gazeteler ve TV kanallarıyla bağlantıya geçtim. Hikâyeme ve işgal edilen bu küçük ülkenin içinde bulunduğu zor duruma kimse ilgi göstermedi. İşgal en nihayetinde ABD ve Avustralya’nın icazetiyle gerçekleşmişti. Endonezya hemen hemen tüm komünistleri ve yüz binlerce Çin kökenli vatandaşı öldürüp sendikaları yok ettikten sonra iyi bir müttefik olduğunu kanıtlamıştı... eylemlerini savunmak için söylemiyorum bunları. Amacım konuyu ait olduğu yere, 21. yy’ın çerçevesine yerleştirmek. Daha 11 yıl kadar önce Endonezya ordusunun (TNI) Doğu Timor’da küçük bir dağ kasabası olan SÜRECEK C MY B C MY B World’ muhabirleri ve diğer medya toptancıları objektif gazeteciler gibi değil, aşırı dinciler gibi konuşur ve hareket ederler. Kasıtlı olarak, gerçeğin kendisini görmektense, kendi çıkarlarını öne çıkaracak gereksiz detaylar üzerine konsantre olurlar. Gerçeğin kendisini bilerek göz ardı ederler ve kendi dogmatik gerçeklerini öne almak için, küçük ve gereksiz detayları haber yaparlar. Örneğin, küçük ve kimsenin bilmediği bir köye giderler. Komünist sistem sayesinde konut, okul, hastane ve yolların yapıldığı bu köyün nasıl modern bir kasabaya dönüştüğünü aktarıp sistemi öveceklerine, plana karşı çıkan ve inşaat işçileriyle kavga ederek merdivenlerden düşen adamı haber yapmak için karısını günlerce kovalarlar! Batı için, Çin, yeryüzünün en tehlikeli ülkesidir. Çünkü çok başarılı bir komünist ülkedir! Karşımızda dünyanın en hızlı trenlerini yapan, en modern ve şık donanımlı kültür merkezleri ve havaalanları olan bir ülke var... En büyük halk parklarını açan, çevreciliğe en çok önem veren teknolojileri geliştiren. Daha iyi hizmet etmek için halk sağlığı sistemini reforme eden... Bu ülke, gerçek yurtseverlik ve halka hizmet hırsıyla dolu bir ülkedir. Ve bu ülke komünist! Elbette Batı dehşet içinde izliyor olan bitenleri. Buket Şahin: Batı’nın yüzyıllardır süren büyüklük kompleksi, baskıcı tavrı ve sorgulanması bile yasak kültürel emperyalizmi devam ediyor. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra emperyalizm, küreselleşme adı altında postmodernist etkisiyle sanat akımlarına da müdahale etmeye, sanatçıları yönlendirmeye başladı... Andre Vltchek: Postmodernist edebiyat anlayışı da, sözcüklerin dokusunu, kimyasını bozmaktadır. Dokusal olarak, çürüyen kapitalistemperyalizmin yıkıcı, gerici boyutundan başka bir şey değildir. Edebiyatta, anlatı sanatının çölleşmesidir. Yavan, içi boşaltılmış bir özgürleşme masalıdır. 2010 yılının en çok satan New York’lu yazarı James Patterson: “Hikâye bulmak kolay ama cümle kurmak zor, sözcüklerden hoşlanmam” diyerek kitaplarını bir yazarlar ekibine yazdırıyor. Yılda 70 milyon dolar kazandığı halde, yazarlar ekibinin kendisine borçlu olduğunu söylüyor Guardian’daki söyleşisinde. “Çünkü” diyor Patterson, “Onlar benden çok şey öğreniyorlar.” Günümüzde popüler kültür birey yaşamının her alanında açık veya örtük bir tarzda hegemonya kurmuş durumdadır. MEDEN YET N GERÇEK YÜZÜ ‘ şgallerin savunma için olduğu söylenir’ Savaşların yalan söyleyerek yapıldığını söyleyen Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Nobel Barış Ödülü’nün kirli geçmişine dair şunları aktarmıştı: ...Obama’nın Nobel Barış Ödülü konuşması, savaşı göklere çıkaran, öven bir konuşmaydı. Savaşı çıkaranlar “çalmak için öldürüyorum” diyecek kadar dürüst değildir. “Öldürülmemek için öldürüyorum. Savaşım kendimi savunmak için” derler. Bu yalan ta Hitler zamanından beri böyledir. Hitler “Polonya’dan gelecek bir saldırıyı önlemeli, onlar bizi işgal etmeden biz onları işgal etmeliyiz, barış için oradayız” demişti. Bütün savaşlar ‘savunma’ adına yapıldıkları yalanını söylerler. Benzer mantıkla aynı ifadeyi Obama tekrarladı, Nobel töreninde savaşa övgüler düzdü. “Bizim savaşlarımız haklı savaşlardır, haksız suçlu savaşlar başkalarının yaptığıdır, bizimki değil” demiştir. Aynı Nobel Barış ödülünü daha önce Şili demokrasisini katleden, Salvador Allende’nin katili Henry Kissinger almıştı ve tarihe geçen şu meşhur demecini vermişti: “Kendi halkını korumak adına hiçbir ülkenin komünist olmasına izin veremeyiz”. ABD başkanı ve özgürlük şampiyonu olarak tarihe geçen Wilson da Nobel Barış ödülüne layık görülmüştü. Sessiz sinema döneminde, Hollywood’da en çok iş yapan ve binlerce zencinin inşa ettiği ve adına da, sanki inadına Beyaz Saray denilen yerde gösterilen ilk film olan “Bir Milletin Doğuşu” için Başkan Wilson, KKK’yi (Ku Klux Klan) göklere çıkaran bir konuşma yapmıştı. Bu ödülü alan bir diğer ABD başkanı da Teddy Roosevelt’dir. Savaşı öven bir kitap bile yazarak “savaşlar insan doğasını temizler, çünkü savaşlar kötü insanları cesur insanlar yapar” demiştir. Besbelli gerçek değeri hiç olmayan bir ödüldür Nobel Barış Ödülü. Ve Obama’nın Nobel kabul konuşması da aynen kendisinden önce gelen ABD başkanları gibidir, savaşı yüceltmiştir hep…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle