16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 26 N SAN 2011 SALI [email protected] 18 KÜLTÜR Tiyatro Stüdyosu 20. yılında ilk kez bir klasiği, ‘Vanya Dayı’yı sahneliyor Çehov’u sever misiniz? Başlıkta sorduğum soruyu kendi adıma yanıtlayayım. Evet, severim. Brahms’ı sevdiğimden daha çok… Çehov’un başyapıt niteliğindeki dört “senfoni”sinden favorim “Martı” olsa da, hepsinin başımın üstünde yeri vardır. Hele “Vanya Dayı”nın… Vanya karakterini ilk kez 1960’lı yıllarda Cüneyt Gökçer’in şaşılası düzeyde incelikli yorumuyla tanımıştım. O gün bugündür gündemimde takılı kaldı “Vanya Dayı”… Çehov oyunları iyi sahnelenmezse izleyene sıkıcı gelebilir. Bu nedenle, yönetmenin önemi ön düzeydedir. Oyunların tasarlanan yoruma göre kısaltılmasına ya da rejide oyuna görselişitsel eklemeler yapılmasına karşı değilim. Bu tür değişiklikler gerekçesi varsa yönetmenin vurgulamak istediği noktaları belirginleştirmeye yarayabilir. Metni (“beste”yi), yazarına özgü özellikleri “bire bir” yansıtmak amacıyla sahneye taşıyan bir yapımda ise ister istemez “tamı tamına”lık (precision) aranacaktır. Çehov’un doğumunun 150. yılında 20. yaşını kutlayan Tiyatro Stüdyosu’nun Ahmet Levendoğlu rejisiyle sunduğu “Vanya Dayı” tam da bu tür bir çalışmaya örnek oluşturuyor. Levendoğlu, bir “orkestra şefi” titizliğiyle sahneye taşıdığı metni görselişitsel düzeyde canlı kılarken, Çehov tiyatrosunun “gerçekçi” yaklaşımını oluşturan güldürücüburuk dokuyu, sahneleri ve konuşmaları bölen “susma” ve “sessizlik” süreçlerini, oyun kişilerinin taşıdığı konuşma/davranış/tavır özellikleri Güzel Şeyler Geçen hafta sonu yurtdışından gelen konuklarımla İstanbul Modern’e gittik. Üst kattaki büyük salonlarda “Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar” temalı bir sergi vardı. Müzede alan sıkıntısı mı var bilmiyorum. Sürekli sergilenen resim sayısı az, yetersiz geldi bize. Çok sayıda turistin de ilgisini çeken bu güzel mekânda dünyadaki örnekleri gibi Türk çağdaş resim sanatı koleksiyonunun daha zengin bir biçimde sergilenmesi olanağı yok mu? Alt kattaki bölümlerde gösterilen videoların bir bölümünü izlemeye çalıştık, yazık ki sıradan sayılacak çalışmalar ağırlıktaydı. Bunların titizlikle seçilmesi beklenir. Olmuyorsa sayının azaltılması ve bu bölümün bir kısmının da tablolar için ayrılması düşünülemez mi? Bu arada Çinli sanatçı Yao Lu’nun süreli sergiler salonundaki “Yeni Manzaralar” sergisi ilginçti. Lu, Çin’deki doğa katliamını inşaat alanlarının toz geçirmez yeşil naylon ağlarla örtülmüş fotoğraflarlarıyla ürkütücü biçimde belgelemiş. Görmek gerek. Müzenin restoranı ise hem manzarası hem de yemeklerinin güzelliği ile konuk ağırlamaya uygun bir yer. Altunizade Kültür Merkezi’nde her ayın üçüncü perşembe akşamı “İstanbul’un Taşı Toprağı Müzik” başlıklı küçük, çok hoş bir konser var. Programı İncila Bertuğ hazırlıyor ve anılarla, hikâyelerle süsleyerek izleyicileri de kattığı samimi bir akışla sunuyor. Öyle ki ev ortamında bir araya gelmiş hissediyorsunuz kendinizi. Geçen perşembe akşamı, Civan Ağa, Kemani Rıza Efendi, Mehmet Güntekin, Refik Fersan, Lemi Atlı, Osman Nihat Akın, Yesari Asım Arsoy ve Münir Nurettin Selçuk’un eserleri değerli solist Güzin Değişmez ve seçkin saz arkadaşlarınca büyük bir ustalıkla seslendirildi. Tadına doyulmaz bu izlenceye giriş serbest, öneririm. Birkaç saat önce İzmir Kitap Fuarı’ndan, o güzel kitap şenliğinden mutlu döndüm. Geçmiş on altı yılı hatırlıyorum. Hiç kuşku yok, İzmir en çok kitap okunan illerimizin başında geliyor. Okuru, nitelikli bir okur. Ne demek nitelikli okur olmak? İçinde yaşadığı dünyayla, ülkeyle, sistemle kolayca uzlaşmayan, daha iyisini ararken sorgulayan, yorumlayan, neyin ne olduğunu anlama, bilme ve tanımlama arzusu duyan gelişmiş, sorumlu insan demek. Okumak güzeldir. Çünkü tıpkı yazmak gibi insanı kendi yaşamına götüren ve onu sürüden ayıran dolaysız bir kılavuz olabilir. Kitaplar ilişkilerimizde yol açan, eylemlerimize genişlik ve esneklik sağlayan araçlardır. Bize duyguların ve sezgilerin dilini öğretirler. Okuma zevkini keşfetmiş okurlarla birlikte olabilmek ve sevgiyle kuşatılmak ise her yazar için heyecan verici bir deneyimdir. Bir okurum yeni kitabımı alırken bir sonrakini ne zaman okuyabileceğini sordu. “Bilmiyorum, durmadan yazıyorum işte” diye yanıtladım. “Evet ama ben de durmadan okuyorum…“ dedi. Bu noktada imza, bahane, yazmak ve okumak birebir bir karşılaşma, bir tür yüzleşme ve üst düzey bir insani talebi bölüşmek oluyor. Belki de bu talep yazmanın ve okumanın asıl amacıdır. Dünyayı ve hayatı değiştirme hayalinin altında ezilmeden düşünmeye ve kendi seçimlerini arayıp bulmaya yönelmek okumakla başlar ve insanlar üstünde yürümekten bezdikleri çizginin dışına ancak böyle çıkarlar. Geçen hafta böyle geçti. Siyasetten, haberlerden uzak, yollarda, neşeli sofralarda, şarkılarla, resimlerle, kitaplar arasında. Biraz dağılmış ve soluk soluğa. Haftaya görüşmek üzere. Tiyatro Stüdyosu, Çehov’un doğumunun 150. yılında 20. yaşını Ahmet Levendoğlu’nun yönetiminde “Vanya Dayı” ile kutluyor. ni konuyla ilgisiz bir gülüş/bağırış ya da sakarca bir hareketle sıfırlanışını ve benzer başka biçemsel özellikleri, gündelik yaşamın incelikleri ile sıradanlığını iç içe yansıtan bir tartım (ritim) içinde düzenlemiş. Bu çok titiz çalışmada oyun metni hemen hiç kesilmeden sahneye getirilmiş. noktada belirginleşiyor. Sahne olayı, hiçbir öğesi rastlantıya bırakılmadan tasarlanmış… Bu genel tasarım içinde oyun gözlerinize ve kulaklarınıza yerleşiyor. Sözgelimi, Doktor Astrov’un, yok edilmekte olan doğayı geleceğe taşıyabilmek için verdiği yoğun çaba, metnin kesilmeksizin kullanılması nedeniyle, önemli bir vurgu oluşturuyor ve Astrov karakterinin oyun kişileri arasındaki özel yerinin belirlenmesini sağlıyor. Ne ki sözün her ayrıntısının ön düzeye getirildiği sizin de içinizden mırıldandığınız bu “ezgisel akış” içinde, farklı bir reji uygulamasında belki göze çarpmayacak bir nokta, sahnede gördüğümüz ile işittiğimiz arasındaki uyumu bozuyor. Yakın yaşlarda oldukları pek çok kez vurgulanan Vanya ile Astrov, neredeyse farklı kuşakların temsilcisi gibi gözüküyor. Görsel inandırıcılık Bu iki erkeğin başını döndüren “alımlı ve bakımlı” bir genç kadın olarak öne çıkması gereken Yelena’yı canlandıran oyuncu, minyon yapısı nedeniyle, Astrov’a olan aşkı konusunda yardımcı olacağı üvey kızı Sonya’yı oynayan Çehov’un dile getirdiğinden daha güçlü bir kişi olduğu izlenimi veren, boylu poslu ve tok sesli olan sanatçının yanında gerektiğinden de genç görünüyor. Sonuç olarak da “gerçekçi tiyatro” yoluyla sağlanması gereken “görsel inandırıcılık” gerçekleşmiyor ve “illüzyon” bozuluyor. Efter Tunç’un dekoru da topluluğun sürekli bir Deneyimli ‘orkestra şefi’ İşte böyle bir tartım içinde, “kıvama gelmiş” bir seyirci olarak eskilerin deyişiyle “kendinizi esere tamamiyle veriyorsunuz”. Sevdiğiniz bir müzik yapıtını izlerken kendinizi yaklaşmakta olan armonik ya da ezgisel oluşumlara nasıl hazırlarsanız, sahne olayının akışı içinde de aynı süreci yaşamaktasınız. Levendoğlu’nun deneyimli bir “orkestra şefi” olarak başarısı işte bu sahneye sahip olmayışı nedeniyletam anlamıyla “gerçekçi” bir tasarım değil. Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımı ise tam gerektiği gibi. Efter Tunç’un giysi tasarımı renk uyumu açısından hem zarif hem de iyi uygulanmış. (Ne ki, boynu biraz açıkta bırakacak gırtlakta birikmeyengiysiler ve daha özenli bir saç tasarımı, oyuncu Ezgi Bakışkan’ı Yelena’ya daha yakın kılacaktı belki.) Oyunu izlediğim gün aksaklıklar üst üste gelmişti besbelli. “Susma” ya da “sessizlik” bölümlerinin ardından “söz”e geç girildi. Sözlerde birkaç kez tekleme oldu. Burukgüldürücü bir etki yaratması gereken “silahla kovalama” sahnesi yeterli düzeye ulaşamadı. Birtakım teknik sorunlar yaşanmaktaydı belki. Onca titizliğe karşın… Genel olarak ise Ahmet Levendoğlu’nun kusursuz bir akış içinde, her bir sözü yerine doğru biçimde oturtarak, seyircinin dikkatini sürekli olarak sahne üstünde yoğunlaştırarak gerçekleştirdiği bir yapımla karşı karşıyayız. Mehmet Ali Kaptanlar’ın Vanya yorumuyla öne çıktığı, Emrah Elçiboğa (Astrov), Defne Gürmen Üstün (Sonya), Ezgi Bakışkan (Yelena), Metin Beyen (Serebryakov), Gülsen Tuncer (Mariya), Vural Buldu (Telyegin) ve Serda Kondeler Aktuna’nın (Marina) katkılarıyla oluşan yapımda yer yer son derece incelikle işlenmiş ‘an’lara imza atılıyor. Çiğdem Erken’in piyanodaki varlığı ise yapımı gerçekten de müzikle birleştiriyor. Nice 20 yıllara! ‘Tehlikeli Akılların tirafları’ Çağdaş Türk sanatından örnekler 30 Nisan’a kadar Saatchi Gallery’de Kültür Servisi İngiltere’nin başkenti Londra’daki “Saatchi Gallery”, “Tehlikeli Akılların İtirafları: Türkiye’den Çağdaş Sanat” başlığı altında çağdaş Türk sanatının önemli örneklerine yer veriyor. Ünlü reklam ajansı Saatchi&Saatchi’nin sahibi, Irak doğumlu Charles Saatchi’ye ait müzenin ikinci katında, bir tarafta İngiltere’nin önde gelen moda tasarımcılarının çalışmalarının yanı sıra ünlü modacı ve çağdaş sanatçı Hüseyin Çağlayan’ın, Sertab Erener’in de yer aldığı “Üzgünüm Leyla” isimli enstalasyonu, diğer bölümde de çağdaş Türk sanatçıların yapıtları sergileniyor. Sergide Kutluğ Ataman, Ramazan Bayrakoğlu, Taner Ceylan, Leyla Gediz, Yeşim Akdeniz Graf, Sıtkı Kösemen, Şükran Moral, Ardan Özmenoğlu, Yaşam Şaşmazer, Erinç Seymen, Erkut Terliksiz, Canan Tolon, Nazif Topçuoğlu, Deniz Üster, Ebru Uygun ve Ekrem Yalçındağ’ın resim, fotoğraf, grafik, heykel ve enstalasyon çalışmaları bulunuyor. 30 Nisan’a kadar sürecek sergideki yapıtlar, 3 bin sterlin (yaklaşık 7,5 bin TL) ile 60 bin sterlin (yaklaşık 150 bin TL) arasında değişen fiyatlarla satışa sunuluyor. Öte yandan sergiyle ilgili haberlere geniş yer veren İngiliz basınından Daily Telegraph gazetesi “Bugünlerde Türkiye’yi konuşuyoruz” başlıklı haberinde, sergi açılmadan önce yapıtların yarısından fazlasının satıldığını ve sergiye ilginin yoğun olduğunu yazdı. Kadınların ‘Düğün’ü stanbul’un iki yakasında Kültür Servisi AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu’nun, 5 Nisan’da perdelerini açan yeni oyunu “Düğün”, İstanbul’da sahnelenmeye devam ediyor. Tüm kadrosu kadınlardan oluşan oyun bugün Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde, yarın ise Kenter Tiyatrosu’nda saat 20.30’da sahnelenecek. Ödüllü oyun yazarı Ayşe Bayramoğlu’nun kaleme aldığı, Tilbe Saran’ın ilk yönetmenlik tecrübesi olan oyun, ataerkil sistemde var olmaya çalışan kadınların, şiddetin uygulayıcısı haline gelerek içselleştirilen ve yeniden üretilen şiddeti tiyatro sahnesine taşıyor. Kadınlık hallerini anlatan oyunda, Saran’ın yanı sıra Güler Ökten, Zerrin Sümer ve Şebnem Sönmez ile genç oyuncular Eda Çatalçam, Evren Ercan, Serpil Göral ve Maria Akgüllü rol alıyor. Jordi Savall, soprano Montserrat Figueras’la birlikte ş Sanat’ta Ç ZER AT LA ÖZER UĞURLANDI Dünyanın bütün ninnileri ‘Dünyanın Bütün Sabahları’ adlı filmdeki uyarlamaları ve yorumlarıyla dünya çapında üne erişen Savall, stanbul konserinde, eşi soprano Montserrat Figueras’la birlikte farklı kültürlerden ninniler seslendirecek. Kültür Servisi Erken dönem müziğinin gerek yorumcu, gerek araştırmacı olarak önde gelen adlarından, viyol ya da viyola da gamba ustası Jordi Savall ile topluluğu Hesperion XXI, bu kez eşi Montserrat Figueras’la birlikte 30 Nisan’da İş Sanat’ta müzikseverlerle buluşuyor. Bütün dünyanın, Alain Corneau’nun 1991’de çektiği “Dünyanın Bütün Sabahları” filminin müziklerine getirdiği olağanüstü yorumla tanıdığı Savall, bu kez, farklı kültür, coğrafya ve dillere ait eski ve yeni ninnilerden derlediği “Ninna Nanna” adlı projesiyle hayranlarının karşısında olacak. Konserde anonim ninnilerin yanı sıra Byrd, Mussorgski, Milhaud, Arvo Pärt gibi bestecilere ait ninniler de seslendirecek olan topluluğun repertuvarı, Ortaçağ İspanyol müziklerinden Rönesans ve İngiliz Barok müziklerine kadar uzanıyor. 1941’de İspanya’da Katalunya’nın İgualada kentinde doğan Savall, erken dönem müziği konusunda köklü bir eğitim gördükten sonra, 1974’te soprano Montserrat Figueras, Lorenzo Alpert ve Hopkinson Smith’le birlikte Hesperion XX (2000’den bu yana Hesperion XXI) topluluğunu kurdu. 1987’de Barselona’da eşi Figueras’la birlikte, Barok dönemde yoğunlaşan La Capella Reial de Catalunya topluluğunu kuran Savall, iki yıl sonra Figueras’la birlikte yine Barok müzikte yoğunlaşmasına karşın klasik ve romantik repertuvara da yer veren Le Concert des Nations orkestrasını oluşturdu. Corneau’nun, “Dünyanın Bütün Sabahları”nın yanı sıra Jacques Rivette’in filmlerine de müzik yapan Savall, “Dünyanın Bütün Sabahları”ndaki müzik çalışmasıyla César ödülüne değer görüldü; kendi şirketi Alia Vox’tan çıkan film müziği 1 milyondan fazla sattı. Figueras da erken dönem müziğine ağırlık veren ünlü bir soprano. ‘Mizahın emekçisiydi...’ Kültür Servisi 22 Nisan’da yaşamını yitiren karikatürist, araştırmacı Prof. Atila Özer için dün Eskişehir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bir tören düzenlendi. Özer, tören sonrası Alaaddin Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Eskişehir Asri Mezarlığı’nda dün yaşama veda eden kayınpederi Necmettin Bulunmaz ile birlikte toprağa verildi. Eskişehir Eğitim Karikatürleri Müzesi Müdür Yardımcısı Sadettin Aygün’ün yönettiği törende konuşan Karikatürcüler Derneği Başkanı Metin Peker, Özer’in, Eskişehir Eğitim Karikatürleri Müzesi’ni kurduğunu anımsatarak onun bir karikatür sevdalısı olduğunu belirtti. Karikatürist Semih Poroy, Özer’in çizerliğin çok ötesinde, karikatürü bütün bağlantılarıyla incelemek isteyen bir araştırmacı, arşivci olduğunu söyledi. Törene, eşi Vicdan Özer ve ailesinin yanı sıra Özer’in öğrencileri, Kâmil Masaracı, Semih Poroy, Nezih Danyal, Ercan Akyol, Tan Oral, Orhan Doğu, Erdoğan Başol, Erdoğan Bozok’un da bulunduğu çok sayıda karikatürist katıldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle